Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Antik Mısır’ın Peygamberleri: Hz. İdris, Hz. Yusuf, Hz. Musa
Antik Mısır’ın Peygamberleri: Hz. İdris, Hz. Yusuf, Hz. Musa

Antik Mısır’ın Peygamberleri: Hz. İdris, Hz. Yusuf, Hz. Musa

Bülent Şahin Erdeğer

Din ve bilimin birbiriyle çeliştiği düşüncesi yaygın bir kanıdır. Aynı şekilde kutsal kitaplarda anlatılan tarihî olaylarla, tarih biliminde hâkim olan anlatının uyuşmadığı düşünülür. Kutsal…

Din ve bilimin birbiriyle çeliştiği düşüncesi yaygın bir kanıdır. Aynı şekilde kutsal kitaplarda anlatılan tarihî olaylarla, tarih biliminde hâkim olan anlatının uyuşmadığı düşünülür. Kutsal metinlerin aktardığı tarihe yönelik şüpheler sadece olaylarla sınırlı kalmaz, sözü edilen peygamberler de bu sorgulamaya maruz kalır. Bu şahsiyetlerin gerçekte yaşayıp yaşamadığı ciddi bir tartışma konusudur. Tüm bu sorulara cevap vermek amacıyla yurt dışında “Kutsal Kitap Arkeolojisi” adı verilen bir yöntem geliştirilmiştir, buna göre din temelli tarih anlatısı pek çok bilim dalının yanı sıra özellikle arkeolojiden yararlanılarak desteklenir. Buna benzer şekilde, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan tarihî olayların “gerçek tarih”le çelişmediğini göstermek için Kur’ân arkeolojisi çalışmaları ortaya çıkmıştır.

Elinizdeki çalışma bir Kur’ân arkeolojisi girişimidir. Yakın Doğu, eski medeniyetlere ev sahipliği yapması sebebiyle en önemli arkeolojik kazı bölgelerinden biri olmasının yanında, peygamberlerin zuhur ettiği bir coğrafya olması hasebiyle bu çalışmalar için en elverişli yerdir. Bülent Şahin Erdeğer, Yakın Doğu’da yaşamış üç peygamberin, Hz. İdris, Hz. Yusuf ve Hz. Musa’nın gerçekte var olduğunu ve Kur’ân’da anlatılan hadiselerin doğruluğunu işte bu yöntemle kanıtlıyor. Erdeğer, antik kaynaklardan, farklı dinlerin kutsal kitaplarından, yerli-yabancı ikincil eserlerden, astronomik verilerden, farklı medeniyetlerin tarihlerinden, çevre tarihi disiplininden istifade ederek en güvenilir kronolojisiyle bir Antik Mısır tarihi sunuyor. Tüm bunlar Kur’ân’ın Hz. Muhammed’in (sav) kesinlikle bilemeyeceği düzeyde detaylı bir Antik Mısır bilgisini sunduğunu ispat ederken, din ile bilimin çelişmediğini göstererek ezberleri altüst ediyor.

ÖNSÖZ

Tarihsel bellek insanı insan kılan en önemli unsurlardan biri. Dünü olmayan bugününü anlayamaz. Dününü bilmediği için bugününü anlayamayan da yarınına doğru istikamet çizemez. Bu sebeple Kur’ân, kendisine iman edenlere kıssalar üzerinden bir tarih bilinci aşılar. Bu İslâm’ın köksüz, nevzuhur olmadığının, tüm elçilerin aynı mesajı taşıdığının göstergesidir. Elçiler kulların kullara kulluğuna son vermek için insanlığa barış, esenlik ve adalet mesajı getirirler. Hiçbir siyasi ve dinî aracıya, kendisine ilahilik ya da kutsallık atfederek insanları sömüren hiçbir güce değil sadece Allah’a ibadet edilmesi her türlü piramidin ve kast sisteminin reddi demektir. Bunu en iyi Musa (as)’ın mücadelesinde görüyoruz. Hz. İdris, Hz.Yusuf ve Hz. Musa Allah’ın insanlığa gönderdiği seçkin elçilerdendi. Mısır’da yaşanan tarihsel süreç sadece geçmişe dair bir merak değil aynı zamanda o günden bugüne devam edegelen bir mücadelenin arka planını oluşturuyor. O sebeple de güncel. Bu çalışmamız aynı zamanda bir Kur’ân arkeolojisi girişimi. Kur’ân’ın Hz. Muhammed’in (sav) kesinlikle bilemeyeceği düzeyde detaylı bir Antik Mısır bilgisini sunması ise ancak onun Vahiy olması ile açıklanabilir. Bu çalışma için yüzlerce kaynak tarandı, birçok antik metin satır satır yeniden üzerinden geçilerek okundu. Tüm bu süreçte komplo teorilerine, fantastik kurgulara kapılmamak için özellikle Mısırbiliminin temel eserlerine referans verdik. O alanda da tek bir görüş ya da yorum olmadığından münkün olduğunca nesnel, bilimsel kesin sonuçlara itimat ettik. İkincil kaynağımız şüphesiz Eski Ahit’in Çıkış Kitabı oldu. Çıkış metni birincil ve otantik bir kaynak olmasa da Hz. Musa’nın kıssasına yakın dönemlerde İsrailoğulları tarafından derlenen çok katmanlı birçok rivayeti barındırıyor. Bu sebeple onu esas kaynak olarak merkeze yerleştirmesek de tarihî verilerle uyuştuğu sürece önemli bir yardımcı metin olarak dikkate aldık. Kitabın yazım sürecinde desteklerini esirgemeyen Doç. Dr. Zafer Duygu’ya ve Prof. Dr. Güngör Karauğuz’a, Timaş Yayınevi editörleri Kadir Güven’e ve Fulya Oktay Hanım’a Kitabı, yazımı boyunca sabırla desteklerini esirgemeyen eşim Sema Kar Erdeğer’e, kızım Alya ve oğlum Emir Nidal’e ithaf ediyorum.

GİRİŞ

Arkeoloji, özetle, geçmişte yaşamış veya kökleri geçmişten günümüze uzanmış canlılar, kültürler ve uygarlıklara ait her türlü fosil, alet, malzeme, yapı, yazı ve kurgusal maddi kalıntılar ile sosyal norm ve manevi kültür varlıklarını inceleyen bilim olarak tanımlanabilir. Kutsal metinler ve anlatılar da geçmişte yaşanmış birçok olayı hikâye ederek bu olaylardan ahlakî dersler çıkartmakta kendi tarih anlatıları üzerinden bir kültür inşa etmektedirler. Dolayısıyla arkeoloji ve din çoğu zaman yolları kesişen iki önemli unsurdur. Konu Yakın Doğu olunca bu ilişki daha da önemli hâl alıyor. Çünkü Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm’ın evi olan bu coğrafya en önemli arkeolojik kazı bölgesidir aynı zamanda. Arkeolojinin kurucu babalarının Hristiyan hassasiyetine sahip olması ve Kutsal Kitap anlatılarının kökenlerini araştırmak için bu bilimi kurduklarını da unutmamak gerekir. Bu sebeple Biblical Archeology (Kutsal Kitap Arkeolojisi) çalışmaları 19. yüzyılın sonlarında İngiliz ve Amerikalı arkeologlar tarafından Kutsal Kitap’ın tarihselliğini doğrulamak amacıyla ortaya çıkmıştır. Filistin’in İngiliz yönetimi altına girdiği I. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1920’ler ile 1960’lar arasında İncil arkeolojisi, William F. Albright ve G. Ernest Wright gibi isimlerin öncülüğünde Levanten arkeolojisinin baskın Amerikan ekolü hâline geldi. Çalışmalar çoğunlukla kiliseler tarafından finanse edilmiş ve teologlar tarafından yönetiliyordu. 1960’ların sonlarından itibaren Kutsal Kitap arkeolojisi süreçsel arkeoloji (“Yeni Arkeoloji”) tarafından etkilenmiş ve araştırmanın dinî yönlerini bir kenara itmesine neden olan sorunlarla karşılaştı. Bu durum Amerikan okullarının Kutsal Kitap çalışmalarından uzaklaşmasına ve Kutsal Kitap’taki anlatıyı kanıtlamaya ya da çürütmeye çalışmak yerine bölgenin arkeolojisine ve bunun Kutsal Kitap metniyle ilişkisine odaklanmasına yol açtı. Günümüz itibarıyla Yahudi ve Hristiyanlara ait onlarca Kutsal Kitap Arkeolojisi araştırma enstitüsü faaliyet göstermektedir. Bu alanda arkeologlar yetiştirilmekte ve bu bilim insanları birçok keşfe de imza atmaktadır.1 Kutsal Kitap arkeolojisinden uzaklaşarak seküler bir disiplin hâline gelen ve bugün itibariyle pozitivist skeptik/kuşkucu bilim insanlarından oluşan arkeoloji akımları da çeşitlilik kazanmıştır.2 Din ve bilimin birbirine rakip olduğu hatta dinin zararlı bir unsur olup bilim yoluyla onunla mücadele etmek gerektiğine dair ideolojik önyargı da arkeolojinin dinle mücadelede araçsallaştırılmasını beraberinde getirmiştir. Oysa din ve bilimin farklı alanlar olduğu ve çatışmak zorunda olmadıklarını görmek gerekir. Bu ayrışmada elbette dindarların da payı da vardır. Bilimlere yönelik güvensizlik ve ilgisizlik bilim yapmanın gereksiz görülmesi gibi tutumlar din-bilim ayrışmasına hizmet etmiştir. Kur’ân’ın en önemli söylemlerinden biri de geçmişte yaşanmış kıssaların doğru şekilde anlatmasıdır. Kitab-ı Mukaddes ve üzerine tarih boyunca eklenen Mişna, Talmud Midraş literatürü ile genellikle aynı kıssaları konu edinir. Ancak Ehl-i Kitab literatürünün tarihsel aktarımında yaşanan sorunlar, ekleme, çıkarma, asıl metin ve kimi yorumların birbirine karışması sebebiyle bu anlatılar deforme olmuştur. Kimi deformasyonlar o denli olmuştur ki tarih biliminin de alanına giren konular adeta tanınmaz hâle gelmiş, masalsı bir boyut kazanmıştır. Böylesi bir durumda bilim insanları Kutsal Kitab’ın ve diğer Ehl-i Kitab literatürünün tarihe dair anlatılarını tümüyle gerçek olmayan hayali hikâyeler şeklinde görmesine de yol açmıştır.

0.1 KUR’ÂN MERKEZLİ BİR ARKEOLOJİ MÜMKÜN MÜ?

Kur’ân’ın doğrusunu anlatma iddiasına rağmen Müslüman dindarların arkeolojiye ilgisizliği büyük bir boşluk oluşturuyor. Öyle ki Müslümanlar Kur’ân merkezli bir arkeolojik perspektif oluşturma, bu bakış açısını bir metodolojiye dönüştürme ve sonrasında sahada kazı yapmaktan hâlen çok uzakta. Yahudi ve Hristiyanların bu alanda bir hayli önde olduklarını yukarıda belirtmiştim. Tüm bu tablo da Muhammed Halefullah gibi bazı Müslüman akademisyenleri Kur’ân’daki kıssaların aslında yaşanmamış olabileceği iddiasına kadar sürüklemiştir. “Kur’ân Arkeolojisi” henüz doğum aşamasında. Bir elin parmakları kadar az sayıda araştırmacı ve akademisyenin uğraş verdiği bu alanın öncü isimleri 20. yüzyılın başlarında neşet etmeye başladı. Ancak burada iki olgu arasındaki farkı da belirtmek gerekir ki son 150 yıldır Kur’ân ve arkeoloji arasında bağ kurma çabaları mevcut olmakla birlikte sistematik bir disiplin inşa edilememiştir. “Kur’ân Arkeolojisi” bu açıdan merkezinde Kur’ân metninin belirleyici olduğu yeni bir metodoloji, arkeolojik bulguların Kur’ân ölçüleriyle “yorumlanması” demektir. Bu çerçeve elbette arkeolojik bulgulardan edindiğimiz bilgilerin çarpıtılması anlamına gelmez. Ancak tıpkı Kutsal Kitap rkeolojisinde olduğu gibi Kur’ân’ın işaret ettiği anlatılar ile arkeolojik kanıtların buluşturulması, bu çerçevede Kur’ân’a iman eden kitlelerde bir tarih bilincinin oluşturulmasını hedefler. Kur’ân, tarihi ahlâkî dersler çıkartmaları için muhataplarına aktarır. Bu sebeple çoğu kez detay vermez. Ancak tarihî detaylara aykırı kurgular da içermez.

0.2 ÖNCÜ ÇALIŞMALAR

Müslüman alimlerin çağdaş arkeolojinin ortaya çıkmasından yüzyıllar önce tarihî eserlere yönelik ilgileri sistemleşmese de hep var olagelmiştir. Mısırlı araştırmacı El-Daly’nin Türkçe’ye Kayıp Binyıl: İslam Dünyasında Hiyeroglifler ve Eski Mısır adıyla tercüme edilen Egyptology: The Missing Millennium isimli araştırması klasik dönem Müslüman yazarların arkeolojik çalışmalarının miktarını ve niteliğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.3 Hint alt kıtasında Hindu ve Hristiyan eleştirmenlere cevap verme ve İslâm’ı savunma ihtiyacı entelektüel olarak bu bölgedeki birçok Müslüman alimi motive etti. Bunun sonuçları olarak gerek dinler tarihi gerekse de arkeoloji, sosyal antropoloji gibi bilimlerde araştırma yapmayı beraberinde getirmişti. Özellikle 19. ve 20. yüzyılın en önemli müfessirlerinden olan Allâme Hamiduddin Ferâhî’nin (1863-1930) ilmî çalışmaları Kur’ân ve arkeoloji arasındaki sıkı bağların ilk örnekleri olarak anılabilir.4 Özellikle Tefsîru nizâmi’l-Kurʾân ve teʾvîlu’l-Furkan bi’l-Furkan adlı kapsamlı tefsiriyle öne çıkan Ferâhî, er-Raʾyu’s-sahîh fî men huve’z-zebîh isimli eserinde ise Hz. İbrâhim’in kurban etmeye teşebbüs ettiği oğlunun İshak değil İsmâil olduğunu Yahudi ve İslâm kaynaklarıyla mukayeseli olarak ortaya koyduğu bir eserdir. Kitap Emîn Ahsen Islâhî tarafından Urducaya çevrilerek neşredilmiştir (Delhi: ts., Lahor: 1395/1975). Ferâhî’nin izinden giden Ebu’l Âla Mevdudi’nin (1903-1979) Tefhimu’l Kur’ân adlı tefsiri ile Seyyid Süleyman Nedvî’nin (1884- 1953) Arzu’l-Kurʾân eseri örnek verilebilir. Bu kitap Kur’ân-ı Kerîm’de geçen coğrafî mekânlar ve kavimler hakkında Urduca ilk çalışmalardandır. Nedvî bu eserini sîret projesinin bir parçası olarak göstermektedir (Şah Muînüddin Ahmed Nedvî, s. 192-193). Seyyid Muzafferüddin Nedvî’nin büyük ölçüde bu kitaptan faydalanarak A Geographical History of the Qurʾan adıyla kaleme aldığı eser (Lahor 1968; Delhi 1985), Nedvî’ye nisbet edilerek Kur’ân-ı Kerim’de Kavimler ve Toplumlar: Ad Semud Medyen ismiyle Türkçeye tercüme edilmiştir.5 Dinler tarihi ve arkeolojiyi Kur’ân çalışmalarıyla meczeden bir başka alim ise yine Hindistan coğrafyasından Ebû’l Kelâm Âzâd’dır(1888-1958). Âzâd’ın bu alanlarda Ashâb-ı Kehf, el-Bîrûnî aur Coğrâfiye-iʿÂlem, Hazret-i Yûsuf ve Zülkarneyn isimli eserleri bulunmaktadır. 21. yüzyılda Kur’ân kıssalarının arkeolojik bulgularla temellendirilmesi, anlaşılması eksenindeki çalışmalar artış gösteriyor. Bunun en güzel örneklerinden biri de Madain Projesi. Proje “İbrahimî Arkeoloji” kavramsallaştırması yaparak Kutsal Kitap Arkeolojisi sonuçlarıyla İslam Arkeolojisini tek bir arşiv çatısı altında buluşturmayı hedefliyor. Projenin web sayfasında kavramsallaştırma ve kapsam şu şekilde anlatılıyor:

0.3 İBRAHMÎ TARİH NEDİR?

İbrahimî Tarih, dinî ve teolojik yönleri dikkate almaksızın üç İbrahimî din açısından tarih ve arkeolojinin incelenmesidir. İbrahimî Tarihin amacı, dinî öğretilerin ve davranışların zaman içinde nasıl ve neden geliştiğini ve değiştiğini anlamaktır. Çiftçiliğin gelişimi, şehirlerin ortaya çıkışı veya büyük medeniyetlerin çöküşü gibi önemli kültürel olayların evrimindeki kalıpların, bunların üç büyük İbrahim dinini neden ve nasıl etkilediğine dair ipuçları aramak. İbrahimî Tarih bağlamında Madain Projesi’nin özü, tarih ve arkeoloji alanlarını belirli milliyetçi veya dinî (dogma) gündemlerin ötesinde incelemek ve ara bağlantıları vurgulayan ve kutlayan yeni (doğrusal), kapsayıcı bir tarih vizyonunu teşvik etmektir. Üç İbrahimî din arasındaki çapraz okumalar, alışverişler ve iş birliğidir.

0.3 İBRAHMÎ ARKEOLOJİ NEDİR?

İbrahimî Arkeoloji, arkeolojinin dinî ve teolojik yönleri dikkate alınmaksızın üç İbrahimî Din açısından incelenmesidir. Bu uzmanlıkta izlenen yöntemler ve analitik prosedürler genellikle tarihin ve arkeolojinin diğer dallarından türetilmiş olsa da, İbrahimî dinlerin maddi kayıtlarının incelenmesi açısından İbrahimî arkeolojinin ne ölçüde özel olarak tanımlanması gerektiği hâlâ açık değildir.

0.4 “KUR’ÂN VE ARKEOLOJİ”DEN “KUR’ÂN ARKEOLOJİSİ”NE

Şevki Ebû Halil’in kaleme aldığı Kur’ân Atlası ve Cevad Ali tarafından telif edilen el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm isimli 10 ciltlik ansiklopedik eser önemli çalışmalardır. Ali, ortaya koyduğu çalışmalarının kaynağı olarak şunları zikretmektedir: Yazıtlar ve yazılar; Tevrat, Talmud ve diğer İbranice kitaplar; Yunanca, Latince ve Süryanice vb. kitaplar; diğer Arap kaynakları ve İslâmî kaynaklar. Batı literatüründe İslam kültürünü ilgilendiren unsurların arkeolojik bulgularla desteklenmesi ve karşılaştırılması bağlamında bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunların başında ise Marcus Milwright’ın An introduction to Islamic archaeology7 ve Bethany J. Walker, Timothy Insoll ve Corisande Fenwick imzalı The Oxford Handbook of Islamic Archaeology gelmektedir.8 Kur’ân Arkeolojisi kavramına Şeyh Hurşid Hasan’ın “Kur’ân Arkeolojisi” başlıklı makalesinde rastlıyoruz. 9 1996’da arkeolog Eyyüp Ay’ın kaleme aldığı “İlâhi Mesaj’ın Kadim Medeniyetlerdeki İzdüşümleri: Kur’ân’ın Arkaplanına Arkeolojik Bir Yaklaşım” başlıklı makalede10 arkeolojinin Kur’ân mesajının arka planını anlamada önemli bir yöntem olduğu vurgulanmıştır. Kur’ân ve arkeoloji ilişkisine dair derli toplu ilk çalışmalar ise ülkemizde Prof. Dr. Bahattin Dartma tarafından yapılmıştır. Dartma, “Kur’ân-ı Kerim Işığında Arkeoloji” isimli makalede daha çok arkeolojik bulgulara yönelik Kur’ân merkezli bir bakış açısının ne olabileceğini tartışmıştır. Aynı müellif Kur’ân ve Arkeoloji adlı kitabında da, Kur’ân’da geçen bazı peygamberlerin kıssalarındaki hidâyet ve ibret mesajlarını ele almış, bu açıdan “bulgular ve perspektif/değerlendirme” bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır.11 Tüm bu çalışmaları ve araştırmalarında büyük oranda Kutsal Kitap Arkeolojisi çalışmalarından etkilenmiş ve bu alandaki eserleri kullanmak zorunda kalmıştır.

Kur’ân ve arkeoloji ilişkisini daha genel bir çerçevede “Din Arkeolojisi” şeklinde irdeleyen bir diğer akademisyen ise Prof. Dr. Bilal Toprak’tır. Toprak’ın “Din Arkeolojisinin İmkânı Ve Göbekli Tepe” başlıklı doktora tezi 2022’de “Din Arkeolojisi ve Göbekli Tepe” adıyla yayınlanmıştır.12 Çalışma dinler tarihi ile arkeoloji arasında disiplinlerarası bir alan olarak din arkeolojisinin imkânını tartışmaktadır. Bu bağlamda öncelikle bir bilgi üretme pratiği olarak arkeolojinin tarihsel seyri eleştirel bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Böylece gerek Batı’da ve gerekse ülkemizde arkeolojinin tarihsel süreç içerisindeki konumu incelenmektedir. Devamında diğer sosyal bilimler gibi arkeolojinin de şekillenmesine etki eden politik, ideolojik ve dinsel etkenler bahse konu edilmektedir. Bu durum geçmişi maddi kültür üzerinden ortaya koymaya çalışan arkeolojinin zaman zaman ideolojik bir aygıta dönüştürülmesi açısından da önem arz etmektedir. Disiplinlerarası bir alan olarak önerilen din arkeolojisinin teorik çerçevesinin sunulduğu ikinci bölümde ise ilkel, din, ritüel ve şamanizm gibi arkeoloji ve dinler tarihinin ortak kavramları üzerinden eleştirel bir okuma yapılmaktadır. Bu sayede 19. yüzyılda etkin olan paradigmadan önemli izler taşıyan söz konusu kavramların geçmişimizi anlamamız hususunda yüklendiği olumsuz duruma dikkat çekilmektedir. Çalışmanın son bölümünde ise, son dönemlerin en önemli arkeolojik keşiflerinden olan Göbekli Tepe’nin din arkeolojisi perspektifinden incelenmesine yer verilmektedir. Böylece ilk iki bölümde ele alınan teorik tartışmaların Göbekli Tepe üzerinden pratik bir düzlemde incelenmesi hedeflenmektedir. Göbekli Tepe’deki T biçimli dikilitaşlara resmedilen hayvan tasvirlerinin ve soyut sembollerin ancak disiplinlerarası bir çalışma alanı olarak din arkeolojisi bağlamında nasıl anlaşılabileceği tartışılmaktadır. Kur’ân arkeolojisini ilk kez bir disiplin olarak sistematize etmeye çalışan bilim insanı ise Prof. Dr. Güngör Karauğuz’dur. Eski Çağ

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur