Kemikleşmiş değer yargılarına bağlılık mı, kendi olmak savaşında korkusuzca yol alıp gitmek mi?! Dıştan bakıldığında her şey ne kadar düzgün: Eğitimli, saygın anne baba, okuyup yetişen üç kız evlat, evin yaşlı büyüğü anneanne… Ama Ayşe Sarısayın, bu düzgün dünyaya içerden bakmayı yeğliyor ve son dönemin acı, hesaplaşması, düşbozumu en ağır romanlarından birini kaleme getiriyor. Ansızın Günbatımı büyük kentlerde yaşayan, hali vakti az buçuk yerinde hemen herkesin hayatından cesur, sarsıcı çözümlemeleriyle derin iz bırakacak… Selim İleri
Zamanın eriyip dağılıverdiği, kişilerin bölük pörçük,
bakanın gözünde taşıyabilecekleri tek gerçeklikle,
o parça bölük gerçeklikle, görünüp yittiği
bir kitap nasıl çatılabilir?
Bilge Karasu, Altı Ay Bir Güz
Uzun bir aradan sonra tekrar yazıya dönmek…
Nasıl da sancılı!
Tıpkı uzun bir aradan sonra sevişmek gibi…
Sahi, ne kadar oldu sevişmeyeli?
Beş yıl, on yıl, yüz yıl, hangisi?
Yaşlı bir kadın sevişmeyeli ne kadar oldu ve bir adam onu, yaşlı değilken henüz, terk edip gideli?
Kaç yıl geçti karakalem resimlerden vazgeçmesinden bu yana?
Ve bir kadın teslim olmamak için direndiği genç adamı terk edeli? O adamla birlikte, yarım kalmış bir resimden de vazgeçeli: Bir kadınla bir erkek – Un uomo con una donna.
Kim bu yaşlı kadın? Terk eden, terk edilen kim?
Yaptığı resimleri yok eden kadınla yaşlı bir adamın elleri üzerine sayfalarca yazıp silen, aynı kadın mı yoksa?
Bir hayatın içinde, başka hayatların izleri böylesine belirgin okunabilir mi? Gri gölgelerin arasından sarılar, yeşiller göz kırpabilir mi? Çoktan unutulmuş bir gündoğumu, alacakaranlıkta parlayan kor, şimşek gibi çakan kızıllar, beyazın altında kendini gösterebilir mi?
Sesler sonra. Silinmeye yüz tutmuş, puslu anılarda saklı sesler. Yıllar yılı derin uykularda olan, belli belirsiz bir dış etkiyle birdenbire canlanıveren mırıltılar, yakınmalar, beddualar. Geceleri süregiden yankılar Uzun kış gecelerini bölen boğuk çığlıklar, kesik kopuk konuşmalar kime ait? Yakınmalara sertçe karşılık veren çatallı kadın sesi kimin? Hiçbir ses duymamak için başını yastıklara gömen kim?
Gizli saklı küçük şiirler yazan, kendine şiirlerden bir dünya kurmak isteyen utangaç kız çocuğu nerelerde şimdi?
Ya ötekiler, ablaları? Sesleri, gülüşmeleri, bitip tükenmeyen didişmeleri ne zaman yitip gitti?
Ben neredeyim, hangisiyim? Ölü bebekler nerede?
Her şey birbirine karışıyor, zamanlar iç içe geçiyor, tüm hayatlar birbiriyle kesişerek tek bir hayata evriliyor.
Öncesiz ve sonrasız bir boşluk! Zamanlar üstü, tüm zamanları aşan bir boşluk!
Bir insan ne çok insana dokunuyor, bir hayat ne çok hayattan geçiyor!
Sahi, ne kadar oldu yazmayalı?
Beş yıl, on yıl, yüz yıl, hangisi?
Hevesle biriktirmişsindir oysa; defterlerde, kâğıtlarda, küçük yapraklarda. Gün gelir, sözler birbirini izler, durduramayacağın bir sağanak gibi sürer gider diye umut ederek.
Heves umudu besler, umutlandıkça daha çok heveslenirsin.
Sonra bir bakarsın, nice günler geçip gitmiştir, aylar yıllara, yıllar bir hayatın değersiz görünen, dönüp ardına baktığında paha biçilemez bir değer kazanan zaman birimlerine evrilmiştir.
Renklerden ve seslerden damıttığın sözleri bir araya getiremeden, zihninde tamamlayarak yalnızca.
Suya, havaya, bir toz bulutuna, bir ışık huzmesine anlatarak. Gecelere, en çok gecelerin karanlığına, büyük boşluklara yazarak.
Araya hayat girmiştir, hayat tüm hevesleri tüketmiştir.
Sona erişler her şeyi gölgelemiştir. Tükenmek!
Son bir hamle, son bir çaba.
Uzun aralardan sonra ürkek, bin bir korkuyla kıpırdanırken eskimiş rüyalardaki duygular, teslim olmak tuhaf bir tedirginlikle. Ilık, şifalı bir suda yüzercesine önce, tutkulu gitgide, daha tutkulu…
Devinimlerin ya da sözlerin ritmiyle esrik, kendinden geçerek.
Hazzın doruğunda!
Suya, havaya, gecelere ve boşluklara anlatmak değil, yazmak yeniden. Beyaz üzerinde siyah bu kez, somut ve gerçek. Baktıkça renklenen karakalem bir resim, siyah beyaz bir fotoğraf karesi gibi.
Gerçekliğinden asla emin olamayacağın hikâyeler kurgulayarak gerçeğe ulaşmaya çalışmak, kendine doğru tekinsiz bir yolculuğa çıkmak!
Sonrası sonsuz bir hüzün olsa da, geri dönüşün bir kelebek ömrüyle sınırlı hazzını yaşamak…
(Günlükten, Haz ve Hüzün)
Bu satırlar benim değil, bir başkasının. Sözcüklerden vazgeçmemek istediği halde, kim bilir hangi nedenlerle vazgeçmek zorunda kalan, belki de onların gücüne yenik düşen meçhul birine ait.
Ben onları sahibinden ödünç aldım yalnızca, bir rastlantı sonucu karşıma çıktıklarında görmezden gelmeye gönlüm elvermedi, geri çevirmeyi beceremedim.
Ebedî suskunluk öncesi son bir çabanın ürünüydü sanki bu sözler. Hayat dediğimiz olağanüstü serüvenin, esas olarak bir rastlantılar zincirinden ibaret olduğuna böylesine inanırken, peşlerine düşmemem imkânsızdı…
Eski bir arkadaşımın telefonuyla başladı bu hikâye.
Üniversite yıllarımızdan beri, neredeyse otuz beş yıldır süregelen, ilmek ilmek kurduğumuz bir dostluktu. Hal hatır sorduktan sonra uygun bir zamanda buluşmak istediğini söyledi.
“Özlemenin dışında bir nedenim daha var bu kez,” dedi. “Sana vermek istediğim bir şey…”
“Hayırdır,” dedim. “Nedir?”
Anlattı kısaca.
Yeni bir eve taşındığını, önceki kiracıdan kalan eşyalar arasında ilgimi çekeceğini düşündüğü bir CD bulduğunu.
“Detayları sonra konuşuruz,” dedi. “Zamanı denkleştirebilsek görüşmek için bahane olur…”
Hayatı ve kendimizi didikleyip durduğumuz, aynı anda ağlayıp güldüğümüz, belirsiz bir süre için güç depoladığımız buluşmalardan biriydi yine. Karanlık dehlizlerde gezinip durduk her zaman yaptığımız gibi – el yordamıyla önce, yol aldıkça özgürleşen ruhlarımızla, yüklerimizden kurtulduğumuzu hissederek, saatler ilerledikçe.
Telefonda söz ettiği konuya, kalkmamıza yakın sıra gelebildi ancak.
“Taşındığımızda büyük bir etajer vardı arka odalardan birinde,” diye anlatmaya başladı. “Eski kiracının bırakmış olduğunu düşündüm önce. O kadar hantal ki yerinden zor oynattık temizlemek için. Yığınla çer çöp, kâğıt çıktı arkasından. Bir de bu CD işte…”
Özensiz bir yazı, silik harfler. Güçlükle okuyabildim: “Terk!”
Anlatmayı sürdürüyordu.
Tuhaf başlıkları olan yazılar kaydedilmişti CD’ye.
Birkaç tanesi dışında hepsi yarım. Kimi tek cümle, kimi iki-üç paragraf. Başı sonu belirsiz. Birbiriyle ilişkisiz. Eksik, hatta tutarsız. Tamamlanmış görünenler olsa da tek tük, sayıklama gibi çoğu.
“Hele uzun bir konuşma okudum ki, akıllara ziyan!” dedi. “Biz de mi böyle olacağız diye uykularım kaçtı.
Gerçi hep konuştuğumuz meseleler, fakat okuyunca…”
“Kime ait olduğu belli mi?” diye sordum.
“Hayır, değil,” dedi. “Ev sahibini arayıp sordum, ama son zamanlarda çok sık kiracı değiştiğinden, bulmak mümkün görünmüyor. Belli ki o dolap da yıllardır kıpırdatılmamış yerinden, kime ait kim bilir. Neyse, bir ara göz atarsın yazılara, işine yarar belki.”
“Tabii, ilk fırsatta…”
Hesabı ödeyip kalktık.
İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk durağa doğru yürürken. Dile getirmesek de böyleydi, biliyordum. Yıllar önce kırmızı kurdeleyle bağlanmış tutuklu mektuplarını bana verdiği akşamı, o mektuplardan yola çıkarak yazdığım bir dizi öyküyü.
“Mektuplar gibi…” demek üzereydim ki, “Mektuplar gibi…” dedi.
“Daphne…” dedim, “Hicran, Yine Hicran…” dedi.
Gülüştük.
“Keşke beyaz bir kurdeleyle bağlasaydım getirirken,” diye hayıflandı. “Nasıl akıl edemedim? Yazamasan da aynı kurdeleyle bağlardın geri verirken!”
“Neden beyaz?” diye sordum.
“Okuyunca anlarsın,” dedi gülerek. “Her yer beyaz çünkü, kar beyazı…”
Ayrıldık.
Yazıları okumak için belli belirsiz bir merak duysam da, uzun bir aradan sonra yazmaya hevesleneceğimi bilmiyordum henüz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAnsızın Günbatımı
- Sayfa Sayısı248
- YazarAyşe Sarısayın
- ISBN9789750724084
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Büyülü Sofra ~ Nuriye Akman
Büyülü Sofra
Nuriye Akman
“Önce tencerelerin karnı acıkır burada. İnsanlar susamadan sürahiler yanar susuzluktan. Tavalar sır döker tabaklara. Şişeler bardakları tutkuyla öperken kepçelerden kaşıklara arzu akar. Ekmeğin zevkini...
- İnsan Kısım Kısım, Yer Damar Damar ~ Hatice Meryem
İnsan Kısım Kısım, Yer Damar Damar
Hatice Meryem
Kozluk, işsizin güçsüzün, çulsuzun uğursuzun, arsızın hırsızın, fakirin fukaranın, itin kopuğun, sefilin baldırı çıplağın yurt tuttuğu bir yer. İstanbul’un biraz ötesinde biraz berisinde, biraz...
- Tek Kişilik Ölüm ~ Vedat Türkali
Tek Kişilik Ölüm
Vedat Türkali
TEK KİŞİLİK ÖLÜM Tarihsel olanı bütün katılığı, çiğliğiyle roman dışı niteliklerini göze batırıcı biçimde roman olaylarının içine koymaya özen gösterdim. Roman yapısındaki düşsel olaylar;...