“Beni ben yapan bir öz var mıydı sahi? Bedenim, sesim, dilim, evim dediğim yer değişmişti ya, başka bir insan mı olmuştum artık? Oysa olduğum kişiyi ısrarla, onu yok etmeye çalışan her şeye, herkese rağmen yavaş yavaş kabuğundan çıkarmıştım ben.”
Annemin Kaburgası, kimliğinden onur duyanların, aşkı özgürce yaşayanların, göçmenliğin dilini en iyi bilenlerin, cinselliğin üzerindeki toplumsal tahakküme meydan okuyanların, basmakalıp değerlerden ve birörnek yaşam biçimlerinden usananların öyküleri.
Burçin Tetik, ayrıştırıcı söylemlere, yaşamımızı çepeçevrelemiş öfke diline, gökkuşağının tüm renkleriyle karşılık veriyor. Özgün, duyarlı, cesur… O meşhur şarkıdaki gibi, gökkuşağının üzerinde bir yerde, ta yukarıda…
İÇİNDEKİLER
Annemin Kaburgası…………………………………………………………………………9
Yabanperi…………………………………………………………………………………………………….19
Müllerstraße’de Bir Ev…………………………………………………………………33
Yarım Saat………………………………………………………………………………………………….41
Çocukluğumun Evi………………………………………………………………………….51
Frau Mahler’in Mektubu………………………………………………………..59
Beden Göçü………………………………………………………………………………………………..69
İpler………………………………………………………………………………………………………………………77
Keramet…………………………………………………………………………………………………………..85
Annemin Kaburgası
Bir insan nasıl boydan boya yarıldıktan sonra aynı kişi olarak uyanabilir? Yaralarının iyileşmesi için annemin kemik çorbası içmesi lazım. Mahallenin çocukluğumdan beri aynı yerde duran kasabına gidiyorum. On yıldan fazladır et yemedim. Kasap dükkânının kokusu çocukluğumdan hatırladığım gibi; çiğ et ve beklemiş buz kütlelerinden çıkan soğuk koku burnumu yakıyor. Midemden gelen özsuların genzime yükseldiğini duyuyorum. Kasap çırağı, “İyi misin abla?” diyor, suratım beyazlamış olsa gerek. Elimi “Bir şeyim yok” anlamında sallıyorum, ama hemen dükkândaki beyaz plastik sandalyelerden birine oturuyorum, yoksa düşeceğim. Şimdi düşemem. Anneme çorba yapmam gerek. Annem evde yalnız. Annemin karnı boydan boya yarık. “Bana haşlamalık ver oradan bir kilo. Bir de bütün tavuk,” diyorum. Et istemenin normalliğini ne de kolay hatırladım. Para verip canlıların kesilmiş bedenlerini satın almak son derece gündelik bir iş. Vitrinde duran cansız, derisi yüzülmüş kuzu bedenlerine bakmamaya zorluyorum kendimi. Oysa çocukken nasıl da olağandı hepsi. Kuyrukları hâlâ bedenlerinde duran kuzuların camlar boyu asılı kaldığı bir çocukluk. Şiddetin adı çocuklukta konamaz ki zaten. Kasap satırını indiriyor kırmızı liflerin kapladığı uzun kemiğe. Kemik pürüzsüz, ikiye ayrılıyor. Annemin karnını da böyle mi yardı doktor?
Dün rüyamda aynaya bakıyordum. Pirinç çerçeveli, oval bir duvar aynası. Çocukluğumda portmantonun yanına asılı ufak aynanın büyüğü sanki. Yüzümde bir değişiklik yok, kırk yaşına bastığım günküyle aynı. Ama başımın üzerinde bir tuhaflık var. Saçlarım yer yer dökülmüş, döküldükleri yerlerde pembe et birikintileri oluşmuş. Üzeri bıçakla kesilmişçesine pürüzsüz parlak pembeden yaralar. Dokunmaya korkuyorum. Gördüğüme inanamıyorum. Ben ne zaman hasta oldum? Annemin hastalığı ne zaman benim başıma geldi? Başa gelmek dedikleri bu muydu?
Sibel hastaneye gelmedi. Aile değil, arkadaş gibi gelmektense hiç gelmemeyi yeğledi. Ne annem ne de aileden bir başkası biliyor Sibel’le ilişkimi. Üç yıldır beraberiz oysa. Murat’la beraber gittiğimiz bir partide tanışmıştım Sibel’le. Omuzlarına değen parlak siyah saçları, balkonda sigara içerken giydiği siyah deri montu ile nasıl da havalıydı. Sebebini anlamadığım bir öfke ile uzaktan izlemiştim her hareketini. O gün güzelliğini, kendine güvenini kıskandığımı zannetmiştim. Hep öyle denmişti ne de olsa, kadınlar birbirlerini kıskanırdı. Hissettiğim şeyin çekim olduğunu sonradan anlayacaktım. Murat o gece fark etmiş miydi, ihtimal vermiş miydi acaba? Aklına bile gelmemiştir herhalde. İki ay sonra eşyalarımı toplayıp, Murat’ın asla atılmayan bilgisayar oyunu kutularıyla dolu evinden ayrılıp dosdoğru Sibel’e taşındığımda nereye gittiğimi söylememiştim, o da sormamıştı. Aile evinden daha yirmi yaşında babamın evine geçen annemden farklı mıydı durumum? Hor görüldüğüm bir adamın evinden daha iki aydır tanıdığım bir kadının yanına kaçmıştım.
Annem uykusunda sayıklıyor. Ameliyattan beri her uyuduğunda aynı şeyi söylüyor rüyasında, “Kimse yok mu?” Bir saat içinde yüzlerce kez mırıldanıyor çatlamış dudakları arasından. Narkozdan erken uyanıp kendini metal ameliyat sedyesi üzerinde bulduğunda çığlık çığlığa bağırışlarını ameliyathanenin sımsıkı kapalı kapılarının ardından bile duyduk. Karnındaki taze yarık, etlerini birbirine tutan metal zımbalar ve daha yerlerine bile yerleşememiş iç organlarıyla zamansızca uyanıvermiş boş ameliyathanede. Odasına taşınırken başladı “Kimse yok mu?” diye sayıklamaya, sedyesinin yanında “Buradayım,” dediğimi duymaksızın tekrarladı sorusunu. Benim ve hemşirelerin orada olmasının bir önemi yoktu annem için, yalnız kalmıştı. Bir kere gerçekten yalnız kalırsanız sonra o yalnızlık bir ömür yapışır üzerinize. Annem ben kendimi bildim bileli yalnızdı.
Sibel, ben hastanede refakatçi olarak kalırken her gün aradı. Dördüncü günün gecesinde duş alıp biraz uyumak için eve, Sibel’in yanına gittim. Yatağa mis gibi kokan yeni yıkanmış çarşaflar sermiş, çok sevdiğim brokolili makarnadan yapmıştı. Dört gündür hasta bakıcıların işini yapıp idrar dolu torbalar boşaltırken, kan tüplerini hastanenin farklı uçlarındaki binalara götürmek için koştururken, sigarasızlıktan başım çatladığı halde vizite saati yaklaşınca doktorun bir dakikalık teşrifini kaçırma korkusuyla saatlerce odada beklerken bir an bile teklemeyen çelik iradem, Sibel’in bana sarılmasıyla tuzla buz oldu. Lavanta sabunu kokan yatakta Sibel başımı okşarken uyumuşum ağlayarak.
Bazen Sibel’e neden çekildiğimi düşünürüm. Kadınların babalarına benzeyen adamlar aradıklarını iddia edenler, aynı kadınların annelerine benzeyen kadınlarla olduklarını da söyler mi? Murat’tan sonra Sibel’in yanında olmak ailesi boşanınca hafta sonlarını babasının yanında geçirip de kendi evine, annesinin yanına döndüğünde sonsuz bir rahatlama hisseden bir çocuk olmak gibiydi. Babanızla eğlenebilir, kuralların dışına çıkabilir, kahkahalar atabilirdiniz. Ama bir süre sonra yetmez olur bu. İnsan güvende olmak, kendisine bakıldığını hissetmek ister. Herkes için böyle midir bilemem, ama ben Sibel’e annemin yanına döner gibi gittim. Sibel’in içine parmaklarımı ilk soktuğumda rahmin nemli ve karanlık güvenini duydum yeniden. Kırk yaşımda, onlarca erkekten sonra çıktığım yere dönmüştüm işte. Murat olsaydı çarşafları yıkamayı düşünemezdi. Neye ihtiyacım olduğunu anlamaz, brokolili makarnayı, uyku getiren lavanta kokusunu akıl edemezdi.
Ameliyattan sonra beşinci günün sabahında dinlenmiş olarak döndüm hastaneye. Annem hâlâ yatıyordu. Oksijen tüpü odadan çıkarılmıştı artık, serumlar ve vücuttan çıkan muhtelif borularsa yerli yerlerindeydi. Annemin iğneden morarmış elinin üzerine, günde üç kez pansuman isteyen büyük kesiğine baktım. Bir insanın karnı boydan boya yarılıp, içindekilerden bazıları çıkartılıp yarığı yeniden dikildiğinde, o insan nasıl aynı insan olarak kalabiliyordu? Birazı eksilmişti artık, bazı organları almışlar, bazılarını çıkarıp yeniden takmışlardı. Makine olmak bu kadar kolay mıydı? Açılıp, kapatılıp, parçalarımız değiştikten sonra hayata devam ediyorduk nihayetinde. Uykusunda yine, “Kimse yok mu?” diye sayıkladı biraz. Terden nemlenmiş saçlarını okşadım. Nemli bezle yüzünü, boynunu, omuzlarını sildim. Kimse yok değildi, ben vardım. Öylesine hep vardım ki, artık görünmez olmuştum. Temiz çarşafları, bir tencere brokolili makarnayı, annemin ev arkadaşım sandığı Sibel’i bırakıp gelmiştim ya işte. Yetmiyordum yine de. Anneme hiç yetemedim.
Onuncu günde çıktık hastaneden. Ayrılmadan başhemşire uzun uzun anlattı iğnesini nasıl yapacağımı, dikişlerine her gün nasıl pansuman yapılması gerektiğini. Annemin kızı değil de oğlu olsaydım aynen böyle anlatacak mıydı tüm bunları, diye düşündüm. Yoksa gözleri bir kadın arayacak, karıma mı anlatacaktı önce tentürdiyotu boca edip sonra yukarıdan aşağı bastırarak, metal dikişlere takılmamasına dikkat ederek yarayı sileceğimi? Bir karım olmasaydı, bakıcı tutmamı, eve hemşire çağırmamı söylerdi belki. Oysa benim en birincil görevim annemin kızı olmaktı. Gerekirse onun hemşiresi, doktoru, aşçısı, temizlikçisi, iğnecisi, bakıcısı olacaktım. Annelerin kızları olmak bunu gerektirirdi. Halbuki erkek olup aynı işleri yapsam özverimden, anneme bağlılığımdan ötürü ne çok övülürdüm. “Ne hayırlı oğlanmış!” derlerdi arkamdan. Şimdi ise kimse hayırlı olmamdan dem vurmuyordu, aksine, komşulara, annemin arkadaşlarına, akrabalara, doktorlara yetmiyordu yaptıklarım. Pansumanı biraz daha iyi yapabilirdim. İğne yapmaktan korkacak ne vardı canım? Kendim uzun yıllardır bir hayvan ölüsüne dokunmadıysam da annem için bir bütün tavuğu parçalarına ayırmam elbette gerekliydi.
Tavuk suda haşlandıkça suları köpürdü, beyaz köpükler tencereyle kapak arasından sızdı, ocağın üzerinde birikti. Sibel annemin evine geldiğimden beri aramaz olmuştu. Biliyordum, anneme hâlâ anlatmadım diye içten içe dargındı bana. “Üç yıl oldu artık, saklanmak istemiyorum,” diyordu. Öyle haklıydı ki. İlk tanıştığımızda omuzlarına gelen kuzgun siyahı saçları uzamış, beline inmişti. Uzun kirpikleri, ucu kalkık ufak burnu ile hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. Sibel’in yanına taşındıktan sonra annem yeni evimi görmeye geldiğinde çok telaş etmiştik. Anneme kendi odam diye tanıttığım misafir odasındaki çift kişilik yatakta uyumuştum o gece. Annemin horlamaları artıp uyuduğundan emin olunca usulca kalkıp Sibel’in yanına gitmiştim. Memeleri küçüktür Sibel’in, ama o gece öpüp emdikçe büyüdüler ağzımda. Elim memesinde, kafam karnında uyuyakaldım. Uyandığımızda saat öğlene geliyordu. Ben gürültü yapmamaya çalışarak banyonun kapısını yavaşça kapat-
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıAnnemin Kaburgası
- Sayfa Sayısı99
- YazarBurçin Tetik
- ISBN9789750530005
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cadı ~ Oylum Yılmaz
Cadı
Oylum Yılmaz
“Kötü dediler bana, kötü kötü kötü… İçimde nasıl bir prenses vardı oysa, böyle saçları sırma, gözleri menekşeli, kıpır kıpır kirpikleri kaşlarına değen, danteller işleyen...
- Senelerce Senelerce Evveldi ~ Selçuk Altun
Senelerce Senelerce Evveldi
Selçuk Altun
Yazar, Edgar Allan Poe tutkunu bir (kara)kter kurgulamak istiyordu; üç dört sayfa sonra romanın dışına çıkıp diğer karakterleri kukla gibi oynatsın… Oysa o yazarı...
- İki Devir İki Kadın ~ Ülker Banguoğlu Bilgin
İki Devir İki Kadın
Ülker Banguoğlu Bilgin
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sekiz yıl sonra başlayıp, Cumhuriyet’in seksen dördüncü yılına kadar uzanan zaman diliminde iki kadının yaşamından kesitler sunuyor. Münevver ve kızı Perizat’ın çevresinde örülen roman, savaşlar, göçler ve köklü değişimlerle