BAZI ÇOCUKLAR ANNELERİNİN KARNINDA BÜYÜR BAZILARI YÜREĞİNDE…
Öğreneceğiniz gerçekler hayatınızı altüst edecek olsa da onları ortaya çıkartmaya çabalar mıydınız?
Philadelphia’daki cinayet oranlarındaki büyük artışa ve ekonomik krizden dolayı çalıştığı gazetede yaşanan işten çıkarmalara rağmen Ellen Gleeson’ın her günü bir mucizeymiş gibi yaşamak için bir sebebi vardır: Haber yapmak üzere gittiği bir hastanede görüp âşık olduğu ve evlat edindiği oğlu Will.
Ancak, sıradan ve mutlu hayatı postadan çıkan bir “Kayıp Aranıyor” ilanıyla altüst olur çünkü ilanda fotoğrafı olan çocuk Will’e ikizi olacak kadar benziyordur. Bir gazeteci olduğundan gerçeklerin üstündeki örtüyü kaldırmaya karşı koyamayan Ellen, cevap aradığı soruların peşinden giderken hayatlarını riske attığının farkında değildir.
Merak uyandıran, hüzün ve sevgi dolu bu kitabı herkes okumalı.
“Tartışmalı ve güncel bir konu… İnsanın yüreğini sızlatırken bir yandan da heyecan içerisinde bırakan bir roman ”
Joe Drabyak
“Kendinizi özdeşleştireceğiniz sahici karakterleriyle içten ve son derece duygusal bir roman. Bu müthiş kitabı bitirdikten çok sonra bile hatırlayacaksınız.”
James Patterson
“Scottoline bu kitapta da en iyi bildiği konulara sadık kalıyor: Aile bağları, aile dramı, hukuk ve yüksek tempolu heyecan… Kesinlikle başarılı.”
Booklist
“Annelik kurumunu her açıdan irdeleyen bir roman. Macera, aşk romanı sevenlerin kaçırmaması gereken bir kitap.”
Geoffrey B. Jennings
***
Birinci Bölüm
Ellen Gleeson ön kapısının kilidini açarken, posta kutusundaki bir şey dikkatini çekti. Gördüğü şey, üzerinde kayıp çocukların fotoğraflarının olduğu beyaz bir karttı ve küçük çocuklardan biri tuhaf bir şekilde oğluna benziyordu. Anahtarı kilitte döndürürken fotoğrafı inceledi ama soğuk yüzünden kilidin mekanizması sıkışmıştı. Kar, ciplerin ve salıncağın üzerini kaplamıştı; gece göğü donmuş yaban-mersini rengindeydi.
Ellen, üzerinde KAYIP ARANIYOR yazan beyaz karta bakmaktan alıkoyamadı kendini. Fotoğraftaki çocuk ile kendi oğlu arasındaki benzerlik ürkütücüydü. İkisinin de göz yapıları geniş, burunları ufacık ve gülümsemeleri çarpıktı. Belki de verandadaki aydınlatma yüzünden böyle görünüyordu. Ellen’ın verandasında böcekleri kovduğu iddia edilen ampullerden vardı ama ampullerin tek yaptığı onları sarıya boyamaktı.
Fotoğrafı kendine biraz daha yaklaştırdı fakat yine aynı kanıya vardı. Çocuklar ikiz olmalıydı.
Tuhaf, diye düşündü. Oğlunun ikizi yoktu. Ellen onu evlat edinirken tek çocuk olduğunu söylemişlerdi.
Ellen sabırsızlanarak anahtarı kilitte hafifçe salladı. Uzun bir iş günü olmuştu ve el çantasını, evrak çantasını, postasını ve satın aldığı bir paket Çin yemeğini elinden düşürmek üzereydi. Burnuna ızgara domuz kaburgasının güzel kokusu geliyor ve midesinin guruldamasına sebep oluyordu, anahtarı biraz daha sert döndürdü.
Kilit sonunda döndü, kapı ardına kadar açıldı ve Ellen, elindeki eşyaları girişin yanındaki sehpaya bırakıp ceketini çıkararak rahat salonunun sıcaklığında mutlulukla ürperdi. Kırmızı beyaz kareli kanepenin arkasında pencereleri çevreleyen dantel perdeler, duvarlarda inek ve kalp desenleri vardı; Ellen bu cici detayı gereğinden fazla seviyordu. Plastik bir oyuncak sandığı pelüş hayvanlar, Küçük Köpek Spot’un hikâyelerini anlatan kitaplar ve çocuk menüsünün verdiği ufacık oyuncaklarla dolup taşıyor, evin dekorasyonunu Ev & Bahçe Dergisi‘nde asla görülemeycek bir tarza büründürüyordu.
Will, elinde bir kâğıtla Ellen’a doğru koşarak, “Anneciğim, bak!” diye seslendi. Will’in heyecanı yüzüne yansıyordu ve Ellen’ın aklına postadaki beyaz kartta gördüğü kayıp çocuk geldi. Bu benzerlik onu korkuttu ama ardından kan bağı kadar güçlü bir sevgi dalgası içinde eridi.
“Merhaba, tatlım!” Will dizlerine ulaştığında Ellen kollarını açtı ve oğlunu kucaklayarak peynirli cipsin yulafımsı kokusunu ve tulumuna yapışmış olan oyun hamurunun bademi andıran belli belirsiz kokusunu içine çekti.
“Bırr, burnun soğuk, anneciğim!”
“Biliyorum, sevgiye ihtiyacı var.”
Will, yaptığı resmi kıvırarak ve sallayarak kıkır kıkır güldü. “Bak ne yaptım! Bu senin için!”
“Bir bakalım.” Ellen, Will’i kucağından indirdi ve ağacın altında otlayan at resmine baktı. Kurşun kalemle çizilmişti ve fazlasıyla iyiydi. Will, Picasso değildi ve resimlerinin merkezindeki konu genellikle kamyonlardı. “Vay canına, bu muhteşem! Çok teşekkür ederim.”
Samimi bir gülümsemeyle mutfaktan gelen bebek bakıcısı Connie Mitchell, “Selam, Ellen,” dedi. Connie ufak tefek, sevimli, bol paça pantolonu, koca botları ve üzerinde PENN STATE yazan beyaz tişörtüyle şekerleme kadar tatlı bir kızdı. Kahverengi gözlerinin kenarları kırışıklıklarla çevrelenmişti ve kestane rengi atkuyruğunda kır saçlar seçilebiliyordu ama Connie’de her zaman bir genç kızın enerjisi değilse de coşkusu vardı. “Günün nasıldı?” diye sordu.
“Çılgıncasına yoğun. Seninki nasıldı?”
Connie, “Gayet iyiydi,” diye cevap verdi; bu cevap Ellen’ın onu bir nimet olarak görmesinin nedenlerinden yalnızca biriydi. Connie bebek bakıcılarından yeterince çekmişti, çocuğunuzu sizinle konuşmayan bir bebek bakıcısına bırakmaktan daha kötüsü yoktu.
Will hâlâ heyecan içinde resmini sallıyordu. “Bunu ben çizdim! Tek başıma!”
“Resmi bir boyama kitabından kopyaladı,” dedi Connie sessizce. Gardırobun önüne geçti ve parkasını aldı.
“Ben çizdim!” Will kaşlarını çattı.
“Biliyorum ve harika bir iş çıkarmışsın.” Ellen onun yumuşacık başını okşadı. “Yüzme nasıldı, Con?”
“İyi. Harika.” Connie paltosunu üzerine giydi, atkuyruğunu elinin tersiyle ve el çabukluğuyla yakasından çıkardı. “Küçük bir balık gibi yüzdü.” Kahverengi cüzdanı elindeydi, pencerenin pervazındaki büyük el çantasını aldı. “Will, annene yüzme tahtan olmadan ne kadar da iyi yüzdüğünü anlat.”
Will dudak büktü, iki üç yaşındaki çocuklara ve manik depresiflere özgü bu ruh hali değişikliği yaşıyordu.
Connie paltosunun fermuarını çekti. “Sonra da resim çizdik, öyle değil mi? Bana annenin atları sevdiğini anlattın.”
Will, “Bunu ben çizdim,” dedi huysuz bir edayla.
“Resmimi çok beğendim, tatlım,” Ellen oğlunun çocuksu mızmızlığına engel olmayı umut ediyordu ve bunun için Will’i suçlamıyordu. Will besbelli yorgundu ve bugünlerde üç yaşındaki çocuklardan çok şey bekleniyordu. Connie’ye, “Will şekerleme yapmadı, öyle değil mi?” diye sordu.
“Yatırdım fakat uyumadı.”
“Kötü olmuş.” Ellen hayal kırıklığını sakladı. Will uyumadıysa Ellen yatma vakti gelene kadar onunla vakit geçiremeyecek demekti.
Connie, Will’e doğru eğildi. “Hoşça kal…”
Will’in “portakal” demesi gerekiyordu ama demedi. Alt dudağı şimdiden büzülmüştü.
Connie, “Hoşça kal demek istemiyor musun?” diye sordu.
Will kafasını salladı, başka yöne bakıyordu ve kolları da iki yanından sarkıyordu. Will bu gece masal dinleyemeyecekti, hâlbuki Ellen ona okumayı çok seviyordu. Will’i kitap okumadan yatırdığını bilseydi Ellen’ın annesinin kemikleri sızlardı.
“Tamam öyleyse, güle güle,” dedi Connie ama Will cevap vermedi, başı eğikti. Bakıcısı çocuğun koluna dokundu. “Seni seviyorum, Will.”
Ellen, ne kadar saçma olduğunu bilse de içinde bir kıskançlık acısı duydu. “Tekrar sağ ol,” dedi ve Connie arkasında buz gibi bir esinti bırakarak çıktı. Ardından Ellen kapıyı kapattı ve kilitledi.
“BUNU BEN ÇİZDİM!” Will gözyaşlarına boğuldu ve çizim havada süzülerek ahşap zemine düştü.
“Ah, bebeğim. Hadi bir şeyler yiyelim.”
“Kendi başıma çizdim.”
“Buraya gel, tatlım.” Ellen ona uzandı ama eli Çin yemeğine çarptı, paketi yere düşürdü ve mektupları etrafa dağıttı. Dökülmeden yemekleri yerden almayı başardı ve bakışları üzerinde kayıp çocuğun fotoğrafının olduğu beyaz karta takıldı.
Ürkütücü.
Ellen Çin yemeği paketini topladı ve postayı yerde bıraktı. Bir süre için.
İkinci Bölüm
Ellen, Will’i yatağa yatırdı, bir sürü çamaşır yıkadı ve sonra bir çatal, peçete ve Çin yemeğinden kalanları kaptı. Ellen salondaki yemek masasına ve kedi de masanın öteki ucuna oturdu, kedinin kehribar rengi gözleri Ellen’ın yemeğinin üzerinde gezindi ve kuyruğu hantal bedeninin etrafında kıvrıldı. Yüzünün tam ortasından aşağıya inen beyaz bir çizgi ve Miki Fare’nin beyaz eldivenlerine benzeyen beyaz patileri dışında tamamen siyahtı. Will bu kediyi seçmişti çünkü Pinokyo filmindeki Figaro’ya çok benziyordu. Ona Figaro mu yoksa Oreo mu ismi takacaklarına karar verememiş, bu yüzden de adını Figaro Oreo koymakta karar kılmışlardı.
Ellen Çin yemeği kabını açtı, köri soslu tavuğu tabağına götürdü, kutuda kalan dikdörtgen şeklini almış pilavı tabağa aktardı. Pilavı çatalıyla ezerek tane tane hale getirmeye çalıştığı sırada gözleri, ortak kullandıkları garaj yolunun kaışısındaki komşularına, yemek masasında ödevlerini yapmakta olan Coffmanlara ilişti. Coffmanların çocukları boylu boslu ve güçlü yapılıydı, ikisi de Lower Merion’da lakros oyuncusuydu ve Ellen, Will’in lisede sporla ilgilenip ilgilenmeyeceğini düşündü bir an. Lakros sopasını kullanması bir yana, oğlunun sağlıklı olabileceğini bile düşünemediği zamanlar olmuştu.
Ellen bir parça tavuk yedi, hâlâ ılık olan parlak sarı köri sosu yapış yapıştı. Bu yemek Ellen’a ilaç gibi geldi, postayı kendine çekti, faturaları düzenledi ve onları kenara koydu. Ay sonu olmadığı için Ellen henüz onlarla uğraşmak zorunda değildi. Tavuktan bir ısırık daha aldı ve Tiffany kataloguna bakıp hayallere dalmayı planlarken gözü beyaz karta takıldı. KAYIP ARANIYOR. Resmin altında Amerikan Kayıp ve Kaçırılmış Çocuklar Merkezi (AKKÇM) yazıyordu.
Ellen çatalını elinden bıraktı ve kayıp çocuğun fotoğrafını tekrar inceledi. Bu defo aydınlatmayı suçlayamazdı. Salonunun tavanından sömürge dönemi tarzı, büyük kollu, pirinç bir şamdan sarkıyordu ve fotoğraftaki çocuk şamdanın parlak ışığında VVill’e daha da benziyordu. Bu siyah beyaz bir fotoğraftı, bu yüzden Ellen ikisinin göz renginin aynı olup olmadığını anlayamamıştı. Fotoğrafın altındaki yazıyı okudu.
İsim: Timothy Braverman
İkamet: Miami, Florida
Doğum Tarihi: 01.19.05
Göz Rengi: Mavi
Saç Rengi: Sarı
Kaçırılma Tarihi: 24.01.06*
Ellen gözlerini kırpıştırdı. İkisinin de mavi gözleri ve sarı saçları vardı. Üstelik ikisi de üç yaşlarındaydı. Will, 30 Ocak’ta üç yaşına basmıştı. Fotoğrafa yakından baktı, kayıp çocuğun yüz hatlarını inceledi. Benzerlik gözlerde başlıyordu, ikisinin de gözleri ayrık ve yuvarlakçaydı. İkisinin de burnu küçüktü, ikisi de sağa doğru kıvrılan yamuk bir sırıtışa sahipti. Her şeyden önemlisi, ikisinin de görünüşünde, dünyaya bakışlarında ve dinginliklerinde bir benzerlik vardı.
Ellen, çok tuhaf, diye düşündü.
Yazıyı tekrar okurken yıldız işaretini fark etti ve kartın altını kontrol etti. “Timothy Braverman, Fotoğraf Yaşlandırılmıştır.” yazıyordu. Ellen “yaşlandırılmış” kelimesinin anlamı üzerinde kafa patlattı, sonra ifade bir anda anlam kazandı. Timothy Braverman’ın fotoğrafı yeni çekilmemişti. Bu fotoğraf, çocuğun şu an nasıl görüneceğine dair gerçeğe yakın bir tahmindi, bir bilgisayar ya da ressam tarafından yapılmış temsili bir resimdi. Bu düşünce Ellen’ı garip bir şekilde rahatlattı ve Will’le tanıştığı günü anımsadı.
Wilmington’da bulunan Dupont Hastanesi Çocuk Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi hemşireleriyle ilgili bir makale hazırlıyordu ve Will yoğun bakım ünitesinde, ventriküler septal defekt tedavisi görüyordu, yani kalp kapakçığında delik vardı. Günlük güneşlik ünitenin en sonunda yatıyordu, hastaneye ait bir bebek karyolasının yüksek, beyaz parmaklıkları arkasında yatan altı bezli ufak bir çocuktu. Yaşına göre pek gelişmemişti, büyüyemiyordu ve bu durum bir deri bir kemik gövdesinin üzerindeki kafasını, baş kısmı bedenine göre büyük olan oyuncak bir biblo gibi gösteriyordu. İri mavi gözleri en göze çarpan özelliğiydi ve insanlar dışında etrafındaki her şeyle ilgileniyordu. Hiç kimseyle göz teması kurmuyordu ki Ellen daha sonra bunun bir aldırmazlık belirtisi olduğunu öğrendi. Onunkisi içinde pelüş hayvanların ve yatağın parmaklıklarına takılan hareketli renkli oyuncakların olmadığı tek bebek karyolasıydı.
Ellen onu ilk gördüğünde Will bir kalp ameliyatından çıkıp bir diğerine giriyordu. İlk aşama kalp kapakçığındaki deliği sentetik doku nakli ile yamamak ve ikinci aşama dikişlerden biri gevşediğinde yamayı onarmaktı. Kırmızı, yeşil ve mavi rakamlarla yaşamsal belirtilerini hemşirelere aktaran monitörlerle çevrili olan Will hiç ağlamadan, sessizce yatıyordu. İçine o kadar çok hortum salınmıştı ki iplerle bağlanmış gibi görünüyordu; bir oksijen hortumu burnunun altına bantlanmıştı, onu besleyen bir boru burun deliğinde kayboluyordu ve saydam bir hortum, çıplak göğsünün tam ortasında garip bir şekilde ortadan kayboluyordu. Bu hortum sıvıları plastik bir kutunun içine boşaltıyordu. Serumun hortumu ise kıvrıla kıvrıla eline doğru ilerliyordu. Hortum çocuğun eliyle birleştiği yerde bantla bir çıtaya yapıştırılmıştı ve çıkartmaması için, geçici bir çözüm olarak, ortasından kesilmiş plastik bir bardakla üstü kapatılmıştı. Will, öteki bebeklerin aksine, serumu çıkarmayı hiç denemezdi.
Ellen, yazısı için araştırma yapmayı sürdürdü ve kendisini Will’i gereğinden çok daha fazla ziyaret ederken buldu. Makalesi bir yazı dizisine ve dizinin konusu da hemşirelerden, içinde Wıll‘in de olduğu, hasta bebeklere doğru kaydı. Ne var ki mırıldanan, agu sesleri çıkaran ve ağlayan bebekler arasında dikkatini en çok sessiz bebek çekmişti. Çocuk Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım yönetmelikleri sebebiyle Will’in karyolasına yaklaşmasına izin verilmiyordu ama Ellen onu yakın bir mesafeden izliyordu. Will çoğunlukla boş beyaz duvara bakardı. Sonra bir sabah gözleri Ellen’ı buldu, onun gözlerine kilitlendi ve esir aldı; gözlerinin mavisi denizin derinlikleri kadar koyuydu. Ardından gözlerini tekrar kaçırdı ama o günden sonra bakışları gittikçe daha uzun süre Ellen’ın üzerinde kalmaya başladı. Ellen, çocuğın onunla bir bağlantı kurduğunu hissediyordu. Daha sonra, insanlar neden Will’i evlat edinmek istediğini sorduğunda, Ellen şu şekilde cevap verecekti:
Sebebi bana bakışıydı.
Will’in hiçbir zaman ziyaretçisi olmadı. Kalp nakli bekleyen bir bebeğin annesi, Will’in annesinin ilk ameliyattan sonra bile bebeği görmeye gelmeyen genç bir kız olduğunu söyledi Ellen’a. Genç kadın, Will hakkında araştırma yapan ve evlat edinebilme olasılığının olduğunu söyleyen sosyal görevlinin peşini bırakmadı ve o gece eve mutluluktan havalara uçmuş halde gidip sabaha dek uyuyamadı. O günden beri çok mutluydu ve Will onun kollarına doğmamış olsa da son iki yıl içinde Ellen, Will’in annesi olmak için doğduğunun farkına varmıştı.
Ellen’nın bakışları beyaz karta takıldı ve Braverman ailesi için şiddetli bir üzüntü duyarak kartı bir kenara koydu. Bir ailenin böyle
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAnne Kalbi
- Sayfa Sayısı416
- YazarLisa Scottoline
- ÇevirmenSima Özkan
- ISBN9786055289720
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Serseri Kalbim ~ Julia London
Serseri Kalbim
Julia London
Zengin, tehlikeli, yakışıklı, geçmişi sırlar ve çalkantılarla dolu bir adam… Yaşadığı bütün felaketlere rağmen dimdik ayakta kalmaya kararlı, genç, güzel bir kadın… Düşmanca başlayıp...
- Hanımlar ve Beyler ~ Terry Pratchett
Hanımlar ve Beyler
Terry Pratchett
DiskDünya serisinin Türkiye’deki okurları için yeni bir perde açılıyor! Kült yazar Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı DiskDünya serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Hanımlar ve Beyler, Delidolu...
- Göğün Mavisi ~ Georges Bataille
Göğün Mavisi
Georges Bataille
Savaşın gölgesinde faşizm karanlığına adım adım sürüklenen Avrupa’da insan doğasının en yaban arzularına savrulan; sanrılar, kâbuslar ve aşırılaşmış cinsel deneyimlerin ortasında, ruhunu en az...