Roman, aileleri mutsuzluğa götürebilecek etmenleri araştırıp kendimizi sorgulamaya sevk eder. Yaşamın katı gerçekleri ve okuduğumuz her cümlede karşılaştığımız bir ahlak dersi… Bizi sürekli takip eden gözler… Olağanüstü bir gözlem gücü ve anlatım ustalığı. Her iyi roman kahramanı gibi, daha en başından, onlarda da kendimizden bir şeyler bulduğumuz karakterler. İşte bu da Tolstoy’un en büyük başarısı. Anna Karenina ne yaparsa yapsın, kimden kaçarsa kaçsın, yaratıcısından kurtulamayacak: korkunç günahından ötürü, yazarın da bir parçası olduğu ataerkil toplum tarafından acımasızca suçlanacak, yargılanacak ve cezalandırılacaktır.
Mutlu aileler hep birbirinin aynıdır. Mutluluğu kaybeden ailelerin de kendilerine göre bir mutsuzluğu vardır. Oblonskiler’de mutluluğunu kaybetmek üzereydi. Bayan Oblonski kocasının kendisini bir zamanlar evlerinde hizmet etmiş eski bir Fransız dadı ile aldattığını öğrenmiş, kocasına bundan sonra aynı çatı altında yaşayamayacaklarını söylemişti. Karı-koca üç günden beri birbirleriyle ilişkilerini koparmış, bu durum ev halkına yansımıştı. Evde artık tam bir cehennem azabı yaşanıyor, kimsenin yüzü gülmüyordu. Herhangi bir handa rastlantı eseri karşılaşanların ilişkisi ve diyalogu bite Oblonski-ler’den daha sıcaktı. Bayan Oblonski odasına kapanmış hâldeydi. Kocası ise üç günden beri eve ugramıyor, çocukları serseri mayın gibi ortalıkta dolaşıyorlardı. Evin hizmetçisi İngiliz kadın, kâhya kadınla atışmış, bir arkadaşına kendisine yeni bir iş bulmasını söylemişti. Aşçı kadın ve arabacı artık hesaplarının kesilmesini istiyor, hiçbiri kendi işini yapmıyordu. Kısacası Oblonskilerin evi alt-üst olmuştu.
Olayın üç gün sonrasıydı. Sosyetedeki adı Stiva olan Prens Ste-pan Arkadyeviç Oblonski her zamanki saatinde, -saat sekiz- kendi çalışma odasındaki maroken kanepesinde uyandı. Artık karısının odasını kullanmıyordu. Ama henüz uykusunu alamamış gibiydi. Bir yandan öbür yana dönüyor, yastığına biraz daha sıkı sarılıyordu. Sonra nasıl olduysa panik dolu bir hareketle ayağa kalktı. Oblonski bir karabasan görmüş gibiydi.
Az önce yaşadığı korku dolu rüyayı hatırlamaya çabalıyor “Evet, evet nasıldı?” diye içinden geçiriyordu. Bay Oblonski Darmstad’da bazı dostlarının onuruna bir akşam yemeği veriyordu. Burası Darmstad’dan çok bir Amerikan kentini andırıyordu. Doğru ya, Darmstad Amerika’daydı. Evet, cam masalarda yemek veriyor, şarkı söylüyordu. II mio tesero… Hayır, böyle değildi, çok daha güzel bir şarkıydı bu söylenen. Küçük küçük sürahiler, dahası sözde kadınlar vardı… Stepan Arkadyeviç’in gözlerinin içi neşeyle parladı, gülümseyerek düşünmeye devam etti. “Evet, hoş, çok hoş bir rüyaydı bu. Orada çok güzel şeyler daha vardı, uyanıkken bile anlatamıyor insan, düşünemiyor da…” Kumaş perdelerden birinin arasından sızan ışığı görünce kanepeden neşeyle sarkıttı ayaklarını. Karısının altın işlemelerle süslediği -geçen yılın yaş günü hediyesi- deri terliklerini ayağını sallayarak buldu ve dokuz yıllık eski alışkanlığıyla, ayağa kalkmadan, yatak odasında ropdöşambrının asılı olduğu yere elini uzattı. Niçin karısının yanında değil de çalışma odasında yattığını o anda hatırladı. Dudaklanndaki gülümseme kayboldu, alnı kırıştı.
Olanları hatırlayarak “Ah, ah, ah! Ah!” diye mırıldandı. Karısıyla kavgası tekrar bütün ayrıntılarıyla geldi gözlerinin önüne; durumunun çaresizliğini, suçlu olduğunu- kötü olan da buydu zaten- düşündü.
Evet, diye geçirdi içinden. Beni artık bağışlaması mümkün değil. İşin en korkunç yanı bütün suç bende olduğu hâlde aslında suçsuz olmam. Üzüldüğüm bu… Karısıyla kavgasını, kendisi için en ağır yanlanyla hatırlayarak umutsuzluk içinde “Ah, ah, ah!” diye mırıldandı.
En tatsızı da o ilk andı: Elinde, karısına getirdiği kocaman bir armut, pek neşeli, keyfi yerinde dönmüştü tiyatrodan. Karısı salonda yoktu. Onu odasında da bulamayınca çok şaşırmış, sonunda yatak odasında görmüştü onu. Her şeyi ortaya çıkaran o uğursuz mektup elindeydi.
Umutsuzluk içinde, kendi kendine “Peki ne yapmalıyım? Ne yapsam?” diye mırıldanıyordu. Bilemiyordu ne yapacağını.
Arkadyeviç Oblonski olduğu gibi görünen içten biriydi. Bu eylemi yüzünden yaşadığı pişmanlığa kendini inandırmaya çabalaması, göz göre göre kendini kandırması zaten mümkün değildi. Otuzunu aşmış, onun gibi yakışıklı ve kadınların hoşuna giden bir erkeğin, kendisine beş tane çocuk veren bir kadını sevmiyor diye pişmanlıklar yaşaması da dünyada en son akla gelen şeydi. Üzüldüğü tek şey, bu yasak ilişkiyi karısına nasıl duyurabildiği, beceriksizliğiydi. Durumun iç açıcı olmadığını görüyor, kendine, karısına, ailesine acıyordu. Bu durumun karısını böylesine sarsacağını bilseydi belki daha dikkatli olurdu. Bu konuyu açık açık hiç düşünmemişti. Ama karısının çoktan beri bu ilişkinin farkında olduğunu, sanıyordu. Hattâ artık işi bitmiş, yaşı geçmiş güzelliğini yitirmiş, göz alıcı hiçbir yanı kalmamış, saf, sadece temiz bir ev kadını olan karısının, gerçeği kabul ederek onu hoş görmek zorunda olduğunu düşünüyordu. Oysa hiç de öyle olmamıştı.
Başını durmadan sallıyor, “Tanrım çok kötü, çok!… Ne yapacağım şimdi?…” diye mırıldanıyordu. Beyni iyice dumura uğramış, bir anaforun kollarında çaresizliğe itilmiş durumdaydı. Durumunu hiç iyi görmüyordu. Aslında üç dört gün önce her şey ne kadar güzeldi, aile mutlu bir şekilde yoluna devam ediyordu. Evi çocukları çekip çeviriyor, o hiçbir şeye karışmıyordu. Sonra nasıl olmuştu da bu dadıya yaklaşmıştı? Bunu şimdi sağlam kafa ile düşünüyor, yaptığını alçakça, iğrenç, aşağılık bir şey olarak görüyordu. Ama ne dadıydı öyle! Oblonski birden Matmazel Roland’ın çaplan bakışlı siyah gözlerini, tatlı gülümseyişini bütün canlılığıyla hatırladı. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, evindeyken hiç de ilgilenmemişti onunla. Bütün terslikler üst üste, peş peşe gelmişti. Ne yapmalı, ne etmeliydi de dağılan yuvasını bir an önce toplayabilmeliydi?
Bu sorunun hayatın en çapraşık, en zor sorulara verdiği ortak cevaptan başka cevabı yoktu. Bu cevap şu idi: Günün koşullanna göre yaşamalı yani düşüncelerden, üzüntülerden kurtulmanın yollarını aramalı. Oysa -Hiç değilse geceye kadar- uykuya dalıp düşüncelerini unutamazdı. Sürahi kadınların söylediği şarkıyı dinleyemezdi, öyleyse o da hayat uykusuna dalıp unutmalıydı.
Stepan Arkadyeviç kendi kendine, “Bakalım neler olacak?” diye mırıldandı, kalktı. Mavi ipek astarlı gri ropdöşambrını giydi, kemerini bağladı, derin bir soluk aldıktan sonra, tombul vücudunu öylesine rahatlıkla taşıyan, hafifçe dışa dönük bacaklarının çevik yürüyüşüyle pencereye gitti, perdeyi kaldırdı, çıngırağın ipini çekti. Çıngırak sesinin ardından içeri eski dostu, uşağı Matyev girdi. Elinde efendisinin elbiseleri, kunduraları, bir de telgraf vardı. Matvey’in arkasından içeri tıraş takımlarıyla berber girdi.
Stepan Arkadyeviç telgrafı aldı, aynanın önüne otururken: – Mahkemeden belgeleri getirdiler mi? diye sordu. Matvey, efendisinin yüzüne soru dolu gözlerle, içtenlikle bakacak:
– Masanın üzerindeler, dedi.
Bir an bekledikten -sonra da kurnaz bir gülümsemeyle ekledi-
– Arabacı patron adam yolladı.
Stepan Arkadyeviç hiçbir şey söylemedi, aynada sadece Matvey’e baktı. Aynada birleşen bakışlarından birbirlerini çok iyi anladıkları belliydi. Stepan Arkadyeviç bakışıyla şöyle soruyordu sanki: “Niçin söylüyorsun bunu bana? Bilmiyor musun sanki?”
Matvey ellerini ceketinin cebine soktu, bir ayağını geri attı. Hafifçe gülümseyerek, efendisine sessizce, sevgiyle baktı.
Pazar günü gelmesini, daha önce sizi rahatsız etmemesini, kendisinin de boşuna yorulmamasını söyledim, dedi. Bu cümleyi önceden hazırladığı belliydi.
Stepan Arkadyeviç Matvey’in şaka yapmak, dikkati kendi üzerine Çekmek istediğini anlamıştı. Telgrafı açtı, her zaman olduğu gibi, eksik yazılmış harfleri tahminle çıkarmaya, tamamlamaya çalışarak okudu, yüzü aydınlandı.
Uzun kıvırcık faulünde pembe bir ayrık yapmaya çalışan berbe-rin parlak, tombul elini bir an tutup:
– Matvey, dedi. Yann kız kardeşim Anna Arkadyevna geliyor!
– Tann’ya binlerce kere şükürler olsun efendim!
Matvey bu cevabıyla, bu gelişin önemini onun da anladığım, ya–‘, \nna Arkadyevna’nın Stepan Arkadyeviç’in sevgili kız kardeşinin kan kocayı barıştırabileceğini umduğunu göstermişti.
– Yalnız mı kocasıyla mı geliyorlar? diye sordu.
Stepan Arkadyeviç berber üst dudağıyla uğraştığı için, konuşa-mıyordu. Parmağını kaldırdı sadece. Matvey aynada başmı salladı.
– Yalnız geliyor demek. Ona evin üst katında bir yer hazırlarsak nasıl olur acaba?
– Darya Aleksandrovna’ya sor, o nerede söylerse orada hazırla. Matvey biraz kuşkulu:
– Darya Aleksandrovna’ya mı? diye sordu.
– Evet, şu telgrafı da al, ona ver. Bakalım ne diyecek? Matvey, onu denemek istiyorsunuz! diye geçirdi içinden, ama sadece:
– Baş üstüne efendim, dedi.
Matvey telgraf elinde, gıcırdayan çizmeleriyle ağır ağır yürüyerek tekrar Stepan Arkadyeviç’in yanına geldiğinde Stepan Arkadyeviç yıkanmış taranmış, giyinmeye hazırlanıyordu. Berber gitmişti. Matvey:
– Darya Aleksandrovna evi terk edeceğini size bildirmemi emretti, dedi. Canı nasıl isterse öyle yapsın, diyor. Elleri cebinde, başını hafifçe yana eğmiş, gülümseyerek efendisine bakıyordu. Stepan Arkadyeviç bir şey söylemedi. Güzel yüzünde içten, biraz acı bir gülümseme belirdi. Başını sallayarak:
– Ee? dedi. Ne olacak şimdi Matvey?
– Hiç efendim, düzelir.
– Düzelir mi?
– Hiç şüphesiz efendim. Stepan Arkadyeviç:
– Öyle mi? diye sordu. Kapının dışında bir kadın elbisesi hışır-tısı duyunca seslendi:
– Kimdir o?
Kararlı, tatlı bir kadın sesi duyuldu:
– Benim efendim.
Çocukların dadısı Matryona Filimonovna kapıdan sert görünüşlü, çiçek bozuğu yüzünü gösterdi. Stepan Arkadyeviç yanına gitti
– Ee, ne var ne yok bakalım Matryoşa? diye sordu. Stepan Arkadyeviç karısına karşı baştan ayağa suçlu olduğu hâlde -bunu kendi de biliyordu- evde hemen herkes, Darya Aleksandrovna’nın en yakın dostu dadı bile ondan yanaydı. Stepan Arkadviç üzgün,
– Bir şey mi var? diye sordu.
– Gidip özür dileyin ondan efendim. Belki Tanrı yardımcınız olur. Çok büyük acılar çekiyor, insanın yüreği parçalanıyor. Evin içinde dirlik düzenlik kalmadı. Çocuklara acıyın hiç olmazsa efendim. Gidip özür dileyin. Ne yaparsınız, gülü seven…
– Ama kabul etmez…
– Siz görevinizi yapın bir kere. Tanrı bağışlar! Yalvarın Tanrıya efendim, dua edin…
Stepan Arkadyeviç birden kızararak:
– Tamam, dedi. Haydi sen hemen git. Matvey’ e döndü:
– Giyinmeme yardım et.
Kararlı bir tavırla ropdöşambrını çıkardı.
Matvey, üzerinde görülmez bir şeyleri silkelediği gömleğini bile
hazırlamıştı. Gömleği efendisinin üzerine gözle görülür bir çabuklukla giydirdi. Bay Oblonski’nin bakımlı vücudu hemen dikkat çekiyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAnna Karenina (2 Cilt)
- Sayfa Sayısı544
- YazarLev N. Tolstoy
- ISBN9789758691180
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKUM SAATİ YAYINLARI / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hayallere Kapılma ~ Celeste Bradley
Hayallere Kapılma
Celeste Bradley
RITA ödüllü yazar Celeste Bradley’den unutamayacağınız bir seri: YALANCILAR KULÜBÜ KURAL #2: Hayallere Kapılma Acımasız bir casusun sosyeteye kibirli biri olarak girmesi hiç de...
- Ağır Ölüm ~ Nancy Huston
Ağır Ölüm
Nancy Huston
Nancy Huston’dan, çağımızın trajedilerini “Son Akşam Yemeği” tablosu alegorisiyle ortaya koyan bir insanlık komedyası: Ağır Ölüm… Küllenmiş ilişkiler, tazeleyici umutlar, orta yaş buhranı, bireysel...
- Denizin Uzun Taçyaprağı ~ Isabel Allende
Denizin Uzun Taçyaprağı
Isabel Allende
Benim hayatım bir dizi deniz yolculuğuyla geçti, bu dünyada oradan oraya dolaştım. Derin köklerim olduğunu bilmeden hep bir yabancı oldum… Ruhum da denizlerde yolculuk...