Roland ve arkadaşları, ışın demetine doğru süren yolculuklarında yeri göğü birbirine katan, ağaçları köklerinden söken bir fırtınaya yakalanırlar. Fırtınadan korunmak için sığındıkları yerde, Roland yanındakilere iki garip öykü anlatır ve böylelikle bin bir sıkıntı içinde geçen gençliğine ışık tutar. Annesini öldürmenin vicdan azabıyla yaşayan Roland’ı babası son katliamı soruşturması için çiftliğe yollar. Genç silahşor, kanlı çizme izleri ve hayvanların pençeleriyle parçalanmış asillerle karşılaşınca, bu korkunç kıyımın sürekli şekil değiştiren büyücünün marifeti olduğunu anlar. Olaylara tanık olan hayatta tek kişi kalmıştır.
Billy Streeter adındaki bu cesur çocuk korku içinde yaşamaktadır. Roland çocuğu korkularından arındırmaya çalışır. Geceleri uyumadan önce ona, annesinin kendisine okuduğu “Anahtar Deliğinden Esen Rüzgâr” öyküsünü anlatır. Ve ona şunu söyler: “Bunun gibi öyküler bizlerle birlikte yaşar.” Kara Kule serisi hayranları roman içinde roman olan bu öyküde Roland ve ka-tet’inin kentten ayrılıp Calla Bryn Sturgis sınırlarına ulaşana dek aradan geçen zaman içinde başlarına gelenlere ve Orta Dünya’nın son silahşoru Roland Deschain’in gençlik ve yaşlılık yıllarına tanıklık edecekler.
*
1
Oz olmayan -ancak artık Roland ve ka-tet’inin Tik Tak Adam olarak bildikleri nahoş şahsın mezarı olan Yeşil Saray’dan ayrılmalarını takip eden günlerde çocuk Jake; Roland, Eddie ve Susannah ile arasındaki mesafeyi gitgide açarak önden ilerle meye başladı.
“Onun için endişelenmiyor musun?” diye sordu Susannah, Roland’a. “Orada tek başına?”
“Yanında Oy var,” dedi Eddie, çocuğun özel arkadaşı olarak kabul ettiği Hantal Billy’yi kastederek. “Sevgili Oy, iyi insanlarla anlaşmakta hiç güçlük çekmez ama kötülere karşı fazlasıyla keskin dişlere sahiptir. Bıçakçı denen herifin üzülerek keşfettiği gibi.”
“Jake’in yanında ayrıca babasının tabancası var,” dedi Roland. “Ve nasıl kullanacağını gayet iyi biliyor. Üstelik Işın’ın Yolu’ndan ayrılmaz.” Eksik parmaklı eliyle ileriyi işaret etti. Alçak gökyüzü çoğunlukla hareketsizdi ama bir bulut kümesi, düzenli bir şekilde güneydoğuya doğru ilerliyordu. RF imzasıyla bırakılmış notta yazılanlar doğruysa, Gök Gürültüsü diyarına doğru yol alıyorlardı.
Kara Kule’ye doğru.
“Ama neden…” diye söze başladı Susannah ve o anda tekerlekli sandalyesi bir tümseğe çarparak sarsıldı. “İttiğin yere dikkat et tatlım.”
“Kusura bakma,” dedi Eddie. “Belediye ekipleri otoyolun bu kesiminin bakımını yapmayı ihmal etmiş. Herhalde bütçe kesintilerinin etkisi.”
Üzerinde ilerledikleri bir otoyol değildi ama bir yoldu… Ya da bir zamanlar öyleydi: Paralel ilerleyen iki hayaletimsi tekerlek izi ve iki yanında nadiren karşılarına çıkan viran kulübeler vardı. O sabah erken saatlerde tabelası güçbela okunan, metruk bir dükkânın önünden geçmişlerdi: TOOK’UN BÖLGE ŞUBESİ. İşlerine yarar erzak olup olmadığını araştırmak için içeri girmişler -Jake ve Oy o sırada hâlâ yanların. daydı ve toz, fi tarihinden kalma örümcek ağları ile iri bir rakun, ufak bir köpek veya bir Hantal Billy’ye ait olabilecek bir iskeletten başka hiçbir şey olmadığını görmüşlerdi. Oy is. keleti öylesine bir koklamış, sonra kemiklerin üstüne işeyip dükkândan çıkmış, yoldaki bir tümseğin üstüne, kuyruğunu etrafına dolayarak oturmuş ve başını geldikleri yöne çevire. rek havayı koklamıştı.
Roland, hayvanın son günlerde bunu sıkça yaptığına şahit olmuş ve bu konuda tek kelime bile etmemesine rağmen üzerinde bir hayli kafa yormuştu. Onları takip eden biri mi var. di? Aslında buna pek ihtimal vermiyordu ama Hantal Billy’nin vücut dili -havaya dikilmiş burun, geriye yatmış kulaklar, kıvrılmış kuyruk ona adını tam olarak koyamadığı eski bir anıyı veya olayı çağrıştırıyordu.
“Jake neden kendi başına kalmak istiyor?” diye sordu Susannah.
“Bu durum sence kaygı verici mi, New York’lu Susannah?” diye sordu Roland.
“Evet, Gilead’li Roland, bana göre bu kaygı verici.” Yüzünde hoş bir tebessüm vardı ama gözleri o eski, gaddar pırıltıyla parlıyordu. Roland, bu pırıltının kaynağının, kadının içindeki Detta Walker olduğunu düşündü. Hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmayacaktı ve Roland buna üzülmüyordu. Bir zamanlar benliğini ele geçirmiş, kalbine bir buz kıymığı gibi saplanmış bu yabancı kadın olmasaydı Susannah sadece dizlerinden aşağısı olmayan, güzel bir kadından ibaret kalırdı. Oysa Detta da içindeyken göz korkutucu biri haline geliyordu. Tehlikeli bir kadın. Bir silahşor.
“Düşünecek çok şeyi var,” dedi Eddie usulca. “Başından pek çok olay geçti. Her çocuk ölümden geri gelmez. Hem Roland’ın da dediği gibi, biri ona musallat olmaya kalkarsa Jake büyük ihtimalle onu pişman eder.” Eddie, tekerlekli sandalyeyi durdurdu, koluyla kaşını sildi ve Roland’a baktı. “Bu Tanrı’nın unuttuğu, terk edilmiş yerde birileri var mıdır sence Roland? Yoksa hepsi ilerlemiş mi?”
“Eh, birkaç kişi vardır sanırım.”
Aslında sanmakla kalmıyordu; Işın’ın Yolu’nda ilerlerlerken üzerlerine çevrilmiş gözlerin varlığını birçok kez hissetmişti. Bir keresinde kollarını iki çocuğuna sarmış, boynundaki askıda da bir bebeği olan çaresiz bir kadın onlara korkuyla bakmıştı. Bir keresinde de ağzının kenarından bir dokunaç sarkan, ihtiyar, yarı-mutant bir çiftçi görmüştü. Eddie ve Susannah, yüksek otların ardına ve ağaçların arasına gizlenip ilerleyişlerini izleyen bu insanları ne görmüş ne de Roland gibi hissetmişti. Eddie ve Susannah’nın daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyordu.
Ama Eddie’nin sorusuna bakılırsa ihtiyaç duyacaklarının hiç olmazsa bir kısmını öğrenmişlerdi: “Oy’un arkamızda kokusunu alıp durdukları onlar mı?”
“Bilmiyorum.” Roland, Oy’un tuhaf, küçük Billy beyninde başka bir şeyin olduğundan emindi ama bunu dile getirmeme. ye karar verdi. Silahşor, bir ka-tet’i olmaksızın çok uzun seneler geçirmiş, düşüncelerini kendine saklamak bir alışkanlık haline gelmişti. Tet’in güçlü kalabilmesi için bu alışkanlığından kurtulması gerekecekti. Ama o an değil, o sabah değil.
“Hadi devam edelim,” dedi. “Jake’i ileride bizi beklerken bulacağımızdan eminim.”
2
İki saat sonra, öğle vaktinden hemen önce bir tepeyi aştılar ve yavaş yavaş akan, bulutlarla kaplı gökyüzü altında kurşun gibi gri bir tona bürünmüş, geniş bir akarsuya bakarak durdular. Kuzeybatı kıyısında onların bulunduğu tarafta sessiz güne haykırıyormuş gibi görünen, parlak yeşil bir tona boyanmış, ahıra benzer bir yapı vardı. Nehre doğru uzanan girişi, aynı yeşil tona boyanmış kazıklar üzerinde duruyordu. Yakla şık dokuz metreye dokuz metre ebadında, sarı kırmızı şeritler halinde boyanmış büyük bir sal, bu kazıklardan ikisine kalın halatlarla bağlanmıştı. Ortasından göğe doğru, gemi direğine benzer bir direk yükseliyordu ama görünürde bir yelken yoktu. Direğin önünde, kendilerinin bulunduğu kıyıya bakacak şekilde dizilmiş hasır koltuklar vardı. Jake, bunlardan birinde oturuyordu. Hemen yanında, kafasına kocaman bir hasır şapka geçirmiş, uzun çizmeleri ve bol, yeşil pantolonu olan yaşlı bir adam vardı. Üstüne ince kumaştan, bol, beyaz bir gömlek giy. mişti. Jake ve ihtiyarın ellerinde kocaman sandviçler vardı. Bu görüntü üzerine Roland’ın ağzı sulandı.
Oy da sirklere yaraşacak şekilde boyanmış salın üstündeydi. Kenarında durmuş, sudaki yansımasına bakıyordu. Ya da belki baktığı, yukarıda nehrin iki kıyısı arasında uzanan çelik halatın yansımasıydı.
“Bu Whye mı?” diye sordu Susannah. “Evet.”
Eddie siritti. “Whye ha? Whye canina.” Bir elini havaya kaldırıp salladı. “Jake! Hey, Jake! Oy!”
Jake de onlara el salladı. Nehre ve kıyısına bağlı sala hâlâ dört yüz metre uzaklıkta olmalarına rağmen hepsi de keskin gözlere sahipti ve gülümsemekte olan Jake’in beyaz dişlerini seçebiliyorlardı.
Susannah, ellerini ağzına siper ederek seslendi: “Oy! Oy! Gel buraya tatlım! Annene gel!”
Havlamaya benzer tiz sesler çıkaran Oy, salın öteki kıyısına koşup ahıra benzer binanın içinde gözden kaybolduktan kısa süre sonra diğer tarafta belirdi. Kulaklarını geriye yatırmış, altın rengi gözleri pırıl pırıl parlayarak onlara doğru koştu.
“Yavaş ol şekerim, kalp krizi geçireceksin!” diye bağırdı Susannah gülerek.
Oy bunu hızlanması için bir emir kabul etmiş gibi görünüyordu. İki dakikadan kısa bir sürede yanlarına vardı, Susannah’nın kucağına atladı, sonra tekrar yere indi ve neşeyle onlara baktı. “Olan! Ed! Suze!”
“Selam, Sör Throcken,” dedi Roland, Hantal Billy’nin, ilk olarak annesinin ona okuduğu bir hikâyede duyduğu eski ismini kullanarak: Throcken ve Ejderha.
Oy bacağını kaldırdı, otların üstüne işedi ve geldikleri yöne dönüp gözlerini ufka dikerek havayı kokladı.
“Niye sürekli böyle yapıyor Roland?” diye sordu Eddie.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAnahtar Deliğinden Esen Rüzgar
- Sayfa Sayısı328
- YazarStephen King
- ISBN9789752115705
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAltın Kitaplar / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aşk Ateşi ~ Rachel Gibson
Aşk Ateşi
Rachel Gibson
Vegas’ta yaşanan Vegas’ta kalır. Autumn, üst üste yaşadığı kötü olaylardan sonra biraz uzaklaşmak için hep merak ettiği Las Vegas’a gider. Hep yapmayı istediği ama...
- İnsanlar ~ Matt Haig
İnsanlar
Matt Haig
“Bu satırları okuyanlarınızın büyük çoğunluğunun, insanların bir mitten ibaret olduğuna inandığını biliyorum ama ben size onların gerçekten var olduklarını bildirmek üzere buradayım. Bilmeyenler için...
- Brida ~ Paulo Coelho
Brida
Paulo Coelho
“Ruh-eşimi nasıl tanıyacağım?” Wicca, Brida’ya “Riske girerek” dedi. “Başarısız¬lık, hayal kırıklığı risklerini göze alacaksın, ama aşk arayışından hiç vazgeçmeyeceksin. Arayışına devam ettiğin sürece sonunda...