Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Anadolu’nun Sesi
Anadolu’nun Sesi

Anadolu’nun Sesi

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)

Anadolu’nun Sesi, uygarlık tarihine yansız ve bilinçli bir yaklaşım sergileyen önemli bir yapıt. Halikarnas Balıkçısı, bu eserinde “Anadolulu düşünürler Patayonyalı da olsalardı, kendileri hakkında…

Anadolu’nun Sesi, uygarlık tarihine yansız ve bilinçli bir yaklaşım sergileyen önemli bir yapıt. Halikarnas Balıkçısı, bu eserinde “Anadolulu düşünürler Patayonyalı da olsalardı, kendileri hakkında yazılanlar, yine burada yazılanlar olacaktı” diyor ve Anadolu kültürünün, aslında tüm uygarlık kültürünün temeli olduğunu vurguluyor.

İ Ç İ N D E K İ L E R
Halikarnas Balıkçısı (yaşamöyküsü) …………………………………………………… 7
Sunarken (Ş. Gökovalı) ………………………………………………………………………………………… 9
Tarih ve Hellenizm …………………………………………………………………………………………………. 11
Soyların Mitolojisi …………………………………………………………………………………………………… 35
İyonlar …………………………………………………………………………………………………………………………………… 40
Tarih ve Batı Görüşü …………………………………………………………………………………………….. 49
İyonya-Anadolu ………………………………………………………………………………………………………….. 57
Hellenistan Düşünürleri …………………………………………………………………………………… 85
Hellenizmin Başkenti Atina ………………………………………………………………………. 106
Sparta Hellenizmi …………………………………………………………………………………………………. 113
Tarihte Tekerrür Yoktur ………………………………………………………………………………… 116
Klasik Dönemin Ege Denizi Tarihi ……………………………………………………. 120
Büyük İskender ………………………………………………………………………………………………………… 126
Dinler Dönemi …………………………………………………………………………………………………………. 137
Bizans …………………………………………………………………………………………………………………………………. 145
Bizans, Hellenizm ve Türkler ………………………………………………………………….. 152
Mukadderatın Adamı ……………………………………………………………………………………….. 180

S U N A R K E N

Bir aziz dostum; “Tarih diye, kültür diye okullarda Anadolu’nun Sesi’ni okutmalı, Türkiye’yi tanıtmak için bu kitabı dünya dillerine çevirip tüm ülkelere dağıtmalı” der. Bazılarının ileri süregeldiği gibi Balıkçı bu kitabı, kendisi Anadolulu olduğu için böyle yazmış değildir. Kendi deyişiyle, “Bu Anadolulu düşünürler Patagonyalı da olsalardı, kendileri hakkında yazılanlar, gene burada yazılanlar olacaktı.” Önemseyenler de şovenliklerinden değil, uygarlık tarihine yansız ve bilinçli bir yaklaşım saydıkları için önemserler bu kitabı. Balıkçı, bu kitabının “Tarihte Tekerrür Yoktur!” başlıklı bölümünde, Bertrand Russell’ın A History of Western Philosophy adlı yapıtını bazı yönlerden eleştirir ve der ki: “Belki sonradan fikrini değiştirmiştir.” Gerçekten de Russell, 1945’te yazdığı söz konusu ünlü kitabını büyük ölçüde değiştirerek 1967’de yeniden yayımlamıştır. Anadolu’nun Sesi’ni baskıya hazırlarken, Ötelerin Çocukları’nın başında belirttiğimiz ilkelere uyduk: “Sağlığında yapıtlarını baskıya hazırlarken onun görüşlerini alma şansına erişmiş” olmamızdan aldığımız cesaretle, ilk baskıdaki dizgi yanlışlarını düzelttik, eskimiş bazı sözcükleri değiştirdik. Anadolu’nun Sesi’nin okurlara hoş geleceğinden eminiz.

Ş. GÖKOVALI

TARİH VE HELLENİZM

Yirminci yüzyılın ilk yarısı, dünyanın alabildiğine değişen bir devri oldu. Değişme daha önceleri de, hatta her zaman vardı; ama öylesine yavaştı ki, duralama (statüko) asıl, değişme ise arızi sayılıyordu. Eskiden insanlar, doğdukları zaman buldukları dünyayı, ömürlerini geçirdikten sonra hemen aynı olarak bırakıyorlardı. Oysa şimdi bir insan, on yıl aynı dünyada yaşıyorum sanırsa –yani kafaca on yıl yerinde sayarsa– insandan ziyade “antika” olur. Son elli altmış yılda değişmeler, ondan önceki iki bin yıldaki değişmelerden daha çok olmuştur. İki dünya savaşından önce “Batılı” denilen bir uygarlık vardı, Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da. Batıda bir derece vicdan özgürlüğü, insanların siyasal hakları, kadınla işçi hakları, şöyle böyle tanınıyordu. Ama bu haklar batıda yalnız “Batılı”lar için tanınıyordu. Yeryüzünün hemen onda dokuzu o “Batı”nın sömürgesi idi. Batıda demokrasi vardı. Ama yanılmıyorsam, hemen hemen iki milyar insan, batı demokrasilerinin, üç yüz milyon insanın –düpedüz Türkçesi– kölesi idi. Sömürülenler sağmal inek bile değil, kasaplık hayvan sayılıyordu. Evet, batı yamyam değildi, sömürülenleri ısıra ısıra yemiyordu. Ama, “Mal canın yongası” derler a. Sömürülen insanoğlu, kırk santimetre kalınlığında sağlam Romanya kerestesi de olsa, yonga yonga rendelene rendelene sigara kâğıdı gibi inceliyor ve yoksulluk içinde ölüp gidiyordu. Doğrudan doğruya, öldürülenler de caba. Batıdaki demokrasi de önceleyin serbest rekabet üzerine kurulmuştu. Dante’nin “Cehennem”inde sayısı sınırlı zebaniler insan ruhlarına işkence etmekle görevli idiler. Ama serbest rekabette herkes komşusunun zebanisi oluyordu. Bu bireysel sorumsuzluk uluslararası alanda yaygındı. Von Kaluseviç, Von Schlieffen ve Von der Goltz gibi savaş ustaları buyuruyorlardı ki: Bir ulus komşusundan daha güçlü olduğuna aklı erince, hemen onun tepesine binip varını yoğunu talan etmelidir. Yirminci yüzyılın başında batılı uluslar, birbirinin sömürgelerine fena sulanmaya koyuldular. Kimi ulusun, komşularından daha güçlü olduğuna aklı eriverdi. Ve böylece Birinci Dünya Savaşı güm diye patlayakoydu. Sömürgeciler iki taraf oldular, hürriyet, adalet, hukukla gugug –ve hiç kimsenin yutmadığı– barışı korumak gibi, çok yüksek ötüşlü cart curtlarla birbirinin sömürgelerini yutmak için, savaşa Jaurès’i öldürerek giriştiler. Tıpkı ilkellik çağında bir aşiretin malına, canına, komşu aşiretin saldırması gibiydi bu. Şu farkla ki; yabani mağara devrinde, insan kafası, zarplı koca sopayla patlatılırdı, oysa son çağda, ömrü süresince son sistem bir buzdolabı görmemiş insan, hiç olmazsa ömrünün sonunda, kafası, çok uygar bir şarapnelle darmadağın edilerek, son sistem bir ölümle ölmek mutluluğuna kavuşuyordu! Sözümona çok akıllı ve uzağı görür ve hesaplar sanılan batı diplomasisi birbirinin sömürgelerini iç etme peşindeki savaşlarında, hiç akıllarından geçmeyen bir sonuca vardılar. Çünkü onlar savaş edekoysunlar, insan aklı durmuyordu. İçin için gelişen insan kafası, toplumların ekonomik ve sosyal yaşantısını, akılca düzenlemeye kalkışıyordu. Yeni sosyal ve ekonomik sistemler batılıların hiç beklemediği bir sonuçtu. Bu bir. Bir de sömürgelerde kıpırdamalar başlıyordu. Sonraları Üçüncü Dünya diye adlandırılacak olan ülkeler de Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu Ulusal Savaşında uç gösterdi. Bu da iki. Bu iş dünyada siftah oluyordu. Atatürk’ün yaptığı iş, en aşırı dalkavuklarının pehpehlerinden çok ötedir. Ne yazık ki; Amerika’yı keşfettiğinin farkında olmayarak ölen Kristof Kolomb gibi Atatürk de, Üçüncü Dünyayı açtığının farkında olmayarak aramızdan ayrıldı. Sakıncayı sezen batı, gününü geçiren her uygarlık gibi, önceden tanıdığı hakları, hukukları ve demokrasiyi bir kenara iterek Nazizm ve faşizmde sertleşip, hoyratlaştı. Sömürgelerin adları –bu arada– değiştirildi. Sömürgeler “Hayat Sahası” oldu. Hayat sahası kaparozu iştahıyla ayranlar kabardıkça kabardı ve İkinci Dünya Savaşı patladı. Ama akıl hiç durur mu? Fizik ile kimya ve deneye dayanan bilgilerle dünya, korkunç sakıncalı atomik döneme girdi. İkinci Dünya Savaşı başladığı zaman bu da hesapta yoktu. İnsanoğlu gündelik yaşantısının gürültüsü içinde iki dünya savaşında, batı uygarlığının gürültüye gittiğinin farkında olmadı. Gündelik basın ise, yolda bir dolmuşun devrilmesiyle koca bir devrin yıkılması arasındaki farkı belirtemez. Örneğin, 1971* yıl önce günlük gazeteler basılsaydı, Roma İmparatorluğuna ait havadisler arasında, İsa adlı bir çocuğun doğduğunu bildirmezlerdi. Politikacıların istikrar ya da statükoyu sağlamak için başvurdukları politikalar ise, bir “tapis roulant” –yürüyücü kilim– üzerinde düşmemek için birbirini iten, tekmeleyen ve birbirine tutunan bir sürü sarhoşun tepinmelerine benzer. “Eski” kafa, “artık günüm yetti” diye, ortadan defolup gitmez a, kendiliğinden. Demincek değinildiği gibi, kılık değiştirir, gülümser, olmayınca sertleşir, yırtıcı olur, eskinin baş belası olmakta direnmesi doğaldır. “Mademki ölüyorum, öldüreyim bari” der eski. Ama ölüm hayata sığar, hayatsa ölüme sığmaz, ölümü aşar, yeni çocuklar ve gençlerle ve yeni kafalar ve akıllarla. Her uygarlığın niteliğini, o uygarlığın başlıca özellikleri tayin eder. Özelliklerini yitiren uygarlıklar tarihsel görevini tamamlamış ve artık günü geçmiş demektir. Batı uygarlığının

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıAnadolu'nun Sesi
  • Sayfa Sayısı184
  • YazarHalikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)
  • ISBN9789754943399
  • Boyutlar, Kapak 13,3x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviBilgi Yayınevi / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İmbat Serinliği ~ Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)İmbat Serinliği

    İmbat Serinliği

    Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)

    “20. yüzyılın önemli iletişimcilerinden, CBS ‘Newscaster’ı Walter Cronkite, ‘Why in the World’ (Dünyada Niçin) adlı haber programının hazırlıklarını sürdürürken; ‘Salt sözcüklerin gücüyle kitleleri büyüleyebilecek...

  2. Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek ~ Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek

    Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek

    Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)

    Halikarnas Balıkçısı’nın Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek adlı öykü kitabı, daha önce Ege Kıyılarından, Ege’nin Dibi, Gülen Ada, Merhaba Akdeniz, Yaşasın Deniz adlarıyla tanıdığımız...

  3. Çiçeklerin Düğünü ~ Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)Çiçeklerin Düğünü

    Çiçeklerin Düğünü

    Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)

    Hikâyelerinde, süngerciler ve dalgıçlar başta olmak üzere deniz insanlarının yaşam mücadelelerini büyük bir ustalıkla anlatan Halikarnas Balıkçısı, mitolojik öğelerle de beslediği üslubuyla, edebiyatımıza farklı...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Felsefe’nin Türkçesi/Cumhuriyet- Felsefe- Eleştiri ~ Dücane CündioğluFelsefe’nin Türkçesi/Cumhuriyet- Felsefe- Eleştiri

    Felsefe’nin Türkçesi/Cumhuriyet- Felsefe- Eleştiri

    Dücane Cündioğlu

    Olup biteni kötü olarak tanımlayabilme kudreti, tanım yapabilenlerin, yani elini korun içinde tutabilecek denli sabır  ve tahammüle malik olabilenlerin mülkü. Bu niülkiyetin adı karamsarlık,...

  2. Belki de Dilimden Bu Şarkı Düşmez ~ Muhammed BerdibekBelki de Dilimden Bu Şarkı Düşmez

    Belki de Dilimden Bu Şarkı Düşmez

    Muhammed Berdibek

    ’Yeni bir devlet, yeni bir ulus ve yeni bir insan inşa etme çabasının zirvede olduğu dönemlerdi.Doğu’ya özgü ne varsa silinmeli, insanlar sadece Batı değerlerine...

  3. Jül Vern Seyahat Acentesi ~ İlhami AlgörJül Vern Seyahat Acentesi

    Jül Vern Seyahat Acentesi

    İlhami Algör

    “Bence Dedektif Fix figürü, monotonlaşma ihtimali olan bir hikâyeye kaç-kovala dinamizmi getirmesi için düşünülmüştü. Monotonlaşması kaçınılmazdı çünkü hikâyenin kahramanı Bay Fogg oturduğu yerden kalkmayan,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur