Amerikan edebiyatının sıradışı isimlerinden Bret Easton Ellis, X kuşağı yazarlarının en dikkat çeken üyesi olarak kabul gördü. İlk romanı Sıfırdan Az’ı henüz üniversitedeyken, yayımlanır yayımlanmaz tartışmaların odağı olan Amerikan Sapığı’nı ise 26 yaşındayken kaleme aldı.
Patrick Bateman 80’li yılların Amerika’sında New York’ta yaşayan, yirmilerinin ortasındaki bir Wall Street kurdu. Yakışıklı, zeki, eğitimli ve zengin. Pahalı giyinmeyi, lüks kulüplere gitmeyi, güzel kadınları ve videokasetleri seviyor. Aynı zamanda da bir psikopat seri katil. Tüketmeyi, yok etmeyi saplantı hâline getiren Bateman’ın hava kararınca ortaya çıkan sapkın dürtüleri gündüzlerine taşmaya başladığında işler çığırından çıkacak, medeniyetle arasında duran ince duvar yıkılacak ve Amerikan rüyası bir kâbusa dönüşecek.
2000 yılında beyaz perdeye uyarlanarak edebiyatta olduğu kadar sinemada da ses getiren Amerikan Sapığı, materyalizmi, tüketim çılgınlığını ve toksik erkekliği hicveden karanlık bir öykü.
“Dövüş Kulübü’yle birlikte 20. yüzyıl Amerika’sının son çeyreğini en iyi anlatan kitap. Bir modern klasik.” –Irvine Welsh
“Usta işi bir hiciv. Ellis’in dili muhteşem ve acımasız. Çok önemli bir kitap.” –Katherine Dunn
*
1 NİSAN ALIKLARI
Terk et bütün umudu ey sen buraya giren diye karalamışlar On Birinci Sokak’la Birinci Cadde’nin köşesinin yakınlarındaki Chemical Bank’in yan duvarına kan kırmızısı harflerle ve harfler Wall Street’ten dışarı doğru akan trafikte öne doğru sarsılan taksinin arka koltuğundan görülecek kadar büyük. Timothy Price tam yazıyı fark ettiği anda taksinin yanına bir otobüs yanaşıyor, otobüsün üzerindeki Sefiller müzikalinin afişi görüşünü engelliyor ama Pierce & Pierce’ta çalışan ve yirmi altı yaşında olan Price anlaşılan buna aldırmıyor ki şoföre radyonun sesini açarsa beş dolar vereceğini söylüyor. WYNN’de “Be My Baby” çalmakta ve Amerikalı olmayan şoför denileni yapıyor.
“Becerikliyim,” demekte Price. “Yaratıcıyım, gencim, engel tanımıyorum, motivasyonum yüksek, nitelikliyim. Kısacası, şunu demek istiyorum, toplum beni kesinlikle gözden çıkaramaz. Bir kıymetim ben.” Price yatışıyor, taksinin kirli penceresinden dışarı bakmayı sürdürüyor, büyük ihtimalle de Dördüncü’yle Yedinci’nin köşesindeki bir McDonalds’in duvarına kırmızı sprey boyayla yazılmış yazıdaki KORKU sözcüğüne. “Yani şu var, kimse yaptığı işi iplemiyor, herkes işinden nefret ediyor, ben de işimden nefret ediyorum, sen de söyledin işinden nefret ettiğini. Peki ne yapıyorum? Los Angeles’a geri mi dönüyorum? Bir alternatif bile değil bu. UCLAden Stanford’a bunun için geçiş yapmadım ben. Demek istediğim, yeterince kazanmadığını düşünen bir tek ben miyim?” Tıpkı bir filmdeymiş gibi bir başka otobüs daha görüntüye giriyor, bir başka Sefiller afişi sözcüğün yerini alıyor-deminki otobüs değil çünkü Eponine’in yüzünün üzerine LEZBO yazmış birileri. Tim patlıyor. “Burada küçük bir dairem var. Tanrı aşkına, Hamptonlar’da bir yerim var be.” “Annenle babanın yeri, moruk, annenle babanın.”
“Satın alacağım onlardan. Açacak mısın şu siktiğimin şeyinin sesini?” diye hırlıyor şoföre, ama yarım ağızla, The Crystals radyodan bangir bangır bağırmakta.
“Bundan çok açılmaz bu,” diyor belki şoför.
Timothy onu görmezden gelip gıcıklığa devam ediyor. “Bu şehirde yaşamaya bir şartla devam ederdim, bütün taksilere Blaupunkt radyo koyacaklar. Belki de ODM III ya da ORCII dinamik kanal arama sistemli, ha?” Sesinin perdesi alçalıyor burada. “Birinden biri. Bunlar moda şimdi, dostum, moda bu.”
Pahalı görünüşlü Walkman’i boynundan çıkarıyor, hâlâ şikayet etmekte. “Şikayet etmekten nefret ediyorum -hakikaten-, pislikten, çöpten, bulaşıcı hastalıklardan, bu şehir gerçekten de ne kadar leş gibi diye şikayet etmekten, sen de biliyorsun, ben de biliyorum ki burası bir domuz abiri…” D.F. Sanders’tan aldığı yeni Tumi dana derisi evrak çantasını açarken konuşmaya devam ediyor. Walkman’i, Panasonic portatif katlanabilir Easa telefonun (bundan önce NEC 9000 Porta’sı vardı) yanına, kılıfina yerleştirip bugünkü gazeteyi çıkarıyor. “Şu gazeteye bir tek gazeteye-bakalım bir… Boğularak öldürülen mankenler, damdan atılan bebekler, metroda öldürülen çocuklar, bir komünist mitingi, bir mafya patronu ortadan kaldırılmış, Naziler” -heyecanlı heyecanlı sayfaları çeviriyor”AIDS’li beyzbol oyuncuları, başka mafya boklukları, trafik tıkanıklığı, evsizler, çeşit çeşit manyaklar, sokaklarda sinek gibi ölüp giden ibneler, kiralık anneler, yayından kalkan bir pembe dizi, hayvanat bahçesine zorla girip çeşitli hayvanları canlı canlı işkence ederek yakan veletler, gene Naziler… en matrağı, işin esprisi de şu, hepsi bu şehirde olup bitiyor başka yerde değil, buracıkta, iflah olmaz bu şehir… çüş oha, gene Naziler, trafik tıkanıklığı, trafik tikanıklığı, bebek tüccarları, karaborsa bebekler, AIDS’li bebekler, canlı bebekler, bir bebeğin üzerine bina çökmüş, manyak bebek, trafik tıkanıklığı, köprü yıkılmış-” Sesi kesiliyor, bir soluk alıyor, sonra gözlerini İkinci’yle Beşinci Sokak’ın köşesindeki bir dilenciye dikerek, tane tane, “Bugün gördüğüm yirmi dördüncü bu. Saydım,” diyor. Sonra yanına dönüp bakmadan, “Ne diye denizci mavisi worsted blazerınla gri pantolonunu giymedin?” diye soruyor. Price’in üzerinde yünlü ipekli karışımı, kruvaze ceketli Ermenegildo Zegna bir takım var, manşetli pamuklu gömlek Ike Behar’dan, ipek kravat Ralph Laurendan, üzeri zımbalı iskarpinler Fratelli Rossetti. Aşağıya, Post gazetesine doğru yan çekim. Gazetede, yarı ünlü bir New York’lu sosyete kadınının yatındaki parti sırasında, yat Manhattan adasının çevresinde dolanırken oradan kaybolan iki kişi hakkında orta ilginçlikte bir haber var. Eldeki ipuçları güverteye yayılmış kan lekesi kalıntısı ve tuzla buz olmuş üç şampanya kadehinden ibaret. Cinayetten kuşkulanılıyor ve polis, katilin silahının bir çeşit pala olduğunu sanıyor çünkü güvertede bazı oyuk ve deliklere rastlanmış. Ortada ceset yok. Zanlı yok. Price mavraya bugün öğle yemeğinde başladı, daha sonra squash maçı sırasında devam etti ve Harry’s’te içerken de sürdürdü, oysa başta, üç kadeh sulu J&B’sini yudumlarken, Paul Owen’in elindeki Fisher hesabı gibi daha ilginç bir konudan söz etmişti. Price’in çenesini kapamaya niyeti yok.
“Bulaşıcı hastalıklar!” diye haykırıyor, yüzü acıyla gergin. “Şimdi şu teoriyi attılar ortaya, AIDS virüsünü, virüsü taşıyan biriyle seks yapmak yoluyla kapabiliyorsan, o zaman her hastalığı da kapabilirmişsin, ister virütik bir hastalık olsun ister olmasın –
Alzheimer, kas erimesi, hemofili, lösemi, anoreksi, diyabet, kanser, multipl skleroz, sistik fibroz, beyin felci, disleksi bile, canina yandığımın, disleksi kapabiliyorsun amcıktan, iyi mi?”
“Emin değilim, moruk, ama disleksinin virütik olduğunu sanmıyorum.”
“Nereden biliyorsun yahu? Onlar bilemiyorlar. İspat et.”
Dışarıda, kaldırımda, bir Gray’s Papaya’nın önünde siyah, şişmiş güvercinler sosisli sandviç kırıntıları için dövüşüyorlar, travestiler tembel tembel onları seyrediyor, bir devriye arabası tek yönlü bir sokakta ters yönden gelerek volta atıyor, gök iyice vere yaklaşmış, kurşuni ve sıkışan trafikte, bu taksinin yanındaki sırada durmuş bir taksiden Luis Carruthers’a çok benzeyen bir tip Timothy’ye el sallıyor, Timothy onun el sallamasına karşılık vermeyince de tip -briyantinle yapıştırılmış saçlı, pantolon askılı, bağa çerçeveli gözlüklüonun sandığı kişi olmadığını anlayıp yeniden elindeki USA Today’e dönüyor. Aşağıya kaldırıma doğru kaydırma, çirkin, ihtiyar, yanında torbalarıyla gezen evsiz bir kadın, elinde bir kırbaç, güvercinlere doğru şaklatıyor. Ama güvercinler oralı değil, sosisli sandviç artıklarını gagalamaya, açgözlülükle dövüşmeye devam ediyorlar ve polis arabası da yeraltı otoparklarından birine dalıp gözden kayboluyor.
“Ama işte tam o noktaya geldiğinde, yani artık yaşadığımız günlere duyduğun tepki mutlak ve düpedüz bir kabulleniş olup çıktığında, vücudun bir biçimde bu cinnetle aynı dalga boyuna geldiğinde ve her şeyi artık mânâlı bulduğun bir noktaya vardığında, yani olay kafana dank ettiğinde, bir bakıyorsun, üşütük, siktigimin evsiz bir zenci karısı çıkıyor, şaka değil bu –beni dinle, Bateman-, ciddiyim, ille de bu sokaklarda yaşayacağım diye tutturuyor, bu sokaklarda, buralarda, nah, buralarda-” eliyle gösteriyor ve öyle bir belediye başkanımız var ki ona kulak asmiyor, orospuyu bırakmıyor istediğini yapsın, yüce tanrımbırak siktiğimin orospusu donsun gebersin soğuktan, kurtulsun kendi marifeti olan bu kahrolası sefaletten, sonra bir bakıyorsun başladığın yere geri dönmüşsün, kafan karışmış, beynin sikilmiş… Yirmi dört, yok, yirmi beş… Evelyn’da kimler olacak? Dur, tahmin edeyim.” Kusursuz manikürlü elini havaya kaldırıyor. “Ashley, Courtney, Muldvyn, Marina, Charles buraya kadar tamam, değil mi? Belki Evelyn’ın ‘sanatçı’ dostlarından biri, o ay-aman-aman ‘East’ Village’dan… hani o tiplerden, Evelyn’a ‘iyi kalite sek beyaz chardonnay var mı’ diye soranlardan…” Elini alnına vuruyor, gözlerini yumuyor ve kenetli dişlerinin arasından mırıldanıyor. “Benden bu kadar. Meredith’in pasaportunu veriyorum ben. Kadın, ben ondan hoşlanmayayım diye elinden geleni ardına koymuyor. Gittim ben. Neden bu kadar uzun zamanını aldı ki bunu anlamak, ondaki şahsiyet ancak bir tolkşovcu kadar… Yirmi altı, yirmi yedi… Yani bak, sana ne diyorum, ben duyarlı biriyim. Challenger olayında ödüm bokuma karıştı diyorum daha ne diyeyim yahu? Etik tarafım var, hoşgörülüyüm, yani hayatımdan son derece hoşnutum, gelecekten umutluyum sen değil misin yani?”
“Tabii, ama…”
“Ondan sonra kalkmuş ağzıma sıçıyor… Yirmi sekiz, yirmi dokuz, hassiktir bunlar kahrolası bir serseri ordusu ya. Diyorum sana-” Yorulmuş gibi birden duruyor, başka bir Sefiller afişinden öteye çeviriyor başını, aklına önemli bir şey geliyor, soruyor: “Televizyondaki şu yarışma sunucusunu okudun mu gazetede? İki ergen oğlanı öldürmüş hani? Sapık ibne. Matrak, hakkaten matrak.” Price bir tepki bekliyor. Tepki gelmiyor. Birden: Yukarı Batı Yakası.
Şoföre Seksen Birinci Sokak’la Riverside’ın köşesinde durmasını söylüyor çünkü sağa sapmak yasak.
“Dönmek için zahmet etme-” diye lafa giriyor Price.
“Peki, öteki taraftan dolaşsam,” diyor taksici.
“Zahmet etme.” Sonra pek de öyle duyurmamaya filan çalışmayarak, diş gıcırtısı eşliğinde, gülümsemeden filan: “Siktiğimin beyinsizi.”
…
“Amerikan Sapığı” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAmerikan Sapığı
- Sayfa Sayısı504
- YazarBret Easton Ellis
- ISBN9786258327984
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Değişen Kafalar / Bir Hint Efsanesi ~ Thomas Mann
Değişen Kafalar / Bir Hint Efsanesi
Thomas Mann
Thomas Mann’ın 1940’ta Stockholm’de yayımladığı Değişen Kafalar, XII. yüzyıldan kalma bir Hint efsanesine değişik bir açıdan yaklaşıyor. Şridaman ile Nanda, farklı kastlardan gelmelerine, zihnen...
- Decameron ~ Giovanni Boccaccio
Decameron
Giovanni Boccaccio
“Giovanni Boccaccio (1313-1375) İtalyan dilinde düzyazının temelini atan yazardır. Yazı dili olarak Latincenin kullanıldığı on dördüncü yüzyıl İtalya’sında, Boccaccio başyapıtı Decameron’u halk ağzıyla (İtalyanca)...
- Yedinci Oğlun Sırrı ~ Glenn Copper
Yedinci Oğlun Sırrı
Glenn Copper
New York sokaklarında bir seri katil… Birbirleriyle hiçbir ortak noktası olmayan dokuz ölü… Kurbanları birbirine bağlayan tek şey, ölecekleri tarihi bildiren, adreslerine gönderilmiş kartpostallardır....
Aşırı merak ediyorum bu romanı
kendi karanlık yanlarınızla yüzleşmek istiyorsanız mutlaka okuyun.