Amerikan deneyi, Thomas Jefferson’ın “Bu gerçekler” dediği üç farklı siyasi fikre dayanıyordu: Politik eşitlik, doğal haklar ve halkın egemenliği. Jefferson, 1776 senesinde, Bağımsızlık Bildirgesi’nin bir taslağında, “Biz bu gerçekleri kutsal ve yadsınamaz kabul ediyoruz” diye yazmıştı … Bu fikirlerin kökleri Aristoteles kadar antik, Genesis kadar eski ve dalları bir meşenin dalları kadar uzundu. Bunlar bu ulusun kuruluş ilkeleridir; bunlar ilan edilerek ulus oluşmuştur. Takip eden asırlarda bu ilkeler el üstünde tutulmuş, yerilmiş, bunlara karşı çıkılmış, onlar için ve onlara karşı mücadeleler verilmiştir.
Jill Lepore’un, Amerika Birleşik Devletleri Tarihi kitabı, Amerika’nın başlangıcından günümüze kadar uzanan mücadeleler ve çelişkilerle dolu tarihine yönelik kapsamlı bir inceleme yürütüyor. Bu uzun tarihi, “Fikir” (1492-1799), “Halk” (1800-1865), “Devlet” (1866-1945) ve “Makine” (1946-2016) şeklinde dört temel konu ve başlık altında tartışıyor. Lepore’un bu kapsamlı incelemesi, Amerikan ulusunun ideolojik temellerini ve tarih boyunca bu temellerin nasıl tezahür ettiğini, yalnızca siyasi liderlere ya da önemli olaylara değil, aynı zamanda dönemin toplumsal olaylarına, ekonomik değişimlere ve kültürel gelişmelere de değinerek ortaya koyuyor.
Birleşik Devletler’in, temel idealleri olarak gördüğü özgürlük, eşitlik ve halkın egemenliği gibi kurucu ilkeleri sorgulayarak, bu idealleri, kölelik, ırkçılık, kadın hakları ve göçmenlik vb. konulardaki mücadelelerle iç içe geçirerek ele alıyor. Bu doğrultuda Amerikan demokrasisinin zayıflıklarını ve sınırlarını tartışan Lepore, bir yandan da ulusal kimlik ve demokrasi kavramlarının dönüşümü bağlamında Amerikan toplumunun çeşitli kesimlerinin bu süreçteki rollerini ve birbirleriyle olan etkileşimlerini göstermeye çalışıyor. VakıfBank Kültür Yayınları olarak okurla buluşturduğumuz Lepore’un bu eseri, Amerikan tarihini anlamak bakımından temel bir kaynak olmasının yanı sıra, Amerikan toplumunun güncel meselelerini ve istikbaldeki yerini anlamak için bir kılavuzdur.
içindekiler
Teşekkür 11
Dipnotlar Üzerine Not 13
Giriş: Meselenin Belirlenmesi 15
birinci bölüm: fikir (1492 – 1799)
Bir: Geçmişin Doğası 31
İki: Yönetenler ve Yönetilenler 59
Üç: Savaşlar ve Devrimler Üzerine 101
Dört: Bir Ulusun Anayasası 139
ikinci bölüm: halk (1800 – 1865)
Beş: Rakamların Demokrasisi 187
Altı: Ruh ve Makine 223
Yedi: Gemiler ve Gemi Enkazları Üzerine 269
Sekiz: Savaşın Yüzü 309
üçüncü bölüm: devlet (1866 – 1945)
Dokuz: Vatandaşlar, Bireyler ve İnsanlar Üzerine 351
On: Verimlilik ve Kitleler 401
On Bir: Radyo Anayasası 463
On İki: Modernitenin Vahşiliği 515
dördüncü bölüm: makine (1946 – 2016)
On Üç: Bilgi Dünyası 565
On Dört: Doğrular ve Yanlışlar 631
On Beş: Savaş Hatları 687
On Altı: Bozulan Amerika 761
Epilog: Meseleyi Yeniden Ele Almak 831
Dizin 837
dipnotlar üzerine bir not
Bu kitap sayısız ana kaynaktan ve bolca akademik yazından yararlanmaktadır. Başlıca kaynaklarımı belirlemek ve atıflarımı kısa tutmak için gayret gösterdim. İkincil kaynaklardan ziyade, ana kaynaklara atıf vermeyi tercih ettim. Tam başlık sadece kaynağa verilen ilk atıfta verilmiştir. İnternetten kolayca ulaşılabilen, iyi bilinen ve kamuya açık dokümanlar –örneğin zafer konuşmaları, adaylık kabul konuşmaları, parti platformları ve derlemelerin online edisyonları– için genelde atıf verdim. Fakat bir URL vermedim. The New Yorker için yazdığım makaleler için yürüttüğüm araştırmalardan yararlandığımda atfı bu makalelere değil makaleler için yararlandığım kaynaklara vermeyi tercih ettim.
giriş
meselenin belirlenmesi
Tarihin akışı tahmin edilemezdir, hava kadar dengesizdir, sevgi kadar vefasızdır; uluslar zorbalıkla hırpalanarak, açgözlülükle yozlaşarak, tiranların eline düşerek, haydutlar tarafından yağmalanarak ve laf cambazları tarafından karıştırılarak merak ve şansla yükselir ve çöker. Tüm bunlar, New-York Packet isimli bir gazetenin okurlarının, gazetenin ilk sayfasında “Güneşin Doğuşu ve Batışı”nı, “Hava Durumu”nu, “Günlerin ve Gecelerin Uzunluğu”nu tahmin eden tabloları içeren bir almanak reklamını ve bunlara ek olarak tamamen yeni bir şeyi daha gördükleri 30 Ekim 1787 Salı gününe kadar doğruydu: Devlet organlarının hareketlerini ve bu organların güçlerinin ayrılığını, sanki bunlar güneş ve ayın olağan hareketleri ya da gelgit gibi birer fizik problemiymişçesine şemalandırmaya çalışan dört bin dört yüz kelimeden oluşan Birleşik Devletleri Anayasası.1 Tarihin gidişatının artık öngörülebileceği ve kurulacak olan devletin de şans eseri değil, mantık ve seçimle yönetileceği yeni bir çağın başlangıcını simgelemesi istenmişti. Bu fikrin temelleri ve kaderi Amerika tarihinin hikâyesidir. Anayasa hem emek hem de tartışma gerektirmişti. Kısa pantolonlu, ter içindeki Anayasa Kongresi delegeleri, yaz boyunca Philadelphia’da gizliliğin kavurucu sıcağında buluşmuş ve tartıştıkları odanın camlarını kulak misafirlerine karşı tahtalarla kapatmışlardı. Eylül ayının ortalarına gelindiğinde dört sayfa parşömene yazılmış bir taslak hazırladılar. Bu taslağı, ilk harfini, tıpkı bir kuşun pençesine benzeyen kocaman bir W* olarak hazırlayacak baskıcılara, matbaacılara gönderdiler:
Biz Birleşik Devletler halkı, daha mükemmel bir birlik kurabilmek, adaleti tesis etmek, yurt içinde huzuru temin etmek, güvenliği sağlayabilmek, herkesin refah düzeyini yükseltmek hem kendimiz hem de gelecek nesillerimiz için özgürlük nimetini güvence altına alabilmek için Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı mukadder görüyor ve kuruyoruz.
Yaz günleri yerini sonbahara bırakırken, gazetelerinin ve almanaklarının arasına sıkıştırılmış anayasayı bulan Birleşik Devletler’in özgür insanlarına saman balyalarken, deri döverken, ilahi söylerken ve ana babalar büyürken kilo alan çocuklarının elbiselerindeki dikişleri sökerken kendilerine bu anayasayı onaylayıp onaylamadıkları soruluyordu. Bu ilginç ve karmaşık belgeyi okuyarak planının ne olduğunu tartıştılar. Kimisi yeni sistemin federal hükûmete –Başkan’a, Kongre’ye, Yüksek Mahkeme’ye veya üçüne birden– çok fazla güç vermesinden korkuyordu. İmzalamayı reddeden delegelerden biri olan altmış bir yaşındaki Virginialı George Mason gibi pek çok kişi, anayasanın bir haklar beyannamesi içermesini istiyordu (Kongre’de Mason, “Bir beyannamenin hazırlanması sadece birkaç saat alır” diye rica etmiş, fakat olumlu cevap alamamıştı).2 Kimileri bu beyannamenin en ince ayrıntısına kadar söyleniyordu. Kolay okunur bir şey değildi. Kimileriyse tamamını çöpe atıp sıfırdan başlamayı teklif etti.
Bir vatandaş, “Son kongreyi göreve çağıran güç, yeni bir kongre çağıramaz mı?” diye sordu. “İnsanlar hâlâ kendi kendilerinin efendileri değiller mi?”3 Söyledikleri çoğu şey kayıt altına alınmıştır. James Madison bir keresinde “Çoğu ulusun bebeklik dönemleri ya sessizliğe gömülmüş ya da fabllarla örtülmüştür” demiştir.4 Bu Birleşik Devletler’in başına gelmedi. Onun bebekliği, tıpkı cam bir kavanozda saklanan süt dişleri gibi, Anayasanın dört parşömen yaprağında, çok eski bir iklimin hava durumunu gösteren almanakların sayfalarında ve yeni hükümet sisteminin lehinde ve aleyhinde yazıların yanında nakliyat haberlerinin, mezat duyurularının ve kadınlar ve çocuklar, köleler ve hizmetçiler gibi– hiçbir zaman kendi kendilerinin efendileri olmamış ve hem kendileri hem de gelecek nesilleri için özgürlük nimetini güvenceye alabilmek umuduyla kaçan insanların geri dönmesine ilişkin ilanların bulunduğu yüzlerce gazetenin içinde korunmuştur.
Onay zamanı, koşuşturma ve iş dolu normal bir Ağustostu. 30 Ekim 1787 gününün New-York Packet sayısında bir okul müdürü, “okuma, yazma, aritmetik ve muhasebe” konularında belediye binasına yakın bir odada ders verebileceğini duyurdu. Mal varlığı büyük oranda “hapların ve ilaçların geniş ve genel bir tasnifi”nden oluşan Gearey, Champion, and Co. açık arttırmaya çıkarılacaktı. Londra’dan ve Liverpool’dan gelen çok direkli gemiler ve St. Croix, Baltimore ile Norfolk’tan gelen süslü guletler limana demir atmışlardı. Charleston ve Savannah’dan gelen şalupalar da pruva halatlarını rıhtıma bağlamışlardı. Bir İskoç, çalınan on dört karış boyundaki kestane rengi, “tırısı ve eşkini pek güzel, azametli bir hayvan” olan kısrağını getirene ödül vaat ediyordu. Peck Slips’de deposu olan bir tüccar, okurların kurutulmuş morina, bolca şeker pekmezi, fıçılanmış öğütülmüş zencefil, York romu, salamura morina, yazı kâğıdı ve erkek ayakkabısı sattığını bilmelerini istiyordu. Ve Columbian Almanack anayasayı ek olarak sunan ve sunmayan versiyonlarıyla matbaa dükkânında satıştaydı ki, burada New Yorklular aynı zamanda ücret karşılığında şu iki kişiyi de satın alabilirdi:
SATILIK. CAZİP, genç bir kadın NEGRO HİZMETÇİ, 20 yaşında, sağlıklı ve su çiçeği geçirmiştir; genç bir erkek çocuğu vardır.
Söylenene göre annenin “eli ev işlerine son derece yatkın”dı. Bebeği “yaklaşık altı aylık”tı ve hâlâ emiyordu. İsimleri verilmemişti.5 Akıl ve seçimle değil, şiddet ve zorbalıkla yönetilliyorlardı. Köleliğin acımasızlığı ve eczacılıktaki son haberlerin arasında, o günün NewYork Packet’ının ikinci sayfasında “THE FEDERALIST No. 1” başlıklı bir makale yayınlandı. Otuz yaşında, küstah bir avukat olan Alexander Hamilton tarafından anonim olarak yazılmıştı. Okurlarına, “Amerika Birleşik Devletleri için yeni bir anayasayı değerlendirmeye davet ediliyorsunuz” diye seslenmişti. Fakat işin ucunda daha önemli şeyler de vardı. Yanlış bir kararın, “insanlığın genel felaketine” neden olacağı konusunda ısrarcıydı. Birleşik Devletler’in politika biliminde bir deney olduğunu ve devletler tarihinde yeni bir çağ yarattığını savunuyordu:
“Öyle görünüyor ki davranışları ve duruşlarıyla içinde bulundukları toplumun derinlemesine düşünme ve seçim yoluyla iyi bir hükûmet kurmaya gerçekten yetenekli olup olmadığı veya siyasi yapıları için sonsuza kadar tesadüf ve zora bağlı olmaya mahkûm olup olmadığı gibi önemli bir meseleye karar vermek, bu ülkenin insanlarına bırakılmıştır.”
Bu, o Ağustos’un meselesiydi. Ve bir nevi o günden sonra her mevsimin, güneşin her doğuşunun ve batışının, yağmurlu ve karlı günlerin, açık ve bulutlu günlerin, her çakan şimşeğin meselesi olmuştu. Politik bir toplum gerçekten tesadüf ve şiddet, ön yargı ve hile yerine tefekkür ve seçim, akıl ve hakikatle yönetilebilir miydi? İnsanların kendi kendilerini, yargı ve şefkatle adil bir biçimde ve birbirlerini eşit görerek yönetmelerini mümkün kılacak bir iktidar organizasyonu –bir anayasa– var mıydı? Yoksa çabaları, yapıları ne olursa olsun yozlaşmaya, yargıları demagoglar tarafından bulandırılmaya, mantıkları da öfke için terk edilmeye mahkûm muydu?
Hava durumu nasıl olursa olsun bu mesele, Amerikan tarihinin meselesidir. Aynı zamanda bu kitabın da meselesidir: Dört asırlık Amerikan deneyinin temellerini, izlediği yolu ve sonuçlarını açıklamak. Basit bir mesele değildir. Bir kere The Consititution Made Easy [Kolay Anayasa] isimli bir kitaba rastlamıştım.7 Anayasa kolaylaştırılamaz. Hiçbir zaman kolay olması amaçlanmamıştır. Amerikan deneyi üç farklı siyasi fikre –ki bunlara Thomas Jefferson “Bu gerçekler” der– dayanıyordu: Politik eşitlik, doğal haklar ve halkın egemenliği. Jefferson, 1776 senesinde, Bağımsızlık Bildirgesi’nin bir taslağında, “Biz bu gerçekleri kutsal ve yadsınamaz kabul ediyoruz” diye yazmıştı:
Herkes eşit ve bağımsız yaratılmıştır. Ve bu eşit yaratılıştan dolayı aralarında hayatın korunumu, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi fıtri ve vazgeçilmez haklara sahiptir ve bunları korumak için hükûmetlerin insanlar arasında kurulması, adil haklarını yönetilenin rızasından alması gerekmektedir.
Bu fikirlerin kökleri Aristoteles kadar antik, Genesis kadar eski ve dalları bir meşenin dalları kadar uzundu. Fakat bunlar bu ulusun kuruluş ilkeleridir: Bunlar ilan edilerek ulus oluşmuştur. Takip eden asırlarda bu ilkeler el üstünde tutulmuş, yerilmiş, bunlara karşı çıkılmış, onlar için ve onlara karşı mücadeleler verilmiştir. Benjamin Franklin, Jefferson’ın taslağını okuduktan sonra tüylü kalemini eline alarak, “kutsal ve yadsınamaz”ın üzerini çizmiş ve “bu gerçekler”in aslında “apaçık” olmasını önermişti. Bu öyle küçük bir kelime değişikliği değildi. Kutsal ve yadsınamaz gerçekler Tanrı tarafından gelen kutsal ve dinî konulardı. Apaçık olan gerçekler ise ampirik ve gözlemlenebilir doğa kanunları ve bilimle ilgili konulardı. Bu ayrım Cumhuriyet’i neredeyse parçalayacaktı.
Bu ayrım hâlâ –neredeyse her daim– abartılmaktadır ve aslında bu satırlardaki farklar gibi, temelde ayrı tarzları olan Jefferson ve Franklin arasındaki farkı da abartmak kolaydır: Franklin’in revizyonu daha kuvvetlidir. Asıl ihtilaf kendilerinden önce birçoğunun da yaptığı gibi, her ikisi de kendi tarzında inancı ve mantığı bir araya getirmeye çalışan Jefferson ve Franklin arasında değildir. Asıl ihtilaf “bu gerçekler” ve olayların gidişatı arasındadır: Amerikan tarihi bu gerçekleri doğrular mı yoksa onlarla ters mi düşer? Deney başlamadan önce Bağımsızlık Bildirgesi ve anayasayı yazan kişiler tarihin son derece dikkatli bir etüdünü yapmıştır. Hayatları boyunca tarih üzerine çalışmışlardı. Eğri büğrü ve çilli elleriyle 1787’de anayasayı imzalayan seksen bir yaşındaki Benjamin Franklin, kambur ve çökmüştü. Dal gibi dimdik ve yirmi beş yaşında olduğunu 1731’de “Observations on Reading History” başlıklı bir makaleyi,“tesadüfen korunmuş küçük bir kâğıt parçasına” yazmıştı.8 Ve tarih hakkında okumaya, not almaya ve yıllar boyunca kendisine aynı soruyu sormaya devam etti: Geçmiş bize ne öğretmektedir? Birleşik Devletler, büyük oranda ahlaki bir fikir olan ve kökenleri Hristiyanlıkta olan eşitliğe adanmışlığa yaslansa da aynı zamanda korkusuzca ve çekinmeden sorgulamaya adanmışlığa da dayanır. Kurucuları, İskoç bir filozof ve tarihçi olan ve 1748’de, “Savaşların, entrikaların, fraksiyonların ve devrimlerin kayıtları, deneylerin bir koleksiyonudur” yazan David Hume’a katılıyordu.9 Gerçeğin, ahlak üzerine fikir yürüterek bulunabileceği gibi tarih çalışmalarıyla da bulunabileceğine inanıyorlardı. 21. yüzyılda ve ondan önceki yüzyıllarda Amerikalıların ortak bir geçmişi paylaşmadıkları ve çürük bir temele inşa ettikleri cumhuriyetlerinin sallantıda olduğu sıkça söylenir.10 Bu argüman kısmen kökenlerle ilgilidir: Amerikalıların kökenleri hem fatihlere hem de fethedilenlere hem kölelere hem de köle sahiplerine hem Birlik’e hem de Konfederasyon’a, hem Protestanlara hem Yahudilere, hem Müslümanlara hem de Katoliklere, hem göçmenlere hem de göçmenliği bitirmek için savaşanlara dayanır.
Amerikan tarihinde –neredeyse tüm ulusal tarihlerde– bir kişinin kötü adamı diğerinin kahramanıdır. Fakat bu argümanın bir kısmı ideolojiyle ilgilidir: Birleşik Devletler tarihi bir grup fikir üzerine kurulmuştur. Fakat Amerikalılar o kadar ayrışmışlardır ki artık bu fikirlerin bile ne olduğu üzerine bir fikir birliği yoktur –daha önce olduğu da meçhuldür. Bu kitabı yazdım, çünkü başlangıcından günümüze ve bu ayrışmaların ötesine geçen bir Amerikan tarihi yazma girişimi uzun zamandır denenmemişti, önemliydi ve denemeye değer görünüyordu. Bunun önemli olmasının nedenlerinden biri, tarihi bir sorgulama biçimi olarak –kolay ve rahatlatıcı bir şey olarak değil, talepkâr ve yorucu bir iş olarak– görmenin ulusun kuruluşunda son derece önemli olduğudur. Bu da yeni bir şeydi. Batı dünyasındaki en eski hikâyeler, İlyada ve Odysseia, şarkı olarak söylenen ve anlatılan, savaşlar ile krallar ve insanlar ile tanrılar hakkındaki odlar ve hikâyelerdir. Bu hikâyeler birer anıttı, tıpkı antikite tarihi gibi birer anıt görevi görürlerdi.
Thukydides, “Ben çalışmamı o anın alkışları için bir deneme olarak değil, tüm zamanların bir mülkü olarak yazdım” demişti. Herodotos tarih yazmanın amacının, “insanın ürettiği şeyleri zamanın silememesi” olduğuna inanıyordu. Yeni bir tarih yazımı, daha az anıtsal ve daha sarsıcı bir biçimde ilk olarak 14. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Kuzey Afrikalı Müslüman bir âlim olan İbn Haldûn 1377’de tarihi, “var olan şeylerin nedenlerinin ve kökenlerinin” araştırılması olarak tanımladığı dünya tarihiyle ilgili eserinin önsözünde “Tarih felsefi bir bilimdir” demişti.11 Düşe kalka tarih sadece bir bellek biçimi olmaktan çıkarak felsefe gibi tartışılan, kanıtları incelenen ve argümanlarına karşı argüman üretilen bir araştırma biçimi olmuştur. 17. yüzyılın başlarında Sir Walter Ralegh, History of the World kitabını, beş yüz kitaplık bir kütüphane bulundurmasına izin verilen Londra Kulesi’ndeki zindanda yazmaya başlamıştı. Ralegh’in açıklamasına göre geçmiş, “Ölü atalarımızla tanışmamızı sağlar” fakat aynı zamanda, “diğer insanların geçmişte yaşadıkları ızdırapları, kendi hatalarımızla ve hak etmediğimiz ızdıraplarla karşılaştırıp, bunlara uygulayarak” bugüne de ışık tutar.
Geçmişin incelenmesi, bugünün zindanlarının kapılarını açmaktır. Geçmişe dair bu yeni anlayış, tarihi, inançtan ayırma girişiminde bulunmuştu. Dünya dinlerinin kitapları –Yahudi İncil’i, Yeni Ahit ve Kur’an– içlerinde gizemler, sadece Tanrı tarafından bilinen ve inançla ulaşılan gerçekler barındırır. Yeni tarih kitaplarında tarihçiler, gizemleri çözmeyi ve kendi gerçeklerini keşfetmeyi amaçlıyorlardı. Reveranstan sorgulamaya, gizemden tarihe geçiş Birleşik Devletler’in kuruluşu için son derece mühimdi. Bu durum ne din hakkında ortaya çıkan gerçeklerden inancı soyutlamayı gerektiriyordu ne de insanların doğruyu yanlıştan ayırma zorunluluklarını ortadan kaldırıyordu.
Fakat sonuçları gerekçelendirmek için geçmişi şüpheciliğe maruz bırakarak başlangıçlara bakmayı değil, bunları kanıtlarla sorgulamayı gerektiriyordu. 1776’da İngiliz bir bakkalın kanı kaynayan oğlu Thomas Paine, Common Sense’de “Basit gerçekler, basit argümanlar ve sağduyudan başka hiçbir şey önermiyorum” yazmıştı. Paine’in argümanına göre kralların yönetme hakkı yoktu, çünkü eğer atalardan kalan monarşinin soyunu başlangıçlarına kadar takip edebilseydik –“eğer antikitenin örtüsünü kaldırıp, bunların ilk ortaya çıkışlarına kadar gidebilseydik”– “bunların ilkinin, huzursuz bir çetenin baş kabadayısından başka bir şey” olmadığını görürdük.
James Madison Amerikalıların tarihî şüpheciliğini ve bu derin ampirizmini şu şekilde açıklamıştır: “Kendilerinden önceki zamanlara ve öteki ulusların fikirlerine yeterli saygıyı göstermekle birlikte, kendi sağduyularının önermelerini, kendi durumlarının bilgisini ve kendi deneyimlerinden edindikleri dersleri geçersiz kılmak için antikiteye, geleneklere ve isimlere karşı kör bir hürmet içinde olmamaları, Amerika insanının şanından değil midir?”13 Madison için kanıt her şeydi.
Paine’in kalemi hiç durmadan, “Yeni bir politik çağ başladı, düşünmenin yeni bir yolu doğdu” diye yazdı.14 Sadece bağımsızlık ilan etmek bile kendi içinde geçmiş ve gelecek arasındaki ilişki üzerine –tarihî kanıt dediğimiz hususi bir tür kanıt gerektiren– bir tartışmadır. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin bir tür tarihî iddialar listesi olmasının nedeni de budur. “Bunu kanıtlamak için” diye yazmıştı Jefferson “gerçekleri tarafsız dünyanın görmesini sağlayın”. Gerçekler, bilgi, deneyim, kanıt. Bu kelimeler hukuktan gelir. 17. yüzyıldaysa o dönem “doğa tarihi” denen alana taşınmışlardır: Astronomi, fizik, kimya, jeoloji… 18. yüzyılda artık tarihe ve politikaya da uygulanmaktaydılar. Bu gerçekler mantığın, aydınlanmanın, araştırmanın ve tarihin diliydi. 1787’de Alexander Hamilton, “Toplumların derinlemesine düşünme ve seçim yoluyla iyi bir hükûmet kurmaya gerçekten muktedir olup olmadıkları veya politik yapıları için sonsuza dek şans ve güce bağlı olmaya kararlı olup olmadıkları” ikilemi üzerine bir soru sordu. Bu soru bir bilim insanının deneye başlamadan önce soracağı türden bir soruydu. Cevabını ancak zaman gösterecektir.
Fakat zaman çoktan geçmişti. Başlangıç çoktan sonuçlanmıştı. Peki o hâlde tarihin hükmü neydi? Bu kitap bu soruya, Amerikan tarihinin hikâyesini Kolomb’un 1492’de kıtaları birbirine bağlayan ve sadece birbirine bağlamayan aynı zamanda iç içe geçmiş, düğüm olmuş ve ayrılamaz bir dünyaya neden olan yolculuğundan itibaren anlatarak cevap verme girişimde bulunmaktadır.
Amerika kolonilerinin yerleşmesini, ülkenin kuruluşunu, iç ve dış göç yoluyla genişlemesini, iç savaşa sürüklenişini, Avrupa’daki savaşlara girişini, bir dünya gücü olarak ortaya çıkışını ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir dünya gücü olarak yükselişini ve rolünü, modern liberal dünya düzeninin hukukun üstünlüğü, bireysel haklar, demokratik hükûmetler, açık sınırlar ve serbest piyasa kuruluşundaki duruşunu kronolojik biçimde aktarmaktadır. Bu kitap devletin sınırları dışındaki komünizmle ve sınırları içindeki ayrımcılıkla yüzleşmesini, kendi içindeki çatlakları ve ayrışmaları ve 2001 yılında iki uçağın, New-York Packet’in baskıcılarının genç bir anneyle altı aylık bebeğini ve anayasayı içeren veya içermeyen versiyonlarıyla Columbian Almanack’ı sattıkları ve uzun yıllar önce yok olan dükkânın eskiden bulunduğu noktadan sekiz blok ötedeki Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine çarpmasıyla başlattığı savaşı yeniden anlatmaktadır.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap AdıAmerika Birleşik Devletleri Tarihi
- Sayfa Sayısı880
- YazarJill Lepore
- ISBN9786256647206
- Boyutlar, Kapak15 x 24 cm, Karton Kapak
- YayıneviVakıfbank Kültür Yayınları / 2024