Aniden bastıran sağanağın kalbine, korunun derinliklerine doğru koşturan bir çocuk var orada. Serseri bir kurşun bu körpe teni delip geçiyor ve tiz bir çığlık yükseliyor gürgen ağaçlarının nemli dalları arasından. Avcıların avı, annesinin dermansız yarası, kardeşininse dinmek bilmez nefretine dönüşüyor kandan ve yağmurdan sırılsıklam olmuş çocuk bedeni.
Sylvie Germain Amber Gece’de, Gecelerin Kitabı’nın emaneti Péniel ailesinin destansı, tılsımlı yazgısına taze bir soluk üflüyor; öfke ve kör nefretin yalınayak giriştiği amansız mücadele sızısı derin, anısı kutsal bir iz bırakıyor. Küllenmeye yüz tutmuş intikamın koru harlanıyor; uyanmakta olan Paris sokaklarında kopan feryat ıssız taşrada yankılanıyor, cinayetten aşka uzanan hercümerç içinde boğuluyor.
Bir katil lazım, bir de ölü… Peki ama büyü ve gerçeğin çıkmazında, hırsla, kinle ateşlenen nihayetsiz ıstıraba, kanı kurumamış yaraya avuç açıp kulak vermek mümkün mü?
Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’la edebiyat tarihine bağışladığı sonsuz lanete karşı bir büyübozumu…
İÇİNDEKİLER
AĞAÇLARIN GECESİ ………………………………………………….. 17
RÜZGÂRIN GECESİ …………………………………………………….. 73
TAŞLARIN GECESİ…………………………………………………….. 133
AĞIZLARIN GECESİ ………………………………………………….. 207
MELEĞİN GECESİ ……………………………………………………… 269
ÖBÜR GECE ……………………………………………………………….. 317
– Hayır, kapanmıyordu kitap. Bitemezdi çünkü, susamazdı. Oysa savaş, hep geri dönen savaş insanları susturmuş, sesini soluğunu kesmişti onların. Milyonlarca ve milyonlarca insanın adını, vücudunu ve sesini bir kül yığınına çevirmiş olan savaş.
O caniler döneminde yaşamış olan onca insanın ruhunu hiçliğe gömen savaş. Gördüğü akıl almaz bir düş yüzünden yatağında kan ter içinde kalmış biri gibi, kanın ve küllerin arasında sağa sola dönüp duruyordu kitap.
Çöle dönmüş ve alabildiğine çökmüş bir göğün ağırlığı altında ezilmiş dünyada, hışımla yere vurulmuş ve nerede durduğunu bilemeyen bir yaralı gibi, doğrulup kalkıyordu kitap.
Unutulup gitmiş, anılmaz olmuş adların kitabı; çığlıklara dönüşmüş adların kitabı. Soluk soluğa.
– Unutuluştan, suskunluktan sıyrılan adların kitabı. Bölük pörçük savrulan, yaprak yaprak, adım adım, sözcük sözcük, yeniden gezip dolaşmaya başlayan, gecelerin kitabı. Yere ters, göğe ters.
Kitap kapanmıyordu, böğürleri paramparça bir bellekle kolanlanmış omuzları öbür insanların yükünü taşımak için yaratılmış insanın adımlarıyla, sayfa sayfa, yeniden yola koyuluyordu. Yüreği asla pes etmez insanın adımlarıyla bir kez daha yola çıkıyordu. Ve geceye karşı gidiyordu.
AĞAÇLARIN GECESİ
1.
Müthişti çünkü annenin çığlığı, oğlunun ölüsünü getirdiklerinde. İlk göz ağrısı oğlunun. Gençliğinin meyvesi, yağmurlu bir günde, teninin muhteşem çıplaklığında gebe kaldığı çocuk. Köyleri düşman işgali altında ve babası çok, çok uzaklarda tutsak iken, bekleyişin müjdelerini vermiş olan çocuk. Uzadıkça uzayan o bekleyişte, anaoğul tek başlarına kaldıklarında, etiyle kanıyla beslediği, koynunda uyuttuğu, yanıbaşında oynayan, büyüyen çocuğu. Savaş ikliminin göbeğinde, annesine neşe ve umut yaratan minik can yoldaşı. İlk göz ağrısı, gözünün bebeği, aşkından doğma aşkı. Küçük-Davulcu.
Doğrusu, müthişti o çığlık, vücudunun var gücüyle attığı, sanki yerin dibinden gelen ve göğün bittiği yere dek yükselen çığlık. Zamanın öbür ucundan gelen bir çığlıktı bu. Delirmiş, hayvana dönmüş, nesneleşmiş, en basit ögeye dönüşmüş kadının çığlığı.
Baba geldi. Kapı aralığında dikilen, başları öne düşmüş üç avcının kollarına enlemesine, upuzun devrilmiş oğlunun kaskatı, sırılsıklam cesedini gördü. Avcı giysileriyle, çamura bulanmış çizmeleriyle, kolları kana bulanmış üç adam. Dağarcıkları bomboştu, dışarıda yağmurun altında, otların içine fırlatılmış tüfeklerin dibinde yatan köpekleri sızlaşıp duruyordu. Çocuğun cesedini öyle sıkıntılı ve iğreti tutuyorlardı ki, düştü düşecek gibiydi.
O sırada karısının, kıvranmakta olan ve çığlık atarken iki yana yalpalayan vücudunu gördü. Çocuğu bırakıp doğruca ona gitti adam, onu kollarına aldı. Göğsüne sımsıkı bastırdı karısını, onu oğullarının ölümünden uzaklaştırmak istercesine, diri erkek vücuduyla sardı. Ne var ki, kadın kollarından kurtulup dosdoğru çocuğa koştu. Onun minik vücudunu öylesine umulmadık biçimde ve vahşice kavradı ki üç avcı karşı koymaya fırsat bulamadı. Ve kucağında oğluyla, yağmurun altında, dümdüz koşturdu gitti.
Adamlar daha eşiği bile geçemeden gözden kaybolmuştu kadın. Onlar da yağmurun altına fırlayıp peşinden koştular ve onu, avluda, yolda, kırlarda aradılar, ama bulamadılar. İzi tozu yoktu kadının. Eylül göğünden boşanan kurşuni sellerin içinde eriyip gitmişti sanki. O zaman, Onun Delisi Baptiste, yolun ortasında, taşların üstüne dizüstü yığılıp kaldı ve ağladı.
İkinci oğul Charles-Victor ise, kendisine birdenbire bir yüzyıl kadar ağır gelen beşinci yaşıyla, eşikte kalakaldı. Yapayalnız, terk edilmiş. İhanete uğramış. Evet, bir anda herkesin ihanetine uğramıştı.
Ölen ağabey, deliren anne ve gözyaşı döken baba. Kendisine dönüp bakan kimse yoktu demek! İsyan etti ve dışlanmış çocuk kalbinin en derin yerinden, herkese haykırdı: “Nefret ediyorum sizden!”
Erkekler, yanlarında köpekleriyle birlikte tam üç gün aradılar Pauline’le çocuğunu. Altın-Gece-Kurtağız, ölümün bile kendisini kabul etmediği kişi, kılavuzluk ediyordu iz sürme işlerinde. Her zamankinden daha boylu poslu, daha güçlü kuvvetli görünüyordu ve alev saçan gözleriyle, seviştiği zamanlarda olduğu gibi sürekli görünen sivri dişleriyle ve darmadağınık saçlarıyla, hiçbir zaman bu denli kurt adama benzediği olmamıştı.
Anneyle çocuğu, üçüncü günün akşamı, Açık-Hava-Aşkı Korusu’nun tam ortasında buldular. Pauline, gövdesinin dibine büzüldüğü dev bir çamın alçak dalları altında, mavimsi yeşil alacakaranlığa gömülmüş haliyle, bir kadından çok dişi bir kurda ya da tilkiye benziyordu. Oğlunun, morumsu mavi, yapış yapış cesedini karnına bastırmış, oturuyordu. Çocuğun pis gazla şişmiş koca karınlı, kokuşmaya başlamış cesedinden yayılan kokular, eğreltiotlarının, mantarların ve yosunların arasında bitmiş ağaççileklerinin ve çürük atkestanesi kabuklarının kokusuna garip biçimde karışıyordu. Sık dalların yeşil gölgesinde, Pauline’in kıpırtısız gözleri, çakmaktaşı kırıkları gibi parlıyordu.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAmber Gece
- Sayfa Sayısı320
- YazarSylvie Germain
- ISBN9786257370646
- Boyutlar, Kapak13,5*21 cm, Karton Kapak
- YayıneviSel Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kral Salomon’un Bunalımı ~ Romain Gary -Émile Ajar
Kral Salomon’un Bunalımı
Romain Gary -Émile Ajar
Bulaşıcı bir iyimserlik, yıkıcı bir ironi ve yürekte taşınması güç hassasiyetler kuşanmış, tüm toplumsal önyargı ve klişeleri tehlikeye atan karakterleriyle faşizmin duyarsızlaştırdığı Fransız toplumuna...
- Dağlardan Duyur Onu ~ James Baldwin
Dağlardan Duyur Onu
James Baldwin
James Baldwin’in otobiyografik öğeler taşıyan, 1953 tarihli ilk romanı Dağlardan Duyur Onu, 1935 yılında bir cumartesi günü Harlem’de geçer. Grimes ailesi ve komşularından oluşan...
- Derviş ve Ölüm ~ Meşa Selimoviç
Derviş ve Ölüm
Meşa Selimoviç
Usta yazar Meşa Selimoviç’ten otuz değişik dile çevrilmiş, önemli edebiyat ödüllerine layık görülmüş bir başyapıt… Boşnak yazar Selimoviç’in1967’de yayımlanan Derviş ve Ölüm adlı romanı,...