Altınçayır Vadisi’nin menekşe boyalı evinde annesi, babası, büyükannesi ve kedisiyle yaşayan Asinaz, can dostu Semagül’ün özlemiyle doludur. Babasının yıllar önce kaza geçirmesine neden olan altın madeni yeniden açılmış, pek çok aile vadiden taşınmak zorunda kalmıştır. Vadinin çocuk grupları Hayalciler, Bilimciler, Kuşçular ve Altıncılar oyunlarını sürdürür, yetişkinler maden konusunda ne yapacaklarını düşünürken, Asinaz’ın aklı Semagül’de ve günden güne suskunlaşan annesindedir. Aradığı cevapların onu zamanda bir yolculuğa çıkaracağından ise henüz habersizdir… Dil ustası Latife Tekin çocuklar için yazdığı ilk romanında, doğayı ve insanı masalsı bir anlatımda buluşturuyor.
İçindekiler
Sis Dağılana Kadar…………………………………………………………9
Hayalciler Grubu………………………………………………………… 16
Mançidaçe’nin Zamanı ………………………………………………..20
Altıncılar Grubu………………………………………………………….26
Büyük Savurgan…………………………………………………………..32
Bilimciler Grubu…………………………………………………………. 36
Altın Madeni……………………………………………………………….39
Kuşçular Grubu …………………………………………………………..46
Liderler Grubu ……………………………………………………………50
Masalın Devamı…………………………………………………………..56
Altınçayır’da Bahar ……………………………………………………..60
Mavi Haberci……………………………………………………………….65
Geç Vakit Yolcuları………………………………………………………70
Gülyoğun Köyü …………………………………………………………… 76
Otların Dili…………………………………………………………………. 81
Geçmiş ve Gelecek……………………………………………………….84
Sis Dağılana Kadar
Sisin içinde bir kız çocuğu koşuyordu. Başını kaldırıp göğe bakmadan keçi dumanıyla kaplı dağın göğsünde çalıları, dikenleri şaşırtıp hızlanıyordu birden. Dolunay beyazına kesmiş güneşe karşı yol açıyordu kendine. Islak kayalıklarda şaklayan kırbaç sesini, kırılıp ufalanan taşların çıkırtısını duymuyordu sanki. Ayağının altında ezmekten korktuğu otlar böcekler varmış gibi hafif sıçramalarla yamaç yukarı tırmanıp yavaşladı. Deli zeytin ağaçlarının denize doğru çarpıldığı tepede başka kimsecikler görünmüyordu.
Sis aşağılarda incelmeye başlamıştı ama rüzgâr, bulutları dalga dalga yırtıp parçalayarak yükseklere çekiliyordu. Havanın daha da kapanacağı anlamına geliyordu bu. Cüce keçi çobanı, kasketinden çizmelerinden tanıyıp, “Hey, Asinaz!” diye arkasından seslendi ona. “Topal bir oğlak gördün mü buralarda?” Sabahtan beri aramadığı yer kalmamıştı. Sarı benekli keçi yavrusu kayıptı. Kulağına bir çıngırak sesi çalınmıştı çalınmasına ama acelesi vardı Asinaz’ın. Görmediğini söyleyip, elinin uzandığı dallara yapraklara tutunarak top çamların oturduğu düzlüğe çıktı. Sopasını sallayarak tek başına nereye gittiğini soran Cüce Çoban’a ses vermeden kasketini çekiştirip hızlandı sonra. “Karaboğular düşer peşine, dur!” diye haykırarak tırmanıp yetişti Asinaz’a Cüce Çoban. Sopasıyla bu kez yükseklerde bir yeri gösterip, “Yeşil kayalıklara gitme sakın, gidersen de kokusunu içine çekme,” dedi soluğu kesilerek. “Altın süzmeye mi çıktın yoksa? Cadı ninen mi gönderdi seni?” Akşam yemeği için acıkulak toplayacağını söyleyip geçiştirmeye çalıştı Asinaz onu. Büyükannesinin iki dünya arasında gidip geldiğinden söz edeceğini, evlerinin altındaki gizli mahzeni soruşturacağını biliyordu çünkü. Nerede görse, uzaktan seslenip Asinaz’ın yanında bitiverir, sopasıyla önünü kesmeye çalışarak lafı büyükannesinin cadılığına, altın tüccarından kalma haritaları hangi duvar deliğine sakladığına getirirdi hep.
Köyün ondan önceki iki çobanını yıldırım çarpmış, on beş gün arayla ikisi de ölmüştü. Sorularıyla büyük küçük herkesi usandırmıştı Cüce Çoban ama Karaboğular’ın korkusundan kimse Altınçayır’da çobanlık yapmak istemiyordu. Yeşil kayalıklardan doruklara doğru Kızıl Dağ’ın yamacında taşlar öyle şekillenmişti ki, boyunlarında içi dolu çuvallarla elleri başlarının üstünde iki büklüm yürüyen yüzlerce yarı çıplak insan öylece donup kalmış gibi görünüyordu. Aralarında, ellerinde kırbaçlarla taş kesmiş; göz oyuklarına, burun kıvrımlarına kadar yüz hatları belirgin, haykırıyormuş gibi ağızları açık koca kafalı kaya adamlar vardı. Krala altın cevheri taşıyan köle işçiler olduğu söyleniyordu taşa dönüşmüş bu kafilenin. Kara yağmur mevsiminde, dumanlı havalarda ete kemiğe bürünüp geziniyorlardı. Kırbaç sesinden uyunmazdı o günlerde. Geceleri tek başına dışarı çıkmaya korkardı insanlar. “Aklına getirme, çağrıldıklarını sanıp dağı çatlatarak canlanırlar yoksa,” demişti büyükannesi.
Güneşin beyaz ışıkları altında tombul yanaklarının ortasına gömülmüş yapışık burnu, gözlerinin içine giren püskül püskül saçlarıyla yaşlı bir çocuk gibi görünüyordu Cüce Çoban. “Sen ninene benekli mantar topla asıl,” deyip gülecekken tükürüğünü boğazına kaçırıp boğulurcasına öksürmeye başladı. Doğrusu ya, gün ışıyana kadar gözünü kırpmamıştı kırbaç sesinden. Öksüre yutkuna soluğunu düzene sokup, ağzını Asinaz’ın kulağına yanaştırarak, “Külahlı servilerin altından çiriş kökü söküp götür, bilir o ne yapacağını,” dedi. Dili dişlerine takılıyormuş gibi, sözcükler patlayıp sönüyordu ağzında. “Tusula’nın hazinesi yetmiyor mu size?” Asinaz yakasını nasıl sıyıracağını düşünmeye başlamıştı ki, rüzgâr güneşin önündeki perdeyi çekip aldı bir anda. Başıboş gezinen sürüden yayılan çıngırak sesiyle sopasını koltuğunun altına kıstırıp yanından kayboluverdi Cüce Çoban. “Tusula’nın haritasını bul getir, altın çiçekleri sana vereceğim,” diye seslendi koşarken.
İsterse o çiçeklerin bir yaprağıyla babasına uçan sandalye alabilir, annesini bir daha işe göndermezdi hiç Asinaz. Cadı kocakarı, acıkulaktan ne ilacı kaynatacaktı akşam acaba? Denizde çalkalanan dehşetli bir uğultunun gümbürdeyerek kayalıklara çarpmasıyla yürüyüp koşmaya başladı Asinaz. Aynı anda her yerde birden taşlar çıkıyordu sanki. Gökten çığ düşüyormuş gibi birbirinin üstüne yığılıp karışan bulutlarla yarışırcasına, eski maden işletmesinin terk edilmiş binalarını geçip yamaç aşağı kıvrılan patikaya saptı.
Taşların çıkırtısı çıngırakların yankısına karışarak boğulup gitti ardında. Tılsımlı mı yoksa zehirli miydi üstlerine çöken sis, büyükannesinden daha iyi bilemezdi bunu Asinaz. Dışarı çıkmaya can atıyordu ama tartışmak anlamsızdı onunla. Sabaha kadar gözünü kırpmamıştı heyecandan. Kafasında hayaller uçuşurken odasına kapanıp kalmayı kim isterdi ki? İzin alabilmek için evlerinin arkasındaki deniz fenerine kadar koşup döneceğini söylemişti. Günlerdir yağan yağmur, derelerini taşırıp kayalıklarını yıkadığı vadiye hafif bir çisentiyle veda edecekti artık. İki ağacın arasından geçip toz inceliğinde uçuşan bu son damlacıklara yüzünü verenlerin ümitleri boşa çıkmaz, hayalleri gerçek olurdu. Fenerin avlusundaki iki mandalina ağacının arasından geçip, biricik arkadaşı Semagül’e kavuşmak için dilek tutacaktı. Büyükannesine eski meyve bahçesine gideceğini söylese dışarı bırakmazdı onu kesinlikle.
“Son damla yüzüne düşmezse dileğin kabul olmaz ki, acele etmen gerekmiyor, yarın öbür gün de sis yağacak,” diyerek durdurmaya çalışmıştı büyükannesi yine de Asinaz’ı. Sis dağılana kadar her gün koşup yüzünü ıslatacaktı o da, kendini Semagül’e duyurana kadar deneyecekti şansını. Gözlerinden yaşlar aktığını görünce, “Kalbine duman dolar,” diyerek, atkısının ucuyla ağzını burnunu kapamasını söyleyip pes etmişti sonunda. Yağmur mevsiminin ardından bastıran bu ilk sise boşuna ‘keçi dumanı’ demiyorlardı. İnsanın canını söndürürdü bu hava. Kulağında taşların çıkırtısıyla patikadan ayrılıp arkasına bakmadan eski kaleye doğru hızlandı Asinaz. Kayaçlardan şırıldayarak inen suların toplandığı Kirli Göl’ün başında durdu. Köylüler Ağılı1 Çanak diyordu altın madeninden kalma bu büyük çukura. Yüzünü vadinin karşı yakasında belli belirsiz seçilen dağlara dönerek, “Semo!” diye seslendi üç defa. “Duyuyor musun beni? Heyy!” Yana kayan kasketini dalgınlıkla çevirip omzunun üstünden esen mandalina kokusunu içine çekti özlemle. İkisinin en sevdiği meyveydi mandalina, ne zaman ona seslenecek olsa, havaya yeni soyulmuş mandalina kokusu yayılırdı.
Canım arkadaşım, Gece rüyama girdin yine. Öyle güzel gülüyordun ki, ağzından pul pul ışıklar dökülüyordu. Ellerimizde bal tutmuş mandalina yapraklarıyla karıncaların bayramına gidiyorduk ikimiz. Ama bayram neşemiz uçuyordu bir anda. Yağmurdan sonra yeryüzüne çıkan kanatlı, kabuklu böceklerin çıtırtısı kaplıyordu havayı. Karanlık suların bastığı yuvalarına dönüyordu karıncalar, telaşla. Sen diyordun ki, “Vakit geldi, soluğunu tut, peşlerine takılacağız, bizi geçmişe götürecekler.” Sonra siste kaybolup gidiyordun birden. Şaka yaptığını düşünüp arkandan saymaya başlıyordum, 110, 120, 130… Ben saydıkça aydınlanıyordu ortalık, çıkıp gelmeni beklerken titremeye başlıyordum. Bilmediğim bir dünyadaydım. Uyandığımda, acıyla yanıyordu kalbim. Karıncalar seni geçmişe götürüp, beni geleceğe bırakmışlar.
Gözlerine yaşlar dolmuştu ki, bir top sarı ışık düştü önüne. Bulutlar çözülmüş akıyordu aşağı. Öyle akıyordu ki güneş pulları, güneş telleri ışıyıp inceliyordu havada.
İndiği yamacı kat kat bölen, sıra sıra örülmüş mandal duvarlarına doğru hızlanıp yağmur sonrası oluşan şelalelerin kıyısında soluklanarak, Siyah Orman’a bakan açıklığa ulaştı. Kuru Ağaçlar Korusu’nun altındaki terk edilmiş meyve bahçesinden kuzusuna yonca toplayacaktı. Sırt çantasına sakladığı bez torbayı çabucak doldurup geri dönmesi gerekiyordu, sis kalınlaşmaya başlamıştı çünkü. Yüzünü bir kez daha toz inceliğindeki damlacıklara tutup, kararmış dalları ve gövdeleriyle çalılaşmış akasya ağaçlarının arasından yıkık bahçe duvarına doğru yürüdü. Yaz başında dağılan Hayalciler Grubu’nun başkanıydı Asinaz. Grup üyeleri birer ikişer aileleriyle kasabaya, şehre göç etmişti. Son olarak Semagül’ün gidişiyle Asinaz, Altınçayır’da tek kalmıştı. Nerede olurlarsa olsunlar, birlikte kurdukları hayalleri yaşatmaya söz vermişlerdi. İkisini birbirine bağlayan en güçlü hayal, geçmiş zamana yolculuk etmekti. Bunu herkesten saklayacaklarına ant içtikleri için kimse arkalarından çekiştiremeyecekti onları. Yoksa kurdukları bu hayali, Cüce Çoban’ın büyükannesiyle ilgili yaydığı söylentilere yoracak birileri çıkardı mutlaka.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAltınçayır Vadisi'nin Çocukları
- Sayfa Sayısı96
- YazarLatife Tekin
- ISBN9789750742040
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Çocuk / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yoldan Bir Haber ~ Fethiye Deniz Demir
Yoldan Bir Haber
Fethiye Deniz Demir
Ben Gizem Özsoy. Aşkı derya bilen ve denizin en mavisine âşık olup mavi vatanı savunma görevini üstlenmiş bir bahriyeliyim. Barlas Güçlü Soykan ise harbiyeli...
- Albayım Beni Nezahat İle Evlendir ~ İlhami Algör
Albayım Beni Nezahat İle Evlendir
İlhami Algör
Sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı, tek dişi altın olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım,...
- Sırabaşı ~ Toprak Işık
Sırabaşı
Toprak Işık
Sırabaşı’nı başlıbaşına ilginç kılan bir özelliği, Türkçe edebiyatta pek girilmemiş, bâkir bir dünyaya adım atması: Askerî okul… Askerî öğrencilerin yaşantısına dair üç öykü yer...