“Ünlü sinema yıldızının hatıraları…”
Sinema izleyicilerinin sevgilisi olarak yıllarca sanat dünyasında zirvede kalan Göksel Arsoy için en anlamlı nitelemeyi yine kadın sinema izleyicileri yapmıştır: “Bize aşkı öğreten adam!”
Kentlileşen ve değişen toplumun sinema dünyasındaki sembolü olan Göksel Arsoy, dik duruşu, zarafeti ve sosyal etkinlikleriyle de ünlenmiştir. Renkli yaşamı boyunca ilgi alanları film yapımcılığından biniciliğe, tenis oyunculuğundan havacılık tutkusuna kadar çeşitlilik göstermektedir.
Bu kitapta Göksel Arsoy’un çocukluğu, ailesi, ilk gençliği, sinema ve sahne hayatı, dostları, özel yaşamı üstüne kendi kaleminden çok şey okuyacak, ünlü sinema yıldızını tüm yönleriyle tanıyacaksınız.
İçindekiler
Neden Yazdım?, 7
BİRİNCİ BÖLÜM
Çocukluk ve Gençlik, 9
İKİNCİ BÖLÜM
Ve Yeşilçam, 45
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ve Sahne, 115
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sosyal Faaliyetler, 147
BEŞİNCİ BÖLÜM
Aileden ve Dostlardan, 171
Teşekkür, 199
Neden Yazdım?
Son yıllarda gazetelerden ve yayıncılardan hayat hikâyemi yazmak için büyük bir talep hatta baskı vardı. Bu konuda pek çok teklif de geldi. Onlara, “Siz benim hayat hikâyemi yazamazsınız çünkü beni yeterince tanımıyorsunuz. Kiminiz sadece sinemayı biliyorsunuz, kiminiz sahneyi. Ama benim bambaşka bir yaşantım daha var,” dedim. Dostlarımın da teşviki, hatta baskısıyla yazmaya başladım. Yaklaşık iki yıl oldu. Gazete kupürleri, magazin mecmuaları, fotoğraflar, film afişleri, röportajlar ve dostum İlhan Gülek’le konuşmalarım hafızamı daha da canlandırdı. Hatırladıkça yazdım, yazdıkça hatırladım. Çocukluğum, ailem, ilk gençliğim, sinema, sahne hayatım arkadaşlarım, dostlarım, sosyal çalışmalarım ve özel hayatım hakkında hiç bilmediklerinizi okuyacak ve beni sahiden tanıyacaksınız. Beni sevenlere, sayanlara, unutmayanlara minnettarım.
BİRİNCİ BÖLÜM
Çocukluk ve
Gençlik
Annem-Babam…
Annem Hesna Hanım, Hanya eşrafından Girit Mutasarrıfı Mollazade Ali Talat Bey’in torunu ve Hırkazade Ahmet Bey’in kızıdır. Babam Remzi Bey, Drama’ya yerleşen bir ailenin çocuğudur. Dedem Berkofçalı Ömer Lütfi Efendi, babaannem Zübeyde Hanım’dır. Mübadelede göç etmişler. Zor ve sıkıntılı günler yaşamışlar. O günlerin zorluğuna kanıt olacak bir olayı babam anlatmıştı. Mübadele sırasında dört atlı arabaları ile Drama’dan aile olarak telaşla yola çıkarken en küçük çocuk İhsan’ı beşikte unuttuklarını fark etmişler. Arabayı durdurup atlardan birini çıkaran babam, geriye dönüp kardeşini beşiğinden alıp getirmiş. Ne hüzünlü ve zor yıllarmış.
Girit’ten Bakırköy’e, Bakırköy’den Kayseri’ye
Annemin ailesine Girit’teki mallara karşılık Bakırköy’de bahçeli, üç katlı bir ev, babamın ailesine ise Adapazarı’nda bir çiftlik verilmiş. Bir müddet sonra Adapazarı’ndan Fatih’e yerleşmişler. İlerleyen yıllarda iyi bir motor ustası olan babam Almanya’ya giderek Junkers Fabrikası’nda çalışmaya başlamış, dizel ve oksijen motorları üzerine iyi bir kariyer yapmış. Almanların Kayseri’de kurmakta oldukları tayyare fabrikasında dizel ve oksijen motorları uzmanı eksikliği ortaya çıkınca Alman ekibindeki başmühendis, “Aradığımız adam Almanya’da Junkers Fabrikası’nda, onu getirelim,” demiş ve Hava Kuvvetleri, Dışişlerini arayarak elçilik vasıtasıyla “vatan millet” diyerek babamı Kayseri tayyare fabrikasına dizel motor uzmanı olarak getirmişler. Annem ve babam Bakırköy’de tanışıp evlendikten sonra Kayseri’ye gitmişler. Orada bambaşka bir çevrede yaşam kurmuşlar. Ben Kayseri’de Hava Üssü’nde doğdum. Kardeşim Nursel İstanbul’da doğdu.
Taş Mektep
İlkokul birinci sınıfı Bakırköy’de, Yenimahalle’deki Taş Mektep’te okudum. Taş Mektep, Reyhan Sokak’taki evimizden kırmızı tuğlalarıyla görünürdü. Bakırköy’ün en eski okullarındandı ve heybetli bir yapısı vardı. Akşam ışıklar sönünce de bir hayalet şatosunu andırırdı. Uydurduğumuz korkunç hikâyeleri birbirimize anlatırdık. Bakırköy’ün çok kültürlü yapısı okula ve öğrencilerine de yansıyordu. Bu kitabı hazırlarken hatıralarım canlansın diye Reyhan Sokak’ta dolaştım. Okulumun da önünden geçtim. O güzel okul büyük bir yangın geçirdi, sonra restore edildi ama ne yazık ki şimdi kapalı. Okuldan çocukların sesleri yükselmiyordu. Hüzünlendim. İkinci sınıftan lise birinci sınıfa kadar babamın işi nedeniyle Kayseri’de okudum. Yazları annemle İstanbul’a Bakırköy’e dönüyorduk. Dönüşteki heyecanımı ve sevincimi anlatamam. Çocukluğum hem Bakırköy’de hem de Kayseri’de geçti.
Çocukluğumun Bakırköy’ü ve Evimiz
Çocukluğumun Bakırköy’ü bambaşkaydı. Tam bir sayfiye yeriydi. Sahil yolu yoktu. İskele Caddesi’nden aşağı iner denize atlardık. Bakırköy; doğayla, sanatla, kültürle, tarihle, eğlenceyle ve denizle iç içeydi. Sahilde Bizans sütunları, lahitleri vardı. Semt, adeta bir yalılar şehriydi. O güzelim yalılar sahil yolunun geçişiyle yıkıldı. Yalılar şimdi sadece sokakların adında kaldı: Beyaz Yalı sokağı, Sakızlı Yalı sokağı ve diğerleri… Büyükbabam yani annemin babası yağ tüccarıydı O öldükten sonra yaşamımızda değişiklikler olmaya başladı. Evdeki harcamalar daha da dikkatli yapılmaya başlandı. Bir gün evdeki di. Antredeki büyük mermer masayı, sandalyeleri, duvarlarımızı süsleyen ve bakmaktan büyük zevk aldığım, hayallere daldığım bazı yağlıboya tabloları alıp gittiler. Olanlara anlam veremiyor, biraz korku, biraz endişeyle izliyordum. Anneannem durumumun farkına varmış olacak ki, yanıma gelip, ben üzülmeyeyim diye başımı okşayarak, “Yeni eşyalar gelecek, onun için bu eşyaları gönderdim,” dedi. İlerleyen aylarda yeni eşya gelmeyince durumu anlamış ve çok üzülmüştüm. Bakırköy’deki evimiz çok renkliydi: biz, anneannem, Nursel, teyzelerim, dayılarım, yengem ve yeğenim Gülcan. Sabahları Mehmet Ağa, atının iki tarafına astığı küfelerle taze sebze-meyve getirirdi. Hepsi mis gibi kokardı. Mutfakta teldolap vardı. Girit yemekleri yapılırdı. Mis gibi zeytinyağıyla sebze ve çeşitli otlar pişerdi. Bembeyaz örtülü sofraya beraber oturulurdu. Sofra adabı vardı. Aile büyüğü afiyet olsun demeden yemeğe başlanmazdı. Yemeği yapanlara “elinize sağlık” demeden sofradan kalkılmazdı. Yemeğin ardından da mutlaka büyüklere kahve gelirdi.
Küçüklere “Çocuklar kahve içmez, yoksa Arap olurlar” denirdi. Bakırköy’de pek çok çiftlik ve bostan vardı. Mahalleler adını ağaçlardan almıştı: Sakız Ağacı, İncirli, Zeytinlik, Cevizlik gibi. Bostanlardan eşeklerle, meyve-sebze gelirdi. Yazları yediğimiz kavun ve karpuzların tadı hâlâ damağımdadır. Akşamları tıka basa yedikten sonra, kasten derin kesilmemiş kavun ve karpuz kabuklarının içini de bahçedeki çöp tenekesinin başında yengemle yer, gülerdik. Annem görse kıyameti koparırdı. Yengem, benimle çocuk olurdu, ne istesem yapardı. Benim de bir yanım hep çocuk kaldı. Ama yengem gitti. Zaman zaman aklıma geliyor çok özlüyorum. Küçük dayımla da aram çok iyiydi. O beni akşamları Bakırköy’deki dondurmacı Bulgar Madam’a götürürdü. Dondurmalar Bakırköy’deki mandıralarda sağılan taze sütten yapılırdı. O zamanlar dondurma elde, İstasyon Caddesi’nde, Ebuzziya Caddesi’nde piyasa yapılırdı. Güzel giysili kızlarla, yakışıklı delikanlılar flört ederdi. İstasyonda trenin gelişi beklenirdi. Tren sesiyle çarşı dalgalanırdı. Tertemiz giyimli esnaf dükkânlarının kapısına çıkar, müşterilerini içeri buyur ederdi. Ermeni kadınlar evlerin cumbalarından, ferforjeli balkonlardan gelip geçenleri seyreder, bazılarına laf atar, onlarla sohbet eder, gülüşürlerdi. Herkes birbirini tanır, selamlaşır, konuşurdu. Esnafın çoğu Ermeni, Rum ve Yahudilerden oluşuyordu. Bakırköy ne güzel, ne samimi bir köydü. Bakırköy’ün bütün bozulmalara rağmen bugün de bu çok renkliliği, kültürlülüğü koruyor olması beni çok sevindiriyor.
Babamın işi nedeniyle Kayseri’ye göçmek zorunda kaldık. Mahallemizden yengemden, dayımdan, eniştemden ayrılmak bana çok zor geldi. Ama Kayseri’de de çok güzel bir çocukluk yaşadım. Top oynar, bisiklete biner, akşam yemeğine geç kalırdım. Nursel, saha kenarına gelir evden kızacaklar diye ağlardı. Kayseri mantısına bayılırdım. Bazı akşamlar beni subay gazinosuna samsa tatlısı almam için gönderirlerdi. Evde paket açılınca hepimize üçer tane samsa tatlısı düşerdi. O günlerde bir akşam ailece gazinoya yemeğe gittik. Samsa tatlısı istedik. Hepimize dörder tane geldi. Babam yüzüme tebessümle bakıp, “Şansımıza bak porsiyonları büyütmüşler,” dedi.
Foyam ortaya çıkmıştı. Babam yaptığımı anlamış ama beni yüzlememişti. Hava Üssü’ndeki çocukların en büyük eğlencesi bisiklet ve bisiklet yarışlarıydı. Bazen düşer yaralanır ama geç saatlere kadar bisikletin üstünden inmezdik. Hatta bazen Üs’sün dışına dakaçar, şehre giderdik. Üs komutanı özellikle hava karardıktan sonra bisikletle şehre gitmemizi tehlikeli bulmuş ve yasaklamıştı. Bizler yine de kaçıyorduk. Çok heyecanlı günlerdi. Çünkü bir de dönüp Üs’se girme zorluğu vardı. Bir gece Nizamiye kapısında bizi yakaladı ve bisikletlerimizi ceza olarak bir hafta aldı. Spor olsun diye gittiğimizi söyleyince, “Ben size spor yaptırırım, merak etmeyin,” dedi. Üsteğmen Adnan’ı spor yaptırsın diye başımıza koydu. Spora on dört kişi başladık, sekiz kişi kaldık. Üsteğmen; futbol, voleybol, jimnastik yaptırıyordu. Erciyes’te kayak yapıyorduk. Gece eve geldiğimde yorgunluktan oturamıyordum, erkenden uyuyordum. Bir süre sonra barfiks ve atletizm başladı, yüz metre koşuyordum. Babam Finlandiya’dan kabaralı koşu ayakkabısı da getirtmişti. Allah komutandan ve üsteğmen Adnan’dan razı olsun.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
- Kitap AdıAltın Çocuk
- Sayfa Sayısı200
- YazarGöksel Arsoy
- ISBN9789751418197
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviRemzi Kitabevi / 2017