Alleben neresi?
Anteplilerin iyi bildiği gibi Alleben, Antep’in içinden onu çoğaltarak geçen, kentin kültürünü biçimlendiren uzun ve güçlü Fırat Nehri’nin geçmişte “gürül gürül akan”, sonra sonra zayıflasa da Antepliler için önemini yitirmeyen kollarından biri.
Çocukluk neresi?
Ülkü Tamer, Jorge Amado’dan alıntılıyor: “İnsanın anayurdu çocukluğudur.” Antep yolculuklarını, hatıralarını anlatırken “beni oluşturan en önemli öğelerden biri. Belki yok olup gitti çoğu. Ama içimde bir yerlere o zenginlikleri define gibi gömmüşüm. Onları yeniden çıkarıp keşfetme olanağını sağlıyor” diyor. Alleben Deresi, Antep ve çocukluk… Ülkü Tamer için bu üçü, iç içe akan ve İkinci Yeni’nin büyük şairini besleyen büyük, güçlü bir kaynaktır desek herhalde yanılmış olmayız.
Alleben Öyküleri neresi?
Çocukluğunu ve büyüdüğü şehri, onun kültürünü içinde görkemli özgünlükte bir define gibi taşımayı bilen bir şairin, anayurduna, kendisine, kültürüne dair gördüklerini, hatırladıklarını öykü formunda yeniden keşfi. Ne yüzleşmekten ne sevmekten ne de hayat ve ölümden korkan, bilakis hepsini pek çok edebi formda kucaklamayı bilen cesur bir sanatçının öyküleri.
Ülkü Tamer, anılarında Antep’i anlatırken şöyle diyor: “Tepe aşılınca dünyanın en güzel resmi, Antep görülürdü.”
Buyrun işte siz, işte tepe, işte Ülkü Tamer ve işte Alleben! Dünyanın en güzel resmi.
İÇINDEKILER
Sitti Zeynep / 7
Çete İsmail / 27
Şekerci Asım / 41
Macı Hüseyin / 47
SİTTİ ZEYNEP
1
Kilidi kırmak zor olmadı. Kapak gıcırtıyla açıldı. Ayağa kalktım, elimi toza sürdüm. “Öf” dedim, “amma da tozlanmış.”
İkisi de duymadı beni. Ninem örtüyü kaldırıyordu. Eski, çok eski bir alaca; yırtılmış, kırmızı iplikle dikilmiş. Ben de olsam dikerdim bu kadar. Bir örtü daha: eski bir alaca, kim bilir hangi yılın alacası. Ben o zamanlar var mıydım: Sitti Zeynep bana masallar anlatır mıydı? Yürüyebildiği günlerden mi?
Babam kocaman bohçayı indirdi. Üstteki, toz içindeki bohçayı. Bana Sitti Zeynep’in her gün sandığı açtığını söylemişlerdi. Ninem çengelli iğneyi çıkardı; kumaşı gördüm. Renkli bir kumaş: kırmızı, yeşil, mor, yine kırmızı, yeşil, mor. Elimi uzattım. Ninem “Acele etme,” dedi. Babam küçük kürsüde kıpırdandı. Ses etmeyip çömeldim.
“Daha bir sürü kumaş var,” dedi ninem. “Giymezdi ki. Yaptırtmazdı da. Ne kadar üsteledik, giymedi. Yine sen eskileri yaktın da…” dedi. “Sırtından çıkanları gördüm. Daha bir sürü kumaş var.”
Odanın tek penceresi bahçeden üç metre yukardaydı. Sitti Zeynep hep o pencerede beklerdi yazı. Yazı, artık içinde dolaşarak bekleyecek o geniş bahçe yoktu. Odanın üç kapısı başka yerlere açılıyordu: helaya, haznaya, merdivenlere. Bizim uzun haznamız, Beyhan’ın akreplerinden korktuğu, karanlığında Sitti Zeynep’in tilkilerini gördüğümüz, uzun, soğuk, uzun haznamız nerede? “Kâkülü kan olmuş. Başı yarılmış. Hanım ana!” Başımı tülbentle bağlayarak, kana bulanmış elime şaşkınlıkla zeytinyağı sürerek beni çıkardıkları o uzun haznamız nerede? Şimdikini beş sandık, sekiz de teneke dolduruyor. Bir de çivi kutusu.
Kumaşı yere koydu ninem, “Giymezdi ki,” dedi.
Bohça kâğıt yumaklarıyla doluydu. Birini alıp açtım. İplikler. Birini daha alıp açtım. İplikler. Sonra bir düğme, iplikler, iplikler, bir düğme daha. Üçümüzün önü de kâğıtla doldu.
Garip bir bitkinlikle “Deli,” dedi ninem. Babam hiç konuşmuyordu. Bir yumak da o aldı, açtı. İplikler. Ben sevinir gibi oldum. Açtığım yumaktan iki dikiş iğnesi çıkmıştı çünkü. “Bakın,” dedim, “iki dikiş iğnesi.” İğneler, iplikler, üç düğme, bir düğme daha, biri sarı, öteki beyaz iki düğme daha, boş makaralar, kâğıt parçaları, kırık bir tırnak makası, kemik bir tarak, kırmızı bir kurdele, sayfaları eksik bir Radyo dergisi, paçavralar, kese kâğıtları, iğneler, belki yüz kadar iğne, kolonya şişeleri, kına, payyavşağı, boncuklar, patlamış kırmızı bir balon, babamın askerlik arkadaşının fotoğrafı, kâğıda sarılı süprüntü, tahta parçaları, taşlar, bir bebek, takvim yaprakları çıktı sandıktan. En alttan da bir afiş: Kanlı Kazak. Sitti Zeynep’e. Ayhan’a, Beyhan’a filmler oynattığım günlerden. Evde herkesin, Sitti Zeynep’in bile, sandık odasında afişimi aradığı günlerden.
Ninem “Kaç yılın kâğıdı bu…” dedi.
“Bilmem,” dedim, “paket mi yapacaktı ne?”
2
Kiraz Bacı odaya girdi. “Sitti Zeynep ölmüş,” dedi.
Öğle yemeğinden yeni kalkmıştık. Kiraz Bacı, Sitti Zeynep’e yemeğini götürmüştü. Merdiven başındaki odasına. Hemen döndü. “Sitti Zeynep ölmüş,” dedi.
Babam aşağıya gitti. Döndüğünde onun sesi de olağandı. “Evet, ölmüş,” dedi. Ninem hemen Nezihe Hanımlara koştu.
Biraz sonra dört arkadaşı geldi babamın: Kemal Bey, Osman Bey, İbrahim Bey, Nuri Bey. İkindi namazına yetişsin diye telâşlanıyorlardı. Osman Bey doktora gitti. Kemal Bey, “Belediye hoparlörüne vermeyecek misiniz?” diye sordu. “İstemez,” dedi babam. “Ama tanıdıkların haberi olsun,” dedi Kemal Bey. Babam istemedi. Kardeşinin cenazesinde kimseler olmayacaktı. Bunu Kemal Bey’in aklı almıyordu. “Hoparlörden duyursak tanıdıklar gelirdi. Cemaatsiz cenaze olur mu? Bari iki camide selâ verdirelim,” dedi.
Dört gün önce İstasyon Caddesi’nede gözüme bir karınca kaçmıştı. Hemen o akşam kızarmış, akmaya başlamıştı gözüm. Ertesi gün doktora gitmiştim. İlâçlar, iğneler vermişti doktor; ama gözümün akması kesilmemişti. Ağladığımı sanarlar diye sıkılıyordum şimdi.
“Dört gün önce karınca kaçtı gözüme,” dedim. “Nerede?” diye sordu İbrahim Bey, “İstasyon Caddesi’nde.” “Doktora gittin mi?” “Gittim ama fayda etmedi.”
Nuri Bey “Nasıl ölmüş?” diye sordu.
“Bilmiyorum,” dedim. “Oturuyordum. Yemekten sonra. Kiraz Bacı gelip ‘Ölmüş,’ dedi. Hepimiz şaşırdık.”
Nuri Bey, İbrahim Bey’e döndü, “Kurtulmuş,” dedi.
Mutfağa gidip buzdolabını açtım. Şişeden bir yudum su içtim. Holden Kiraz Bacı’nın sesini duydum. “Sular kesiliyor; bari hortumla banyoya su doldursak,” diyordu. “Olmaz,” dedi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAlleben Öyküleri
- Sayfa Sayısı64
- YazarÜlkü Tamer
- ISBN9786257854191
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKetebe Yayınevi / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cennet Çayırı ~ John Steinbeck
Cennet Çayırı
John Steinbeck
Bir doğa harikası olan Cennet Çayırı keşfedildikten sonra kimisi kafasında ütopyacı fikirlerle, kimisi başka hayatlardan kaçmak için buraya gelmiş, görünüşte sıradan yaşamlar süren sakinler...
- Bizim Sınıfın Halleri ~ Pelin Güneş
Bizim Sınıfın Halleri
Pelin Güneş
3-E sınıfına giden Togancan’ın arkadaşları bir alem doğrusu! Bunu anlamak için sınıf isim listesine şöyle bir göz gezdirmeniz bile yeterli aslında. Mertefe, Bilgenaz, Bestesu,...
- Rabarba ~ Kasım Hasan Ünal
Rabarba
Kasım Hasan Ünal
“Kuyruk acına bir isim takıyorsun. Kaldırımlarda dengesiz, hedefsiz, çarpık yürüyüşünü bu isme yoruyorsun. Altı gece önce kalabalıklar arasında kaldırımda yürürken önünü kesip yüzüne hırlayan...