Yeni gelen emirde, beş günde Akbaş İskelesi’ne gidecek, oradan da vapur ile Anadolu’ya geçecekmişiz.
…Ben siperde düşmanla karşı karşıya olmalıyım. Çünkü çarpışmak, boğuşmak istiyorum. Hem ben, kendimin ne olduğunu anlayayım, hem düşman…
…Maydos [Eceabat]… Bu küçük ve şirin kasaba şimdi ne matemî bir manzara arz ediyordu. Binaların hemen hepsi düşman mermileri ile yıkılmış, yakılmıştı.
…Yanımda akşam namazı kılındı. Huşû içinde dinledim. Bu dindar seslerde öyle hoş bir ahenk vardı ki… Hikmet-i ilâhî, dinledikçe kalbime soğuk bir su serpiliyor gibi oluyor.
…Vadiye paralel giden yamaca çıktığımız zaman, solda yeni birkaç mezar nazar-ı dikkatimizi çekti. Bunların ekserisinin üzerinde hiçbir işaret yoktu. Bazılarında birer ağaç dalı, iki üç tanesinde de kırık tahtalar vardı.
…Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim.
…Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tüfek patlıyor… Şimdi birinci onbaşım yaralandı.
Allah’a ısmarladık…
***
İçindekiler
Takdim …. 9
Önsöz …. 15
Giriş …. 15
Gelibolu Muharebatı Hatıratı …. 43-137
Dizin …. 139
Ekler …. 141
-Ek-ı İbrahim Naci Efendi’nin Künyesi …. 142
-Ek-2 Yüzbaşı Bedri Efendi’nin Künyesi …. 143
-Ek-3 İbrahim Naci’nin yeğeni Nüzhet Hanım’ın günlüğün sonuna yazdığı not …. 144
-Ek-4 Günlükten sayfalar …. 145
-Ek-5 Güzergâh Haritası …. 160
Takdim
Seyit Ahmet SILAY
Savaşlar… İnsanoğlunun var olduğu günden beri ölümleri, gözyaşlarını, yok olan hayalleri beraberinde getiren, tarihin kanla boyanmış sayfaları…
Savaşlar, tarih sahnesine çıktığı günden beri hayatta tutunma ve var olma mücadelesi veren biz Türklerin alın yazısı, kaderimizin ayrılmaz bir parçası… Asya bozkırlarından nihâî vatan toprağımız Anadolu’ya taşıdığımız bu alın yazısıdır ki; bizi bu topraklarda var kıldı. Gelecek nesillerin, üstünde hür yaşayacağı, eşsiz bir vatan toprağı bıraktı.
Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı… Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti ve genç yaşında dul kalan kadınlarımızın ağıtlarıydı…
Âh Çanakkale!.. Vatanın hürriyeti, din-i mübîn-i İslâm’ın izzeti uğruna toprağında binlerce şühedanın ebediyet uykusunda yattığı Çanakkale!..
Ne canlar emanet ettik senin bağrına… Yolu hasretle beklenen babalar, evlatlar, ağabeyler, kocalar…
Koynunda, sadece şehit bedenlerini değil; aynı gayeye koşar adım giden binlerce vatan evladından her birinin ayrı ayrı hayat hikâyelerini, sevdalarını, hüzünlerini ve hayallerini de saklıyorsun…
Ve siz, o kutsal topraklarda yatan aziz şehitlerimiz!..
Gün geldi, yağmurlar ıslattı… Güneş kuruttu… Bazen bir pulluk çıkardı gün yüzüne… Tarlasını süren bir çiftçinin ayaklarında ezildi kemikleriniz. Yitik bedenlerinizin adı bile yoktu. Sadece “Mehmet” kaldı isminiz tozlu arşivlerde. Günü birlik turlarda sadece bir hatırasınız şimdi. Bir günlük konuşmalarda anılıyor isminiz yabancı dillerle. Başka toprakların insanları gibiydiniz…
Uzunca bir zaman “yok” yazıklınız, resmî yoklama defterinde. Tarih derslerinde, ı. Dünya Savaşı’nın küçük bir cephesindeydiniz akıllara kazınan. Ziyarete kapalı kaldı yıllarca, kanlarınızla yoğrulan topraklar. Hatıralarınızın adına “hurda” dediler… Hoyratça, yok edercesine taşıdılar kamyonlarla…
1995, bu topraklara ilk gelişim, “Gönül Bahçem” burası dediğim gün… Bir mermi çekirdeğine dokunuşumdu zamanda yolculuğumun başlangıcı. Kayıtsız kalamayacağımı anladığım gündü, mezar taşlarındaki şehit yaşlarını gördüğüm an. Sık rastladığım kemiklerin ne olduğunu sorduğumda anladım, Akif’in Çanakkale şiirini. Dar ve soğuk siperlerin, nefreti ve sevgiyi nasıl bir arada kucakladığını hissettiğimde, anladım yüreklerin acısını. Babalarını bu topraklarda bırakmış çocukların hüznünü görürüm, her akşam yatmadan öptüğüm çocuklarımın gözlerinde.
Şehit ve gazilerimizin aziz hatıralarına hürmeten çıktığım bu yol, hayatınım belki de en önemli parçası haline geldi. İlk gittiğim gün başladım harp hatıraları toplamaya… Bir, iki, üç derken bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde kayıtlı büyük bir koleksiyon haline geldi. Savaşta kullanılmış askeri mühimmat ve silahlardan, askerlerin kişisel eşyalarına, mektuplara, fotoğraflara kadar ne bulduysam satın aldım.
Gün geldi, binleri haberdar oldu. Gazete ve televizyonlar 18 Mart haftasında evimde çekimler yapmaya başladı. Bu istekler beni rahatsız etse de, görünmesi ve bilinmesi gerektiği düşüncesi ile “hayır” diyemiyordum…
14 Mart 2012 tarihinde, elektronik posta kutuma gelen bir mesaj, günlerce uykusuz kalmama sebep oldu:
“Merhaba; Elimde Çanakkale Savaşında şehit düşen (şehit düştükten sonra da birliğin imamı tarafından yazılan bir not olan) bir akrabama ait Osmanlıca günlük mevcut. Bu günlüğün şimdiye kadar Türkçe’ye çevirisini yaptıramadım veya başka türlü değerlendirme fırsatı bulamadım. Bugün haberlerde bu konuyla ilgili çalışmalarınızı duyunca sizinle iletişim kurmak istedim. Bu konuda bana yardımcı olabilirseniz sevinirim. İyi çalışmalar…”
Okuduğumda vakit gece yansını çoktan geçmişti. Hemen telefona .sarıldım. Ancak, tanımadığım, konumunu, hissiyatım, yaşım bilmediğim bir hanımefendinin mesajıydı bu… Sabaha kadar elimde telefon, defalarca okudum bu mesajı…
Sabah olup aradığımda, benim için zor geçen birkaç gün sonrasına randevulaştık. O gün geldiğinde, tevâfuken İstanbul’da olan sevgili dostum, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Lokman Erdemir’le birlikte gittik buluşmaya. Hanımefendi, çantasından çıkarıp günlüğü bana uzatmıştı. İşte o an tanıştım Şehit Mülâzım İbrahim Naci ile… Sanki yıllar öncesinden bir tanıdıktı da o gün çıkagelmişti karşıma…
Koleksiyonumun eksik bir parçasını böylece tamamlamıştım.
Dr. Lokman Erdemir tarafından çevrisine başlanılan günlüğün her bir sayfası ile İbrahim Naci’yi daha iyi tanıyordum. Bu arada İbrahim Naci ile ilgili, elimdeki günlüğün dışında daha başka ne tür bilgiler edinebilirim diye araştırmalara başladım…
Öncelikle fotoğrafı var mıydı? l. Dünya Savaşı dönemi basılan ve koleksiyonumda tamamı bulunan Harp Mecmuası’ndan başladım araştırmaya. Harp Mecmuası’nın her sayısına şehitlerimizden bir kaçının fotoğrafı basılıyordu. 1916 yılı Mart sayısına geldiğimde, kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu. Evet, işte İbrahim Naci karşımda…
İbrahim Naci’nin şahadetini anlatan ve sonra kendisi de şehit olan bölük komutanı Yüzbaşı Bedri’nin tarif ettiği gibi; ince, narin ve zeki bakışlı… Henüz 21 yaşının başında bıyıkları yeni terlemiş, sevdasıyla, ümitleriyle, yaşama arzusuyla, cepheden gelen şehit ve yaralıları gördüğünde; “Beni de ön cephede görevlendirin” diye yüzbaşısına ricada bulunacak kadar vatan aşkıyla dolu İbrahim Naci…
Günlüğünün ilk sayfasında “ailemin adresi” dediği ve günlüğünde sıkça, özlemle bahsettiği evi ve ıhlamur ağaçlarını görmek, bulmak istedim. Muzaffer Albayrak’la birlikte gittik… Bahsettiği ıhlamur ağaçlarının arkasında, sokağı ve numarası yazdı evi bulduk. Yarımdaki ev yapıldığı döneme has özelliklerini muhafaza ederken bu evin üzerine üç kat daha çıkılmıştı.
Defterin tercümesi bitip tamamı okunduğunda “Ve dünkü düşüncenin verdiği hüzünle defterimi açtım. Acı hatıralarımı kaydediyorum. Fakat bilmem bu satırları ailem okuyabilecek mi? Defterim oraya kadar gidecek mi?..” sözlerinde en büyük korkusu gizliydi; Unutulmak! Onun bu isteğini bir vasiyet olarak gördüm. Şehidimizin bu arzusunda beni vesile kıldığı için Rabbime binlerce şükürler olsun.
Bir diğer husus; “kitabın ismi ne olmalı?” konusuydu. Aramızda isim konusu konuşulurken; “Biz niye isim bulmaya çalışıyoruz. İbrahim Naci’nin şehit olmadan önce deftere yazdığı son söz nedir?” diye sordum. İbrahim Naci, günlükteki son cümlesini; “Allahaısmarladık” diyerek bitiriyor ve imzalıyordu. O halde isim bu olmalıydı: Allahaısmarladık!
Son söz olarak; bu günlüğü eline geçtiği andan itibaren muhafaza edip bana ulaştıran Pelin Örnek Hanımefendi’ye şükranlarımı sunuyorum.
21 yaşına henüz girmişken şehit olan İbrahim Naci’nin vatan aşkıyla atan kalbi, umarım milyonların yüreğinde 98 yıl sonra yeniden hayat bulur. Aldığımız her bir nefesin, bu topraklar için birilerinin verdiği “son nefes” sayesinde olduğu şuuruyla bir ömür geçirmemiz dileğiyle, Allahaısmarladık…
Seyit Ahmet SILAY
Çanakkale Savaşı
Harp Malzemeleri ve Belgeleri Koleksiyoneri
www.canakkalemuzesi.com
Önsöz
Dr. Lokman Erdemir
Tarihimizin en önemli hadiselerinden biri şüphesiz 1915 yılında cereyan eden Çanakkale Muharebeleri’dir. Milletimiz, bu muharebelerde bütün imkânlarını kullanarak bir varoluş mücadelesi vermiş, bir destan yazmıştır. Bu destanı yazan ise Mehmetçiktir.
Çanakkale muharebelerinden geriye tek dönüş vardır: Yaralanıp, tedavi için başta İstanbul olmak üzere gerideki hastanelere sevk edilmek… Esasında bu da kesin dönüş değildir. Tedavi bitip iyileşenler tekrar cepheye gönderilmektedir. Ya dönemeyenler…
Cepheye gidip dönemeyenlerden biri de 71. Alay, 10. Bölük’ten Mülâzımısâni (Teğmen) İbrahim Naci’dir. Şehitler listesinde binlerce şehitten sadece biridir. Onu diğerlerinden farklı kılan ise 24 Mayıs 1915’de Pazartesi günü tutmaya başladığı 29 gün sonra şehit olduğu yine bir Pazartesi gününe, 21 Haziran 1915’e kadar devam eden günlüğüdür.
İbrahim Naci Efendi, “acı hatıralarını” kaydettiği günlüğüne; “Fakat bilmem bu satırları ailem okuyabilecek mi? Defterim oraya kadar gidecek mi?..” derken cephede her bir askerin hissiyatına tercüman olmaktadır: Cepheye gidip de geri dönememek, sevdiklerinden ayrı kalmak, onları bir daha görememek…
İbrahim Naci Efendi, bu satırları şehit olmadan bir gün önce yazmıştır. Günlüğüne yazdığı son cümlesi ise “Allah’a ısmarladık.” olmuştur. Geride kalan bütün sevdiklerini Allah’a emanet etmektedir. Evet, kendi dönememiş ancak duygu ve düşüncelerini, özlemlerini, hayallerini ve en mahrem sırlarını kaydettiği defterini ailesine, sadece ailesine değil, uğrunda feda-yı can ettiği milletine emanet emiştir.
İbrahim Naci’nin günlüğündeki son sözleri olan “Allahaısmarladık” başlığı ile neşre hazırladığımız 10×15.2 cm ebatında, cep boy bir deftere yazılan günlük 134 sayfadan oluşmaktadır. Günlüğün ilk yedi günü fasılasız bir şekilde tutulmuş, tarihler ise daha sonra satır aralarına eklenmiştir. Günlüğün kapak arası ve ilk sayfasına İbrahim Naci Efendi, ailesinin adresini yazmıştır. 2. sayfasından 129. sayfasına kadar yazılan metin kendisine aittir. 130. sayfadan 134. sayfaya kadar ki bölümde ise bölük yüzbaşısı Bedri Efendi’nin kendi el yazısı ile şehit olan İbrahim Naci hakkındaki düşüncelerini yazdığı hamiş ve hemen altında imam ve kâtip efendiler tarafından Bedri Efendi’nin de şehit olduğunu bildiren not vardır.
Günlük yayına hazırlanırken, Osmanlıca’dan yapılan transkripsiyon metni, -çok tasvip etmemekle
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Esir Evliler ~ Emine Şenlikoğlu
Esir Evliler
Emine Şenlikoğlu
“…Mektubuma cevap beklemiyorum, sizi bekliyorum. Altı aylık evli arkadaşım Nefise intihar etmesin, diye onu beklemekten canım çıkıyor. Size yazmadığım başka şeyler de var. Buralar...
- Birbirimiz İçin Yaşayacağız-Mektuplar ~ Andrey Platonov
Birbirimiz İçin Yaşayacağız-Mektuplar
Andrey Platonov
Edebiyat elbette insanları gözlemlemenin sonucunda ortaya çıkar,” diyor Platonov. “Onları gözlemlemek için de mektuplarından daha iyi bir yer olabilir mi?” Nitekim Platonov’un 1920-1950 yılları...
- Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967) ~ Hulki Aktunç
Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)
Hulki Aktunç
Hulki Aktunç’un delikanlı günleri “Sen Buranın Kışındasın – Günlükler (1964-1967)” Hulki Aktunç’un 1964-1967 yılları arasında tuttuğu günlükler “Sen Buranın Kışındasın” Doğan Yarıcı’nın hazırladığı kitapta...