Hayat Güzeldir filmini izlemiş miydiniz? Filmde Nazi kampına düşen Yahudi baba, minik oğluna eğlenceli bir oyunun içinde olduklarını, eğer kazanırlarsa ödül olarak tanklardan birini alacaklarını söyler. Kafka’ların, Rilke’lerin, Freud’ların ziyaret ettiği bir evde yetişen Alice’in hayatında ise bu oyun bir mizansen değil, gerçeğin ta kendisidir. Başarılı bir piyanist olarak dünya çapında isim yapmak üzereyken altı yaşındaki oğluyla birlikte Nazi kamplarından birine düşen Alice, orada oğluna kocaman bir tiyatro sahnesinde olduklarını, eğer uslu durursa bazı oyunlarda rol alabileceğini söyler ve bu cehennemden kurtularak yepyeni, umut dolu bir hayat kurmayı başarır. Seneler sonra ünlü kişisel gelişim uzmanı Anthony Robbins’le bir röportajında soykırımdan nasıl kurtulduğunu, “Her yeni gün bir mucizedir… Kötü olanı zaten biliyoruz, ben daima iyiye doğru baktım,” sözleriyle açıklar. Onun hayatı kadere karşı duruşun, yılmazlığın, inancın, hayata daima gülümseyebildiğimizde mucizelerle karşılaşabileceğimizin gerçek öyküsü…
Alice’in Dünyası yaşam sanatındaki ilham kaynağınız olacak bir başucu kitabı…
***
Önsöz
Alice’in Dünyası, uzun yılları ve pek çok ulusal sının aşıp ölüme kafa tutarak hepimize ilham kaynağı olan bir kadının ve dokunaklı hikâyesi. Hem Orta Avrupa kültürünün bütün güzelliklerini, hem de 20. yüzyılda Çekoslovakya’nın senelerce dünyanın geri kalanından kopuk yaşamasına yol açan trajedileri ruhunda barındıran Alice Herz-Sommer, örnek yaşam öyküsüyle köklü bir manevi gücü temsil ediyor.
Onun anıları bizim de anılarımız. Onun acılarıyla en karanlık günlerimizi hatırlıyor, onun ilhamıyla silkinip, içimizdeki iyiyi bulma gücüne yeniden inanıyoruz.
Dolu dolu 108 yılı geride bırakan Alice, hepimizi derinden etkileyen Gustav Mahlep Sigmund Freud, Viktor Frankl, Martin Buber ve Leo Baeck gibi büyük insanların öykülerini anlatmayı seviyor.
Theresienstadt toplama kampında, müziğiyle mahkûm arkadaşlarının yüreğine biraz olsun su serpen Alice, daha sonra da bir konser piyanisti ve bir öğretmen olarak günümüze kadar sayısız öğrencide, onların çocuklarında, hatta çocuklarının çocuklarında izler bıraktı.
Savaşın ardından Alice öğretmen olduğu kadar Öğrenci de oldu ve hayatını, insanların bireysel ya da topluluklar içindeki kimliklerini öğrenmeye ve anlamaya adadı.
Alice, “Umut etmekten asla vazgeçmem,” diyor. Bu his bütün gücüyle benim içimi de kaplıyor; çünkü ben de onun gibi umudun, hayatın anlamı ile derin bir bağı olduğuna inanıyorum ve bizi ayakta tutanın bu inanç olduğuna. Alice’in hiç bitmeyen iyimserliği bana da ilham veriyor. Bence o, öyküsünü, öykümüzü duymayan kalmasın, böylece kötülüğe karşı duran hakikatin ve güzelliğin ne olduğunu herkes bilsin diye yaşıyor.
Bugün hepimizin Alice’ten öğreneceği bir şeyler var ve böyle kitaplar sayesinde onun bilgelik ve umut dolu hayatından gelecek nesiller de yararlanabilecek.
Vâclav Havel
İçindekiler
Prelüd 13
Alice ve Franz Kafka 23
Zümrüt Yüzük 31
Şevkatli Bir Yürek 33
Patates Soyanlar 43
Rüyalar 51
Piyano Dersleri 53
Yangın 59
Yeniden Başlamak 61
Teneke Kaşık 73
Her Zaman Genç 81
Tavuk Suyuna Çorba 89
Müzik Bizim Gıdamızdı 95
Führer YahudilereBir Şehir Verdi 107
Fotoğraflar 113
Yaşlılık 119
Cam Kafesteki Adam 123
Kırıcı Sözlere Yer Yok 129
İlk Uçuş 139
Öğretmen Alice 145
Altı Numaradaki Hanım 157
Dost Çevresi 161
Alice’in Bugünü 171
Alice’in Sözleri 179
Teşekkür 183
Notlar 185
Bibliyografya 195
Prelüd
108 yaşındaki Alice, dünyanın soykırımdan kurtulan en yaşlı insanı olduğu
kadar, en yaşlı konser piyanisti de.
Geçen yüzyılın tamamına ve bu yüzyılın ilk on yılına tanıklık eden Alice’in gözleri, insanoğlunu hem en iyi hem de en kötü halleriyle, yani her şeyiyle gördü.
Ömrü kötülüğün yarattığı çılgın bir kargaşanın ortasında geçmiş olsa da, çocukken sahip olduğu iyimserliği hiçbir zaman kaybetmeden, başım geriye yatırıp kahkahalar atmaya devam ediyor.
Alice, Theresienstadt toplama kampında mahkûm olarak geçirdiği onca yıla; annesinin, kocasının ve dostlarının Naziler tarafından katledilmesine rağmen, arkasına bakmadan ilerlemeyi, her yeni günü şimdide yaşamayı sürdürüyor. O, zamanını geçmişteki zalimlere ve ailesinin cellatlarına karşı kin beslemekle harcamıyor.
Nefretin, nefret edilenden çok nefret edenin ruhunu yiyip bitirdiğini gayet iyi bilen Alice, “Ben hayata karşı hâlâ minnet doluyum. Hayat bir hediyedir,” diyor her zaman.
Alice’in Dünyası, en büyük kötülüklere ve yürek acılarına rağmen dünyaya iyilik sunma kararlılığından hiçbir zaman vazgeçmeyen bir kadının hikâyesidir. Alice’in hayatı yirmi birinci yüzyılda yaşayan bizler için derslerle dolu. Bu kitap bize Alice’in hediyesidir.
1903 yılının 26 Kasım’ında, Prag’da soğuk bir kış günü doğan Alice’in soyadı Herz-Sommer, ne tuhaftır ki, “yürek-yaz” anlamına geliyor. Annesi ve babası, Friedrich ve Sofie Herz, ona “soylu” anlamına gelen “Alice” adını vermişler. Babası başarılı bir tüccar; annesiyse Gustav Mahler, Rainer Maria Rilke, Thomas Mann, Stefan Zweig, Franz Kafka gibi sanatçıların ve yazarların çevresinden gelen, yüksek tahsilli bir kadındır.
Alice en büyük eğlencenin kitap okumak ve konserlere gitmek olduğu, güvenli ve huzurlu bir ortamda büyür. Onunki komşuların zor zamanlarında birbirlerinin yardımına koştuğu, ailelerin geleceğe dönük, mutlu ve sağlıklı emeklilik planları yaptığı bir dünyadır.
İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden önce Alice, konser piyanistliği gibi seçkin bir kariyere emin adımlarla ilerlemektedir. Annesinin müziğe karşı derin sevgisi ve bilgisi ile Mahler gibi büyük bir isimle dostluğu Alice’e ilham vermiş, henüz küçük bir çocukken piyanist olmayı kafasına koymuştur.
24 Kasım 1907’de, yani dördüncü yaş gününden iki gün önce, annesiyle birlikte trenle Viyana’ya; Mahler’in, Hofoper Orkestrası’nın başında İkinci Senfoni’sini bizzat yönettiği veda konserini seyretmeye gittiklerini hâlâ hatırlıyor.
Anlattığına göre, konserden sonra annesiyle birlikte Gustav Mahler’i görmeye gittiklerinde, büyük besteciyle o da biraz konuşmuş. Bir dehanın huzurunda olmanın büyüsüyle dolu o anları hatırlarken şimdi bile aynı heyecanla dudaklarını ısırıyor, omuzlarını kaldırıp şahlanıyor adeta.
Sonra da, konserin ertesi günü Mahler’i Viyana’dan uğurlamak için istasyonda toplanan kalabalığın içinde, yanlarında Arnold Schönberg gibi isimlerin de olduğunu eklemeden edemiyor.
Alice yıllar sonra, Artur Schnabel’in seçmelerinden çıktığında piyanistlikte yüksek bir yere gelmesine az kaldığını fark eder. Zaten o güne kadar Çek Filarmoni Orkestrası’yla bazı konserlere çıkmış, bir dizi ticari plak kaydına da girmiştir.
Özellikle Prag’da çıkan Alman gazetesi Prager Tagblatt’ta, Kafka’nın da yakın arkadaşı olan Max Brod’dan büyük övgüler almıştır. Kısacası her şey yolunda gitmektedir.
Ancak sonra Alice’in dünyası altüst olur. Önce bütün Çek yasaları feshedilir. Sonra şehri Nazi bayrakları işgal eder. Hâlâ sakladığı bir fotoğrafta üç yaşındaki oğlu, o zamana kadar hep gittikleri bir parkın önünde durmaktadır ve arkada, parkın girişinde JUDEN EINTRITT VERBOTEN {Yahudilerin girmesi yasaktır) yazısı okunur.
Anschluss”tan sonra, 1938 Mart’ında Alice’in kız kardeşleri aileleriyle birlikte Filistin’e iltica etme telaşına düşerken Alice ve kocası küçük oğullarıyla kalıp, sonradan Theresienstadt’a ilk gönderilenlerden biri olacak yaşlı annelerine bakmayı seçerler.
Ancak birkaç yıl sonra annesinin, sırtında zorlukla taşıdığı çantası ile Nazilerin insanları topladıkları büyük binaya girişini seyrederken içinden bir ses onu bir daha göremeyeceğini söyler. Bundan yüz yıl önce “Kitapları yaktıkları yerde bir gün insanları da yakacaklar”’ diyen Heinrich Heine’ye kulak vermenin zamanı gelmiştir.
1939’un başlarında Çekoslovakya ordusundan ve hükümetinden artakalanlar, Başkan Edvard Benes’le birlikte Ingiltere’ye kaçarken, vagon vagon küçük çocuk da üzerlerinde isim kartlarıyla yabancı ülkelere, yabancı ailelerin yanlarına gönderilir. Demokratik dünyaya dönük bütün kapılar birer birer yüzlerine kapanmaktadır. Önce İngiltere, büyükelçiliğini kapatır, ardından
Amerikalılar da gider. Sokaklarda, omuzlarında makineli tüfekleriyle Naziler kol gezmektedir. İçinde üç yüzden fazla Yahudi çocuğun bulunduğu son tren Londra’ya gidemeden istasyonda durdurulur; o çocukların çoğundan bir daha haber alınamayacaktır.
1943 Temmuz’unda, kendisi de amatör bir kemancı olan iş adamı kocası Leopold Sommer, altı yaşındaki oğulları Raphael Rafi ve Alice’in Theresienstadt’a gönderileceği haberi gelir. Alice orada annesini bulmayı umsa da Sofie çoktan doğuya, Treblinka’ya sevk edilmiştir.
Theresienstadt toplama kampı diğerleri gibi değildir. Dışarıdan bakıldığında, binlerce insanın ortalıkta dolandığı ve çoğu zaman müzik seslerinin bile duyulduğu, kalabalık, küçük bir şehre benzer burası. Oysaki herkes bunun, Hitler’in propaganda stratejisinin bir parçası olduğunu bilir.
Führer, Theresienstadt’ı bütün dünyaya Yahudi ileri gelenlerinin, müzisyenlerin, yazarların ve ressamların savaştan korunmak için toplandıkları bir yer olarak gösterir. Ancak burası çok sıkı korunan bir gettodan farksızdır ve doğudaki Auschwitz gibi toplu katliam merkezlerine gitmeden önceki son duraktır.
Duvarların ardında, Çekoslovakya, Avusturya, Hollanda, Danimarka ve Almanya’nın çeşitli yerlerinden getirilen yetenekli ve entelektüel Yahudiler sürekli açlıktan, soğuktan, bulaşıcı hastalıklardan ve işkenceden kırılmaktadır.
Öyle ki, Theresienstadt’ta mahkûm edilen 156.000 Yahudi’den sadece 17.500’ü kurtulacaktır. 1942 ile 1945 yılları arasında, Theresienstadt’a 15.000’den fazla Yahudi çocuk getirilmiş olsa da bunlardan, Rafi de dahil ancak 100 tanesi hayatta kalmıştır.
Yine de diğer kampların aksine Theresienstadt’ta biraz olsun dışarıdakine benzer bir hayat sürmektedir. Yaşanan onca dehşet ve yokluğa rağmen müzisyenler konserlere çıkar, oyuncular sahne alır, profesörler konferanslar verir, ressamlar bulabildikleri kâğıt parçalarına resim yapar, hatta nadiren de olsa arkadaşların aralarında şakalaştığı bile olur.
Bütün bunlara sadece propaganda amacıyla izin veren Naziler, bu konserlerin hem dinleyenlere hem de icra edenlere hayatta kalma gücü verdiğini fark edemezler.
Bu, mahkûm arkadaşlarına pek çok kez müzik dinleten, kamptaki çocuklara gizli gizli piyano dersleri veren Alice Herz- Sommer için de geçerlidir.
Sovyet Ordusu 8 Mayıs 1945’te Theresienstadt’a el koyduktan sonra Prag’a dönen Alice ve Rafi evlerine başkalarının yerleştiğini görürler.
Neredeyse hiç geliri olmayan ve yardım isteyebileceği kimsesi kalmayan Alice nihayet 1949’da İsrail’e göç etmeye karar verir. Orada kız kardeşleri, onların aileleri ve Max Brod gibi dostlarıyla buluşup yeni bir hayat kuran Alice, kırk beş yaşında İbranice öğrenir. Kendine ve Rafi’ye bakabilmek
için (sonradan ismi Rubin Müzik Akademisi olarak değiştirilen) Kudüs Müzik Akademisi Konservatuarında ders verir. Ara sıra İsrail’de ve daha sonraları Avrupa’da da konserler vermesine rağmen uluslararası kariyerinin eski görkemli günlerine bir daha dönemez Alice. Toplama kampında kaybettiği yılların üzerine, yeni bir hayat kurmak ve geçim telaşı da eklenince böyle şeylere ayıracak zamanı ve enerjisi kalmaz çünkü.
Rafi büyüyüp başarılı bir çellocu olduktan sonra, 83 yaşındaki Alice oğluna daha yakın olabilmek için bir kez daha ülke değiştirir ve Londra’ya göç eder. Birkaç yıl sonra, 65 yaşındaki oğlunun beklenmedik ölümüyle, hayatının en büyük acısını da burada yaşayacaktır.
Alice’le ilk kez, hayatı hakkında bir belgesel film yapmaya karar verdiğimde Londra’daki evinde tanıştım. Uzun zamandır soykırım döneminin müziklerini, özellikle eşimin de ailesini kaybettiği Theresienstadt Gettosu’nun müziklerini araştırıyordum. O şartlar altında bir insan nasıl olur da konser verebilir, hatta beste yapabilirdi? En çok merak ettiğim buydu.
Theresienstadt’tan sağ çıkmayı başarabilen insanlarla yaptığım sohbetlerden, Alice’le ilgili çok şey öğrenmiştim. Özellikle de, 1970lerde Alice’le uzun röportajlar yapan Çek asıllı müzisyen Joia Karas bana bu konuda çok yardımcı olmuştu.
Hiç unutmam, daha ilk görüşmemizde 11 Eylül trajedisiyle ilgili fikrini sorduğumda Alice bana şöyle demişti: “Elbette korkunç bir olaydı ama bu seni neden bu kadar sarsıyor ki? İyi ve kötü, tarih öncesi zamanlardan beri iç içeydi. önemli olan, kötüyle nasıl başa çıktığımız, ona nasıl tepki verdiğimizdir.” Sonra da kahkahayı patlatmıştı.
O anda beni şaşırtsa da, bu kahkahaları aslında söylediklerinin önemini vurgulamak için attığım öğrenmem çok sürmedi. O gün, o kahkahanın ardından sözlerine şöyle devam etmişti: “Şu an yaptığımız şey ne kadar müthiş, öyle değil mi? Uçağa binip birkaç saat içinde Londra’ya geldin. Birlikte oturup konuşabiliyoruz. Hayat bizim. Müzik bizim. Sen de benim gibi zenginsin, çünkü sen de piyanistsin. Bu serveti kimse elimizden alamaz.”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAlice'in Dünyası
- Sayfa Sayısı200
- YazarCaroline Stoessinger
- ÇevirmenCumhur Mısırlıoğlu
- ISBN9789751032669
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 , Karton Kapak
- Yayıneviİnkılap Kitabevi / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Biz ~ Yevgeni Zamyatin
Biz
Yevgeni Zamyatin
Rusça aslından çevirisiyle Türkçede ilk kez: Bütün bir yirminci yüzyıl edebiyatını etkileyen, Aldoux Huxley, Ayn Rand, George Orwell, Kurt Vonnegut, Ursula K. Le Guin...
- Balina Avcıları (Ünlü Çocuk Romanları – 2) ~ Patricia St. Jhon
Balina Avcıları (Ünlü Çocuk Romanları – 2)
Patricia St. Jhon
Ünlü Çocuk Romanları Bu seri dünya klasiği kitaplardan oluşmaktadır. Bu serinin ilk beş kitaplarında; mecara, kahramanlık, sevgi, dayanışma gibi insan onuruna yakışan olaylar dizgesini...
- Uçurum İnsanları ~ Jack London
Uçurum İnsanları
Jack London
Jack London, bu kitabı geçen yüzyılın hemen başında, üzerinde güneşin batmadığı Büyük Britanya İmparatorluğunun ihtişam ve gücünün doruğunda olduğu bir dönemde (1902) kaleme almıştır....