Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü
Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü

Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü

Gertrude Stein

Yirminci yüzyılın sanat ve edebiyat dünyasına öncülük eden bir kent: Paris. Umut dolu yıllar ve umut dolu yaratıcı insanlar. O zamanlar henüz kimsenin dönüp…

Yirminci yüzyılın sanat ve edebiyat dünyasına öncülük eden bir kent: Paris. Umut dolu yıllar ve umut dolu yaratıcı insanlar.

O zamanlar henüz kimsenin dönüp resimlerine bakmadığı Picasso, Matisse, Gris, Braque; savaş yaralarıyla ölen Apollinaire; yeniyetme bir yazar, Ernest Hemingway; biraz biraz ünlenmiş Sherwood Anderson ve daha niceleri…

Ve hep gözlemleyen, hep edebiyat denemelerine girişen, karizmatik kişiliğiyle bir efsaneye dönüşen öncü bir yazar: Gertrude Stein.

Yaklaşık elli yılını birlikte geçirdiği yakın dostu Alice B. Toklas’ın ağzından yazdığı bu renkli “özyaşamöyküsü”nde, Birinci Dünya Savaşı öncesi umut ve yenilik dönemini, savaşın yıkımlarını ve kendi edebiyat deneylerini tümüyle kendine özgü bir tarzda anlatıyor Gertrude Stein.

**

Nesrin Kasap, “Sunuş”, s. 9-18

1870’li yıllar Stravinsky, Schoenberg, Diaghilev, Jung, James Joyce gibi 20. yüzyılın yazın, sanat ve düşün dünyalarının biçimlendirilmesinde büyük rol oynayan pek çok yaratıcı kişinin doğduğu yıllardır. Ama bu yaratıcı kişilerin hiçbiri, gene aynı on yıllık dönemde doğan Gertrude Stein (1874-1946) kadar farklı yorumlara hedef olmamıştır. Gerçekten de yazın dünyasında belki de bütün zamanların en çok tartışılan kişilerinden biridir Gertrude Stein. Her şeyden önce, tanımlanması bile sorun olmuştur. Yazın antolojilerinin ve ansiklopedilerin Gertrude Stein’a ilişkin bölümlerine baktığınızda çeşit çeşit tanımla karşılaşırsınız; kimisinde romancı ve şair, kimisinde eleştirmen ve şair, kimisinde de romancı, şair ve düşünür olarak tanımlanır Gertrude Stein. Çok ilginçtir, bir antolojide de yalnızca “Amerikalı yazar” tanımı kullanılır ve hemen ardından da Gertrude Stein’ın daha kesin bir tanımının yapılamayacağı gerekçesi öne sürülür. Ne var ki ortada yadsınamayacak bir gerçek vardır: Bugün Gertrude Stein üzerine çok zengin ve kapsamlı bir literatür oluşmuş durumdadır. Doğal olarak bu literatür çelişkilerle doludur. Bir yandan anlaşılmazlığıyla alay edilirken, bir yandan da 20. yüzyılın düzyazı ve şiirine silinemeyecek bir damga vuran öncü bir yazar, hatta dâhi olarak göklere çıkarılır Gertrude Stein. Kimilerine göre yenilikçi kalemiyle 20. yüzyıl yazınına öncülük etmiştir, kimilerine göre Natüralizm akımını sürdürmüştür, kimilerine göre ise ilginç ama kendi kendisinin reklamını yapan övüngen bir kadındır yalnızca. Ama öyle ya da böyle, 20. yüzyılın en çok söz edilen adlarından biri olmayı başarmış bir yazardır Gertrude Stein. Gerek karizmatik kişiliği, gerek özgün psikolojik ve felsefi görüşleri, her şeyden önemlisi de yazındaki köktenci dil deneyciliğiyle, çağının genç yazarlarını etkileyen bir efsaneye dönüşmeyi başarmış bir yazardır.

Bu çok yönlü yazarın, yazma serüvenini derinden etkileyip biçimlendiren ilginç yaşam serüveni 1874 yılında ABD’nin Pennsylvania eyaletinde, Allegheny’de başlar. Almanya’dan ABD’ye göçmüş Yahudi kökenli bir ailenin beşinci ve sonuncu çocuğudur Gertrude Stein. Kendisi hiçbir zaman varlıklı oldukları görüşünü kabul etmez gerçi, ama Stein ailesi tüccarlıkla ve madencilik, demiryolları vb. gibi işletmelerden alınan hisselerle epey varlıklı bir aile olmuştur. Dahası bu hisseler para kazanma yeteneği pek olmayan yazarın anne ve babasının ölümünden sonra da onun ömür boyu belli bir parasal güvence içinde yaşayıp bütün zihinsel gücünü yazarlığa vermesini sağlayacaktır (kendi deyişine göre, dâhi olmak insanın çok zamanını alan bir şeydir zaten). Ne var ki para sıkıntısı denen şeyi pek yaşamayan yazar, özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde sonradan yazarlık yaşamını da etkileyecek bir varlık ve kimlik bunalımı yaşar. Stein’lar beş çocuk sahibi olmayı planlamışlardır ve Gertrude Stein’la ağabeyi Leo’nun doğumları da onlardan önceki iki bebeğin ölümü sonucunda gerçekleşmiştir. Doğumunun bir rastlantıya bağlı olduğu, bu bebekler yaşamış olsaydı kendisinin hiçbir zaman dünyaya gelmeyeceği düşüncesi yazara çok garip bir duygu verir ve yazar bu duyguyu yaşamı boyunca içinden atamaz. Belki de bu nedenle, kardeşleri içinde en çok sonradan ünlü bir resim eleştirmeni olan Leo’yu yakın bulur kendine.

Stein ailesinin çocukları çok özgürce yetişirler. Ayrıca müzik ve resimle dolu bir yaşam sürerler. Hem müzik hem resim dersleri alırlar ve sık sık resim sergilerine giderler. Gertrude Stein resim yapmayı hiç beceremez ama sergilerde gördüğü tablolar yavaş yavaş onda büyük bir resim tutkusu yaratır. Bir yandan da piyano çalmayı öğrenip klasik müzikle tanışır. Bu müzik eğitimi, yalnızca çocukluk yıllarını kapsasa da, yazarın ilerki yıllarda yazdığı roman, şiir ve oyunlardaki ritmik ses etkisinin yaratımında önemli bir rol oynayacaktır.

Çocukluk yıllarında sevgiden de pek yoksun kalmamıştır Gertrude Stein, çok güzel ve sevimli bir çocuktur çünkü. Gelgelelim büyüdükçe bu güzelliğini yitirir, iri yapılı, hantal, sarsak yürüyüşlü bir kadına dönüşür. İri bir başı, geniş bir yüzü vardır. Sonraları Paris’te yaşarken, saçlarını da kısacık kestirince, kimi dostları bir Roma imparatorunun başına benzetirler yazarın başını. Ama, zaman zaman kendini beğenmişliği eleştirilse de, rahat davranışları, canlılığı, neşesi, güçlü mizah anlayışı ve duyanların bir daha unutamadığı coşkulu kahkahalarıyla yaşamı boyunca çok sevilen bir insan olur Gertrude Stein. Daha Harvard Üniversitesi’nde kız öğrencilerin gittiği Radcliffe College’da ve ardından Baltimore’daki Johns Hopkins Tıp Okulu’nda okuduğu yıllarda, hantal yapısı ve pasaklılığı epey eleştirilse de, çok popüler, çok sevilen bir kişidir.

Yazar, ressam, köylü, işçi, asker, kim olursa olsun, insanlara gösterdiği içtenlikli ilgi, onları dikkatle dinlemesi Gertrude Stein’ın karizmasını oluşturan bir başka önemli etkendir. Daha Radcliffe College’dayken, yaptığı psikoloji çalışmaları sonucunda insanın temel doğasına derin bir ilgi duymaya başlar Gertrude Stein. Bu okulda Amerikalı yazar Henry James’in erkek kardeşi olan psikolog ve felsefeci William James’in etkisiyle giriştiği laboratuvar çalışmalarında, denek konumundaki kişilerin davranış ve konuşma ritimlerini izleyerek gerideki insan doğasını gözlemlemeyi öğrenir ve yaşamı boyunca da insanları dikkatle dinleyerek onları anlamaya çalışır. İnsanların ne söylediğinden çok söyleme biçimleri önemlidir onun için. O daha çok insanların söylemlerindeki iniş çıkışları, bireysel yineleme biçimlerini ve bu yinelemelerdeki ritmi yakalamaya çalışır. İşte bu çaba, sonunda, yazılı sözcüklerin sesleriyle baleyi andıran bir yinelenme ritmi oluşturan usta bir portre yazarı yaratacaktır.

Gertrude Stein Radcliffe College ve Johns Hopkins Tıp Okulu’nda yaptığı bilimsel çalışmaların verdiği kesinlik tutkusuna, 1903 yılında Amerika’yı terkedip Paris’te yaşamaya başladıktan sonra iyice pekişen sanat sevgisinin verdiği yenilikçilik tutkusunu da katıştırır. Kendisinden iki yıl önce Avrupa’ya giden Leo’yla birlikte, Paris’in Fleurus sokağında bir avlunun çevresine dizilmiş küçük evlerden birine, bitişiğinde bir de atölye olan 27 numaralı eve yerleşir. Bu atölyenin duvarları yavaş yavaş iki kardeşin keşfettiği yenilikçi ressamların tablolarıyla dolmaya başlar ve bu tablolar giderek Avrupa’nın en önemli resim koleksiyonlarından birini oluşturur. Kardeşinin de yönlendiriciliğiyle, henüz tanınmadıkları yıllarda, Cézanne’dan başlayarak Matisse, Braque, Juan Gris ve Picasso gibi yenilikçi ve Kübist ressamların tablolarının ilk alıcılarından biri olur Gertrude Stein. Yatırım amacıyla almaz bu tabloları yazar, bakmak amacıyla alır ve onları evine gelen insanlara da göstererek bu ressamların tanınmasına önemli bir katkıda bulunur. Evinin kapısı herkese açıktır, 20. yüzyılı çoktan yaşamaya başlamış, her türlü yeniliğe kollarını açmış Paris de, bu kentte yaratıcı olacağını sezen genç yazar ve ressamlarla doludur. 20. yüzyılın bu ilk yılları Amerikalı, İspanyol, Macar vb. gibi değişik uluslardan gelen genç yazar ve ressamlar için umut dolu yıllardır. Böylesi bir ortamda, 27 rue de Fleurus 20. yüzyılın sanat ve yazın dünyasını yaratan pek çok kişinin buluşma yeri olur. Ressamların, yontucuların, yazarların, eleştirmenlerin, koleksiyoncuların, amatör ressamların, müzisyenlerin ve hatta giderek turistlerin uğrak yeri olur. Tartışmayı çok seven Gertrude Stein da özgün görüşleri ve etkileyici kişiliğiyle hem resim hem de yazın alanında bir otorite haline gelir. Açıksözlü ve dostça tavrıyla yaptığı nesnel eleştirilere, yeni arayışlar içindeki genç yazar ve ressamlar çok değer verir. Boyuna da yeni yetenekleri keşfedip destekler Gertrude Stein. Bu kişilerden biri olan Charles Henri Ford bir kezinde onun “bir sandalye alıp insanın yaşamının içinde oturmaktan çok hoşlandığını” söyler. Özellikle Ernest Hemingway’in öykü ve roman yazarlığının gelişiminde Gertrude Stein’ın payı çok büyüktür. Öyle ki yazarın yüreklendiriciliği ve yol göstericiliğiyle Hemingway’in ünlenmesine olan katkısı bugün aşağı yukarı bütün antoloji ve ansiklopedilerde yer almaktadır.

Resimler ve kitaplar üzerine kurulmuş böylesi bir yaşam içinde, kendine özgü, gizemli bir yazın dünyası da kurar Gertrude Stein. Herkesle her şeyi tartıştığı halde, yazdığı şeyler konusunda kimseyle konuşmaz, kendi yazın dünyasını kimseyle paylaşmaz. Kimsenin etkisine girmemeye çalışarak, kendi kendine, on dokuzuncu yüzyılın yazın geleneklerini yıkmak için yola koyulur. Tek ve en önemli uğraşı yeni bir biçem yaratacak tümceleri kurmak olur. Daha Paris’e yerleşir yerleşmez Quod Erat Demonstrandum adlı kısa bir roman yazmıştır. Varlıklı ve kolejli üç genç kadının ilişkisini anlattığı bu romanda, yazdığı pek çok şeyde olduğu gibi kendini merkez alır, bir başka kadınla kurulan bir yakınlığı çözümlemeye çalışarak bir çeşit özportre çizer Gertrude Stein. Ne var ki bu romanın yayımlanması için hiçbir girişimde bulunmaz, belki bir acemilik ürünü olduğu, belki de cinsel eğilimlerini açığa vurduğu düşüncesiyle hiçbir zaman ortaya çıkarmaz. Ve pek çok yapıtında olduğu gibi, bu roman da ancak ölümünden sonra, 1951 yılında Her Şey Olduğu Gibi (Things As They Are) başlığıyla yayımlanır. İşte Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nün dördüncü bölümünün son satırlarında adı verilmeden söz edilen romanın bu roman olduğu da ancak o zaman anlaşılır.

Gertrude Stein’ın bir yazar olarak tanınmaya başlaması 1909 yılında kendi girişimiyle New York’ta yayımlattığı Üç Yaşam (Three Lives) adlı kitapla gerçekleşir. Üç işçi kadının öyküsünün anlatıldığı bu kitap büyük bir ilgiyle karşılanıp olağanüstü bir gerçekçilik ürünü olarak nitelendirilir. Yazarın sonradan iyiden iyiye soyutlaşan, deneyci ve üslupçu anlatım biçimi henüz tam olarak oluşmamıştır bu kitapta, ama 20. yüzyılın ilk yarısındaki yazın dünyasını belirleyen bilinç akışı yönteminin uygulandığı ilk kitaplardan biri olur Üç Yaşam. Yazarın anlık olayları ve duyguları yazıya dökme girişimi özellikle Melanctha adlı zenci kadının öyküsünde çok belirgindir. Bu öyküde kesintisiz bir biçimde ve yineleye yineleye dizdiği yalın sözcüklerle neredeyse kulakla duyulacak bir ezgi de yaratır Gertrude Stein. 1920 yılında The Athenaum dergisinde Katherine Mansfield imzasıyla yayımlanan Yeni Bir Şey başlıklı yazıda şöyle denir: “… Melanctha öyküsünü okurken insan dikkatli olmalı… Bu öyküyü okurken birden banço, davul, zil ve insan sesleri gelmeye… sayfaları sarsılıp sallanmaya başladı… Melanctha bütün çıldırtıcı tekdüzeliğiyle, düzyazıya aktarılmış bir zenci müziği.”

1914 yılında yayımlanan ve Nesneler, Yiyecekler, Odalar başlıklı üç bölümden oluşan Sevecen Düğmeler (Tender Buttons) adlı kitabında ise okurları neredeyse şoka uğratır Gertrude Stein. Şiirsel bir sözcük ekonomisi uyguladığı bu kitapta alışılagelmiş mantık ve dilbilgisi kurallarını tümden yıkmıştır çünkü. Bu yüzden alaylara ve pek çok parodiye yol açar bu kitap. Gertrude Stein 1922 yılında yayımlanan Coğrafya ve Oyunlar (Geography and Plays) ve 1906-1908 yıllarında yazılmasına karşın ancak 1925 yılında yayımlanan bin sayfalık görkemli romanı Amerikalıların Oluşumu’yla (The Making of Americans) da tümüyle çizgidışı ve anlaşılmaz bir yazar olarak ünlenir. Hatta kimi eleştirmenler onu ciddiye alıp almama konusunda bile kararsızlığa düşerler. Öte yandan yayımcılar da yazara çok zorluk çıkarır, kitaplarını yayımlatması zorlu bir savaşım sonunda gerçekleşir. Sözgelişi bir yayımcı onun yazdığı şeylerin başını döndürdüğünü söyler. Bir başka yayımcı da onun yazdığı şeylerden hiçbir şey anlamadığını söyler. İngiliz yazar Virginia Woolf bile Amerikalıların Oluşumu’nun kocası Leonard Woolf’un sahibi olduğu Hogarth Yayınevi’nde yayımlanmasına karşı çıkar.

Gertrude Stein’ın gerek roman, gerek şiir, gerek oyun, gerekse kuramsal yazılarında okuru adamakıllı zorlayan bu ünlü anlaşılmazlığı, dönemin Kübizm gibi yenilikçi akımlarına koşut bir çizgide yürümesinden ileri gelmektedir. Her şeyin yalnızca görüldüğü anda var olduğunu düşünen ressamlara çok yakın bir yaklaşım içindedir Gertrude Stein. Sanatın işlevinin an’ı anlatmak olduğuna inanmaktadır. Yazı yazan ya da resim yapan bir insanın yaşayabileceği en zevkli deneyim günlük mucizeleri yaşamak ve anlatmaktır ona göre. Geçmiş de, özellikle insanın kendini tanıması için gereklidir belki ama asıl önemli olan şimdi’dir. Çok yakın dostu Picasso gibi o da yazarın ve ressamın işlevinin daha önce yazılmış ya da resmi yapılmış bir şeyi yeniden yaratmak değil, şimdi’yi yaratıp anlatmak olduğunu ileri sürer. Ve gene Picasso gibi o da nesnelerin ve insanın doğasını kendisinin gördüğü biçimde ifade etmeyi amaçlar. Bu an’ı yakalama çabası içinde, gelenekten, duygusallıktan, sözcüklerin bildik çağrışımlarından ve süslemeden arındırılmış yalın bir anlatım biçimi oluşturur. Sözcük oyunları yapmayı ve yansımalı sözcükler kullanmayı da sever ama yeni sözcük yaratma ya da sözcükleri parçalama gibi yöntemlere başvurmaz. Onun kullandığı sözcükler günlük ve yalın sözcüklerdir. Ama bu yalın sözcüklerin tümce kuruluşundaki bildik bağlantılarını yok eder Gertrude Stein. Sistemli bir biçimde, sözdiziminde bağlantı sağlayan kimi sözcükleri atarak anlam bütünlüğünü parçalar. Yazarın bir koltuk değneği olarak tanımladığı noktalama imlerinden de olabildiğince arındırılmış, parçalar halindeki bu sözcük öbekleri gene sistemli bir biçimde art arda yinelenir. Odak alınan birtakım ses ve anlam birimlerinden, dalgaların yayılmasını andırırcasına uzaklaşıp yeniden bu odağa dönme biçiminde ritmik bir yinelenmedir bu. Yazar bu ritmik anlatım biçiminin tipik bir örneği olan Amerikalıların Oluşumu’nda, varoluşun sürekli bir yinelenmeye bağlı olduğunu ileri sürer. Ayrıca kendisinin de bu yinelenmeyi dinlemeyi, seyretmeyi ve yazmayı çok sevdiğini, bu yolla insanın temel doğasını kavramaya çalıştığını söyler. Açıklama Olarak Kompozisyon’da (Composition As Explanation, 1926) da kendi yazma sürecini “her şeyi sürekli başa dönerek kullanıp sürekli bir şimdiki zaman yaratma çabası” olarak tanımlar.

Ancak yazar bu yineleme işlemini birtakım çeşitlemelerle birlikte yürütür. Yinelenen sözcük öbekleri hiçbir yinelenişlerinde bütün bütüne aynı değildir, her yineleme aşamasında birtakım küçük ayrıntılar, incelikli çeşitlemeler eklenir ve böylece vurgulanan şey de değişir. Yazarın deyişiyle bir kurbağanın sıçramasını andıran bir şeydir bu, “bir kurbağa hiçbir sıçrayışında aynı uzaklığa sıçrayamaz ve her seferinde aynı biçimde de sıçrayamaz.”

Bu deneyci yaklaşımıyla soyuta varan yalın bir anlatım biçimi yaratan Gertrude Stein olay örgüsü öğesini de çoğun gözardı eder. Romanlarında olduğu gibi libretto ve oyunlarında da alışılagelmiş biçimde bir olay örgüsü yoktur. Amerika’da verdiği konferansların metinlerini derlediği Amerika’daki Konuşmalar’da (Lectures in America, 1935), “Gazetelerde de insanların özel yaşamlarında da bir sürü öykü anlatılıyor zaten… Ortada bunca öykü olduğuna herkes bunca öykü bildiğine ve bunca öykü anlattığına göre başka öyküler anlatmanın ne yararı var… ben herkesin her zaman bilmediği ya da anlatmadığı bir şey yaratmak istedim,” der yazar.

Yapıtlarıyla pek çok genç yazarı etkileyen, ama bu arada yazdıklarının saçma şeyler olduğu biçiminde yığınla olumsuz tepki de alan Gertrude Stein, yirmi yıl boyunca sarsılmaz bir özgüvenle yenilikçi biçem arayışlarını sürdürdükten sonra, 58 yaşında Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’yle çizgisinden biraz sapar. Gene temelde yazarın dil deneyciliğini yansıtsa da, daha önceki yapıtların tersine retrospektif nitelikte, yazarın daha önce hiç kullanmadığı kadar çok noktalama imi içeren, oldukça anlaşılır bir kitaptır Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü. Yazar belki daha geniş kitlelere ulaşma, belki 1907 yılından ölene değin yaşamını paylaştığı Alice B. Toklas’ı mutlu etme ve belki de geleneğe yakın, anlaşılır şeyler de yazabileceğini kanıtlama isteğiyle, bu anı kitabında oldukça uzlaşmacı bir tavıra girmiştir. 1932 yılında, altı haftalık bir süre içinde yazılan Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü hemen ertesi yıl New York’ta yayımlanır ve yayımlanır yayımlanmaz da çok satan bir kitap haline gelip yazara yaygın bir ün kazandırır. Yazarın gene duygusallıktan oldukça uzak, şakacı, neredeyse pervasız bir yaklaşımla, daldan dala atlayarak ve söyleşir gibi öykülediği bu renkli yaşam (gerçekte kendi yaşamıdır) pek çok kişiye ilginç gelir. Bir bakıma hem eğlendirici hem de bilgilendirici bir kültür tarihi kitabı olmasıyla da ilgi çeker Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü. Ustaca betimlenen bir yaratıcılık atmosferi içinde, 20. yüzyıl başlarının pek çok ünlü adayı canlı portre çizimleri ve eğlendirici anekdotlarla bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçer. Dönemin kültür olayları, sanatçıların bir Bohem yaşantısı içinde sürdürdükleri yaratma savaşımları, I. Dünya Savaşı’nın getirdiği değişimler, yazarın kendi yaşamı ve yaratıcılık süreciyle iç içedir.

Kitaba adını veren Alice B. Toklas’a gelince, Gertrude Stein’ın yaşamında çok önemli yeri olan bir insandır. Gertrude Stein’la tanışır tanışmaz ona büyük bir hayranlık duyar Alice B. Toklas ve sonra da yaşamı boyunca ona destek olur. Ona yaşam arkadaşlığı yaptığı gibi, daha önce hiç kullanmadığı halde daktilo yazmayı öğrenip ona sekreterlik yapar, hatta zaman zaman onun yazılarına küçük katkılarda bulunur, onun için yayımcılık bile yapar. Yazdığı şeylere sürekli karşı çıkması yüzünden Leo’yla olan bağı giderek zayıflayan ve sonra da ondan ayrılan Gertrude Stein için bir dayanak olur Alice B. Toklas. 1907 yılından 1946 yılında Gertrude Stein’ın ölümüne değin süren bu birliktelik, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, eşine ender rastlanan, güçlü bir birlikteliktir. İki kadın, dostlukları, iki dünya savaşının sıkıntılarını, başarıyı ve başarısızlığı, her şeyi paylaşır. Bu birlikteliği zaman zaman yapıtlarına da yansıtır Gertrude Stein ama çok kapalı, çok örtük bir biçimde yapar bunu. Kendi duygu dünyası konusunda genelde büyük bir gizemlilik içindedir Gertrude Stein zaten. Cinsellik de yapıtlarında pek açık bir biçimde yer almayan bir olgudur. Bu konuda oldukça ahlakçı ve kaçamaklı bir tutum içindedir yazar.

Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nden sonra gelen Herkesin Özyaşamöyküsü (Everybody’s Autobiography, 1937) ve Gördüğüm Savaşlar (Wars I Have Seen, 1945) da Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü kadar olmasa bile yaygın bir biçimde kabul görür. Gertrude Stein’ın en anlaşılır ve en çok satan kitapları hep anı kitapları olur zaten. Gelgelelim yazar bu tür bir başarıda yeterli doyumu bulmaz, inatla kendi dil deneyciliğini sürdürür. Sözgelişi Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nü yazdığı dönemde Düşünce Dörtlükleri (Stanzas in Meditation) adlı gene anlaşılması güç bir şiir kitabı da yazar. Gündüzleri Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü, geceleri de Düşünce Dörtlükleri üzerinde çalışmaktadır. Bu şiirlerle sanki günah çıkarmak ister gibidir yazar. Özgürce yazma özlemiyle insanları memnun etme isteği arasındaki çatışmayı dile getirmeye ve Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nü yazma gerekçelerini açıklamaya çalışır bu şiirlerde. Bir şiirinde, “İnanın bana zevk için yapmıyorum bunu / Yalnız zevk için vereceği zevk için yapmıyorum / Bunu yapma gereğini duyuyorum / Biraz gereksinimden / Biraz gururdan / Biraz da hırstan”, der.

Yazarın yaşamının son yılları II. Dünya Savaşı’nın sıkıntıları ve Nazi işgalinin yarattığı ürkü içinde geçer. Kendisi ne Almanlık’ı ne de Yahudilik’i hiçbir zaman kabul etmez, yaşamı boyunca Amerikalı olarak kalır, ama Gestapo’nun hedef alacağı kişilerden biridir. Fransa işgal edildiğinde, Alice B. Toklas’la birlikte yazı geçirmek üzere gittikleri Culoz köyünde hapsolur. Bütün dostları onu Fransa’dan kaçırmak için seferber olur ama o kalmakta diretir. Adının gizlenmesi ve kendisiyle ilgili kayıtların yok edilmesi sayesinde saklanmayı başarıp savaşın sonuna değin büyük bir dirençle yazmayı sürdürür. Gördüğüm Savaşlar bu zorlu yılların ürünüdür. Bu arada yazar Fransız askerlerinin yanı sıra Fransa’ya giren Amerikalı piyade askerlerine de elinden gelen yardımı yapar ve onlarla çok güzel dostluklar kurarak bu askerler arasında da bir efsane haline gelir. Bu askerlerin “Bizi de anlatın” demesi üzerine son yapıtı olan Brewsie ve Willie (1946) adlı oyunda piyade askerlerini konu alır.

1946 yılında Gertrude Stein yaptığı geziler dışında hiç ayrılmadığı Paris’te, kansere boyun eğip yaşama veda eder. Son sözleri de çok ünlüdür. Çevresindekilere “Yanıt neydi?” diye sorar, sonra hiçbir yanıt alamayınca gülerek “Öyleyse soru neydi?” der. Bu efsane yazar, 72 yaşında öldüğünde ardında roman, şiir, oyun, eleştiri, libretto ve anı türünde pek çok yapıt bırakmıştır. Ve bu yapıtların birçoğu bugün hâlâ gizemlerinin çözülmesini beklemektedir.

Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü, Gertrude Stein’ın dilimize çevrilen ilk yapıtı. Ülkemiz okurunu Gertrude Stein’la tanıştırmaya çalıştığım bu sunuş yazısına son verirken, Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nün çevirisine ilişkin kimi noktaları belirtme gereği duyuyorum. Okurun da dikkatini çekeceği gibi, Gertrude Stein’ın bu ünlü özyaşamöyküsünde oldukça ayrıksı birtakım dil kullanımları yer almaktadır. Yazar her ne kadar kendi incelikli ve soyut anlatım biçimini bastırmaya çalışmışsa da, anlatının başından sonuna bu özgün anlatım biçimi varlığını sezdirir. Sözgelişi yazarın çok sevdiği uzun tümcelerle bu anlatıda da sık sık karşılaşırız. Bu uzun tümceler çoğun yerleşik dilbilgisi kurallarına da karşı çıkar gibidir. İki ya da üç tümcede yer alması gerektiği izlenimini veren olgu ve düşünceler, kimileyin aralarında yeterince bağlantı kurulmadan, kimileyin de iç içe geçirilerek tek bir tümcede sıralanıverirler. Kimi tümceler de yarıda kesilip parçalı, neredeyse bölük pörçük denebilecek bir görünüme bürünürler. Noktalama imleri de çoğun bulunmaları gereken yerde değildir. Örnekse konuşma bölümlerinde hiç tırnak imi kullanmaz yazar, hiç soru imi de kullanmaz; noktalı virgül imini de anlatı boyunca yalnızca bir iki kez kullanır. Genelde, bir ileri bir geri giden ve yer yer dağınıklaşan özgür bir akış içinde anlatır yazar anılarını. İşte ben de çeviri sürecinde kitabın İngilizce özgün metnindeki bu ayrıksılıkları dilimizin olanakları elverdiğince aktarmaya çalıştım.

Çok zorlu bir uğraş gerektirse de, bu özgün yazarın başka yapıtlarının da Türkçe’ye çevrilmesi yazın dünyamızı zenginleştirecektir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Anı - Anlatı
  • Kitap AdıAlice B. Toklas'ın Özyaşamöyküsü
  • Sayfa Sayısı280
  • YazarGertrude Stein
  • ISBN9786053161264
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviMetis Yayınları / 2018

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Üç Yaşam ~ Gertrude SteinÜç Yaşam

    Üç Yaşam

    Gertrude Stein

    Anna, Lena ve Melanctha. Üç kadın, üç yaşam, üç öykü… Modernist edebiyatın öncü isimlerinden Gertrude Stein, hayata tutunmaya çalışan üç kadın karakterin hikâyesini, dönemin...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kız Çocuğu Yetiştirmek ~ Hatice Kübra TongarKız Çocuğu Yetiştirmek

    Kız Çocuğu Yetiştirmek

    Hatice Kübra Tongar

    Bağırmayan Anneler kitabının yazarı Hatice Kübra Tongar’ın uzmanlığı ve deneyimleriyle desteklenen bu kitap, modern dünyadaki ebeveynlik zorluklarına ve çözüm önerilerine odaklanıyor. Cinsiyet rollerine karşı...

  2. Gezgin Günce – Britanya Defterleri, 2008 ~ Ali TeomanGezgin Günce – Britanya Defterleri, 2008

    Gezgin Günce – Britanya Defterleri, 2008

    Ali Teoman

    Gezgin Günce, Ali Teoman’ın 2008 yazında eşi ve arkadaşlarıyla birlikte gittiği Edinburgh ve Londra seyahatinin izlenimleri ve gözlemlerinden oluşuyor. Ancak, bir gezginin değil, bir...

  3. Domaniç Dağlarının Yolcusu ~ Şukufe NihalDomaniç Dağlarının Yolcusu

    Domaniç Dağlarının Yolcusu

    Şukufe Nihal

    Şukufe Nihal çeşitli gazetelerde, çıktığı yurt gezilerine dair izlenimlerini yayımlardı. Bu yazlarda, ülkenin ilerlemesi bakımından aydınlara çok görev düştüğünden, aydınların memleketle barışarak gezmeleri gerektiğinden...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur