Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ali İsmail – Emri Kim Verdi?
Ali İsmail – Emri Kim Verdi?

Ali İsmail – Emri Kim Verdi?

İsmail Saymaz

Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı…

Ali İsmail Korkmaz, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısının değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu.

Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Ama daha önemlisi, dönemin başbakanından ilham almış, onun koruması ve teşviki altında çalışmışlardı. Bu nedenle, sanık polis Mevlüt Saldoğan, mahkemede “Gezi darbe ise, ben darbeyi bastırdım” demek cüretini gösteriyordu. Ali İsmail’e tuzak kuran siviller ise Recep Tayyip Erdoğan’ın “Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz” dediği kitlenin parçasıydılar.

Türkiye’nin en başarılı gazetecilerinden biri olan İsmail Saymaz bu kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne neden olan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtmek için oluşturulan örgütlenmeyi bir detektif titizliğiyle, en ince detayına kadar inceliyor. “Emri kim verdi?” sorusunun yanıtını “düşman ceza hukuku”nu yürürlüğe koyan güç ve zihniyette aramamız gerektiğini gösteriyor.

*

“…onu vurdular, gözümle gördüm onu
ak bir zambağa binmiş
gidiyordu
zambak dur, sana da bulaştı kan…”
– BEHÇET AYSAN

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………………………………………………11
BİRİNCİ BÖLÜM
DAHA 19 YAŞINDA………………………………………………………………………………………………17
KALP ATIŞLARI…………………………………………………………………………………………………17
90’LILARIN 68’İ………………………………………………………………………………………………..23
AKAKİ’Yİ FELÇ EDEN COP…………………………………………………………………………..28
PASAJDA DEHŞET……………………………………………………………………………………………32
POLİS TELSİZİ: ÜSTÜMÜZE ÇEKELİM, DALACAĞIZ!…………………….35
‘BENİ TEKMELEDİLER, COPLADILAR’…………………………………………………..38
ALİ İSMAİL’İN SON İFADESİ………………………………………………………………………43
İKİNCİ BÖLÜM
SOKAKTA PUSU ……………………………………………………………………………………………………49
DÖVDÜKLERİ, ALİ İSMAİL’Dİ…………………………………………………………………….49
SANAYİ SOKAK CİNAYETİ GÖRDÜ…………………………………………………………..55
KAMERA ARKASI: CD’LER KAYIP, GÖRÜNTÜ SİLİK……………………….59
KÜNYELİ SERKAN VAZİFE BAŞINDA…………………………………………………….62
POLİS ‘KAPAT’ DEDİ, KAMERAYI KAPATTI…………………………………………69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DEVLETİN ADAMLARI………………………………………………………………………………………75
68 SANİYELİK LİNÇ………………………………………………………………………………………..75
KATİL VE MAKTUL KARŞILAŞTI………………………………………………………………81
‘BİZ DEVLETİN POLİSİNE YARDIM ETTİK’………………………………………….87
BEŞ COP SANIK, BİR COP TANIK………………………………………………………………90
ESKİŞEHİR’DEN KAYSERİYE…………………………………………………………………….94
‘OĞLUM İSMAİL…’………………………………………………………………………………………..100
ERDOĞAN: ‘VALİ İYİ BİR ARKADAŞ’…………………………………………………….104
YERİN ALTINDA ALİ İSMAİL VAR…………………………………………………………108
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KAYSERİ SÜRGÜNÜ………………………………………………………………………………………..115
YÜZLEŞME ………………………………………………………………………………………………………115
‘ÖLDÜRECEKLERİNİ BİLSEM DÜŞÜRÜR MÜYDÜM?’………………….126
TEKMELERİN SESİ………………………………………………………………………………………133
BAGAJDA İŞKENCE………………………………………………………………………………………137
AKP ÖNÜNDE GÖZALTI MERKEZİ…………………………………………………………141
HEPSİ ORADAYDI!………………………………………………………………………………………..146
SANIK AVUKATI: HERKES VURDU……………………………………………………….148
‘BEN DARBEYİ BASTIRDIM’…………………………………………………………………….152
BEŞ YIL SONRA SERBEST KALACAK…………………………………………………..158
‘AMAÇLARI YAKALAMAK DEĞİL, YARALAMAKTI’ ……………………….163
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALİ İSMAİL’DEN SONRA……………………………………………………………………………..171
DÜŞLERİNDE ÖZGÜR DÜNYA………………………………………………………………….171
‘BİZE ACIYI DA GURURU DA YAŞATTI’………………………………………………175
SONSÖZ
EMRİ KİM VERDİ?……………………………………………………………………………………………191
TEŞEKKÜR……………………………………………………………………………………………………………..195

ÖNSÖZ

Evet, mesele, ağaç meselesi değildi. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 3 Kasım 2002’de siyasal iktidarı devraldığı günden, Gezi Parkı isyanının çıktığı 27 Mayıs 2013’e kadar, Türkiye’yi bir “demokrasi yanılsaması” ile yönetti. Bilhassa 2007 yılından itibaren Gülen Cemaati ile kurduğu hukuk dışı koalisyon, süreç içerisinde muhafazakâr oligarşiye dönüştü. Bu oligarşik rejimin en temel enstrümanı, daha sonra lağvedilen “özel yetkili” savcılıklar ve mahkemeler oldu. Siyasal ve kamusal alan; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, KCK ve Devrimci Karargâh davaları kullanılarak, AKP iktidarı ve Gülen Cemaati’nin otoritesine karşı direnecek bütün unsurlardan temizlendi. “Demokrasi” kılıfında topluma “kumpas” kuruldu. İktidar-Emniyet-Yargı üçgeninde kurulan bu rejimde; inanç ve ibadet hürriyetinden düşünce ve ifade özgürlüğüne varıncaya kadar en temel anayasal hakların kullanımı bile “darbeci/terörist” olmaya yeterli neden sayıldı. Tek parti iktidarının ulaştığı nicel çoğunluk, TBMM’de yer alan muhalefet partilerinin temsil imkânlarını yok etti.

Sandığın ve milli iradenin kutsandığı bu evrede muhalif görüşleri savunan milletvekilleri ve belediye başkanları art arda tutuklandı. Aynı şekilde TBMM dışı muhalefet kriminalize edildi. Muhalif bir parti, sendika veya derneğin üyesi olmak, yurttaşlar açısından riskli hale geldi. Özetle, temsili demokrasiye açılan kapılar kapatıldı. Bu baskı ikliminde, hak arayışı için sokağa çıkmanın bedeli; polis copu, biber gazı ve tazyikli su oldu. Polis şiddeti katmerleşerek artarken; Türkiye, 1990’lı yılların resmi şiddet manzarasına tekrar döndü. Bu oligarşik ittifak, aynı dava süreçleri sonunda devlet aygıtında türdeş inanç ve eğilimlere mensup bir memur sınıfı yarattı. Usulsüz atama, terfi ve sürgünler, KPSS ve diğer kurumların sınavlarına düşen şaibeler ve mülakat yoluyla sistematik kadrolaşma, seküler bir yaşam tarzını benimsemiş yurttaşlarda ayrımcılık hissi yarattı. Diğer taraftan, Tasarruf Mevduatı Sigortaları Fonu (TMSF) tarafından el konan kimi medya organlarının “yandaş” kuruluşlara satılması yoluyla yazılı ve görsel basındaki çokseslilik bitirildi. Diğer gruplar ise yönetimlerine atanan görevliler eliyle kontrol edildi. Ve böylece, medyadaki çoğulculuk da imha edilmiş oldu. Devlet aygıtı dindar bir kimliğe kavuşturulurken; toplumdaki inanç grupları arasında dengeyi sağlayan laiklik ilkesi ayaklar altına alındı. Laik devletin olanaklarıyla “dindar kuşaklar yaratma” hedefini önüne koyan iktidar, özel hayata, kişi hak ve özgürlüklerine yönelik açık müdahalelere kalkıştı. Adli ve istihbari dinlemeler yoluyla bütün toplumun kontrol altına alınmak istenmesi, alkol ve sigara yasakları, üç çocuk kampanyası ve kürtajın yasaklanmasına ilişkin çaba; İslâmî yaşantının dayatılması bakımından berrak birer örnekti. Benimsenen ekonomik model gereği, halkın müşterek birikimi olan doğal, kültürel ve tarihsel varlıklar yağmaya açıldı. Bilhassa HES projeleri ile tabiat tahrip edildi. En son dozerler, Gezi Parkı’ndaki ağaçları sökmeye geldiğinde, ağaçları savunanlar üç gün üst üste gaza boğulduğunda, bütün bir öfke sokağa döküldü. Siyasal ve sosyal temsil imkânları kurutulmuş, sesi bastırılmış, yaşam tarzına müdahale edilmiş, inançları ve kimlikleri yok sayılmış, geleceği çalınmış kim varsa, Gezi Parkı’nda toplandı. Gezi Parkı, temsili demokrasinin bizatihi devlet tarafından askıya alındığı ve bu yüzden halkın doğrudan kendi kendini temsil ettiği bir tarihsel kesitti. Türkiye’deki 79 şehirde milyonlarca insan daha çok özgürlük ve demokrasi talebiyle sokağa çıktı. İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş ve Berkin Elvan, Ankara’da Ethem Sarısülük, Antakya’da Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan ve nihayet Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz; Ahmet İnsel’in deyimiyle bu “haysiyet isyanında” öldürüldü ve can verdi. Başta İstanbul’daki müdahalede ağır şekilde yara alan Lobna Allami olmak üzere, onlarca yurttaş bir gözünü ve organını yitirdi; binlercesi de yaralandı. Bunları yüzlerce tutuklama ve binlerce sanığa ulaşan davalar, mahkûmiyetler, işini kaybetmeler, fişlemeler, idari soruşturmalar ve takipler izledi. İktidar, Gezi Parkı isyanının nedenlerini anlamak ve bu krizi demokratik yol ve yordamlarla aşmak yerine, hak arayanları “darbeci ve ajan” ilan etti. Dindar halkı yanına çekmek ve protestocuları inançlı insanların gözünde dinsiz gösterebilmek adına provokasyona başvuruldu. Polis şiddetinden kaçarak Dolmabahçe Camisi’ne sığınan gençlerin burada içki içtiği; Kabataş’ta türbanlı bir kadının dövüldüğü yalanı dolaşıma sokularak, halkın karşı karşıya gelmesi amaçlandı. Bu provokasyonun kaynağı, kuşkusuz iktidardı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Yüzde elliyi evde zor tutuyoruz,” diyerek, provokasyonu meydanlara taşıdı. Bu veriler ışığında devlet aygıtı, adeta suç örgütüne dönüştürüldü. İktidarın, bilhassa 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu ile polislerin ateş etme ve müdahale etme yetkisini genişletmesiyle birlikte ivme gösteren resmi şiddet, Gezi Parkı sürecinde en çıplak ve en billur haliyle zuhur etti. Bu sürece bağlı olarak Ali İsmail Korkmaz, demokrasi ve özgürlük adına sokağa çıkmış toplumsal muhalefete karşı suç örgütüne büründürülmüş kolluk güçlerinin, somut bir eylemi olarak tarihe geçti. Yasadışı bir şekilde “süpürün” talimatı verilen polis, “yakalama” değil, “yaralama” amacıyla görevlendirildi. Sokaklarda pusu kurularak, bir işkence düzeneği oluşturuldu. Polis gücüne, eli sopalı siviller ve esnaf dahil edildi. Dövülenlerin ortak özelliği, suç işlemiş olmaları değil, o an sokakta bulunmalarıydı. Nitekim Ali İsmail Korkmaz’ın tek “suçu” polis şiddetinden kaçıyor olmasıydı. Bu bile, “Düşman Ceza Hukuku”nun yürürlüğe konduğunun kanıtıydı. Bu hukukun güvencesi ve koruyucusu bizatihi bürokrasiydi. Ali İsmail’in ölümünü izleyen günlerde temel kanıt niteliğindeki kamera kayıtlarının polisler ve bilirkişi tarafından kaybedilmesi, adalet talep edenlerin ve avukatların “terörist” ilan edilerek davanın Kayseri’ye gönderilmesi, ölümcül tekmeleri savuran polis Mevlüt Saldoğan’ın “Gezi Parkı darbe ise ben darbeyi bastırdım,” diye savunma yapması ve nihayet, sanıklara “yaralama” suçundan ceza verilmesi, hiyerarşik bir suç ağını düşündürüyor. Üstelik vahim olan şu ki, bu suç ağı Mart 2015’te kabul edilen “İç Güvenlik Yasası” diye ünlenen “PVSK ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile birlikte yasal bir niteliğe büründürülüyor. Artık Ali İsmail’lerin ölümü, devlet nezdinde “güvenlik” tartışmasından ibaret… O tekmeler 19 yaşındaki Ali İsmail’in şahsında, özgürlük ve demokrasi talebi uğruna sokağa inmiş toplumsal muhalefete indirilmişti. Fail, devletti ve katiller, resmi üniformasıyla suçüstü yakalanmıştı. Zira Uğur Mumcu’nun deyimiyle, iktidarları sarsılan “Suçlular ve Güçlüler” kıskıvrak ele geçirilmişti.

Evet, mesele, bir ağaç meselesi değildi.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tosun Bank ~ İsmail SaymazTosun Bank

    Tosun Bank

    İsmail Saymaz

    1980’lerden beri Türkiye’de kurulan saadet zincirlerinin son halkası, “Tosuncuk” lakaplı Mehmet Aydın’ın kurduğu Çiftlikbank oldu. İsmail Saymaz, ”Tosun Bank“ diye adlandırdığı bu saadet zincirinin...

  2. Sözde Terörist – Bir Demokrasi Polisiyesi ~ İsmail SaymazSözde Terörist – Bir Demokrasi Polisiyesi

    Sözde Terörist – Bir Demokrasi Polisiyesi

    İsmail Saymaz

    Türkiye’de son yedi yılda “terör suçu”, iktidar bloğuna karşı her eylemi, her muhalif kimliği içine alacak şekilde genişletildi. Polis fezlekeleri adeta yasaların yerine geçerken;...

  3. Fıtrat – İş Kazası Değil, Cinayet ~ İsmail SaymazFıtrat – İş Kazası Değil, Cinayet

    Fıtrat – İş Kazası Değil, Cinayet

    İsmail Saymaz

    “Kaza değil bu ya, bu cinayet. Niye cinayet biliyor musun? Bazen şöyle diyorlar: İşçiler cahildir. Öyle midir? Bu işçiler dünya güzeli gemileri yapıyor, denizde...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur