“İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak.
(…)
Birdenbire bulunduğumuz odanın kapısı açılıverdi. İçeriye rüzgâr girdi. Soğukla beraber yapraklarını dökmüş bir ağaç girdi. Ağacın arkasından duman, dumanın arkasından bir kuş, kuşun arkasından bir bulut girdi.”
“Yılan Uykusu” adlı öyküden
İçindekiler
Öyle Bir Hikâye
Yalnızlığın Yarattığı İnsan. Alemdağ’da Var Bir Yılan
Panco’nun Rüyası
Melâhat Heykeli Yani Usta
İki Kişiye Bir Hikâye
Rıza Milyoner
Sarmaşıklı Ev
Eftalikus’un Kahvesi
Hist, Hist!…
Dülger Balığının Ölümü
Kafa ve Şişe
Çarşıya İnemem
Dolapdere
Bir Hastalık
Yılan Uykusu
Sait Faik Realitesi / Fikret Ürgüp
Bu edisyon, Varlık Yayınları tarafından 1954 ve 1957 yıllarında yayımlanan birinci ve ikinci baskılar ile YKY’nin 2010’daki 28. (son) baskısı karşılaştırılarak hazırlanmıştır. Farklı dillerden aktarılan sözcüklerle ilgili bir sözlük çalışması yapılmış, gerekli görülen sözcüklere dipnotlama yöntemiyle kitapta yer verilmiştir. Rumca sözcüklerin Türkçe karşılıkları için Ari Çokona’ya başvurulmuştur.
Varlık Yayınları tarafından 1954 yılında yapılan ilk baskıda kitabın adı “Alemdağında Var Bir Yılan”dır. Sait Faik bu duruma çok sinirlenir, çünkü onun teslim ettiği dosyanın kapağında “Alemdağ’da Var Bir Yılan” yazıyordur. Bu yanlışın yayınevine ait olduğunu söyleyip Leylâ Erbil’e dert yanar. Kitabın adı ikinci baskıda düzeltilmiştir (Aktaran Leylâ Erbil).
Editörün notu
Öyle Bir Hikâye
Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki… Şoförün biri:
— Atikali, Atikali! diye bağırdı.
Gider miyim Atikali’ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı, sarı, yeşil, türlü ışıklar görerek, bir renk dalgası içinde Ati- kali’ye vardık.
Şişli’de Bomonti durağından yüz adım yürüsem evi- me varır, iki yorganlı yatağımın çukuruna büzülür, dostum Panco’yu düşünürüm. Şimdilik başka kimsem yok. İstanbul adalarının birinde hasta anam yatar döşeğinde. Kara köpeğim de karyolasının altında onu ve beni bekler. Panco, Çilek isimli bir sokakta oturur. Futbol oyunları görür rüyasında. Yahut da yine rüyasında pişpirik oynar. Ben gece yarısından sonra yağmurlu bir havada Atikali’deyim. Sözüm ona bir bulvar üstündeyim. Yürüyorum. Yağmur yağıyor da yağıyor. Evet, yağmurun, yalnızlığın, Atikali’nin hakkı var: Uzaklaştıkça anamı, Panco’yu, köpeğim Arap’ı daha çok özlüyorum.
Üçü de uykudadır. Annem horluyor, Arap uyanmış, sokağa kulak veriyor, Panco rüya da görmüyor, demincek attım.
Ben, iki insan ve bir hayvan düşünerek yağmurun altında, Atikali’nin bilmediğim sokaklarına sapıyorum. Bekçi düdükleri geliyor. Bir evden deli gibi birisi fırlıyor. Üstüme çullanıyor.
– Dostumu öldürdüm abi, diyor, sakla beni.
Paltomun cebini gösteriyorum. Dikişlerinden yağmur girmiş, sabahki yediğim simidin susamları kokan cebimi. Girip kayboluyor.
– İsmin ne senin? diye sesleniyorum cebime. – Hidayet.
-Neden öldürdün, Hidayet? Seviyordum be abi!
-Nasıl seviyordun, Hidayet?
– Deli gibi be abi! Gün onunla ağarıyordu. Ben susamhelvası satarım abi gündüzleri. Cebin de mis gibi simit kokuyor abi. Gün onunla ağarır, onunla kararırdı. Bir dakkam yoktu onu düşünmediğim. Abi, rüyada gibi yaşardım. Her laf gelir gider ona dayanırdı. İnsanlar bana bir laf söylerdi. O ne cevap verebilir, diye düşünürdüm. Bir şey alacak olsam o alır mıydı acaba, derdim. Bir şey yesem içime sin- mezdi. Biri yol sorsa o gösterir miydi diye kafama sormayınca ve içimde o, yol göstermeyince aptal aptal bakardım. Bir güzel şey görsem ona göstermezsem, gösteremediğim için zevk alamazdım güzel şeyden.
– İsmi neydi?
– Pakize.
-Sonra Hidayet?
Sonra abi… Hava kararırdı. Susamhelvalarını kahveye bırakır, iki bardak şarap içmeye koşardım. Afyon mu katardı pezevenk meyhaneci nedir, içer içmez Pakize karşıma dikiliverirdi capcanlı, ısıcacık. Sahiden mi?
– Yok be yalancıktan, hülyadan be abi! Artık konuşur dururdum abi.
-Sus, gelen var, Hidayet.
Hidayet paltomun cebinde bir susam tanesi gibi büzüldü.
Yağmur dinmişti. Ortalık bir parça ağarmış gibiydi. Hidayet cebimden seslendi:
-Anlatayım mı ötesini abi?
-Anlatma, yeter bu kadarı.
—Peki abi, sustum. Nasıl istersen abi. Ama anlat beni Panco’ya e mi?
— Anlatırım Hidayet.
– Ama ötesi daha kıyak abi.
– Ötesini ben uydururum Hidayet. Sen çık cebimden. Palto da ıslandı. İkinizi birden kaldıramıyorum, yoruldum.
– Peki abi.
Cebimdeki susam pire oldu. Fatih Camii avlusunun çitlembik ağacının dibine doğru fırladı gitti. Karanlıkta bir kıvılcım, kara bir kıvılcım gibi pırıldadı.
Bir oh çektim. Rahatlamıştım. Keyiflenmiştim. Panco’ya domuzuna bir hikâye anlatacaktım: Hidayet Pakize’nin ta kalbine bir vuruşta kocaman bir çivi saplamıştı. Başka çaresi yoktu. Susamhelvaları yiyen çocuklar, kadınlar Hidayet’ten bu hikâyeyi bekle- mezlerdi. Susamhelvası karın doyurmazdı. Pakize susamhelvacıya da varamam a, demişti. Seviyormuş…
Sevgi karın doyurur mu? Hidayet o akşam süslenmiş, Taksim’e çıkmıştı. On sekiz lira otuz yedi kuruş parası vardı. Bir meyhaneye girdi içti de içti. İçtikçe Hidayet’e koydu. Artık minareye baktığı zaman minarenin aleminin göğe doğru yükselişini Pakize ilen bir bulutsuz ay mehtaplı gecede seyretmeyecekti, demek. Hırkaişerif’e bu yol mu gider diye bir kadıncağız sorduğu zaman Hidayet kafasının içinde, sarı yün kazağı altında kaybolmuş Pakize’ye aynı suali sorup da, “Bu yol mu gider, öteki mi, ben ne bileyim Fatma Hanım!” derse, o da kadıncağızın şaşırmış yüzüne gülümseyerek aynı şeyleri söyleyemeyecekti, ha.
Başını tüyler gibi, kediler gibi, temiz tülbentler ve mendiller gibi kokan Pakize’nin dizlerine hiç mi hiç koyamayacaktı.
Ulan bu çiviyi de kim koymuştu cebine. O piç Abdullah yok mu? O canım çocuk. O çilli, esmer yüzlü, badik burunlu, Karakaplan kulübü santrhafı* canım oğlan Abdullah. O koymuş olacaktı çiviyi. Yarım sinema bileti, yarım stadyum bileti, diş fırçası, ingilizanahtarı, bozuk yale kilidi, ispermeçet** mumu, çiklet, kurtlu kiraz, sabun, karpuz kavun çekirdeği, soğan, sarmısak koyan piç kurusu çiviyi ne bok yemeye kor. Kocaman temel enserisi***. Pırıl pırıl da. Biz gibi de ince… Panco’ya hazırda hikâye.
-Ne arıyorsun buralarda gece yarısı hemşerim sen?
– Bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Ordan dönüyorum. Geç kalmışım.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAlemdağ’da Var Bir Yılan
- Sayfa Sayısı136
- YazarSait Faik Abasıyanık
- ISBN9786254054020
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sis ~ Miguel de Unamuno
Sis
Miguel de Unamuno
Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı...
- Bir Dükkânı Beklemek ~ Uğur Nazlıcan
Bir Dükkânı Beklemek
Uğur Nazlıcan
“Bir Dükkânı Beklemek” “… elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?” Uğur Nazlıcan ilk kitabı...
- Bir Adam Girdi Şehre Koşarak ~ Tarık Tufan
Bir Adam Girdi Şehre Koşarak
Tarık Tufan
“Gidelim buradan. Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.” Tarık Tufan yüreğimize ve zihnimize dokunan kelimelerle şehirde akıp...