Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aldatmak
Aldatmak

Aldatmak

Paulo Coelho

… yaşadığım sokak, sokak lambaları, şu an içinde bulunduğum ev, salondaki mobilyalar, bir gün hepsi ortadan kaybolacak… tıpkı bedenim gibi. Ama bir şey var…

… yaşadığım sokak, sokak lambaları, şu an içinde bulunduğum ev, salondaki mobilyalar, bir gün hepsi ortadan kaybolacak… tıpkı bedenim gibi. Ama bir şey var ki kâinatın ruhunda iz bırakacak: sevgim. Linda ayrıcalıklı bir yaşama sahip olduğunun bilincinde. Yine de her sabah yeni bir güne açtığı gözlerini hemen kapayası geliyor. Arkadaşları ilaç kullanmasını öneriyor. Oysa Linda’nın istediği hissizleşmek değil, yaşadığını hissetmek…

Çünkü yaşamak sevmektir. Paulo Coelho Aldatmak’ta diğer kitaplarından farklı olarak kışkırtıcı, tene dokunan ve tutku dolu bir hikâyeyle çıkıyor okurun karşısına. Her şeyin mümkünmüş gibi sunulduğu bir dünyada, imkânsız aşkın izini sürüyor. Ruhun kuytularında kaybolmaya çekinmeden… Ne de olsa bazen kim olduğumuzu bulmamız için kendimizi kaybetmemiz gerekir.

***

Her sabah “yeni bir gün” dedikleri şeye açtığım göz­lerimi gerisingeri kapamak, yatağımdan hiç çıkmamak istiyorum. Ama mecburum.

Harika bir kocam var, bana sırılsıklam âşık, saygın bir yatırım bankasının sahibi ve her sene -kendisi iste­mese de- Bilan dergisi tarafından İsviçre’nin en zengin üç yüz kişisi arasında gösteriliyor.

İki oğlum (arkadaşlarımın tabiriyle) benim “yaşama sebebim”. Sabahlan erkenden kahvaltılarını hazırlayıp onları evden beş dakika yürüme mesafesindeki okullarına götürmeliyim; okulları tam gün olduğundan çalışmaya ve kendime zaman ayırmaya fırsat bulabiliyorum. Okuldan sonra, kocam ve ben eve dönene kadar, onlara Filipinli bir dadı bakıyor.

İşimi seviyorum. Yaşadığımız şehir Cenevre’deki he­men her sokağın köşesinden satın alınabilecek saygın bir gazetede muhabirlik yapıyorum.

Senede bir kez ailemle birlikte seyahate çıkıyorum, çoğunlukla enfes kumsallara sahip cennet misali yerlere; kendimizi olduğumuzdan daha zengin ve ayrıcalıklı his­setmemizi, yaşamın bize bahşettiği nimetlere ziyadesiy­le şükretmemizi sağlayacak kadar fakir insanların yaşadı­ğı “egzotik” kentlere gidiyoruz.

Hâlâ kendimi tanıtmadım: Adım Linda, memnun oldum. 31 yaşındayım, boyum 1.75, 68 kiloyum ve ko­camın sınırsız cömertliği sayesinde paranın satın alabile­ceği en iyi giysileri giyiniyorum. Erkeklerde arzu, kadın­larda kıskançlık uyandırıyorum.

Ama her sabah gözlerimi, herkesin düşlemesine rağ­men çok az kişinin erişebildiği bu kusursuz dünyaya açtı­ğım andan itibaren günümün felaket geçeceğim biliyo­rum. Bu senenin başına kadar hiçbir şeyi sorgulamaz, yaşantımı olduğu gibi sürdürmekle yetinir, hak ettiğim­den fazlasına sahip olduğum için nadiren suçluluk duyar­dım. Güneşli bir günde, evdekilerin kahvaltısını hazırlar­ken (hâlâ hatırlarım, bahar gelmişti ve bahçede çiçekler rengârenk açmaya başlamıştı) kendi kendime sordum: “Yani her şey bundan mı ibaret?”

Bu soruyu hiç sormamalıydım. Bütün suç önceki gün röportaj yaptığım bir yazarındı; sohbetimiz sırasın­da bana şöyle demişti:

“Mutlu olmak hiç ilgimi çekmiyor. Aşk ve tutkuyla yaşamayı yeğlerim, ki bu tehlikelidir çünkü karşımıza neler çıkacağını hiç bilmeyiz.”

Yazık, diye düşünmüştüm. Hayatta hiç tatmin bula­mamış. Üzgün ve kırgın ölecek.

Ertesi gün ise aniden hayatımda hiçbir risk bulun­madığını fark ettim.

Karşıma çıkabilecekleri biliyorum; her günüm bir öncekinden farksız. Âşık mıyım? Tamam, kocamı sevi­yorum, yani birisiyle sadece para ve çocuklar uğruna, göstermelik yaşamak zorunda kalıp depresyona girme­yeceğim garanti sayılır.

Dünyanın en güvenli ülkesinde yaşıyorum, hayatım­daki her şey düzenli, iyi bir anne ve iyi bir eşim. Oğulla­rıma da aktarma iddiasında olduğum katı bir Protestan eğitimi aldım. Hiçbir yanlış adım atmıyorum çünkü her şeyi tepetaklak edebileceğimin farkındayım. Her şeyi en yüksek beceri ve en düşük insan ilişkisi ilkesiyle gerçek­leştiriyorum. Ancak, gençliğimde ben de, her normal in­san gibi karşılıksız aşkların acısını çektim.

Ama evlendiğimden beri zaman duruverdi.

Ta ki şu lanet olasıca yazar ve verdiği cevap karşımda belirene dek. İyi de rutinin ve bıkkınlığın ne zararı var ki?

Açıkçası hiçbir zararı yok. Yalnızca…

… yalnızca her şeyin, beni tamamen hazırlıksız ya­kalayacak ani değişimine karşı duyduğum o üstü örtülü korku.

Bu melun düşünce güneşli bir sabahın ortasında ak­lıma düştüğü andan itibaren korkmaya başladım. Kocam ölürse dünyayı tek başıma göğüsleyebilecek miydim? Evet, diye cevap verdim kendi kendime; çünkü bırakaca­ğı miras birkaç nesli birden geçindirmeye yetecektir. Peki ya ben ölürsem, oğullanma kim bakar? Sevgili kocam el­bette. Ama zengin, yakışıldı ve akıllı olduğu için o da illa başkasıyla evlenir. Çocuklarım emin ellerde olur mu?

İlk adımda aklımdaki tüm kuşkulan cevaplandırma­ya çalıştım. Ne kadar cevaplasam o kadar yeni soru çıkı­yordu. Acaba ben yaşlanınca kocam kendine bir sevgili bulacak mıydı? Artık eskisi gibi sevişmediğimize göre acaba şimdiden başkasını bulmuş muydu? Son üç sene­dir kendisine pek ilgi göstermediğim için acaba o, benim başkasını bulduğumu zannediyor muydu?

Kıskançlık yüzünden hiç kavga etmemiştik, bence bu harikaydı ama o bahar sabahından itibaren bunun karşılıklı sevgi eksikliğinden kaynaklandığından kuşku­lanmaya başladım.

Konuya daha fazla kafa yormamak için elimden ge­leni yaptım.

Bir hafta boyunca, her iş çıkışı, Rue du Rhöne’a gidip alışveriş yaptım. İlgimi çeken pek bir şey yoktu; ama en azından -lafın gelişi de olsa- değişik bir şey yaptığımı dü­şünüyordum. öncesinde hiç eksikliğini duymadığım bir şeye ihtiyaç duymaya başladım. Her ne kadar elektrikli ev aletleri aleminde yenilikler nadir olsa da hiç tanımadığım bir elektrikli ev aleti keşfettim. Çocuklarımı abartılı hedi­yeler alıp şımartmamak için çocuk mağazalarından uzak durdum. Aşın cömertliğim kocamın aklına kuşku düşür­mesin diye erkek mağazalarına da uğramadım.

Eve dönüp kendi dünyamın büyülü diyarına adım attığımda üç-dört saatliğine her şey harika görünüyordu, ta ki herkes uyuyana dek. Derken kâbusum yavaş yavaş yerleşik hale gelmeye başladı.

Bence tutku gençlere özgüdür ve benim yaşımda, eksikliği gayet normal olmalı. Korktuğum bu değil.

Bugün, o sabahtan birkaç ay sonra, her şeyin değişe­ceği korkusuyla her şeyin son nefesime dek aynı kalacağı korkusu arasında bölünmüş bir kadınım ben. Kimileri yaz mevsimi yaklaştıkça aklımıza tuhaf fikirler geldiğini, açık havada vakit geçirip dünyanın boyutlarını fark ettik­çe kendimizi küçük hissettiğimizi söylerler. Ufuk çizgisi daha bir uzağımızdadır, tıpkı bulutlar ve evimizin duvar­ları gibi.

Olabilir. Ama artık gözüme uyku girmiyor ve bunun sebebi havaların ısınması değil. Gece olup bakışları üze­rimde hissetmediğimde her şeyden korku duyuyorum: yaşamdan, ölümden, sevgiden ve sevgi eksikliğinden, bü­tün yeniliklerin alışkanlığa dönüşmesinden, hayatımın en parlak yıllarını ölümüme dek tekrarlanacak bir rutine bağlayarak kaybettiğim duygusundan, ne kadar heyecan verici ve macera dolu görünse de bilinmeyenle yüzleşme­nin yarattığı telaştan.

Haliyle, başkalarının çektiği acılan düşünerek teselli bulmaya çalışıyorum.

Televizyonu açıp rasgele bir haber kanalını seçiyo­rum.

Kazalar, doğal afetler yüzünden yuvalarından olanlar, mülteciler hakkında bitmek bilmez haberleri izliyorum. Şu anda gezegenimizde kaç hasta insan var? Adaletsizlik­ler ve ihanetler yüzünden kaç kişi, sessizce ya da çığlık çığlığa acı çekiyor? Kaç tane fakir, işsiz ve mahkûm var?

Kanalı değiştiriyorum. Bir pembe dizi ya da film izle­yerek birkaç dakika veya saatliğine de olsa dikkatimi baş­ka yöne çekiyorum. Kocamın uyanıp, “Ne oldu, aşkım?” sorma olasılığı karşısında korkumdan ölüyorum. Çünkü her şeyin yolunda olduğu cevabını vermem gerekecek. Daha fenası -tıpkı geçen ay iki-üç kez yaşadığımız gibi— yattığımızda kocam elini bacağıma koyup yavaşça yukarı çıkarak bana dokunmaya başlarsa olur. Orgazm taklidi yapmayı becerebilirim -bunu defalarca yaptım- ama kendi isteğimle hemen ıslanamam.

Mecburen çok yorgun olduğumu söylerim, o da bo­zulduğunu asla açık etmeden dudaklarıma bir öpücük kondurur ve öbür tarafa dönüp tabletinde en son haber­lere bakar ve ertesi günü bekler. Dolayısıyla ben koca­mın baştan yorgun mu yorgun olmasını umut ederim.

Ama hep böyle olmaz. Arada sırada ilk hamleyi be­nim yapmam gerekir. Onu arka arkaya iki gece geri çevi­rirsem başkalarının peşine düşer ve ben onu kaybetmeyi kesinlikle istemiyorum. Önceden biraz mastürbasyon ya­parak ıslanmayı beceriyorum ve her şey normale dönüyor.

“Her şey normale dönüyor,” demek; hiçbir şey eskisi gibi, birbirimizi gizemli bulduğumuz o günlerdeki gibi olmayacak anlamına geliyor.

On sene evli kalıp tutkunun ateşini hâlâ söndürememek bana sapkınlık gibi gelir. Sevişme sırasında her zevk alıyormuş gibi yaptığımda içimde bir şeyler ölür sanki. Sadece bir şeyler mi? Bence içim sandığımdan daha hızlı boşalıyor.

Arkadaşlarım şanslı olduğumu düşünürler çünkü onlara kocamla sık sık seviştiğimizi anlatırım hep, onlar da bana kocalarının hâlâ kendilerine aynı şekilde ilgi duyduğu yalanını söylerler. Evlenince sevişmenin sadece ilk beş sene zevkli geçtiğini, sonrasında işe biraz “fantezi” katmak gerektiğini iddia ederler. Mesela gözlerini kapa­yıp komşunu üstünde, kocanın asla cüret edemeyeceği şeyleri yaparken hayal etmek. Kendini komşun ve kocan tarafından aynı anda sahip olunurken hayal etmek, bili­nen bütün sapkınlıkların ve yasaldı oyunların fantezisini kurmak.

Bugün, çocukları okula götürmek için evden çıkar­ken durup bir süre komşumu izledim. Onu hiç üstüme çıkmış halde hayal etmedim – işyerimdeki, yüzünde sü­rekli ıstıraplı ve yalnız bir ifadeyle gezen muhabir deli­kanlıyı düşünmeyi tercih ederim. Şimdiye dek kimseye kur yaptığım görmedim, çekiciliği de tam buradan geli­yor. Gazetede çalışan bütün kadınlar şu ya da bu şekilde “zavallının elinden tutmak istediklerini” dile getirmişler­dir. Bence delikanlı da bunun farkındadır ve bir arzu nesnesi olarak görülmekten memnundur. Belki o da his­lerimi paylaşıyordur; bir hamleyle her şeyi -işini, ailesi­ni, geçmişini ve geleceğini- berbat edecek diye ödü kopuyordur.

Neyse… Bu sabah komşumu izledim ve hüngür hün­gür ağlayasım geldi. Arabasını yıkayan komşuma bakar­ken şunları düşündüm: Şu işe bak, tıpkı kocam ve benim gibi birisi daha. Bir gün hepimiz onun yaptığını yapaca­ğız. Çocuklarımız büyüyecek ve başka şehirlere, hatta başka ülkelere taşınacaklar, bizlerse emekli olup arabala­rımızı yıkayacağız ya da belki para verip başkasına yıka­tacağız. Yine de, belli bir yaştan sonra, vakit geçirmek için fuzuli şeyler yapmak önem kazanır, bedenimizin henüz pas tutmadığını, paranın değerini hâlâ bildiğimizi ve kimi işlere girişmeye gocunmadığımızı başkalarına gösterme ihtiyacı hissederiz.

Bir arabanın teiniz olup olmaması dünyayı değiştir­mez. Ama bu sabah komşum için dünyanın en önemli şeyine dönüşmüştü. Bana harika bir gün dileyip gülüm­sedikten sonra yine, Rodin’in bir heykeli üzerinde çalışıyormuşçasına büyük bir özenle işine döndü.

Arabamı bir otoparkta bırakıyorum -“Şehir merke­zine toplu takmayla gelin! Çevreyi kirletmeyin!”- her zamanki gibi otobüse binip yol boyunca bildik şeyleri gö­rerek işyerime geliyorum. Cenevre çocukluğumdan beri hiç değişmedi sanki: 1950’li yıllarda “yeni mimari”yi keş­feden deli bir belediye başkanının inşa ettiği binaların arasında’kalan eski malikâneler yerlerinden ayrılmamak­ta direniyorlar.

Her seyahat ettiğimde bunların eksikliğini duyarım. Bu muazzam zevksizliğin, cam ve çelikten kocaman ku­lelerin, otoyolların eksikliğini hissederim, kaldırımların betonunu yarıp dışarı çıkan ve habire ayağımızın takıldı­ğı ağaç kölderinin, gizemli tahta çitlerle çevrili, “doğada böyle” denerek içinde her türlü otun yetişmesine izin verilen halka açık bahçelerin… yani modernleşerek bü­yüsünü kaybeden diğer bütün şehirlerden farklı bir şeh­rin eksikliğini.

Burada sokakta tanımadığımız birine rastlayınca hâ­lâ “günaydın” diyoruz, bir şişe su aldığımız bir dükkân­dan çıkarken “görüşmek üzere” diyoruz, oraya bir daha dönmeyeceğimizi bilsek bile. Hatta otobüste tanımadık­larımızla sohbet ediyoruz, oysa dünyanın geri kalanı biz İsviçrelileri ketum ve soğuk zanneder…

Eklendi: Yayım tarihi

“Aldatmak” için 2 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Işığın Savaşçısının Elkitabı ~ Paulo CoelhoIşığın Savaşçısının Elkitabı

    Işığın Savaşçısının Elkitabı

    Paulo Coelho

    Işığın Savaşçısı, başkalarının kendisine biçtiği rolü oynamaya çalışarak zaman harcamaz. Işığın Savaşçısı; kışkırtmalara kulak asmaz; onun, gerçekleştirmesi gereken bir yazgısı vardır. Işığın Savaşçısı, kendi...

  2. Akra’da Bulunan Elyazması ~ Paulo CoelhoAkra’da Bulunan Elyazması

    Akra’da Bulunan Elyazması

    Paulo Coelho

    Düşman onlardan çok daha üstün, ertesi sabah saldırıya geçecekti. Halkın çoğunluğu, yenileceklerini bildiği halde, şehirde kalmayı seçti. O akşam, her yaştan kadınlı erkekli bir...

  3. Elif ~ Paulo CoelhoElif

    Elif

    Paulo Coelho

    “Hilal’e isminin anlamını sordu; Türkçede ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardır hilal…” Elif’in başkahramanı dünyaca meşhur yazar Paulo Coelho,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Lanetli Kral – Peri Halkı Serisi 2.Kitap ~ Holly BlackLanetli Kral – Peri Halkı Serisi 2.Kitap

    Lanetli Kral – Peri Halkı Serisi 2.Kitap

    Holly Black

    İktidarı ele geçirmek zordur, ama korumak daha da zordur. Jude, bir fani olarak kendini Periler Diyarı’na kabul ettirmeyi sonunda başarıyor. Üstelik zalim prens Cardan’ı...

  2. Korkudan Güçlü Bir Duygu ~ Marc LevyKorkudan Güçlü Bir Duygu

    Korkudan Güçlü Bir Duygu

    Marc Levy

    Suzie Baker, Mont Blanc’ın buzları arasına hapsolmuş bir uçakta vatana ihanetle suçlanan ailesini temize çıkaracağını umduğu bazı belgeleri araştırırken, peşine takılan düşmanlarla birlikte dünyanın...

  3. Gidiyor, Gitti, Gitmiş ~ Jenny ErpenbeckGidiyor, Gitti, Gitmiş

    Gidiyor, Gitti, Gitmiş

    Jenny Erpenbeck

    “Ağustos sonunda bir perşembe günü on adam, Berlin’deki Kırmızı Belediye Binası’nın önünde toplanıyor. Açlık grevi yapacakları söyleniyor. Tenleri siyah. İngilizce, İtalyanca, Fransızca konuşuyorlar. Ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur