Hasan Sabbah’ ın Alamut Kalesi’ nin, cennet bahçelerinin ve fedailerinin tarihi romanı ”Hıristiyanların zaman ölçüsü ile 1092 yılının ilk baharında hatırı sayılır büyüklükte bir kervan, Semerkant’tan başlayarak Buhara üzerinden Horasan’ın kuzeyindeki Elbruz platosuna dek uzanan, bir zamanlar muzaffer orduların kullandığı eski yolun üzerinde ağır ağır ilerliyordu. Karların erimeye başlamasıyla birlikte Buhara’dan ayrılan kervan haftalardır yollardaydı…” ”Avni oğlum, Tahir’in torunu!” demişti ona. ”Doğruca Demavend Dağı’na giden yolu tut. Rey’e ulaşınca Şahrud Irmağı’ na giden yolu sor. Irmağın kaynağı sarp bir vadide bulunmaktadır; oraya çık. Büyük bir kale göreceksin: Bu yerin ismi Alamut kalesidir, yani ‘kartla yuvası.’..’
Hıristiyanların zaman ölçüsü ile 1092 yılının ilk baharında hatırı sayılır büyüklükte bir kervanı Semerkant’tan başlayarak Buhara üzerinden Horasan’ın kuzeyindeki Elbruz platosuna dek uzanan, bir zamanlar muzaffer orduların kullandığı eski yolun üzerinde ağır ağır ilerliyordu. Karların erimeye başlamasıyla birlikte Buhara’dan ayrılan kervan haftalardır yollardaydı. Deveciler yorgunlukları her hallerinden belli olan hayvanları harekete geçirmek için kırbaçlannı havada şaklatarak, sert seslerle bağırıp çağırıyorlardı, Ağır yüklerinin altında ezilen Hecin develeri, katırlar ve çift hörgüçiü Türkistan develeri» tek sıra halinde yürümeye çalışıyorlardı. Kervanı koruyan silahlı adamlar, küçük uzun tüylü atlarının üzerinde dimdik duruyorlardı. Ufukta uzanan dağ sıralarına dikmişlerdi gözlerini; bakışlarından hem yorgunluk hem de umut okunmaktaydı. Uzun zamandır inmemişlerdi atlarından. Bu nedenle de hedeflerine varmayı dört gözle bekliyorlardı, Demavend dağının karla kaplı zirvesi giderek yaklaşıyordu. Dağlardan esen soğuk rüzgar yorgun insanları ve hayvanları zindeleştirmişti. Fakat geceler çok soğuk geçiyordu. Deveciler ve silahlı muhafızlar, akşamlan çevresine toplandıkları büyük ateşe giderek daha çok yaklaşıyorlardı. Homurdanmaya başlamışlardı.
Develerden biri hörgüçlerinin arasında, daha çok bir kafese benzeyen küçük bir hücre taşıyordu. Zaman zaman narin bir el hücrenin küçük penceresindeki perdeyi yavaşça yana çekiyor ve genç bir kızın korku dolu yüzünü gözler önüne seriyordu. Ağlamaktan kızarmış iri gözler, soru dolu bakışlarla etrafındaki adamların suratlarında geziniyordu. Yolculuğun başından beri cevabını beklediği bir soru eziyet etmekteydi kendisine: Nereye götürülüyorum, bana ne yapacaklar? Aslında kervandakilerden hiçbiri onun varlığıyla ilgilenmiyordu. Sadece elli yaşlarında gösteren geniş şalvarlı, başında büyük beyaz bir sarık bulunan kervan başı hariç. Küçük pencerenin açıldığını fark eder etmez, gözlerini devirerek korkunç bakışlar (ırlatıyordu o tarafa doğru. Adamın bakışlarından korkan genç kız çabucak geri çekilerek perdeyi kapatıyor, olduğu yere büzülüveriyordu, Buhara’daki sahibi onu bu insanlara sattığından beri. bir yandan dehşetli bir ölüm korkusuyla yaşamaya çalışırken, diğer yandan da kendisini bekleyen geleceğin ne olduğuna dair duyduğu merale gitgide derinleşiyordu.
Güzel denilebilecek bir günde epeyce yol almışlardı bu arada az ilerideki tepenin yamacından dörtnala inen bîr grup atlı kervanın önünü kesti. Kervanın ön taraflarındaki hayvanlar içgüdüsel olarak durdular. Kervan başı ve silahlı muhafızlar göz açıp kapayana kadar geniş kılıçlarını çekerek, savunma düzeni aldılar. Kısa bir beklemeden sonra saldırganların lideri olduğu her halinden belli olan bîr adam. tilki kırmızısı rengindeki atının üzerinde İlerledi, Kervandaki (ere sesini duyurabilecek kadar yaklaştığına karar verince, boğazından bir haykırış yükseldi. Kervan başı da aynı şekilde cevap verdi ona. Bunun üzerine atlarını birbirlerine doğru sürerek hürmetle selamlaştılar ve yeni grup eskisine katıldı. Az sonra kervan tekrar dağlara doğru yola koyulmuştu bile. Bir daha mola verdiklerinde, vakit gece yansını çoktan geçmişti. Küçük dar bir vadide konakladılar. Uzaklardan bir dağ deresinin şırıltısının sesi geliyordu. Hepsi de son derece yorgundu. Zorlukla yaktıkları ateşin başında bir şeyler atıştırdıktan sonra, derin bir uykuya daldılar.
Şafak sökmeden önce hepsi ayağa dikilmişlerdi bile. Devenin sırtında bulunan hücre, hayvanın geceyi rahat geçirebilmesi için aşağıya indirilmişti. Kervana dün katılan atlıların lideri hücreye yaklaştı. Perdeyi yana çekti ve sert bir sesle bağırdı: “Halime!”
Genç kızın korku dolu gözleri pencerede beliriverdi aniden. Narin bir el küçük kapıyı yavaşça açtı. Atlıların lideri hoyrat bir hareketle narin bileği yakaladı ve genç kızı dışarı çekti*
Halime tepeden tırnağa zangır zangır titriyordu. Şimdi İşim bitti diye geçiriyordu aklından. Liderin elinde siyah bir kumaş parçası vardı. Kervan başı ile bakıştıktan sonra, genç kızın gözlerini sıkıca bağlayarak, başının arkasına sıkı bir düğüm attı. Sonra atına bindi ve yumuşak hareketlerle genç esireyi eğerinin önüne oturttu. Bu arada geniş pelerini ile kızın üzerini örtmeyi ihmal etmemişti. Kervan lideri ile birkaç kelime konuştuktan sonra atını tınsa kaldırdı. Halime ölesiye korkuyordu. Adama sarılmaya cesaret edemediği için az kalsın attan düşecekti.
Dün akşam duydukları derenin şırıltısı giderek daha yakından geliyordu. Halime durduklarını hissetti. Kendisini taşıyan adam yabancı biri ile konuşuyordu. Kısa süren bu duraklama anından sonra, lider tekrar atını sürmeye başladı. Fakat bu defa daha yavaş, daha dikkatli bir şekilde. Bir yanı uçurum olan dar bir patikada ilerlediklerini hissediyordu. Dağdan akan derenin şırıltısını çok yakından işitmeye başlamıştı. Yukarılardan esen soğuk bir rüzgâr. Halime’nin ürpermesine neden oldu.
Tekrar durdular. Birtakım bağırışlar ve şakırtılar işittiler, tekrar ilerlemeye başladıkları zaman, atın nallarından boğuk ve tok bir sesin yükseldiğini fark etti Halime: Sesini duydukları derenin üzerinde kurulu bir köprüden geçiyorlardı.
Ondan sonra olanlar İse korkunç bir karabasan gibiydi* Etraftan son derece garip sesler yükseliyordu; sanki kocaman iki ordu birbirleriyle savaşa tutuşmuşlardı. Birden süvari atından iniverdi, bu arada genç kızın üzerinin pelerini ile örtülü kalmasına özen gösteriyordu. Hızlı adımlarla yürümeye başladı, ardından gelmesi için Halime’yi çekiştirip duruyordu. Kimi zaman düz zeminde yürüyorlar, kimi zaman ise merdiven çıkıyorlardı. Kısa bir süre sonra ise kızın İçini, sanki kubbeli bir binanın içine girmişler gibi bir his kapladı. Aniden adam üzerine örtülü olan pelerini çekip aldı. Yabancı ellerin vücudunu kavradıklarının farkına vardı. Dehşet İçinde tir tir titriyordu; korkudan ölecek gibiydi.
Kendisini süvariden teslim alan adam belli belirsiz bir sesle güldü. Birlikte bir koridora benzeyen dar bir geçitten geçtiler. Sanki büyük bir yeraltı mahzenindeydiler; etraflarındaki hava buz gibi olmuştu. Hiçbir şey düşünmemeye çalışıyor, ama bunu başaramıyordu. Sonunun geldiğine İnanmıştı artık.
Kızı kollarının arasında taşımakta olan adam. bir eliyle duvarı dikkatle yoklamaya başladı. Aradığını kısa bir süre sonra buldu ve sert bir hareketle elinin altındaki cismi itti. Derin bir gong sesi işitildi.
Halime dayanamayarak bir çığlık kopardı ve kendisini saran kollardan kurtulmaya çalıştı. Yabancı adam hafifçe güldü ve şefkatli bir sesle konuştu:
“Bağırmayı kes küçük maymun, kimsenin sana bir şey yapmaya niyeti yok.”
Demir bir kapı gıcırdayarak açıldı. Bulanık bir ışık huzmesi Halime’nin gözbağının altından süzüldü. Beni hapse atacaklar.*, Daha aşağılardan suyun şırıltısı işitiliyordu. Genç kız neferini tuttu. Kendisine doğru yaklaşan çıplak ayakların seslerini işitmişti. Seslerin sahibi yanlarına kadar geldi. Kızı taşımakta olan adam onu yeni gelene teslim etti.
“İşte Adi, al bakalım!”
Vücudunu kavrayan çıplak kollar birer aslan pençesi kadar güçlüydü. Adamın belden yukarısı da çıplak olmalıydı. Kendisini yukarı kaldırdığı zaman anlamıştı bunu. Gerçek bir dev olmalıydı bu adam.
Halime artık kaderine razı olmaktan başka bir çaresi kalmadığını anlamıştı. Adam kolunun altındaki kızla beraber asma bir köprüden geçti. Küçük köprü, üzerindeki ağırlık nedeniyle tehlikeli bir şekilde sallanıyordu. Sonra da ayaklarının alımdaki zemin, sanki küçük çakıl taşlarıyla kaplıymış gibi gıcırdamaya bağladı. İşte tam bu anda genç kız güneşin latif sıcaklığını hissetti. Güneş ışınlan gözbağından içeri sızıyordu, çevresindeki havayı ise taze otların ve çiçeklerin kokusu doldurmuştu.
Aniden altlarındaki zemin yalpalamaya başladı. Halime yüksek dalgalar arasında yol almaya çalışan bir kayıkta olduklarını anlamıştı. Bir çığlık atarak devin omuzlarına sıkıca sarıldı. Dev adam bir çocuğunkine benzeyen garip derecede İnce sesiyle güldü ve sıcak bir sesle konuşmaya başladı:
“Korkma küçük ceylan. Seni karşı kıyıya götürüyorum, orada hedefimize varmış olacağız.. Otur arlık!”
Halime’yi rahat bir yere oturttu ve kürek çekmeye devam etti.
Uzaktan işittikleri gülme sesi miydi? Sanki genç kızların neşeli cıvıldamalarını işitiyordu. Bir kez daha kulak kabarttı. Hayır yanılmıyordu. Sesler giderek daha da yakından geliyordu Burada neşeli insanlar olduğuna göre, belki de başına çok kötü şeyler gelmeyecekti!
Küçük kayık bu arada kıyıya ulaşmıştı. Adam kızı dikkatle kollarının arasına alarak karaya çıktı. Dik bir patikaya tırmanmaya başlamıştı, Yukarı ulaştıklarında Halime yavaşça yere indirdi. Her tarafından tiz bağırışlar yükseliyordu. Hızla kendisine doğru yaklaşan sandalların seslerini işitmekteydi. Dev adamın geniş bir gülümsemeyle yayılan ağzından şu sözler çıktı: “Alın! Onu sizlere teslim ediyorum!’
Sonra da tekrar kayığına döndü ve karşı kıyıya doğru kürek çekmeye başladı.
Kızlardan bir tanesi Halime’nin göz bağını çözmeye çalışırken. diğerleri de hayret dolu çığlıklar atıyorlardı:
“Ne kadar da zayıftı”
“Henüz ne kadar da gençti Bu daha bir çocuk.,.”
“Şuna bak! Ne kadar sıska! Yolculuk onu bayağı yıpratmış olmalı., Ama yine de, ne kadar uzun boylu olduğuna bakın hele! Bir selvı gibi,..”
Sonunda Halime’nin gözlerindeki bağ çözüldü. Şaşkınlıkla çevresine bakındı. Uçsuz bucaksız bahçeler sarmıştı etrafını. hem de ilkbaharın tazeliğini yaşayan bahçeler*,. Etrafını çeviren kızlar da huriler kadar güzeldiler; fakat gözbağını çözen kız içlerinden en güzelleriydi.
“Neredeyim ben?” diye sordu Halime zayıf, çekingen bir seste. Kızlar sanki Halime’nin çekingenliği kendilerini eğlendiriyormuşçasına gülmeye başladılar. Utanandan kıpkırmızı kesilmişti Halime; fakat göz bağını çözen kız. şelkatlo beline sarıldı:
“Korkmana gerek yok yavrum. Burada harika insanlar arasında* sın,”
Sıcacık sesi güven doluydu. Halime de ona sarıldı, bu arada aklından çılgınca düşünceler geçiyordu; Yoksa bir kralın sarayında mıyım?
Beyaz çakıl taşlarıyla kaplı bir yola götürdüler onu Yolun iki ta…
“Alamut: Fedailerin Kalesi” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAlamut: Fedailerin Kalesi
- Sayfa Sayısı512
- YazarWladimir Bartol
- ISBN9757076090
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYurt Kitap Yayın / 2008
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ebenezer Le Page’in Kitabı ~ Gerald Basil Edwards
Ebenezer Le Page’in Kitabı
Gerald Basil Edwards
Aynı şeyin onlarca Guernseyli çocuğun başına geldiğini gördüm. Ada’dan kaçacağım diye ölüp biterler, ama bir kez gidince de dönmek için her şeyi yaparlar. Bu...
- Maskeli Balo ~ Melissa De La Cruz
Maskeli Balo
Melissa De La Cruz
Bir anda yıldızı parlayan genç yazar Melissa De La Cruz’dan gerçekçi mekânlarda geçen kurgusal bir üçlemenin ikinci kitabı… Maskeli Balo İyi insanlar bile zorunlu...
- Yara ~ Josephine Hart
Yara
Josephine Hart
Zenginlik, güzel bir eş, başarılı çocuklar, prestijli bir siyaset kariyeri… Dışarıdan bakıldığında her şeye sahip bir adam, hangi uğurda tüm bunları riske atar? Tutku....
Merhabalar bu kitabı severek okudum ve yorumladım.Yorumlarken kendimden de birşeyler kattım Göz atmak isterseniz
http://www.kitapsohbetcisi.com/2012/06/sohbet-alamut.html
Gelmişken anketime de katılırsanız sevinirim