Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aklından Neler Geçiyor
Aklından Neler Geçiyor

Aklından Neler Geçiyor

Şefik Karakoç

Ücra bir benzin istasyonunda poşet arayan, evde eline geçen her şeyi tamir etmeye çalışan, yıllar önce toprağa tükürdüğü çekirdeğin meyvesini alan, iki yanı bataklık…

Ücra bir benzin istasyonunda poşet arayan, evde eline geçen her şeyi tamir etmeye çalışan, yıllar önce toprağa tükürdüğü çekirdeğin meyvesini alan, iki yanı bataklık bir yoldan eve dönen, bazen aklından zoru olan, bazen aklıyla barışık olan karakterler… ve aynı izlek, aynı soru: Aklından Neler Geçiyor.

Çünkü emin olamıyoruz, çünkü en çok kendi kendimizle konuşuyor, merak ediyoruz. Yeni bir şey mi, derinlere mi kök salmış, çiğ mi, pişmiş mi, ele gelir mi, yoksa uçucu mu. Her şey orada dönüp duruyor, orada var olup yitiyor.
Şefik Karakoç Aklından Neler Geçiyor’da şaşırtıcı yetkinlikte bir dil kullanıyor. Kafamızı kurcalayarak aklımızı başımıza getiriyor.

*

DÜZGÜN BİR HAYAT YOK

İrili ufaklı lagünlerin yanından saatte yüz on sekiz kilometre hızla geçiyoruz. Dönüş yolundayız, eve dönüyoruz. Dalyanların ahşap direkleri lagünün ağzındaki sığ suyun üstüne uzun gölgeler bırakıyor.

İsmail direksiyonda, ben yolcu koltuğunda. O ara ara esniyor, benimse gözlerim kapanıyor.

Sonra yavaş yavaş kıyıdaki suyun izi kayboluyor. Lagün, dalyan ne varsa yok oluyor. Bir kargaşa başlıyor, bir ayaklanma. Kıyıda savaş çanları çalarken biz tatlı bir eğimle yokuşu tırmanıyoruz. Belli etmeden kavgadan kaçar gibi, beladan uzaklaşır gibi yükseliyoruz.

“Farklı bir yoldan mı gidiyoruz,” diye sordum.

“Hayır abi. Bildiğimiz aynı yol.”

Bir şeyler farklı işte. Geldiğimiz gibi değil, eski eve dönüşlerimiz gibi de değil. Değil ama ne.

Tırmanış bitti. Yol önümüzde ip gibi uzadı. İsmail hızı sabitledi, ayağını gazdan çekti. Dün gece masada karşılıklı otururken yaptığı gibi ayaklarını koltuğun altında birleştirdi.

“Abi be hayat buralarda valla. Cennet buralar, cennet. Var ya,” deyip boştaki elini direksiyona doğru savurdu, “aslında işi gücü bırakıp buraya yerleşeceksin.”

“Ciddi misin lan İsmail, çok iyi bir fikir bu. Durup dururken nereden aklına geliyor böyle şeyler.”

Sırttı. Onu övüyorum mu sandı. “Abi biz de kendi çapımızda biliyoruz be bir şeyler, o kadar da boş değiliz yani,” dedi. Evet, öyle sandı.

Tekrar deniz seviyesine doğru alçalmaya başladık. Sonunda gerilmiş çarşaf gibi hemyüz oldu dünya. Kıyıdaki kargaşa büsbütün bir çatışmaya evrildi. Denizle karanın savaşı patlak verdi. Toprak suya, su toprağa karşı.

Kara, üstünde sarı yeşil sazların bulunduğu küçük adacıklarını yolladı denizin ortasına. Bazıları suda çözünerek dibi boyladı, bazılarıysa denizi içten böldü, parçaladı.

Deniz de bu sırada rahat durmadı. Bulabildiği en ince kılcallardan sızdı toprağın içine, yeni çukurları fethetti. Başarılı olanlar denize bağlı yeni denizcikler oluşturdu, geriye kalanlarsa karadaki tuzak oyukların içinde esir düştü, buharlaştı. Ardında tuzlu, tatsız izler bıraktı.

Nihayet ince siyah bir çizgi belirdi toprakla suyun arasında. Yenişemeyenlerin mecbur barış hali. Sınır tekrardan çizilmeye başladı. Birlikler yavaş yavaş kendi topraklarına, kendi sularına çekildi. Tam ortalık duruldu derken asi milislerin saldırıları başladı. Karşı tarafa doğru yapılan her atak sınırdaki siyah çizgiyi büyüttü, genişletti. Ve kıyı şeridi bir bataklığa teslim oldu. Kara çamur öyle vahşice yayıldı ki bir noktadan sonra yolun öteki yanına atladı, her yeri kapladı. Ziftin ortasında uzanan ziftle kaplı yol kaldı kala kala. Daha yeni gördüğüm bir şey kadar tanıdık bir karanlığa büründü. “Sen bu bataklığı hatırlıyorsun yani?”

“Ha,” dedi. Baktı, düşündü, işledi, kavradı. “Tabii abi, çok net hatırlıyorum.”

Çok net. Ismail’de şüpheye hiç yer yok.

“Dün gece fazla kaçırmışız,” dedi.

Haklı. İç, sıç, geç uyu, erken kalk. Bir de üstüne saha gezisi, sonra apar topar yola çık. İsmail işte, onun derdi bu, bunlar. Benim bir derdim yok. Sadece buralar biraz darmaduman.

Torpidoyu açtım. Çakmak aradım ya da kibrit. Yansın yeter. Karıştırdım. Açılmamış bir araba kokusu geldi elime. Paketi iki parmağımın arasında hışırdattım. Öyle sert çekiştirdim ki sonunda kenarından yırtıldı. Hafif hafif öksürmeye başladım. İsmail’de tık yok. Yırtıktan yayılan çikolata kokusu genzimi yaktıkça daha çok öksürdüm. Nefesim kesildi. Camı açıp dışarıya fırlattım güzelim çikolata kokusunu, tuzlu bataklığın içine. Bana göre değil böyle şeyler. Böyle yollar, çikolata kokuları, yolculuklar.

Ama öyle ya da böyle. Geldik, dönüyoruz işte.

Hep böyle olur ya, neden. Neden hep çocukluğu gelir aklına insanın. Bir pazar günü. Üstü başı is kokmuş herkesin. Hava kararmış. Kimseden çıt çıkmıyor. Radyo kapali. Her bedenin başı şişmiş. Yollar virajlı. Alkolden suratlar kıpkırmızı. Herkes herkesten bunalmış. Herkes bok gibi yorgun. Kimse yediğinden bir şey anlamamış. Mangalda kalan etler ekmek arasında. Ekmek araları bagajda, mangalın yanında. Birkaç araba arka arkaya yolda. Şimdi herkes, sanki dünyadaki bütün herkes eve dönüş yolunda. İki ya da üç sapak sonra kendi yollarına dönecek ve evlerine gidecekler.

İyi de neden, neden bu hüzün.

Öne doğru kaykıldım. Yolu izlemeye koyuldum. Koyu, siyah bir sis bulutu belirdi havada, yolun tam ortasında. Saatte doksan dört kilometreyle içine girdik. Ön camda noktalar. Hafiften çiseleyen yağmur gibi. Pit pit. Küçük, yapışkan sinekler. Camda beliren noktalara odaklandıkça yol belirsizleşti, muğlak bir fon haline geldi.

Meselenin alakasızlığı, aklın karışıklığı ve çamurun bataklığı.

“Abi,” diye seslendi bakışlarını yoldan çevirmeden. “Söyle İsmail.”

“Ne düşünüyorsun?”

“Ne mi düşünüyorum?”

“Sessizsin ya abi. Sen galiba çok düşünüyorsun.” Cevap alamayınca, “Bir mola verelim mi,” diye sordu. Oldukça hareketli bir şarkıdan sonra ter içinde kalan dar elbiseli, siyah saçlı kadın şarkıcı da aynen böyle demişti. “Bir mola verelim mi.” Arkasındaki basçıyla davulcu hallerinden memnun, seksenli yıllardan bir melodi tutturmuş, başka bir âlemde geziniyordu. O zaman Sibel yoktu, daha gelmemişti. Sibel’le arkadaşlarının oturacağı masanın tam ortasında, cam kâseye iliştirilmiş bir kâğıt duruyordu. Rezerve.

İsmail’le ben hep yaptığımız, hep yapacağımız gibi, şehir dışına çıkan her saha elemanının yapıp yapacağı gibi içebildiğimiz kadar içecek, sarhoş olunca da odalarımıza çıkıp uyuyacaktık. Sabah şantiyeye, sonra da eve doğru yola çıkacaktık.

“Fena sıkıştım.” dedi, sağa sinyalini verdi. “Şu petrole girelim.”

Köylü bu çocuk İsmail. Arabaya taksi der, istasyona petrol. İşini yapar, gerisini siktir eder.

Motoru durdurdu, arabadan indi.

“Bir şey istiyor musun abi?”

“Ne adamsın be,” dedim.

Tek elini arabanın tavanına koydu, eğilerek kapı boşluğundan başını uzattı. “Niye öyle dedin ki abi,” diye sordu.

Duraksadı. “Yoksa dün gece için mi böyle diyorsun?” Yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı. Çaktırmamaya çalışıyor ama belli, böyle şeyleri konuşmak hoşuna gidiyor. Bir şey demeden gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Kızardı. “Hi, ne oldu ki abi?”

“Amma büyüttün be Ismail. Yok bir şey.” Arkasını döndü, yürümeye başladı. Cama doğru eğilerek seslendim. “Marketten birer çikolata al bize.” Başını sallayarak uzaklaştı. O sırada ben de çakmak aradım ya da kibrit. Yok, nereye baktıysam yok. Aramadığım zaman bir yerde bulurum. Hep öyle olur ya.

İsmail tuvaletten çıktı, kasadaki adamla bir saat muhabbet etti. Yine bulmuştur memleketlisini. Neyse ki geliyor. Neyse ki yine kendinden bekleneni yaptı, şaşırtmadı. Elindeki ucuz gofretlerden birini bana uzattı. İsmail’in çikolatadan anladığı bu.

Yol kaldığı yerden aktı. Kavşağa yaklaştık. Tabelalar düz diyor. Yolun buradan sonrası rahat. Önce düz ova, sonra bir uzun, bir kısa tünel, çıkışında az biraz viyadük, otoban, ev. “Ismail be,” dedim, “yeni yoldan mı gitsek?” “Öyle yapıyorum zaten abi.”

Kavşağı düz geçti.

“Yok, yani yeni eski yolu diyorum.”

“Abi bir yeni yol var, bir de eski yol. Eski yolu mu diyorsun?”

“Yeni yol ilk açıldığında eski yol eskiydi. Ama artık eski yol, yeni eski yol oldu.”

Hiçbir şey demedi, hızını kesmeden yola devam etti. Sonra yavaşladı, sağdaki cebe girdi, u dönüşü yaptı. Ben de bir şey demedim. Tekrar kavşağa gelince, gel geri dönelim ha İso, buralar cennet be Iso, işi gücü bırakıp buraya yerleşelim ha ne dersin, demek geldi içimden ama demek de gelmedi içimden.

“Bekle bizi yeni eski yol,” dedi. Başını bana doğru çevirdi. “Abi sen de az orijinal adam değilsin ha.”

Ovadan tekrar sahil yoluna girdik. Yeni eski yolun çok eski asfaltının üstünde, arabanın içine yayılan, yayılıp da uzayan uğultunun eşliğinde biraz radyoyu kurcaladım. Birkaç Yunan’a rastladım, birinde durdum. Bilmediğimiz bir dilde iki kişinin muhabbetini dinleyerek saatte yetmiş sekiz kilometre hızla gidiyoruz. Dönüş yolundayız, eve dönüyoruz.

“Bak diyorum sana abi. Fiyatlar daha da fazla artmadan bir ev alın.”

“Ev mi alalım?”

“Tabii, ev alın. Pişman olmazsın.”

“Ama benim evim var İsmail.”

“Kirada değil miydin abi sen?”

Yol kenarındaki kahverengi tabelayı işaret ettim. İki dağın arasına doğru kıvrılarak devam eden toprak yolu tarifleyen, bir antik kentin tabelası. “Bak, senin antika şehirlerinden biri.” dedim. “Bir dahaki gelişimizde uğrayalım.”

“Uğrayalım abi ama ben arabada beklerim. Taş toprak taş, anlamıyorum ben. Sen gezer gelirsin. Ben beklerim seni.” “Olur İsmail.”

Sahil yolundan ovaya döndük. Biraz tırmandık. Az biraz indik. Güneş batmadan önce son kez bulutları araladı. Sarı ışık son kez aydınlattı.

Radyo cızırdamaya başlayınca kapadım. Havanın kararmasıyla beraber sağlı sollu kayalar fırladı yerin ağzından. Tabelalar uyardı. Tırmanış uzun olacak. Yol üç şeride çıktı. Bize iki, karşı yöne bir. Ağır vasıtalar sağa çekildi.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap AdıAklından Neler Geçiyor
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarŞefik Karakoç
  • ISBN9786057643988
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNotos Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kızıl Haç ~ Saşa FilipenkoKızıl Haç

    Kızıl Haç

    Saşa Filipenko

    Kızıl Haç kişisel bir hikâye üzerinden Sovyet tarihini, 20. yüzyılın acı dolu yıllarını iki yüz sayfada kateden bir roman. Bir yanda doksan bir yaşında,...

  2. Bir Misket Limon Bir De Kâmile ~ Nihan ÖzebeoğluBir Misket Limon Bir De Kâmile

    Bir Misket Limon Bir De Kâmile

    Nihan Özebeoğlu

    Yazıyla hayat arasındaki dengeyi ustalıkla kuran Özebeoğlu, yakın tarihe ait eğlenceli, mizahi öyküler yazıyor. Aslında anlattıkları bizim o büyük hikâyemizi tamamlıyor. Hafızalarımızda hayal meyal...

  3. Kadın Sultanlar ~ Sibel EraslanKadın Sultanlar

    Kadın Sultanlar

    Sibel Eraslan

    Onlar, bir rüyadan devlet çıkaran milletin, bir devleti rüya ile ayakta tutmaya çalışan anneleriydiler… Asırlarca yedi iklime, adaleti, barışı, insana saygıyı ve onuru, refahı...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur