Yusuf boyutlar arası geçiş kapılarını anlatan eski bir kitap bulmuştu. Kapıların kaç yılda bir açıldığını, kapıları birbirine bağlayan solucan yolunu, hatta galaksileri, yıldızları açık açık anlatıyordu. Anlaşılan bu kitabı yazan kişi bu yolculuğu yapmıştı. Yusuf bunu öğrendiği günden beri hep bu kapıları aramıştı. Fakat bir türlü tam zamanını denk getirip de gök kapılarının açıldığını görememişti. Yıldızlara, galaksilere, başka boyutlara çok meraklıydı. Arkadaşlarına anlattığında kimse onunla bu kapıların yanında beklemeye gelmemişti. Çünkü bir mağara içindeydi. Arkadaşları korkmuşlardı. O yüzden kapının başında tek başına yirmi dört saat nöbet tutuyordu. Hangi gün, hangi saatte açılacağı belli değildi. Böyle bir kapının olduğu bile kesin değildi.
YUSUF boyutlar arası geçiş kapılarını anlatan eski bir kitap bulmuştu. Kapıların kaç yılda bir açıldığını, kapıları birbirine bağlayan solucan yolunu, hatta galaksileri, yıldızları açık açık anlatıyordu. Anlaşılan bu kitabı yazan kişi bu yolculuğu yapmıştı. Yusuf bunu öğrendiği günden beri hep bu kapıları aramıştı. Fakat bir türlü tam zamanını denk getirip de gök kapılarının açıldığını görememişti. Yıldızlara, galaksilere, başka boyutlara çok meraklıydı. Arkadaşlarına anlattığında kimse onunla bu kapıların yanında beklemeye gelmemişti. Çünkü bir mağara içindeydi. Arkadaşları korkmuşlardı.
O yüzden kapının başında tek başına yirmi dört saat nöbet tutuyordu. Hangi gün, hangi saatte açılacağı belli değildi. Böyle bir kapının olduğu bile kesin değildi. Herkes elindeki kitabın uydurma olduğunu söylüyordu. Onlara göre boşuna hayaller kurup boşuna emek harcıyordu. Annesi Ayşe Hanım ile Babası Ali Bey’e de fikirlerini aynı şekilde söylemişti. Onlar da inanmamışlardı. Çok nasihat ettiler. “Başına bir iş gelir oralarda, mağara üzerine göçerse ne olacak?” diyorlardı!
Fakat Yusuf’u bundan kimse vazgeçiremiyordu. Bu konuda öğretmenleri ve arkadaşları bile tesir edemiyordu. Yusuf yıldızlar arası yolculuklar yapıp başka canlılarla tanışacaktı. Bunlarla ilgili rüyalar da görüyordu. Tüm zamanını buna ayırmıştı artık. Okulunu da bitirince makine mühendisliği alanında bir iş başvurusu falan da yapmamıştı. Gece gündüz bu geçiş kapılarının başında bekliyordu. Ve mağaranın içinde ahşap bir tren yapıyordu. Çünkü açılacak olan solucan deliğinin manyetik alanı trenin içindeki yolcuları etkilememesi için trenin kesinlikle ahşap olması gerekiyormuş. Aksi halde manyetik alan yolcuları öldürebilirmiş. Uzun çalışmalar sonunda trenini tamamladı. Treni insan gücü ile çalışıyordu. Üç tane pedalı vardı. Biri ileriye diğeri geriye ilerletiyordu trenini. Biri ise firen yapmak içindi. El freni vardı treninin. Işıkları vardı. Üç tane de vagonu vardı. Tüm ihtiyaç hissedeceği malzemeleri doldurdu vagonlara. Su ve yiyecek ihtiyacı olabilirdi gittiği yerde.
Ve beklenen gün gelip çatmıştı. Çok uykulu olduğu bir sırada mağaranın derinliklerinde karşısında bulunan kayadan yeşilli beyazlı kırmızılı ışıklar parlamaya başladı. Sonra Yusuf’un uzun zamandır beklediği kapı açıldı. Ahşap treni ile hemen oradan içeriye girdi. Girişin çok güzel ışıklı olmasına rağmen yol karanlıktı. Gittiği yeri göremiyordu. Trenin farlarını yaktı ama ışık karanlığın içinde kaybolup gitti. Tüyleri diken diken olmuştu Yusuf’un. Uzun müddet ilerledikten sonra yolun sağında ve solunda pencereler olduğunu gördü. Çünkü oradan yıldızlar gezegenler görünüyordu.
Birisinden dışarıya doğru sarkıp hayretler içerisinde Güneş sistemini inceledi. Dünyayı görüyordu. Mavi bilye misali boşlukta ilerliyordu. Diğer geze genleri uydularını seyretti. Sanki elini uzatsa onlara dokunabilecekmiş gibi geliyordu kendisine. Solucan deliği düşünceleriyle hareket ediyordu sanki. Görmek istediği yere daha da yakınlaşıyor çok uzun mesafeleri saniyeler içerisinde aşıyordu. Samanyolu Galaksisini görmeye başladı Yusuf. İki yüz Milyar yıldızın sarmal bir halde dönüşünü görmek onu çok müthiş duygular içerisinde bırakmıştı. Nefes alıp vermiyor gibiydi. Gözlerini kocaman kocaman açmış hayretler içerisinde kalmıştı.
Büyük bir hızla oradan uzaklaştı. Samanyolu görünmüyordu artık. Galaksiler birbiri ardına geçiyordu gözlerinin önünden. Ve on beş milyar ışık yılı uzaklaştı dünyadan. Çok büyük bir galaksiye yaklaşmıştı. Samanyolu’ndan on kat daha büyüktü. Orada yeşil renkli bir yıldız dikkatini çekti. Oraya yaklaştı. Sonra aynı yıldız sisteminde başka yıldızlarında olduğunu gördü. Sarılı kırmızılı mavili bilye gibi bir yıldız vardı. Sonra beyaz bir yıldız. Aynı yıldız sisteminde üç tane yıldız vardı. Ve o sistemde tam yirmi iki gezegen. Etrafında çeşitli sayılarda uydular. Bu gezegenlerin hepsinde de hayat vardı. Gezegenleri tek tek gördü solucan deliğinden. Hepsi aynı ırka mensuptu sanki. Tıpkı insan gibiydiler ama vücutları tüylerle kaplıydı. Kuşları andırıyorlardı. Üzerlerinde elbise yoktu. Farklı renklerdeydiler. Solucan deliği Yusuf’u treniyle birlikte oraya bıraktı. Kızıl kayadan bir mağaranın içinden çıkmıştı. Hemen orayı belirleyecek küçük bir harita çizdi kendisine.
Geçiş kapısını bulabilmek için. İnerken fark etmişti, orada hiç deniz falan yoktu. Yemyeşil bir yerdi. Büyük ağaçlar vardı. Dallarından su akıyordu bazılarının. Dünyadaki pınarlar misali. Teknoloji çok gelişmiş görünüyordu. Çünkü uçaklar, gezegenler arasında gidip gelen uzay araçla n vardı. Yusuf’u fark etmeleri çok uzun sürmedi. Hemen bir devriye gelip onu yakaladılar. Kollarında kolluklar vardı. Silahlarını taktıkları kemerleri tüylerinin üzerinde çok güzel görünüyordu. Yusuf çok korkmuştu. Onlara “Ben dostum, kötü değilim.” dedi ama onu dinlemediler. Üzerine fısfıs sıkıp dezenfekte ettiler. Ve ilaç gibi bir şey içirdiler. Anlaşılan içinde virus falan varsa tam koruma sağlamaya çalışıyorlardı. Ellerini kelepçeleyip karakola götürdüler. Çok lüks bir yerdi. Aynı dünyadaki gibi parmaklıklı bir tutuklu yeriydi burası ama televizyon vardı. Koltuklar vardı. Dolaplar vardı. Dolaplarda yiyecek ve içecek doluydu. Burayı görünce korkusu hafifledi Yusuf’un. Çünkü tutuklu yeri böyle olan kimseler zalim kaba kimseler olamazdı.
Bir müddet sonra beyaz elbiseli maskeli kimseler gelip Yusuf’un bulunduğu yere tekrar gaz sıktılar. Belli ki virüslere karşı çok sağlam tedbir alıyorlardı. Tekrar ilaç sıvı içirdiler. Sonra bir kristal küreye konuştular. Bu kristal küre yapay zekâli lisan küresiymiş. Onların dilini çeviri yapıyormuş. İlk birkaç sefer anlaşamadılar. Yusuf ta bir şeyler söyledi.
“Ben Güneş sisteminden geliyorum. On beş milyar ışık yılı uzaklıktan. Kötü biri değilim. Size zarar vermem. Dostum ben.” diye bir şeyler söyledi. Bu vesileyle kristal küre dilini çözdü. Ve iki dil arasındaki uyumu sağladı. Artık birbirlerini anlıyorlardı. “Sen nereden geliyorsun?” diye sordu komutanları.
“Samanyolu galaksisinden, güneş sistemindeki dünyadan geliyorum. Buraya on beş milyar ışık yılı uzaklıkta. Araştırmacıyım. Kainatı inceliyorum.” diye cevapladı Yusuf. “O kadar uzaktan nasıl gelebildin buraya?” diye sordu. Oradaki Kadın. “Boyutlar arası geçiş kapısından geçip solucan deliğinden buraya geldim. Işık hızından çok daha fazla hızlı Çok kısa sürdü buraya gelmem.” Oradakiler çok şaşkındılar. Hayretler içinde Yusuf’u inceliyorlardı.
“Biz de dostuz. lyi kimseleriz.” dedi komutan. “Senin adın ne?” diye sordu biri. “Yusuf. Yusuf’um ben” Komutan “Ben de Liya’yım.” dedi. Yusuf’un korkusu tamamen geçmişti. Ona bir lisan kristali verdiler. “Bununla iletişim kurabilirsin. Bunu hiç yanından ayırma. Hem kimseden korkma. Burada kötü bir kimse yoktur.” dediler. Yusuf’un kamını doyurdular. Ateşini ölçtüler. Biraz kan alıp tahlil ettiler. Yusuf’un kanı kırmızı iken onların kanlan fosforlu parlak yeşil renkteydi. Yusuf’u kısa sürede o üçlü güneş sisteminde herkes duymuştu. Tüm haber kanalları, tartışma programları ondan bahsediyorlardı. Çok müthiş meşhur olmuştu. Yusuf bir Misafirhane de kalıyordu. Tüm ihtiyaçları karşılanıyordu.
Gazetecilerle konu. sup, onlara kendi güneş sistemindeki iyi yürekli barışçı insanlardan sevgiler selamlar getirdiğini onlara anlattı. Onların galaksilerinin adı Karka’ymış. Yedi yüz elli milyar yıldız olduğu tahmin ediliyor. Onların galaksileri de sarmal. Elips şeklinde. Boylamasına mesafe üç yüz elli milyon ışık yılı Enlemesine İki yüz milyon ışık yılı. Dünyalarının adı Yunsa. Kendilerine en yakın beyaz olan güneşlerinin adı Asfa. Sarı kırmızı mavi renkli çubuklu forma gibi olan güneşleri Feşti. Yeşil renkli güneş ise Gerek. Dünyalarının merkezinde su varmış. Bizim dünyamız gibi ateşten değil yani. Tarım konusunda çok ilerlemişler. Kuşa benziyorlar ama gagalan yok. Kanatları yok. Hiç hayvan bulunmuyor sistemlerinde. Meyve ve tarım ürünleriyle besleniyorlar. Su içiyorlar. Erkeklerin genelde üçer tane eşleri var. Tek eşlilik çok az. Tek eşli olanlara iyi gözle bakmıyorlarmış orada.
Evlerin çoğu büyük ağaçların üzerinde. Yerde de var. Tıpkı dünyadaki gibi lokantalar, çarşılar pazarlar var. Hiç kavga olmuyor. Tüm bireyler çok aydın medeni kimseler. Çok saygılılar birbirlerine. Sevgi ile iletişim kuruyorlar. Çocukları bebekleri çok müthiş tatlı çok müthiş sevimliler. Onlar da yaratılışa inanıyorlar. Allah’a Huda diyorlar. Başka bir ismi yok. Herkes yaratıcıyı Huda diye biliyor. Yaşam Kitabı dedikleri hayatı okuyorlar. Yaşam Kitabından öğreniyorlar bildikleri her şeyi. Peygamber falan gelmemiş hiç. Yaşam Kitabını okuyarak bulmuşlar Huda’yı. Çünkü yarattığı her şeyin üzerinde imzasını görmüş. ler. Her güzellik onu anlatıyormuş.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıAhşap Tren
- Sayfa Sayısı97
- YazarEnes Muhammed
- ISBN9786259978918
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAlaska Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Operadaki Darbuka ~ Aykut Akgül
Operadaki Darbuka
Aykut Akgül
İnsanlar doğası gereği doğar büyür ve ölür, aslında herkesin hayatı yazsak roman olur niteliktedir, buna kafadan attığımız hayatlarda dahil, asıl roman olacak hayatlar ya...
- Badanalı Yüzler ~ Yaman Koray
Badanalı Yüzler
Yaman Koray
“Tüm sesler kesiliyor bir an, sonra paldır küldür iniyorum merdivenlerden. Kat kat yükselip geride kalıyor apartman, kocaman, yüksek, yukarıda, babamla orada, tepede. Döne döne...
- Ateşte Açan Çiçekler ~ Halit Ertuğrul
Ateşte Açan Çiçekler
Halit Ertuğrul
ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER adlı bu çalışma, ATEŞTE YEŞERDİM isimli kitabımızın devamıdır. ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER, kendisine bir çıkış yolu arayan insanların; ibretli ve esrarlı hadiselerle...