Homoerektus siyasetler de kadının işi zor diyen yazar;
“İçinizde en masum olan ilk taşı atsın…”
Ben bir kadın olarak siyasi arenaya baktığım zaman, çığlıklar atan, acımasızca savaşan, sadece ama sadece kendi ihtiyaçları için avlanan evrimleşememiş zaman öncesi homoerektusların (ilk insanımsı varlıklar) yaşadığı çağları anımsatan bir manzara görüyorum. Henüz düşünen ilk insanlar durumuna gelemedik. Başka canlıları (kadın, çocuk, yaşlı…) düşünebilecek duruma gelebilmemiz için evrimleşmemiz gerekecek diyerek ilk taşı atma cesaretini bu kitapla gösteriyor…
***
“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın, Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak aksine, pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde, ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
*
Bu kitabımı, adına dünya dedikleri bu gezegende, ruhumun çıktığı bu uzun ve zorluklarla dolu yolculukta, yoluma ışık olan ve beni yanlışlarla mücadele etmeye mecbur bırakan canım oğlum Can Berk ve nazlı kızım Sude Naz’a ithaf ediyorum.
Bana yaşama enerjisi ve mücadele etme ruhu verdiğiniz için ikinize de sonsuz teşekkürler.
Semra ATASOY
*
GİRİŞ
Derler ki, çok çok… eski zamanlarda, biz insanların hafızalarında ve kayıtlarında olmayan çok eski zamanlarda, kadim medeniyetlerde, kadınlar bugün ki gibi ikinci sınıf insan muamelesi görmezmiş. Binlerce yıl önce ilk atalarımız dünyaya geldiklerinde kadınlar dünyayı yaşanabilir bir hale getirmek için çalışmalara başlamış. Kadınlar dünyanın her yanını güllük gülistanlık bir hale getirmişler. Erkek tanrılar bu duruma çok öfkelenmiş. Çünkü canları çok sıkılıyormuş. Kadınlar yüzünden her yanda barış, her yanda huzur, her yanda mutluluk kol geziyormuş. Erkek tanrılar da can sıkıntısından patlıyorlarmış. Bazı hain erkek tanrılar toplanıp aralarında bir karar almışlar. Dünya da ki yaşamı bir tufanla yok etmeye karar vermişler. Bu tufanla insanları yok ederek, hafızalarını da yok etmek istemişler.
İstemişler ki, dünyanın her yanında huzur ve mutluluk olmasın.
İstemişler ki, bu tufandan sonra hiçbir canlı varlık kadınların gücünü, iyi niyetini hatırlamasın.
İstemişler ki, bu tufandan sonra hiçbir canlı varlık barış içinde, huzur içinde yaşanan bu yaşamı hatırlamasın.
İstemişler ki, kadınlar insanlığa yol gösteremesin, öncü karıncaların yollara koydukları işaretler bozulduğunda karıncalar ne yöne gideceklerini nasıl şaşırıyorlarsa, insanlıkta yolunu şaşırsın, yönünü bir daha bulamasın.
İstemişler ki, bu güçlü kadınlar erkeklerin kölesi olsun, cariyesi olsun, hizmetçisi olsun, oyuncağı olsun, evden dışarı bir erkeğin izni olmadan çıkamasın.
İstemişler ki, erkek tanrılar kendi aralarında savaşçılık oyunları oynarken, onları hiçbir kadın durduramasın.
Erkek tanrılar bu tufanı uygularken çok eğlenmişler. Artık canları sıkılmıyormuş. Çünkü dünya tam da onların istediği gibi bir yer olmuş. Her yanda savaşan erkekler, katliam yapan erkekler, daha fazla güç elde etmek için masum insanlara saldıran erkekler, kadınları köle gibi kullanan erkekler, kadınların tüm haklarını ellerinden alan erkekler…
Kadınlar önce ne olduğunu anlayamamışlar. Bu tufan dünyadan her şeyi sildiği gibi kadınlarında zihinlerini silmiş. Hiçbir şey hatırlayamamışlar. Sanmışlar ki kadının yeri evidir. Kadın erkeğin kölesidir. Yıllar yıllar geçmiş hatta yüzyıllar, bin yıllar geçmiş. Kadınlar yavaş yavaş uyanmaya, içlerinde ki gücü hatırlamaya ve haklarını istemeye başlamışlar. Ve kadınlar uyanmaya başladıkları o andan beri mücadele ediyorlarmış. Erkeklere, yaptıkları yanlışları anlatmaya çalışıyorlarmış. Evlerinden dışarı çıkıp çalışmak, daha iyi şartlar yaratmak istiyorlarmış. Ülke yönetimlerinde söz almak, kararlar alınırken orada bulunmak istiyorlarmış kısaca erkeklerle aynı haklara sahip olmak, onlarla eşit olmak istiyorlarmış. Ama nafile, erkekler buna asla izin vermemişler. Geçmişte kadınları cadı diye yakan erkekler, günümüzde okula gitti diye kadınların burnunu kesmişler. Asilik yapan kadınları görünmeyen kazanlarda yakmışlar. Dile getirilmeyen yasaklarla özgürlüklerini ellerinden almışlar. Görünmez prangalarla kadınları ellerinden ayaklarından evlerine bağlamışlar.
O korkunç tufandan sonra insanlar ve ülkeler bir daha huzura, barışa kavuşamamışlar, mutluluğa giden yolu bulamamışlar. Çünkü insanlığın gelişimine ışık olan kadınlar, evlere, mağaralara, karanlık odalara görünmez zincirlerle hapsedilmiş.
İnsanlığa fener olan kadınlar, bir bir söndürülmüş. Huzur ve barış bir daha bulunamamış. Dünyamız karanlıkta kalmış.
O günden beri…
Siyaset benim vatanımda, benim ülkemde, benim yurdumda, biz kadınlar için yasak alan, tabu, girilemez bir bölgedir. Çok çok az kadın, şimdiye dek bu yasak bölgeye geçiş yapabildi fakat onlarında sesi o yasak bölgeye geçtikten sonra çıkmadı. Çıkamadı. Türkiye gibi gelişmiş, her alanda ilerlemiş bir ülkeye hiç yakışmayan bir tablo var ortada. Yazmamın sebebi de bu. Siyasette kadın sayısının bu kadar az olmasının suçlusu olarak yine kadın görülüyor. Aslında durum tam tersi. Tek suçlu kadın değil. Bu durumda en az suçlu kadın diyebiliriz.
İçinizdeki en masum olan ilk taşı atsın.
Ben bir kadın olarak siyasi arenaya baktığım zaman, çığlıklar atan, acımasızca savaşan, sadece ama sadece kendi ihtiyaçları için avlanan evrimleşememiş zaman öncesi homoerektusların (ilk insanımsı varlıklar) yaşadığı çağları anımsatan bir manzara görüyorum. Henüz düşünen ilk insanlar (homosapiens insan) durumuna gelemedik. Başka canlıları da (kadın, çocuk, yaşlı…) düşünebilecek duruma gelebilmemiz için evrimleşmemiz gerekecek.
Sanırım siyasetimizin evrimleşebilmesi için binlerce yıl daha bekleyeceğiz.
Oysa demokrasi çok renkliliktir, çok sesliliktir. Tüm renklerden güzel bir resim yapmak, tüm sesleri belli bir ahenkle bir araya getirip kulağa hoş gelen bir beste yapmaktır. Ama benim ülkemde resimlerde, müziklerde tek renk, tek ses. Çünkü bu resimlerin içinde kadınlarımız yok, bu seslerin içinde yalnızca erkek sesleri var. Kadınlarımızın ince narin sesleri hiç duyulmuyor. O zaman biz nasıl demokrasilerden bahsedebiliriz ki.
Kısaca biz kadınlar tüm haklarımıza kavuşabilmek için, resimlerde yer alabilmek için, seslerde sesimizi duyurabilmek için daha çok bekleyeceğiz.
Yazma nedenime gelince,
Atatürk, biz Türk kadınlarına 5.Aralık.1934 yılında Seçme ve Seçilme hakkını verdi. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Kadınları, seçme ve seçilme hakkını birçok Avrupa ülkesinde yaşayan kadınlardan çok daha önce elde ettik.
Avrupa ülkelerinden Fransa 1944 yılında, İsviçre ise 1972 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermiştir. Oysa Türkiye, 1934 yılında seçme ve seçilme hakkını kadınlarımıza tanımıştır.
Bende Atamızın bize çok erken verdiği bu hediyeyi değerlendirmek istedim. Türkiye’de bir kadın, milletvekilliğine ne kadar yakındır görmek istedim. Tüm erkek siyasetçilerimizin dilinde olan, “Kadınlarımızın yolu açık. Önlerinde engel yok,” sözlerinin ne kadar doğru olduğunu kendim yaşayarak görmek istedim. Ve milletvekilliği yolunda adım attım. Ve bir kadın olarak karşılaştığım zorlukları yazdım. Bu yola çıkmak isteyen tüm kadınlarımız ne gibi sorunlarla karşılaşacaklarını bilsinler istedim.
Ve kadınlarımızın önünde hiç bir engel yok diyenlerin biz kadınları kandırdıklarını gördüm. Önümüzde öyle engeller var ki sevgili kadınlar, anlat anlat bitmez. Ben “Türk Kadınlarının seçilme haklarının önünde hiç bir engel yoktur,” sözlerinin koskocaman bir balon olduğunu gördüm. Bu yüzden yazdım.
O balon patladı.
O koskocaman yalan balonu patlatmak için yazdım.
Seçilme hakkımızın önünde engel yokmuş, peki benim önüme çıkan engeller ne idi?
Ben hayal mi gördüm, yoksa karşılaştığım zorluklar bir rüyamıydı?
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıAhh... Turuncu Ceylan Derisi Koltuğum
- Sayfa Sayısı 96
- YazarSemra Atasoy
- ISBN9789944026158
- Boyutlar, Kapak14x20, Karton Kapak
- YayıneviÖzlem Yayınevi / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tekboynuzlara İnanıyorum ~ Michael Morpurgo
Tekboynuzlara İnanıyorum
Michael Morpurgo
Tomas, kasabanın kütüphanesine annesinin zoruyla gider. Harika öyküleriyle Bayan Tekboynuz onu ve arkadaşlarını çok etkiler. Bu öyküler zamanla onun bir parçası olur ve hayatını...
- Peruk Gibi Hüzünlü ~ Yalçın Tosun
Peruk Gibi Hüzünlü
Yalçın Tosun
Dostluk, arkadaşlık, sevgi, tutku, bağlılık ve keder… Bu duygular arasında mekik dokuyan, gönül kırıklıklarını ustalıklı bir sevecenlikle onarmaya çalışan bir kitap, Peruk Gibi Hüzünlü....
- Ateşten Atlamak ~ Fatma Nur Kaptanoğlu
Ateşten Atlamak
Fatma Nur Kaptanoğlu
Sıra üçüncü ve son atlayışımda. Derin bir nefes alıp ilk adımımı atıyorum ateşe doğru. Bu kez biraz daha yükseğe zıplıyorum, ateşin değip geçen sıcaklığı...