Üniversiteye giriş…
O ilk yılın heyecanı.
Arkadaşla paylaşılan kendine ait bir ev.
Küçük özgürlükler.
Serra bu yeni ortamda kimlerle arkadaş olacak?
Acaba onu neler bekliyor?
Ya aşk?
*
Sunuş
İlk gençlik kitabı Yaş On Yedi’yi yazdığım yıllardı… Yani 1980’ler… O güne dek çocuk kitapları yazmış, çeviriler yapmıştım. Ama asıl yapmak istediğim bambaşka bir şeydi.
Ben, doğru dürüst bir gençlik kitabı yazmak istiyordum. Gençler hakkında ama “gençler için” ve onların seveceği bir dille yazılmış olan; gençleri lafla değil, gerçekten seven; onları “dinleyen”, “gören”, “anlayan”, adeta tüm duygu titreşimlerini yakalayabilen; sorunlarını, mutluluk ve mutsuzluklarını hissedebilen; araştırarak, okuyarak, düşünerek bilinçli çözümler getirebilen; ve tüm bunları eğlendirerek, o genç yüzlere gülücükler oturtarak verebilen bir gençlik kitabı…
Böylece oturup Yaş On Yedi’yi yazdım. Koyduğum çıta çok yüksekti. Oraya erişip erişemediğime okur karar verecekti. Bu süreçte bana düşense, bilinmeyen, tanınmayan, acemi bir yazar olarak beklemekti.
Gençlik yazını yeni deneniyordu. Değişikti! Hele de o günler için… O nedenle bu kitaba uygun yer bir türlü bulunamıyordu. Çocuk dizileriyle de uyum sağlayamıyordu, erişkin dizileriyle de… O günlerde tek desteğim, kitabın her aşamasında arkamda durup beni yüreklendiren Nilgün Himmetoğlu’ydu.
Bekliyorduk! Sözünü ettiğim nedenlerden dolayı kitap bir türlü yayına giremiyordu. Acaba yanlış bir iş mi yapmıştım? Bütün bunları bırakıp çocuk romanına mı dönseydim? Ayrıca kitabı yazalı neredeyse iki yıl olmuştu ve hâlâ beklemedeydi. Ne olacaktı bu kitabın hali?
İşte bu sorularla boğuşurken birden hiç beklenmedik bir yerden destek geldi. Edebiyat dünyasının bir saygın kişisi, Nilgün Himmetoğlu’nun ona verdiği kopyayı okumuş ve kitabı beğenmişti. Beğenmekle kalmayıp oturmuş bir de önsöz yazmıştı.
Hem de ne önsöz…
Uçuyordum! Sevinçten uçuyordum!
Yapmak istediğimi anlayan biri çıkmıştı sonunda. Demek ki, yaptığım iş doğruydu. Demek ki, düşüncelerimde yanılmıyordum.
Ve yıllar geçti. Gençlerle el ele bugünlere geldik. Artık gençler, hatta öğretmenlerle velilerce de tanınan ve desteklenen bir yazarım.
Dönüp o ilk yıllara baktığımda ne çok emek, ne çok çaba diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Ama işte o bir kişi, edebiyatın o saygın kişisi, bunca yıl ve bunca kitap sonra bile hâlâ ne yapmaya çalıştığımı kavrayamamışlara karşın, daha ilk satırlardan amacımı anlamış ve beni des-
teklemişti. Hem de bir kere bile olsun yüz yüze gelmemiş, tanışmamış olmamıza karşın…
Kendisine teşekkür edilmesinden hiç hoşlanmadığından, cesaret edip de duygularımı ona anlatamamıştım. İşte bu nedenle son kitabımı edebiyatın o saygın kişisine armağan ederek, tüm içtenliğimle, “Teşekkürler sevgili Mina Urgan, çok teşekkürler,” dememde bir sakınca yok artık! Çünkü artık o yalnızca yüreklerimizde yaşıyor.
İpek Ongun
Tarabya, Ağustos 2000
*
25 Ağustos, Çarşamba
Sevgili defter, merhaba!
Sen ne kadar da özlemişim.
Seninle yeniden buluşmak, tertemiz sayfalara yeniden yazmak ne güzel!
Şu son bir buçuk yıldır neler çektik, neler… Üniversiteye hazırlanmak hepimizi mahvetti. Kimimizin saçları döküldü, keltoş olduk; kimimiz sinir hastası kesildik. Tabii bu arada ben de sana hiç vakit ayıramadım.
Bütün gün okulda ders yap, sonra kursa koş. Kurstan doğru eve, hem de akşamın bir vaktinde… Yarım yamalak bir şeyler atıştırıp masa başına geç; ödevleri yap, sınavlara hazırlan. Gece yarılarına kadar çalış, sonra saati kurup birkaç saat uyu ve zil sesiyle inleyerek uyan. Sabahın dördünden yediye kadar yine ders çalış ve o kafayla yeni bir güne başla…
İşte sevgili defterim, son yılım böyle geçti. Sınıfça ne tatil yapabildik, ne Mualla Hanımla bir yere gidebildik. Möö’ledik durduk.
Ama sonunda maraton bitti, bugünlere ulaştık. Ve ben de hemen seni kaptığım gibi kiraz ağacımın karşısına geçip oturdum. Gördüğün gibi seni de kiraz ağacımı da unutmuş değilim. İşte son bir buçuk yılım böyle geçti. Ama bundan böyle yine beraberiz, önemli olan da bu değil mi?
Gelelim haberlere…
Önce sana müthiş bir haberim var. Tabii böyle deyince hemen anladın, değil mi?
Evveet, evveet… Sınavı kazandım! Hem de istediğim yeri, yani Bilkent’in dört yıllık Turizm Bölümü’nü…
Bu işe ben çok mutlu oldum. Ailem benim kadar mutlu olmadı. Nedenini aşağıdaki şıklardan birini doğru olarak işaretlediğiniz takdirde bulacaksınız, arkadaşlar.
a) Annem kazandığım okulun İstanbul’da, dizinin dibinde değil de Ankara’da olmasından, yani tepemde olamayacağı bir mesafede bulunmasından,
b) Babam daha “ciddi” ve kabız bir iş dalında çalışmamı yeğlediğinden,
c) Babaannem, otellere girip çıkan kızlara iyi gözle bakılmadığını, ayrıca bunun bana “münasip bir kismet” çıkması olasılığını fena halde zedeleyeceğini, bu kafayla gidersem hayatımın geri kalan kısmını evde kalmış bir kız olarak geçirmeye şimdiden kendimi alıştırsam iyi olacağını düşündüğünden,
d) Murat Enişte turizm sektöründe maaşların düşük olması nedeniyle, gece demeden, gündüz demeden “üç kuruşa çalışacağım kanısında olduğundan, e) Şıkların hepsi.
Gelelim doğru yanıta… (e) şıkkını işaretleyen arkadaşlar başarılı oldular. Tebrikler…
Görüyor musun sevgili defter, bu test çalışmaları bizlere neler etti. Günlüğümü bile “şık”larla yazar oldum.
Gelelim arkadaşlara… Dilek ODTÜ Mimarlık Bölümü’nü kazandı. O da Ankara’ya gideceği için, el altından birlikte ev tutma planları yapıyoruz. Öte yandan ikimizin de ailesi yurtta kalmamızı istiyor. Daha güvenli olurmuş… Şu ana kadar ses çıkarmadık ama sonuçları aldığımıza göre kararlıyı, bastıracağız. Yıkılmadık, ayaktayız!
Melis’le Esin ne yazık ki hayalini kurdukları Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanamadılar. Ama hemen Melis’in annesi devreye girdi ve şimdi Melis eylülde İsviçre’ye estetik okumaya gidecek. Makyaj, cilt bakımı filan gibi şeyler öğrenecekmiş. Bence bu konu Melis’e çok uygun. “Dönünce belki bir güzellik salonu açarım,” diyor.
Esin ise, Boğaziçi’ni tutturamayınca Mualla Hanımın önerdiği gibi resim yeteneğini geliştirmek için özel bir atölyede çalışmaya karar verdi.
Toprak, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Öyle bilinçli ve sistemli çalışıyordu ki, kazanmasaydı şaşardım zaten.
Ha, az kaldı unutuyordum. Melis’le Esin, Boğaziçi’ni kazanamadılar ama içimizden biri kazandı. Bil bakalım kim? Kırk yıl düşünsen bilemeyeceğine göre söyleyeyim bari.
Aylin! Evet, Aylin! Hayretlerim şaştı!
Gerçi Boğaziçi’nin en dandik bölümüymüş ama Aylin Hanım şişinip duruyormuş. Tabii bir de Melis kazanamadı
ya… “Bir yıl böyle idare eder, sonra başka bir bölüme yatay geçiş yaparım,” diye böbürleniyormuş.
Esin, “Gün uğursuzun,” deyip duruyor.
Simten de Marmara Üniversitesi’nde bir yeri kazanmış, ne olduğunu sormadım bile. Bu iki sevimsiz beni hiç mi hiç alakadar etmiyor.
Marmara’yı kazanan bir başkası da Burak. Bilgisayar Mühendisliği… Onun adına çok, çok sevindim. Bu çocuğun kafası bilgisayarlara beş basar.
Ve gelelim yüreğimin acısına… Sadece benim mi, hepimizin içi yandı, resmen yandı. Sıla, sınıfın en başarılı öğrencisi, sınavı kazanamadı!
Dilek’in kazanması, doğrusunu söylemek gerekirse, büyük sürpriz oldu. Nasıl sevindik, havalara uçtuk adeta, çünkü onun dersleri hiçbir zaman parlak olmamıştı. Sonra benim sonuçlar, haydi ona da çılgınlar gibi sevindik. Ve Sıla… sevgili, akıllı, iyi kalpli, düşünceli Sıla kazanamamışti. Haberi duyduğumuzda, odaya yıldırım düşse bu kadar şaşırabilirdik. Sadece biz mi, tüm sınıf ve tüm öğretmenler şoke oldular.
Dilek’le ben, inan, sevincimizi ilk anlar dışında yaşayamadık. Yani şöyle doya doya sağa sola telefon edip ballandırarak başarımızı anlatamadık, öylesine üzgündük. Kolumuz, kanadımız kırılmıştı sanki.
Bu kötü haberi duyar duymaz hemen onun evine koştuk. Annesi sessizce bizi içeri almış, başıyla Sıla’nın odasını işaret etmişti. Yüzü bembeyazdı kadıncağızın. Kapısını açıp parmaklarımızın ucuna basarcasına usul usul girdik içeri. Garibim yatağının üstüne oturmuştu, gözleri kıpkırmızıydı. Nasıl içim acıdı, nasıl… anlatamam.
Bu ne büyük haksızlık, diye düşündüm. Böyle adalet olur mu? Hayat ne kadar acımasız. Evet, hayat resmen hem adaletsiz, hem acımasız. Sıla gibi bir kız kazanamasın, sonra Aylin gitsin kazansın, hem de istediği okulu. Biri sınıf birincisi, öteki senden benden aldığı notlarla idare eden, aklı beş karış havada, kikirdeğin teki. Olacak şey mi bu…
O gün akşama kadar Sıla’nın yanında oturduk. Birlikte ağlaştık, konuştuk, onu teselli etmeye çalıştık. Bir daha girersin, dedik. Seninki büyük şanssızlık, gelecek sefer kesin başarılı olacaksın, dedik. Bu bizlere şok olmuştu olmasına ama öte yandan o kadar da şaşırmadım desem yalan olmaz. Sıla’nın annesinin kan kanseri olduğunu ve onun buna ne kadar üzüldüğünü biliyoruz. Kız bir yandan annesine üzülüyor, bir yandan da Ferit denen o hödük onu huzursuz ediyor. Şöyle anlayışlı, efendi, ona destek bir sevgiliyle her şey bambaşka olabilirdi. Bu Ferit, bırak destek olmayı, yok üniversiteye gidemezsin, ailem ne der; yok, kurslara gitme, seni oradakilerden kıskanıyorum, gibi abukluklar yapıyor. Geri zekâli, n’olucak..
Ve işte sonuç ortada. Kim bilir sınava nasıl bir moral bozukluğu içinde girdi ki, başka zaman sular seller gibi çözebileceği testlerde başarısız oldu.
Evet, öfkemden takılmış plak gibi günlerdir konuştuğumuz şeyi burada da yineledim. Ama elimde değil, çok üzülüyorum. Sıla için, çok. Yaa, sevgili kiraz ağacı, işte böyle.
Bu kadarla kalsa yine iyi. Serhat da kazanamadı. Ona da çok üzüldük ama bu sonucu üç aşağı beş yukarı bekliyorduk. O da ailesinin kurbanı. Zavallım, sınava kendi kendine çalışıp girdi. Ayrıca doğru dürüst çalışacak zamanı da yoktu. Ama bir güzel haber var. Ailede biri, bir
enişte mi ne, onun bu çabasını öğrenince Serhat’ı desteklemeye karar vermiş onu yanına alacakmış. Serhat orada hem çalışacak, hem yeniden sınavlara hazırlanmak için kurslara gidecekmiş. Böylelikle hiç olmazsa babasının bencilce düşünce ve davranışlarından uzaklaşıp kendisini geleceğe hazırlayabilme fırsatını bulmuş olacak. Eh, bu da işin iyi yanı.
Ve tabii bir de Sırmamız var. Sana anlatacaklar ne çokmuş meğer. Kolay mı, bir buçuk yılı devirdik neredeyse. Sırma yurtdışına, ABD’ye gidiyor okumak için. Ne şanslı kız! Aslında o burada kalmak istiyordu ama Murat Enişte yurtdışında işletme okumasına karar verdi. Sırma gerçekten bunu istiyor mu, istemiyor mu belli değil, o nedenle babasının kararına uydu. Haydi hayırlısı!
Bu arada, geçtiğimiz kış Sırma’yla Bora’nın arası bayağı iyiydi. Birlikte gezmeler tozmalar, ailece yemekler… Tabii iki aile de bu işe çok yatkın. Hem onca yıldır birbirlerini tanıyorlar, hem de bizimkiler Bora’yı, Bora’nınkiler Sırma’yı pek severler. İşte o nedenle, yani ilişkiler böyle gelişti diye, Sırma pek de uzaklara gitmek istemiyor. Bora İngiltere’de okuyor ya, daha yakın olduğu için kışın gelip gidebiliyor. Oysa Sırma Amerika’da olunca görüşmeleri biraz zor, yani en azından yaz tatiline kadar.
Sırma mirin kırın edince Murat Enişte, “Eğitim her şeyden önemli,” demiş ve konu kapanmış. Murat Enişte çok tatlıdır ama evde kesinlikle onun sözü geçer.
Ah azizim ah, bazıları ne kadar da şanslı oluyorlar. Hem yurtdışında okuma olanağın olacak, hem de hoşlaştığın biri elinin altında…
Neyse, neyse… Biz dönelim kendi işlerimize.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Gençlik Kitapları
- Kitap AdıAdım Adım Hayata / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 4
- Sayfa Sayısı484
- Yazarİpek Ongun
- ISBN9786054560875
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yeşil Kiraz ~ Gülten Dayıoğlu
Yeşil Kiraz
Gülten Dayıoğlu
Kiraz, ailesinin sürdürdüğü yaşam biçimini beğenmeyen, gözü yükseklerde bir genç kızdır. Çevresiyle sürekli olarak, sosyal, kültürel ve ruhsal çatışma içindedir. Çocukluğundan beri hep toplum...
- Eyvah Babam Kızacak ~ Louise Rennison
Eyvah Babam Kızacak
Louise Rennison
Georgia’nın babası çalışmak için Yeni Zelanda’ya gitmiştir ve karısıyla çocuklarını da yanına almak istemektedir. Arkadaşlarından, özellikle de sevgili ilahından ayrılmak istemeyen Georgia, babasını kızdırma...
- Mermedusa ~ Thomas Taylor
Mermedusa
Thomas Taylor
TUHAF DENİZ KASABASI’NDA YAŞANAN HER ŞEYE İNANIN ÇÜNKÜ BUNLARIN TEK NEDENİ MERMEDUSA! Malamander macerasının üzerinden tam bir yıl geçer ve kış yeniden Tuhaf Deniz Kasabası’nın...