Herkesin kendine göre bir dağı vardır ve herkes kendi dağında yaşar mevsimleri. Senin güneşin yakamaz beni, benim kışımla da sen asla zatürree olamazsın.
Şimdi çık kendi dağına, ayakkabılarını çıkar ve koş. Doludizgin koş! Arkana bile bakma koşarken. Bakma; çünkü arkanda hiç kimse yok! O dağ sadece senin. Ayağını basmadığın hiçbir şer kalmasın. Her yerini ezbere bil bu dağın. Yeni ağaçlar dik dağına. Ağaçlarla yeşile boya.
Gururla dolaş. Adımların hep büyük olsun. Büyük yaşa! Hiçbir zaman korkutmasın ölüm seni ve daima emin ol; sen ölmeden kimse gelmeyecek senin dağına. Ölünce gelecekler ve: “Burada koca yürekli bir dağcı yaşardı.” Diye yazacaklar senin zirvelerine; ama bu senin umurunda bile olmayacak. Sen zaten senelerce koca bir dağcı olduğunu bilerek yaşamıştın.
BEN’E SAHİP OLMAK
İnsan her zaman bir şeylere sahiptir. Bazen sadece yırtık bir gömlektir, sahibi olunan. Bazense bir özel uçak. Herkesin sahip olduğu şeyler farklı olmasına rağmen iki şey aynıdır. “Sahip olunanı koruma eğilimi/’ Bu içgüdüsel bir şeydir. İkinci bir ortak özellik ise, “Herkesin bir ‘beninin olmasıdır.”
İnsanlardan sahip oldukları şeyleri saymaları istendiğinde bir dolu tapuyu bir çırpıda sayabilirler. Ama kimse ‘Ben ayrıca ben’e de sahibim.” demez. Çünkü biz sahip olduğumuz “ben”i bir kazanım olarak görmeyiz aslında.
İnsanlar sahip oldukları “ben’i saymasalar da din, dil, ırk, cinsiyet, yaş… ne olursa olsun, tüm insanların ortak özelliğidir bir “ben”e sahip olmak. Ama ne yazık ki insan ‘ben’inden bihaber yaşar. “Onu söylemeye ne gerek var, herkes bilir bunu” diyebilirsin! Ama öyle değil işte. Sahip olduğumuz şeyler arasında “ben”i de sayabilseydik, kendimize en azından, arabamıza davrandığımız kadar iyi davranabilirdik. Arabamızın motorunu yakmamak için gaz pedalına kontrollü basarken, kendimizi son derece kontrolsüz ve acımasız kullandığımıza inanıyorum.
Tek Şans
5 milyar yıllık dünyanın XX yıllık zaman
diliminde, 6 milyar insanla birlikte, bir seferliğine, bir şans da bana vermişler.
Nasıl olur da bu tekrarı mümkün
olmayan zamanda başkalarını telerar ederim?
Bu, bana göre değil, seni de bilemem.
BİRİNCİ BÖLÜM
Kendin Bul Kendini
Kedi sordu: Ben nevini? Bilge fare cevap verdi: Sen bir faresin. Bir gece fareler birleşip yediler kediyi.
Bir Eşşeğin Hikayesi
Bir zamanlar eşşeğin biri, tüm arkadaşları çalışmaya gittiği için ormanda yalnız kaldı. “Ne yapsam da onlar gelinceye kadar eğlensem?” dedi. Kendi kendine bir oyun oynamaya karar verdi. Uzun uzun ne oynayacağını düşündü. Hiç acele etmiyordu. Çünkü zamanı çoktu eşşeğin. Uzun zaman sonra aklına saklambaç oynamak geldi. Yalnızdı; ama bu önemli değildi. “Kendim saklanır, kendim bulurum.” dedi. Bir ağaca dayandı ve yüzden geriye doğru saymaya başladı. “100, 99, 98… 3, 2,1,0. Önüm, arkam, sağım, solum ebe ve sobedir…” dedi ve aramaya koyuldu. “Acaba nereye saklanmış olabilirim?” diye derin derin düşündü. Akşama kadar aradı; ama bir türlü bulamadı, nereye saklandığını. Hava karardı. Eşşeğin tüm arkadaşları ormana geri döndü. Yeni oyunlar oynadılar. Aklından bir türlü çıkmıyordu eşşeğin. Hep kendi kendine “Acaba nereye saklandım?” diye soruyordu.
Onlar sabah işe gider gitmez bizim eşşek aranmaya başlıyordu. Aradan aylar geçti. Bir gün misket oynarken kafası iyice karıştı ve neyi aradığını da unuttu eşşek. Artık sadece arıyordu. Neyi aradığını bilmeden sadece arıyordu. Kafa sini karıştırdıkları için arkadaşlarıyla da arası iyice açıldı. Onları sorumlu tuttu: “Ben ne güzel biliyordum. Hep sizin yüzünüzden oldu. Hayatımı mahvettiniz. Benim suçum yok. Bütün suç sizin !” dedi ve hep küfretti. Ömrü aramakla geçti; ama hiçbir zaman bulamadı aradığını.
Uyan: Kesinlikle haklısın dostum; ama sakın oraya takılma1 Bende biliyorum eşek tek “ş” ile yazılır; lakın bu hikaye, bir eşeğin hikayesi değil, bir eşşeğin hikayesidir.
Eğer bir yerlerde çözümü kendi dışında arayan ve başarısızlıklarını sürekli dış etkenlere bağlayıp, bir şeylere küfrede ede aranan bir eşşek görürsen, ona yaklaş: “Senin ne aradığını ben biliyorum.” de. Ve küçük bir ayna tut tam suratının ortasına. Eğer anlarsa ne ala, anlamazsa eşşekliğine ver geç.
İnsan bir şeyi başaramıyorsa, ya da her işini yarım yamalak yapıyorsa, bir türlü istediği sonuca ulaşamıyorsa tüm suç bizzat kendindedir. İnsan başkasına rağmen başarılı olmaz, kendine rağmen başarılı olur. Benim hiç yanımdan ayırmadığım küçük bir aynam var. Onu saçlarımı taramak için taşımıyorum yanımda. Başarılı olamadığımda veya hak etmediğim bir sonuçla karşılaştığımda ilk yaptığım iş, o aynaya bakıp suçluyu incelemektir.
Orhan Gazinin Türbesi
23 yaşındaydım. Bursa’ya gitmiştik. Uludağ’ da yaşlı bir adamla tanıştık. O anlattı: “Osman Gazi hastaydı. Tam şurada dikildi ve oğlu Orhan’a şu şehir merkezindeki çınar ağacını göstererek ‘Beni buraya gömeceksin oğlum dedi. Bursa Osmanlının değildi o zaman. Orhan Gazi babasına söz verip ayrıldı oradan. Kısa bir süre sonra Orhan Gazi Bursa’yı fethetti ve babası ölmeden ona yetişti: ‘Baba söylediğini yaptım. Sen rahat ol, Bursa bizimdir artık.’ dedi ve babasını tam şu çınarın altına gömdü.”
Çok etkilendim. Uludağ’daki maceramız bittikten sonra şehir merkezine indik. Orhan Gazi ve Osman Gazinin türbesini ziyarete gittik. Enteresan bir şekilde dizlerim titremeye başladı. Osman Gazinin türbesini ziyaret ettikten sonra Orhan Gazinin türbesine geldiğimizde oradan bir yetkili “Oraya giremezsiniz, tamirat var…” dedi. “Çok teşekkür ederim. Buna çok sevindim!” dedim. Adam dalga geçtiğimi düşündü. “Ne demek istiyorsun sen, dalgamı geçiyorsun benimle?” dedi. “Valla dalga geçmiyorum abi. Ben giremediğimize çok sevindim. O adamın karşısında dikilmeye yüzüm yok. Çünkü bu ay faturayı ödeyemediğimiz için babamların elektriğini kestiler.” dedim.
KENDİNİ BULMAK
Biri babası için bir şehri fethediyor, biri elektrik faturasını ödeyemiyor. Bir terslik yok mu sence de? Orhan Gaziyle sıradan bir insanın arasında ne tür bir farklılık var acaba ki o kendisi, ailesi, milleti ve dünyası için üst boyutta kazanımlar sağlarken, ben elektrik faturamı bile ödeyemeyecek kadar aciz olabiliyorum. Kabul et! Ortada çözülmesi gereken ciddi bir problem var.
Biraz daha yakından incelediğimde aciz olanın sürekli kendiyle saklambaç oynadığını gözlemledim. Öyle bir saklambaç ki, neyi aradığını dahi bilmeden oynuyor. Ebe de kendi sobe de. Başarılı olan insanlar ise kendini çoktan bulup, çözüme odaklananlar.
Kendini bulmak, bu aslında kendini ciddiye almak kendine sorumluluklar yüklemek, başkalarına odaklanmaktan vazgeçip kendine odaklanmak, bireysel sınırları zorlamak, kendini tanımak… anlamına geliyor.
Kendini bulan biri, mazeret üretmek yerine çözüm üretmeye konsantre olur. Yani ülkede kriz varsa, ‘işler çok kötü ne yapayım, benim elimden ne gelir?” demek yerine, söz konusu kriz ortamında yapılabileceklerin en iyisini yapma mücadelesi verir. Ağlamanın çözüm olmadığını ve tek çözüm mercii kendi olduğunu bilerek davranır demek istiyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıAdam Dediğin Benim Gibi Olur
- Sayfa Sayısı271
- YazarErdal Demirkıran
- ISBN9756197005
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviKASHNA KİTAP AĞACI / 2004
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Uygarlıkların Batışı ~ Amin Maalouf
Uygarlıkların Batışı
Amin Maalouf
“Uygarlıkların Batışı”, doğup büyüdüğü Lübnan’ın çokkültürlülüğünden beslenen ve bunun önemini her zaman dile getiren Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler ve Çivisi Çıkmış Dünya” ile başladığı...
- Yürüyen Kelimeler ~ Eduardo Galeano
Yürüyen Kelimeler
Eduardo Galeano
Zamanın ve mekânın içinden devşirilmiş, Latin Amerika’nın bilinç örgüsünü oluşturan düşler, efsaneler ve anekdotlarla örülü Yürüyen Kelimeler, Eduardo Galeano tarafından yaratılan dünyaya sayısız pencere...
- Aydınlar Üzerine ~ Jean Paul Sartre
Aydınlar Üzerine
Jean Paul Sartre
Bu konferansların ve söyleşinin –aralarında beş yıllık bir zaman ve 68 Mayısı olayları var– amacı, aydın kavramının günümüzde ne kadar tutarsız olduğunu göstermek. Japonya’da verdiğim konferanslarda, 68’den beri sık sık klasik aydın olarak adlandırılan şeyin ne olduğunu, adını koymadan tanımlamış ve aydının, Almanların deyişiyle, ne kadar da unselbständig1 göründüğünü –ama tam olarak farkına varmaksızın– daha o zaman ortaya koymuştum.