İnsanlığın üzerinde öteden beri bir hayalet dolaşıyor. Hakkın hak sahibine verilmesinde ısrar eden, haksızlıkları haykıran, insanlığa musallat olmuş, yakasını asla bırakmayan bir hayalet bu: adalet. Gerçek dünyanın acımasızlığında uğranan somut adaletsizliklerin soğuk gerçekliği karşısında bize “doğrusunu” buyuruyor. Kulaklarımızı sözlerine tıkasak da kalbimize ve zihnimize sızmayı, bize yön vermeyi biliyor. Toplama kamplarında gaz odalarına gönderilenlerden, haydut devletlerce kuşatılıp aç bırakılan, evleri bombalanan insanlara kadar, her yerde, her şartta, düşman kardeşler olarak bile onun çağrısına ortak bir tavırla cevap vermeden edemiyoruz. Adaleti seviyoruz, arzu ediyoruz, hayal ediyoruz, onun için dua ediyoruz, onu takip ediyoruz, uğrunda savaşıp ölüyoruz ama adaletin kendisi ortada “yok”. Gelecek diye bekliyoruz, umut ve kaygıyla.
Bu kitap Sema Cevirici Atilla’nın çağımızın en önemli düşünürlerinden ve felsefecilerinden bazılarıyla adalet üzerine yaptığı felsefi söyleşilerden oluşuyor. Tanrı, etik, hukuk, demokrasi, insan hakları, insan doğası, yapısöküm, hermenötik, göç ve göçmenlik sorunu, anarşizm, postanarşizm gibi temalar ekseninde adaletin varlığı, neliği, geleceği ve insanlığın hâlleri gibi güncel meselelerin söyleşinin rahat ve anlaşılır diliyle tartışıldığı bu masada kimler yok ki: Noam Chomsky, Richard Kearney, Simon Critchley, Seyla Benhabib, John D. Caputo, Samir Haddad, Cristopher Norris, Todd May, Saul Newman, Michel Rosenfeld, Richard J. Bernstein ve Lewis Call.
Adaletin çehrelerini, adil bir dünyanın anlamını, olanağını, çıkmazlarını ve adaletsizliğin aldığı biçimleri günümüzün önemli düşünürlerinin prizmasından, yepyeni renkleriyle görmek isteyen herkes bu söyleşiye davetlidir.
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Adalet Var mıdır? 15
Giriş 21
1
Tanrı ve Adalet 31
john d. caputo
2
Etik ve Adalet 56
sımon crıtchley
3
Hermenötik ve Adalet 69
rıchard kearney
4
Yapısöküm ve Adalet 99
chrıstopher norrıs
5
Demokrasi ve Adalet 128
samır haddad
6
Hukuk ve Adalet 155
mıchel rosenfeld
İnsan Hakları ve Adalet 175
seyla benhabib
8
Pragmatizm ve Adalet 194
rıchard j. bernsteın
9
İnsan Doğası ve Adalet 205
noam chomsky
10
Postanarşizm ve Adalet – 1 214
todd may
11
Postanarşizm ve Adalet – 11 227
saul newman
12
Postanarşizm ve Adalet – 111 238
lewıs call
Dizin 250
Önsöz
Adalet Var mıdır?
Elinizdeki kitap üzerine düşünmenin bir yolu, aslında konusunun var olmamasıdır ve bu kitabın bu denli önemli oluşu, bu kadar çok sevilip arzulanması ve ilgimizi çekmesi de bundan ötürüdür. Uzunca bir zamandır “Fiat justitia, ruat coelum” sözü beni cezbediyor. Gökkubbe başımıza yıkılsa da adalet yerini bulsun. Tüm dünya hatta evren de yok olsa, adalet yerini bulsun. Her ne olursa olsun, adalet yerini bulsun. Fark edilmeyecek, tasdiklenmeyecek, alkışlanmayacak da olsa adalet yerini bulsun. Adil olduğum için adaletsizliğin güçlerince acı çekmeye mahkûm edilsem dahi adalet yerini bulsun. Bedeli ne olursa olsun, adalet yerini bulsun. Suyun toprakta aktığı gibi aksın adalet. Bırakın adalet, gücün, şöhretin ve zenginliğin üzerinde, aşkın tüm ihtişamıyla, Platon’un dediği gibi “varlığın ötesinde” yükselsin ki bu, adaletin reddiyesi için değil, övgüsü için, geride kalmaktan ziyade varlığı aşmak için söylenmiştir. İhtiyatlı olmayı bırakalım! Kendimizi tehlikeye atıp gökkubbenin başımıza yıkılma riskini alalım. Her şey adalet için.
Yine de varlığın üstünde ve ötesinde yükselmenin olumsuz yanı, gücün güçlülerin elinde olmasıdır, dolayısıyla adaletin yüce aşkınlığı, varlığın gücü olmadan kendi yolunu bulmalıdır. Derrida, adaletin “egemenlik olmaksızın koşulsuz” olduğunu söylerken aklında böyle bir şey vardı; yani adalet bizi koşulsuz çağırır, talep ettiği şeyi uygulamak için bir ordu, polis ya da yasanın zor gücü olmaksızın. Adaletsizliğe karşı barışçıl bir gösteride eylemciler bellerini adaletle, polis ise tabancasıyla kuşanır. Adalet talep eder ama emredemez. Adalet ısrar eder, ayartır, yakarır, ilham verir fakat kendi olanaklarına terk edildiğinde var olamaz. Peygamberler “Ey Tanrı, erdemliler acı çekerken neden kötüler gönenir?” diye yakınırken bunu kastediyorlardı. Çünkü kötüler yapabilirler; her zaman yaptılar ve her zaman yapacaklar. Adaletle alay etme, onu görmezden gelme gücüne sahiptirler. Güçlüyü durdurabilecek yegâne şey onurun ve utancın silik etkisidir fakat onlar utanmaz ve onursuzdurlar, bu yüzden hiçbir şey onları durduramaz. Onlar gücün sahibidirler.
Pascal, zor olmadan adaletin etkisiz, adaletsiz gücün ise zalimane olduğunu belirtir, “adil olanı güçlü yapmak mümkün olmadığından, güçlü olan adil hâle getirilmelidir” demesi tam da bu yüzdendir. Devlet ve kurumları, mahkemeler ve polis gibi güçleri adil hâle getirmeye çalışabiliriz ama adaleti neden güçlü hâle getiremeyiz? Çünkü adalet gerçek bir varlık, maddi bir şey, hatta maddi olmayan bir şey bile değildir. O zaman hiçbir şey midir? Elbette adalet vardır ama bu şey bir şey, herhangi bir şey değildir; o varlığın ötesindedir. Onun yüceliği aynı zamanda utancıdır. Derrida’nın vurucu nüktesinde belirttiği gibi, adaletin içtimai vaziyeti ontolojik değil, musallatımsıdır [hauntological]; o bir hayalet, bir heyuladır. Hayaletsi operasyon ne var olmak ne de var olmamak içindir; bizi korkutmak, bize musallat olmak ve bizi çağırmak için oradadır. Hayalet, bir hiç uğruna ölmüş olmaması gereken ölülerin [les revenants] tekinsiz anısını ve çocuklara adaletin hüküm süreceği bir dünya vaat eden gelecek bir şeyin [les arrivants], umudunu canlandırır. Derrida’nın musallatımsıdan kastettiği şey, kısmen her vaadin aynı zamanda bir tehdit olduğudur. Bu yüzden ne için dua ettiğinize dikkat edin. Fakat daha açık konuşmak gerekirse musallatımsı da aksiyolojik, axios’ta olduğu gibi, özünde sevgiye ve hayranlığa layık olan, saygımızı emreden (eylemimizi emredemese bile), kendi içinde ve kendisi için değerli olan, kendisi için onurlandırılan şey anlamına da gelir. Adalet sevilir, arzu edilir, hayal edilir, onun için dua edilir, takip edilir, uğruna savaşılır ve ölünür ama adaletin kendisi yoktur.
Fakat adalet kendi içinde var olmasa bile, adalet vardır (es gibt, il y a). Ama nerede? Adalet kendi başına gerçek bir şey değildir ama gerçek dışı da değildir. O zaman adalet nerede bulunacak ve nasıl bulunacak?
Adil yasalar yok mu? Elbette var ve ne kadar çok olursa o kadar iyi. Yine de çok dikkatli olmalıyız. Yasalar, istisnai olmaya meyilli tekiller söz konusu olduğunda canavarlara dönüşebilen evrensellerdir. Yasayı harfi harfine uygulamanın en kötü adaletsizlikle sonuçlandığı sık görülür. Yasalar en iyi niyetlerle yapıldığında bile, adaletsizliğe yol açan öngörülemeyen sonuçlara gebedirler. Çünkü hukuk ve adaletin yakınlaşması her zaman kusurludur ve bu asla değişmeyecektir. Yasalar yürürlükten kaldırılabilir, değiştirilebilir, yapısöküme uğrayabilir. Oysa adalet kendi içinde –böyle bir şey varsa tabii– yapısöküme uğramayandır.
Adil kurumlar yok mu? Elbette var ve bunlar ne kadar çok olursa o kadar iyi. Ama burada daha da ihtiyatlı olmalıyız çünkü zora geldiklerinde adalet davasını değil kendilerini korumaya meyillidirler; varlıklarını sürdürebilmek için amaçlarından ödün verirler. Kurumlar da tıpkı yasalar gibi, adaletten değil kişisel çıkarlardan ilham alan canavarlar hâline gelebilirler.
Adil insanlar yok mu? Elbette var, onlar da ne kadar fazla olurlarsa o kadar iyi ama bu tür insanlar adil olduklarını söyleyecek en son insanlar olacaktır. Her zaman hatalarının bilincindedirler ve zor ve korkunç bir seçim yapmak zorunda kaldıklarında adalete ihanet etmeyeceklerine dair söyleyecek bir şeylerinin olmadığının da farkındadırlar.
O hâlde en azından burada ve şimdi belirli adalet eylemleri var mıdır? Kuşkusuz, bu belki de adaleti ete kemiğe büründürmeye, onunla yaşanmış gerçekliği içinde, geçici olarak somut durumun tikelliği içinde karşılaşmaya en fazla yaklaşabileceğimiz andır. Ancak burada bile dikkatli olmalıyız çünkü çoğu zaman somut durumda yaptığımız seçimler daha az kötü olanı seçmeye varır; yani iyi seçimler, acil ve ertelenemez seçimler, her alternatifin kötü, yaptığımız seçimin kötü olduğu, daha kötü olan tek şeyin tüm alternatifler olduğu durumlarda uzlaşmaya evrilir.
Bu nedenle, adalete derin bir saygıdan doğan bir ironiyle –şüphecilikten değil, sevgiden, umutsuzluktan değil, umuttan doğan bir ironiyle– adaletin var olmadığını söylemenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Adalet varlığını sadece idame ettirmez, adalet diretir. Adalet var olmaz; varoluşunu çağırır. Adaletin gerçek varlığı, burada ve şimdi, somut, olgusal durumda bize bağlıdır. Adalet bizi kurtarmak için beyaz bir ata binerek gelmeyecek. Walter Benjamin, “Eğer bir Mesih hakkında konuşmak istiyorsak Mesihçi nesil olduğumuzu, ölülerin kendilerine yapılan yanlışları düzeltmeyi beklediklerini anlamalıyız” der. Levinas’ın me voici hakkındaki görüşü budur, adalet bizi çift anlamda suçlayıcı konuma sokar; bizi suçlar, suçlu yapar ve bizi bir adresin alıcı ucuna koyar, adalet talep edenlerden gelen, bizi sorumlu kılan bir çağrıdır.
İşte bu yüzden, bir kez daha sinizmden değil ama saygıdan hareketle, dikkatimizi adaletsizliğe, adalet fikrinin beyaz bir ışık ya da kutsal bir ruh gibi üzerinde gezindiği, her kusuru ortaya çıkaran, her lekeyi ifşa eden bir adaletsizlikler envanterine çevirmek için söylenecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Adalet fikrini, yapım aşamasında devam eden, her zaman arkamızda olan, haksız yere ölenleri hatırlatan ve de her zaman önümüzde olan, bizi çağıran, bizi geleceğe çeken, örtük adalet duygumuzun yavaşça şu ve bunun adaletsizliğini incelerken açıkça ortaya çıkmasına izin veren bir şey olarak düşünün. Adaleti, adaletsizliğin kurbanları tarafından adalet eksik bırakıldığında, yanlış uygulandığında, yanlış anlaşıldığında ve özellikle intikam için bir kılıf olarak kullanıldığında, en kötü suçlardan bazıları adalet adına işlendiğinde anlayacağız. En iyi adalet teorisi, ivedilikle bir tercihte bulunmak gerektiği ama iyi tercih diye bir şeyin olmadığı ve bu yüzden de daha az kötü olanın tercih edildiği bir ehvenişer teorisi olabilir. Adalet kitabı bir tözler kitabı değil bir adaletsizlikler ansiklopedisidir, tıpkı Oxford İngilizce Sözlüğü’nün bir kelimeyi yıllar boyunca gerçek kullanımlarının bir envanteri aracılığıyla tanımlama şekli olduğu gibi. Adalet fikrimiz, adaletsizliğe bakışımızla keskinleşiyor.
Sema Cevirici Atilla, her birinin söyleyecek farklı şeyleri olan yaratıcı ve kışkırtıcı düşünürlerin adalete yönelik çeşitli yaklaşımlarını araştırarak bir sevgi eserine girişmiş, adalet davasına katkıda bulunmuştur. Bu düşünürler bize adaletin neyi talep ettiğinin, adaletin neyi hak ettiğinin prizmasını gösteriyorlar çünkü adaletin kendisi –eğer böyle bir şey varsa– tek bir şey değildir. Farklı bağlamlarda farklı anlamalara gelir, farklı taleplerde bulunur. Adaletin bir özü yoktur; bir tarihi vardır. Adalet, asimptotik olarak görebileceğimiz ve yaklaşabileceğimiz sonsuz bir ideal değil, sonsuz bir beklentidir. Yani adalet ertelenemese bile her zaman gerçekleşecektir ve öngörülemeyen bir gelecek karşısında yolunu bulacaktır. Adalet beyanla değil, emirle gelir. Adalet bir öz değil, bir ısrardır, her durumda bizden benzersiz ve tekil bir talepte bulunan bir çağrıdır. Adalet, asla bütünselleşmeye ulaşamayacağımız bu tür örneklerin toplamıdır. Bu vakalar daha çok Wittgenstein’ın deyimiyle bir aile benzerliğine sahiptir ama bu aile artık çoktan ölmüş nesillerden ve öngörülemeyen bir geleceğe ait nesillerden oluşan, büyüyen bir ailedir. Bu nedenle, hepimiz Sema Cevirici Atilla’ya, adalet hayalinin nasıl gerçekleştirilebileceğine dair tavsiyelerde bulunan, farklı kişilerden gelen, farklı koşullardan konuşan, çeşitli adalet görüşlerini araştıran bu çalışma için minnettarız.
John D. Caputo
Thomas J. Watson Din ve Beşeri Bilimler Emerıtus Profesörü,
Syracuse Üniversitesi
Davıd R. Cook Felsefe Emeritus Profesörü,
Vıllanova Üniversitesi
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Felsefe Felsefi Metinler Filozoflar-Düşünürler Hukuk Felsefesi
- Kitap AdıAdaletin Hayaletleri
- Sayfa Sayısı256
- YazarSema Cevirici Atilla
- ISBN9786256584303
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2024