“Güzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba… Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler.”
Hagop Baronyan, hiciv yüklü keskin kalemini, derin gözlemciliğinin alaycılığıyla birleştiriyor. İstanbul’da, 19. yüzyıl sonu Ermeni toplumunun sosyal hayatı, neredeyse tüm katmanları ve dokularıyla kendi “doğal” dekorları içinde görünüyor.
Adabımuaşeretin Zararları, gündelik hayatta ihtiyaç duyduğumuz görgü ve yordama dair keyifli bir okuma vaat ediyor.
1
Güzel bir ismi kendisine siper edinmiş bir zorba var. İrademizin bize sunduğu, yasalarınsa herhangi bir şekilde engel koymadığı o ayrıcalıklı durumlarda bile bizi esir alan bir zorba…
Bu zorba, tabiata da karşı çıkar ve onun insanoğlunu özgürce şekillendirmesine izin vermez. Bu zorba adabımuaşeretten başkası değildir. Bu zorbaya kafa tutanlarsa haksız biçimde terbiyesiz yaftası yerler. Bu adabımuaşeret, özellikle de kendini tabiat yasalarının akışına bırakmayı sevenler ve mutluluğu bu akışta bulmak isteyenler için çekilecek dert değildir…
Bu zavallıların ne çileler çekip ne haksızlıklara uğradıklarını anlatabilmek adına birkaç örnek vermek yerinde olacaktır…
Bir ahbabının isim gününde1 bulunmak istersin. Akşam yemeğini yer, kalkıp ahbabının evine gider ve sıcak bir şekilde karşılanırsın. Bir saat kadar oturduktan sonra gözlerin kapanmaya başlar ve koltuğa şöyle bir uzanmak istersin. Adabımuaşeret izin vermez. O gün pek iştahlı yemişsindir ve içinden kemerini biraz gevşetmek ya da çözmek gelir.
Ne ki davetlilerin önünde böyle ihtiyaçlar hissetmek adabımuaşerete aykırıdır. Uyku, gözkapaklarını gitgide ağırlaştırır. Oysa kalabalık bir ortamdayken gelen uyku, terbiyesizin önde gidenidir, def etmek lazımdır. Tabiatımız, “Uyu!” der, adabımuaşeret ise, “Uyuma!” diye haykırır.
Sıkıysa biraz uyumayı dene…
Ev sahibi tepende dikiliverir…
“Bana bakın,” diye bağırır hizmetçilere, “Babig Ağa’ya biraz su getirin!”
“Yo, yo, su istemem.”
“Niye uyuyorsunuz Babig Ağa?”
“Oturduğum yerde biraz dalmışım, kusura bakmayın.”
“Keyfini mi kaçırdık?”
“Estağfurullah.”
“El âlemin evinde sabahlara kadar oturursun, bize gelince çarçabuk uyursun.”
“Çok yedim bu akşam, ondandır…”
“Yok yok ondan değil,” diye girer evin hanımı araya, “bizim evde iyi eğlence yok, onun içindir…”
“Rica ederim, demeyin öyle.”
“Başka evde olsaydınız muhakkak ki daha iyi keyfeder, daha çok eğlenirdiniz.”
“Babig Ağa’ya bir sigara getirin!” diye buyurur evin beyi.
“Babig Ağa’ya bir elma soyun!” diye buyurur evin hanımı.
“Teşekkür ederim.”
“Bir khahve pişirin!”
“Bir çay getirin!”
“Kalk şöyle bir dolaş Babig Ağa, uykun kaçsın.”
“Gel bir iskambil atalım ki uyumayasın!” diye bağırır öteden biri.
“Teşekkür ederim, siz keyfinize bakın.”
“Olmaz! Seninle bir iskambil oynayacağım.”
Babig Ağa karşı koyamaz. Başlar iskambil oynamaya. Daha bir saat olmadan uyku bastırır.
“Uyuma, Babig Ağa!”
“Uyumuyorum.”
“Uyuyorsun, Babig Ağa.”
“Uyumuyorum.”
“İstersen bir polka oyna da uykun kaçsın.”
“Polka bilmem ben.”
“Öğrenirsin.”
“Allahınızı severseniz izin verin bana, içeride kestireyim biraz.”
“Mümkün değil. Davette uyunur mu hiç?”
Zorla dansa kaldırılan Babig Ağa’nın aklında, böyle
öfkeli durumlarda kullandığımız o malum sözler sıralanır art arda.
Dans sona erer. Babig Ağa’nın uykusu kaçmıştır.
Bir-iki saat sonra davetliler gitmek üzere ayaklanır. Babig Ağa da kalkar evine gider. Yatağa girer ama uyuyamaz; uykusu geri dönmemek üzere kaçmıştır. Yataktan çıkar, uykusu gelsin diye bir şeyler okuyacak olur ama gelmez. Uyku getirecek başka bir kitap alır eline ama ne fayda, “Orvan Gyank”ı1 da okusa para etmeyecektir… Böyle böyle, Babig Ağa sabaha kadar yatağın içinde debelenir durur ve ancak milletin işe gittiği vakitte uykuya dalar.
İşte adabımuaşeretin sonucu…
“Gitmeseydi efendim, evinde otursaydı!” diyeceksiniz.
Sanki insan kendi evinde daha mı özgür?
Deneyip görelim…
Akşam eve dönersin, üstünü başını çıkarır pijamalarını giyinirsin ve odanın bir köşesine çekilip oturursun.
Biraz sonra sofra kurulur. Karını, babanı, ananı, çocuklarını, kardeşlerini, kız kardeşlerini, torunlarını alıp yemeğe inersin. Masadan kalkar, kahveni içer ve koltuğa şöyle bir uzanırsın…
“Güm güm güm!”
“Aaaa! Misafir mi acaba?”
“Güm güm güm!”
“Kim dinleyecek şimdi bunları… Evde yok deyin!”
“Olmaz, camdan gördüler.”
“Güm güm güm!”
“Yukarı çıkarın ama Babig Ağa bugün rahatsız deyin.”
“Güm güm!”
Kapı açılır…
“Yukarı buyurun, yukarı buyurun.”
Misafirler yukarı çıkar…
Babig Ağa tehlikeyi atlattığından emindir.
Yarım saat geçer geçmez odasının kapısı açılır ve misafirlerden biri içeri girer.
“Babig Ağa?”
“…”
“Ses yok, acaba uyuyor mu? Babig Ağa?”
“…”
“Uyuyor…”
Babig Ağa uyanıktır…
Uyandıralım. “Babig Ağa! Babig Ağa!” diye seslenerek uyansın diye Babig Ağa’yı dürtüklemeye başlarlar.
Babig Ağa çaresiz kalmıştır. Uyanır…
“Siz misiniz Müsü Pol?”
“Benim… Geçmiş olsun.”
“Teşekkürler.”
“Hanımefendi rahatsızlandığınızı söyledi.”
“Evet, çok rahatsızım.”
“Başınız mı ağrıyor?”
“Evet.”
“Ben de gidip bir Babig Ağa’ya bakayım dedim, sonra bizim eve kadar gelmiş de yanıma uğramamış demesin.”
“Eksik olmayın.”
“Nerden çıktı bu baş ağrısı?”
“Vallahi bilmem ki! Ahh! Kafam kopacak gibi… Gözünüzü seveyim, dert etmeyin, yukarı çıkın siz, benim için rahatınızı bozmayın; biraz uyursam geçer.”
“Olmaz efendim, olmaz; uyuyarak geçmez. Ensenin köküne biraz hardal sürelim. Şu hardalı getirin!”
“İstemem güzel kardeşim.”
“Sen anlamazsın. Şu hardalı getirin!”
Hardal gelir. Müsü Pol hardalı ense köküne sürer.
“Biraz da limon getirin!”
“Gerek yok canım…”
“Biraz limon getirin! Hastanın lafı dinlenmez.”
Limonu getirip alnına bağlarlar.
“Biraz rom getirin!”
“Romu ne yapacaksın?”
“Getirin şu romu, acele edin!”
“Gerek yok kuzum, gerek yok babam, gerek yok be, öfff!”
“Acele edin, romu getirin!”
Rom gelir. Müsü Pol, Babig Ağa’nın kafasını romla ovar.
“Geçti mi biraz?”
“Hayır.”
“Rakhı getirin, rakhı… Çabuk!”
“İstemem, Müsü Pol, istemem ciğerim!”
“Rakhı gelsin! Ateşte ısıtın biraz.”
“Isıttık…”
“Babig Ağa, buharı burnuna çek.”
“Çektim.”
“Hafifledi mi biraz?”
“Hayır.”
“Su ısıtın… Ayaklarını içine sokun!”
“Yok canım.”
“Su soğutun, kafasını içine sokun!”
“Geçti, Müsü Pol, geçti…”
“Geçmeyecekti de ne yapacaktı? Bana Müsü Pol derler!”
“Dur giyineyim de yukarı çıkalım.”
“İyi ki gelmişim.”
“Eksik olma.”
“Gelmeseydim çekecek miydin sabaha kadar bu ağrıyı?”
“Evet.”
“Sonra da Müsü Pol yanıma gelmedi mi diyecektin?”
“Evet.”
“Hadi çabuk giyin o zaman.”
“Hemen.”
Babig Ağa giyinir ve yukarı çıkarlar…
“Oo, Babig Ağa, geçmiş olsun.”
“Geçmiş olsun, Babig Ağa.”
“Nasılsınız Babig Ağa?”
“Sağ olun.”
“Rahatsız ettik sizi bu akşam.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıAdabımuaşeretin Zararları
- Sayfa Sayısı152
- YazarHagop Baronyan
- ISBN9789750732188
- Boyutlar, Kapak12,5 x 20,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Son Voli – Serserilik Zor Zanaat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Son Voli – Serserilik Zor Zanaat
Vecdi Çıracıoğlu
Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda,...
- Senin Adın Bile Geçmedi ~ İclal Aydın
Senin Adın Bile Geçmedi
İclal Aydın
Çalıkuşu Feride günlüğünün arka kapağına mavi mürekkeple yazarak bitirirdi sözde yaşam öyküsünü… “Bu geceye kadar hep bir parça senindim Kâmran” diye, anımsar mısın? Bir...
- Anne Kafamda Bit Var 12 Eylül Anıları ~ Tarık Akan
Anne Kafamda Bit Var 12 Eylül Anıları
Tarık Akan
Sinema sanatçısı Tarık Akan, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin hemen ardından, 1981 başlarında, Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklandı. Tutuklanmanın nedeni, sağcı...