Eşekler ve köpekler ölür. Fırtınalar kopar. Aşk çok uzaktadır artık, kendisi için geriye ancak hayıflanma ve hasret kalan insan umduğu kahramanlığı hiç gösteremez. Adasını terk edemez. Özgür atlar vardır var olmasına ama avcılar dört bir yandan kuşatır onları, kementlerle avlar, köleleştirir. Özgürlük eski, silik bir rüyadır artık. Fallarda acı, hazin sonlar görünür hep.
Balkan edebiyatının önemli isimlerinden Meşa Selimoviç’in gidemeyenleri, ızdırapla hatırlayanları, çılgınca özleyenleri, akıbetini öfkeyle bekleyenleri, kabullenemeyenleri anlattığı Ada, ilk kez Türkçede.
“Günün birinde gideceğim.”
“Nereye?”
“Neresi olursa.”
“Ne zaman?”
“Hiçbir zaman.”
*
SÜRGÜN
Ev adada, denize uzanan dar burnun ucunda, ağaçların seyrek olduğu çam ormanında. Mezarlığa çok yakın, küçük balıkçı kasabasından uzak. İşte burada, yazların parıltılı, kışların ise kasvetli ve gri olduğu deniz kıyısında yaşıyordu o ikisi. Yıllardır, çok uzun yıllardır orada yaşıyorlardı ve olup biten her şeyi unutma imkanları vardı, çünkü çok uzun zaman evveldi, ama unutmamışlardı. Hatırlamaya mahkum edilmişlerdi.
Ağ, kayık, balıklar, konuşmalar, hüzün, kızgınlık ve adada dönüp dolaşmak adamın işi.
Yemek yapmak, temizlik, çiçekler, tavuklar, hayalini kurduğu piyano, sabır ve hüzünlü hatıralar kadının işi.
Adam tuttuğu balıklardan iğrenir ve şöyle derdi: “Yarın öğle yemeğinde tavuk yiyeceğiz.” Kadın daha makul biriydi ve şöyle derdi: “Balık daha iyi”.
Adam kayığa binip adadan uzaklara, açık denize veya gece vakti ormana, karanlığa gider; orada yalnız ve özgür hisseder; kötü havayı, rüzgarı ve dalgaları sever; daha önce yapılmamış konuşmalar yapar; rüzgara birkaç kelime, nida, birkaç yarım yamalak cümle savurur; söylediklerinden fazlasını hissederdi.
Kadın bu akşam saçlarını İspanyol topuzu yapıp halka küpeler takmıştı. Bundan otuz beş sene evvel de aynı saçlar ve küpelerle bir yardım gecesinde Chopin’in mazurkalarından birini çalmış, belediye başkanı hayran kalmış, yanağından makas almıştı. Bu mazurkayı sık çalardı; birçok etkinlikte, tüm resmi tatillerde, şehrin bütün seçkinlerinin önünde. Bu yüzden hayattan şiddetle keyif aldığı o güzel hatıraları hayalinde canlandırmayı seviyordu. Bu nedenle de adamın denize ya da köye gitmesini sabırsızlıkla bekler, taburenin kenarına oturur; tuşları, piyano sesini, kendisini dinleyen saygın konukları düşünerek tahta gibi sertleşmiş parmaklarıyla mutfak masasının ucundaki hayali tuşlara basar, hayallerindeki ritimle hayalet gibi salınır; gayet yavaş, kapalı gözlerle uzun yıllar sonra dahi manasını yitirmemiş o uzak alkışları bekler ve hayranlıkla kendisine çivilenen sayısız bakışı düşünürdü. O kadar güzeldi ki ağlayası gelirdi.
Of, kadın nerelere gelir, nerelere kadar yükselebilirdi!
Of, adam nerelere gelir, nerelere kadar yükselebilirdi!
Kader onlara izin vermemiş, hayat engel olmuştu.
Denizin ötesinde, uzakta binlerce lamba geceleyin şehri aydınlatıyor.
İkisi birbirinden ayrı oturuyor, şehre bakıyorlar.
Ağustos böceği taşın altında ötüyor, tepenin altındaki zeytinlikten baykuş sesi geliyor.
Adam kadının dipleri ağarmış saçlarını başına yapıştıran İspanyol topuzlu saç şeklinden nefret ediyor, onu görünce sinirden çıldırıyordu. Özellikle de konuştuktan sonra böyle oluyor, sonra sakinleşiyordu.
Aynı şeyi konuşup duruyorlardı sık sık, fakat bir şeyler konuşabiliyor olmaları bile gayet iyiydi.
“Saçın berbat,” derdi adam sükûnetle, öfkesini yutarak. Konuşmayı kestirip atmak yazık olurdu. Rahatsız edici bir şey bile olsa hiçbir şey olmamasından iyiydi.
“Bence bana yakışıyor,” diye cevap verirdi kadın sabırla. Gerçekten de öyle düşünüyordu. Hiçbir zaman öfkeye kapılmıyor, taşkınlık göstermiyor, mağdur taraflığı yeğliyordu.
“Ucubeye dönmüşsün.”
“Senin bakışın çirkin. Düşüncelerin de öyle. O yüzden hiçbir şeyi güzel görmüyorsun.”
“Yaşlandın. Akların görünmesin diye saçlarını boyuyorsun.”
“Tüm kadınlar saçlarını boyuyor.”
“Hepsi değil. Bir şey gizlemek isteyenler boyuyor sadece. Sen de işte ihtiyarlığını gizlemek istiyorsun.”
“Senin için boyadım. Tıpkı o zamanlardaki gibi olmak için.”
“Hiçbir şey eskisi gibi olamaz.”
“Chopin çalıyordum; herkes gibi beni izliyor, dinliyordun.
Hayran kalmıştın. Herkes hayran kalmıştı. İnsanların gözlerinin nasıl parladığını hâlâ görebiliyorum.”
“Ama artık kimsenin gözü parlıyor filan değil.”
“Parlamaz olur mu, hiçbir şey değişmedi ki.”
“Öldüler, neredeyse tamamı ölü.”
“Her şey hatıralarımda kayıtlı.”
“Hayaletleri mi seviyorsun?”
“Hayaletleri sevmekten değil. Olup biten şeyleri seviyorum.”
“Değiştir şu saçları!”
“Neden, sevgilim?”
“Bana sevgilim deme.”
“Neden, sevgilim?”
“Şu saçını normal yap!”
“Bu gece, o konserden bu yana tam otuz beş sene oldu.”
“Hatırına başka bir şey düşmez mi senin?
“Benim için geriye kalan tek şey bu.”
“Senin için geriye kalan hiçbir şey yok.”
“Şarap ister misin, sevgilim?”
“İstemez.”
“Neşelenirsin.”
“Neşelenmek filan istemiyorum. Kendimi kötü hissetmek istiyorum.”
“Bir fıçı kırmızı şarabımız var. Eski bir elbiseyi verip aldım.”
“Berbat görünüyorsun. Piyanoyu da hiç güzel çalamadın.”
“Bu kadar kötü olma. Tutkuyla çalıyordum.”
“Yanılmışım senin hakkında.”
“Ben de senin hakkında, sevgilim.”
“Senin için her şeyi geride bıraktım.”
“Sen sahip olmak istediğin şeyleri geride bıraktın, bense sahip olduğum şeyleri.”
“Bu aptal evi sen istedin.”
“İkimiz de istedik, sevgilim.”
“Şimdi gidecek yerimiz yok. Ha mezardayız, ha burada; mahpusuz.”
“Şehri izliyoruz. Her gece.”
“Sen olmasan politikacı olabilirdim.”
“Olamazdın, fazla fevrisin.”
“Hitabetim kuvvetli.”
“Sadece bir kere konseyde konuştun. Onda da ağzından üç kelime ya çıktı ya çıkmadı.”
“Bana hiçbir şeyi yakıştıramıyorsun.”
“Sen bana neyi yakıştırıyorsun?”
“Tuzağa düşürdün beni, mahvettin. Boşanacağız.”
“Sen neye karar verirsen öyle olsun, sevgilim.”
“Çocukları sana vermem.”
“Çocuklar zaten benim.”
“Kendileri karar versin.”
“Çocuklar iyi mi, sevgilim?”
“İyiler.”
“Torunlarımız iyi mi?”
“Torunlar iyi. Büyümüşler. Okula gidiyorlar. Başarılı öğrenciler.”
“Çocuklar neşe kaynağı.”
“Neden benimle şehre gelmedin, sevgilim?”
“Hastaydım, sevgilim. Göğsüm daralıyordu, biliyorsun. Bir de safram eziyet veriyordu.”
“Hatırlıyorum.”
“Senin de gitmemen lazımdı.”
“Belki de haklısın.”
“Bir dahaki sefer gitmene izin vermeyeceğim.”
“Neden bizim gelmemizden hoşlanmıyorlar?”
“Benim gelmemden hoşlanıyorlar.”
“Geçen sene sen de çabuk döndün. Tıpkı şimdi benim yaptığım gibi. Kaçıp geldin.”
“Hissiz bakıyorlar. Öfkeli bakıyorlar. Yerimiz yok diyorlar.
Zamanımız yok diyorlar.”
“Orası, ada size iyi geliyor diyorlar.”
“Biz buraya gelmek üzere yola çıkınca seviniyorlar.”
“Neden böyleler?”
“Tüm çocuklar öyle.”
“Hepsi değil. Bunlar sana benziyor. O yüzden öyleler.”
“Ben hissiz miyim?”
“Çocukların hissiz olduğunu nerden çıkardın?”
“Ben öyle bir şey demedim.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAda
- Sayfa Sayısı200
- YazarMeşa Selimoviç
- ISBN9786257854986
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviKetebe Yayınevi / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Köşeye Kıstırmak ~ Paul Auster
Köşeye Kıstırmak
Paul Auster
Ünlü beyzbol oyuncusu George Chapman, bir kaza sonucu sakat kalır ve sporculuk yaşamı sona erer. Politikaya atılır, senatör adayı olur. Kusursuz bir kahramandır; zarif...
- Benim Gibi Makineler ~ Ian McEwan
Benim Gibi Makineler
Ian McEwan
“Benim Gibi Makineler” Hiroşima ve Nagasaki’nin atom bombalarıyla yerle bir edilmediği, yaşamına savaş kahramanı olarak devam eden Alan Turing’in yapay zekâ alanında çığır açtığı...
- Gece Şahinlerinin Uçuşu – Karanlık Savaş Efsanesi 1 ~ Raymond E. Feist
Gece Şahinlerinin Uçuşu – Karanlık Savaş Efsanesi 1
Raymond E. Feist
Fantastik edebiyatın ustası Raymond E. Feist, gelmiş geçmiş en çarpıcı mücadelenin, Karanlık Savaş’ın şafağındaki bir dünyayı takdim ediyor bizlere “Nitelikli bir roman ve sağlam,...