“Acılar birbiriyle yarıştırılamaz, fakat bu ülke 6 Şubat 2023’te bütün tarihinin en büyük acılarından birini, belki en büyüğünü yaşadı. Serhan Asker bu acılara tanık oldu. Dahası, onları teninde yaşadı. Elinizdeki kitap acıya tanıklığın, onu teninde yaşamanın benzersiz ürünüdür. Tıpkı bir savaş güncesi gibi. Doğanın acımasızlığına karşı insanca duruşun, direnişin güncesi.”
–Ataol Behramoğlu
“Acıların değil bir yüzleşmenin kitabı bu. Korkunç yıkımlarla, travmalarla, kayıplarla karşı karşıya gelen insanların çaresizliğinin, direncinin, yaşamı yeniden öğrenmeye çalışmanın kitabı.
Geçip giden bir afeti değil, her an, her dakika yeniden kapımızı çalabilecek bir tehdidi anlatmış Serhan Asker. Hem de felaketin tam kalbinden, hem de üzüntüyü iliklerinde hissederek, hem de o derin yası depremzedelerle birlikte yaşayarak. O nedenle hep aklımızda tutmamız, hep hazırlıklı olmamız gerektiğini anlatan bir kitap bu. Yani tam da ihtiyacımız olan bir kitap…”
–Ahmet Ümit
“Acı yoruldu diyor Serhan Asker; acının sürüp gittiğinin bir ifadesidir bu. 6 Şubat depremiyle içimizde kopan çığlığın, hafızamızın duvarlarındaki yankısı diye de okunabilir. Büyük felaketler karşısında dil kekemeleşse yahut acı bir çığlığa dönse de yazı zaman içinde bir yüzleşme olanağı sağlıyor. “
–Ahmet Telli
ÖNSÖZ
Büyük acıları anlatmak, kelime ve cümlelerle ifade etmek, keli- melerin sınırlarını zorlamak demektir. Depremler gibi doğal fela- ketler, insanlık tarihinde yaşanmış en yıkıcı olaylardan biri olarak karşımıza çıkar. Acıyı, kaybı ve yıkımı tarif etmek, sadece olayın yaşanmasından ibaret değil, aynı zamanda insan zihninde ve kal- binde devam eden başka bir süreci de kavramayı gerektirir.
Serhan Asker, bu kitapta depremin trajik boyutunu ve insan- ların bu felaketle başa çıkma çabalarını ustalıkla işliyor. Trajedi ile drama arasındaki farkı göz önünde bulundurarak, okuyucuları depremin soğuk ve acımasız gerçekliği ile insanların duygusal tep- kileri arasındaki ince çizgiye davet ediyor.
Trajedi, olayın trajik boyutunu vurgulayan ve okuyucuyu ür- perten bir üsluba sahip. Dram ise duygu yoğunluğu taşıyan cümle- lerle okuru etkilemeyi hedefler. Acı Yoruldu kitabı, bu iki anlatım tarzını ustalıkla bir araya getiriyor. Yazar, depremin yarattığı acıları ve trajediyi gerçeklikle anlatırken, aynı zamanda insanların iç dün- yalarına ve duygusal deneyimlerine derinlemesine nüfuz ediyor.
Kitap, okuyucuları depremin etkilerinin ortasına götürerek, onların acılarına ve kayıplarına tanık olmalarını sağlıyor. Ancak aynı zamanda, insanların dayanıklılığını ve dayanışmasını keşfet- meye davet ediyor. Yazar, depremin getirdiği trajediyi anlatırken insanlığın gücünü ve umudu da kutluyor.
Serhan Asker’in bu etkileyici eseri, depremin yarattığı acılan ve insanların bu trajediye nasıl yanıt verdiğini anlatarak, trajedi ile drama arasındaki farkı büyük bir ustalıkla ayırıyor ve okuyucuları bu derin ve etkileyici yolculuğa davet ediyor.
Zülfü Livaneli
Bir Belgeselcinin Gözüyle…
Ekran ve sanat insanının hazinesi ve sermayesi söz söylemek, söz söyleyeni dinleyip aktarmaktır.. Serhan Asker kardeşim, bu söz maratonunu muhteşem ve görkemli bir biçimde sürdürüyor yıllar- dır. Bu uzun koşusunun duraklarından birinde, 6 Şubat 2023’te, kelimenin tam anlamıyla durdu sahiden! Hayat durmuştu o günün sabahına doğru sahiden. Serhan, kalemini, ekranını, mikrofonunu unutmuş ve acilinden, kendi öyküsünün peşine düşmüştü önce- likle. Öyle ya.. Babası, annesi, aile yakınları çocukluk arkadaşları da deprem bölgesindeydi, mağdurdu. Paniği, acıyı çabayı, umudu, yalnızlığı, gözyaşını, teselliyi, kısacası, insanlığın pek çok halini yaşadı, gördü, tanıklık etti, en içinden, en derininden. Deprem ger- çeğini hissederek, acı çekerek ve çözüm önererek yaşayanlardandı.. Sonra, kendi acı gerçeğini yaşamayı sürdürürken, hazin bir insan yolculuğuna başladı, deprem insanlarının orta yerinde kaldı. “Acı- nın yorulduğu zamanlar”ın sahici tanığıydı artık. Hem mağdur, hem yurttaş, hem aktarıcı oluverdi; tanıklıklarını saat saat ileten. Örneğine az rastlanır cinsten!. İşte bu yüzden, “aktarıcılığı” değerli ve anlamlı! İbret ve ders niyetine. Tarihe kalsın diye..
Nebil Özgentürk
*
Kent bir beşiğe dönüşmüştü. Şiddetle sallanıyor, içindeki insanlarla birlikte bir o yana bir bu yana savruluyordu. Karanlığın içinde yüz binlerce insanın bağırtısı kenti esir alan karanlığı daha da korkunç hale getiriyordu.
Samandağ’daki apartmanda kadın hançeresini yırtarak bağırıyordu… “Allahım Allahımm…” İlerlemeye çalışıyor ama bir türlü dengesini sağlamıyordu. Ağzından isimler arka arkaya çıktı:
“Liderrrrr, oğlum… Esrraaaaa, kızım, kalkın, deprem oluyorrrr! Asilll, Cevherrrrr… Canlarımmm…”
Can havliyle kapısı gidip gelen odanın önüne vardığında dizlerinin üzerindeydi.
Duvarlar çatlıyor, pencerelerin camları patlıyordu. Yerin altından gelen uğultu korkunçtu. Ayakta olan ne varsa devriliyordu. Her yer toz duman içindeydi.
Odadaki 1.90 boyundaki genç, iki eliyle duvarın devrilmesini önlemeye çalışıyordu.
Kadın, “Oğlumm, Liderimmm!” diye bağırdı.
Ardından başını sola çevirdi. Gördükleri onu daha da dehşete düşürdü. Bir çocuğuna bütün şefkatiyle sarılmış genç kadın yerde savrulan çocuğunu kucağına almaya çalışıyordu. Bu sırada tavan- dan kopan beton parçaları omzuna, başına çarpıyordu. Bir an nefes alamadı. Yerdeki çocuğunu almaya çalışırken dizlerine üstüne kapaklanan genç kadın sanki öleceğini biliyormuş gibi baktı dizlerinin üstünde sağa sola savrulan kadına.
“Annece, çocuklarım ölmesiiii-“
Bir türlü bitiremedi sözlerini. O anda öbür duvarın yıkılmasına engel olmaya çalışan genç adam arkasına bakmadan, “Esraaa, iyi misiniz? Asil, Cevherrr, çocuklarımız iyi mi? Esraaa, ses ver ne olur!” diye haykırdı.
Yan tarafa savrulan kadın, “Oğlummm… kızım Esraaa… Cevher. Asill!” diyerek çaresizce yuvarlanıyordu yarısı kopmuş zeminin üstünde. Onlar için bir şey yapamayacağını anlayınca yerinden doğrulup diğer oğlu Deniz’in odasına doğru ilerlemeye çalıştı feryat içinde…
Bir anda gözlerimi açtım…
Gördüklerim öylesini hırpalamıştı ki beni… Elim alnıma gitti. Terlemiştim.
6 Şubat 2023 Pazartesi…
Sabah 08.57…
Saati kaça kurmuşsam üç dakika öncesinde uyanırım genellikle. Yıllardır böyle bir acelecilik içindeyim. Hayatımda ilk kez telefonumu sessize alıp uyumuştum. Çünkü bir gün önce yönetmenimiz Kürşat Tercanlı’yla Didim’den Ankara’ya hiç durmadan yaptığımız sekiz saatlik araba yolculuğu perişan etmişti beni. Eve ulaşıp duş aldıktan sonra yatağımda uyuyakalmış, o şekilde de uyanmıştım. Sekiz saatlik yolculuğa sekiz saatlik uykuyla karşı lik vermiştim. Uyanınca elim telefona gitti, Gece yarısı Görkemli Hatıralar’ın tekrarını izleyip arayanlar oluyordu. Cevapsız arama işaretini göreceğimi tahmin ediyordum. Fakat o da ne, 167 cevap
sız arama! Şoktaydım.
Yataktan hızla fırladım. Beş dakika kimseyi arayamadım, Elim de telefon, odalarda şaşkın şaşkın dolaşıyordum. Sosyal medyaya girmek, televizyonu açmak hiç aklıma gelmiyordu. İlk arama 04.53’te olmuştu. Tam da en derin uykudayken… Sanatçı dostlar kuzenler… Uzaktan akrabalar… Aklıma gelen tek bir şey oldu.
Ölüm… “Bir yakınım artık yok… ” Gözlerim doldu. Kütüphanenin olduğu odaya girdim. Marquez’le göz göze geldim. Babam bir gün bu odada Marquez’e bakıp, “Merhametli bir adama benziyor,” demişti. Oysa kendisi de bir vicdan ve merhamet abidesiydi. “Babama bir şey olduysa ne yaparım,” dedim. Ağlamaya başladım. Annemi düşledim. Önlüğümün yakasını boynuma takarken ozona bulanmış ellerinin kokusu geldi burnuma. Biraz daha ağladım. Kız kardeşim Olcay’ı düşündüm, kızı Sida’yı… eşi Mahir’i… Onları arama cesaretini kendimde bulamadım o anda.
Biraz toparladığımda kendimi İstanbul’daki kuzenim Hasan’ı (Gökpınar) aradım. Beni 23 kez aramıştı. Ürkerek bastım arama
tuşuna.
“Serhan neredesin ya, yer yerinden oynadı. Sana ulaşamıyoruz,” diyerek açtı telefonu.
Sustum. Perişan bir haldeydim. O anlatsın istedim. Hasan bir süre durakladıktan sonra “Deprem oldu,” dedi.
İstanbul’da olduğunu düşünerek, “Siz iyisiniz değil mi?” diye sordum.
“Ya ne diyorsun sen! Serhan, burada olmadı deprem… Pazarcık, Hatay…” dedi ve duraksadı. Ürkek bir ifadeyle tek bir kelime daha çıktı ağzından… “İslahiye.”
Gerisini dinlemedim, kapattım telefonu. Dopdolu gözlerle evin tavanına baktım. Gözümdeki yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Tüm ailem İslahiye ve Pazarcık’taydı. On dakika önce “Bir yakınım ölmüştür” diye düşünürken artık “Hepsi yaşama veda etmiştir” korkusuyla baş başa kaldım.
Babamın evliya, ermiş yüzü… Annemin yuvalarını kurmuş, işi gücü olan dört çocuğu için ağzından düşmeyen duaları… Çilekeş kız kardeşim Olcay… Onun tatilde İstanbul’dan İslahiye’ye giden kızı, yeğenim Sida… İlk, orta, lise arkadaşlarım, yakın akrabalar, komşular Iraz Teyze, Saniye Abla, Güllü Kirve. Hepsi gözümün önünden geçiyordu. Depremdi bu. Hepsini birden almış olabilirdi yaşamdan…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıAcı Yoruldu - Kara Sabah… 6 Şubat 2023 04:17
- Sayfa Sayısı160
- YazarSerhan Asker
- ISBN9786254499715
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAlfa Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Toprağımızın Kokusu Filistin ve İsrail’in Sesleri ~ Kenize Mourad
Toprağımızın Kokusu Filistin ve İsrail’in Sesleri
Kenize Mourad
Kenize Mourad, Filistin-İsraîl ateşi arasında kalan kurbanların ölüm ve mülteci kamplarındaki zor hayatlarını, korkularını, ihtiyaçlarını bütün insanlığın adalet duygusuna ve vicdanin sunuyor. Kenize Mourad,...
- Zulamdaki Şiir – Parça Parça Anılar ~ Fethiye Çetin
Zulamdaki Şiir – Parça Parça Anılar
Fethiye Çetin
“Kendisini içinde yeniden kurduğu bir deneyim olarak okuyorsunuz anıları, ‘biz ne acılar çektik!’ haykırışı olarak değil. Fethiye Çetin’in şiddetin nesnesi yapılan, yapılmak istenenlerin yanında,...
- Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok ~ Osman Pamukoğlu
Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok
Osman Pamukoğlu
halk tarafından devlete, sen bana hizmet etmek için varsın bunun ötesinde senin bir başka anlamın yok denildiğinde , her şey yoluna girecektir.