Luke ve abisi Benjamin, yaz tatillerini Lahana Ağacı Körfezi kıyılarında geçirirler. Daha sessiz sakin olan Luke kuşları gözlemleyip resimlerini çizer. Maceraperest ve cesur Benjamin ise Atlama Ağacından suya dalış yapar. İki kardeş birbirinden çok farklı olsalar da aralarında özel bir bağ vardır.
Yerel bir yarışma, birinci olana kayık armağan edeceğini duyurunca, Luke ile Benjamin körfezi keşfetme hayalleriyle kolları sıvarlar. Derken okulların açılma vakti gelir, Benjamin’in liseye başlaması, iki kardeşin hayatına alışılmadık değişiklikler getirecektir. Yarışma tarihi yaklaştıkça çocuklar birbirinden uzaklaşmaya başlar. Abi-kardeşin eşsiz dostluğu ayakta kalmanınbir yolunu bulabilecek midir?
Fil’in ödüllü yazarı Peter Carnavas’tan kuşlar, kayıklar ve kardeş sevgisi üzerine hiç eskimeyecek bir hikâye.
İçindekiler
Önsöz: Tuhaf, Tüylü Bir Şey…………………………………………….11
Atlama Ağacı…………………………………………………………………. 17
Kayık……………………………………………………………………………..22
Kuş Sesleri …………………………………………………………………….25
Mutlu Aile ……………………………………………………………………..29
Gem Teyze …………………………………………………………………….35
Beklenmedik Bir Hediye ………………………………………………..39
Bölge Halkının Gururu…………………………………………………..42
Yeşilin Her Türlüsü………………………………………………………. 45
Gökyüzünde Bir Delik ………………………………………………….. 49
Kahverengi Dikengaga……………………………………………………53
Karanlıkta Bir Gülücük ………………………………………………….57
Dünyanın Ucu………………………………………………………………..62
Tepeli Bronz Kumru ………………………………………………………67
Sıradan…………………………………………………………………………. 71
Bitmemiş Bir Kuş ………………………………………………………….. 75
Yoğun Duman………………………………………………………………..78
Zümrüt Kumru………………………………………………………………82
Toprak Top ……………………………………………………………………85
Ufak Olanlar Bile………………………………………………………….. 88
Gitmiş……………………………………………………………………………92
Altı Üstü Bir Ağaç…………………………………………………………. 94
Gökyüzünde Bir Köpekbalığı………………………………………..100
Her Tarafı Delik …………………………………………………………..104
Benjamin’in Tarafı ………………………………………………………107
Boş Yerler……………………………………………………………………. 110
Olacağı Varmış ……………………………………………………………..112
Kuruyup Kalmış Bir Körfez………………………………………….. 114
Kurbağaağızlı Baykuşlar ……………………………………………….116
Peçeli Baykuş……………………………………………………………….120
Gecenin Zifiri Karanlığı ………………………………………………. 123
En Uzun Kuyruk…………………………………………………………..126
Ayrılma………………………………………………………………………..130
Tek Seferde Bütün Kuşlar ……………………………………………. 132
Eller Aşağı……………………………………………………………………138
Sondan Başa Bir Film ………………………………………………….. 141
Güzel Bir Kitap…………………………………………………………….143
Gözler Kocaman ve Gülerek …………………………………………147
Onikikardeş Kuşları…………………………………………………….. 152
İşe Yaramaz ve Önemli Bir Şey ……………………………………..155
Bir Kayıkta İki Oğlan (Bazen de Bir Kız) ………………………..156
Abim, Kuş…………………………………………………………………….159
Yazarın Notları …………………………………………………………….165
Önsöz
Tuhaf, Tüylü Bir Şey
Geçen sene, evimizin önünden geçen yolda ölü bir kuş buldum. Genç bir saksağan, rengi gri beyaz. Başı bir yanda, bir kanadı açık, diğeri kendi gövdesinin altında ezilmiş, yüzüstü yatıyordu. Yere çömeldim, dizlerimi göğsüme bastırdım ve baktım. Rüzgâr kuşun göğsündeki minik tüyleri okşuyordu, bacakları siyah, incecik dallar gibi çıkıntı yapıyordu ve ensesi batan güneşin ışığında pembe pembe parlıyordu. Asfalt ayaklarımı ısıtsa da vücudum tir tir titriyordu. Üşümüştüm, ama birazcık korkmuştum da. Bir kuşa araba çarpmış, onu havadan yere yıkmıştı, oysa kuşun istediği tek şey uçmaktı. Şimdi yolda ölü ölü yatıyordu ve etrafta yalnızca ben vardım. Parmaklarımı ona uzattım ama sonra geri çektim. Ellerim titredi, zar zor yutkundum. Sonra yeniden uzandım, parmaklarım tüylerini gezdi. Derken arkamda karanlık bir şekil belirdi birden, büyüdükçe büyüdü, yaklaştı kükreye kükreye. Sıçramakta çok geç kaldım ve araba bana yandan vurdu.
Beni yolun kenarına savurdu. Yere çarpıp yuvarlandım, kollarımla bacaklarım toza toprağa saçıldı. Nefesim tıkandı, öksürdüm, havayı içime çekmeye çalıştım tekrar. Tepemde biri vardı, beni sarsıyor, çığlık çığlığa adımı tekrarlıyordu. “Luke!” Bana çarpan araba değildi bu. Beni yoldan çekmeye çalışan Benjamin’di. Araba kararan havada köşeyi dönüp gözden kayboldu. “Luke!” Benjamin yüzüme yüzüme bağırıyor, omuzlarımı sarsıyordu. “Ne yapıyordun öyle?” Abimin altından dönerek kalkıp nefesim yavaşlayana kadar kaldırımın kenarındaki oluğa oturdum. Gözlerimi kısıp saksağanı işaret ettim.
Hızla gelip geçen arabaya rağmen istifini bozmadan aynı şekilde yatıyordu. Benjamin yola çıktı. Eğildi, kuşu gömleğinde dertop edip karnına bastırır gibi tuttu. Tutmak denemezdi aslında buna. Kuşu henüz kıvamını almamış bir kâse jöleyi taşır gibi bir dikkatle kucaklamıştı. Eve doğru yürümeye başladığında ona yetiştim. “Ne yapacaksın?” diye sordum.
“Bir kutu bulacağım.” “Gömmek için mi?” Benjamin durdu, gözleri koyu ve ciddiydi. “Yaşıyor olabilir,” dedi. Bir sokak lambasının ışığı titreşip yüzünün yarısını aydınlattı. “Güven bana,” dedi. Hep derdi bunu. Evin altından büyük bir karton kutu bulup verandanın ucuna yerleştirdik. İçine bir sürü örtü ve bez doldurduk, eski bir yoğurt kabına da su koyduk. Benjamin saksağanı kutunun içine bırakırken ben yuva mı yoksa tabut mu yaptığımızı bilmiyordum hâlâ. Ama ertesi sabah tıpış tıpış dışarı çıktığımızda saksağanı uyanık bulduk, kutunun bir köşesine büzüşmüş, yumuşak, gargaramsı bir cıvıltıyla sesini kontrol ediyordu. “Ne diyor acaba?” dedim. Sesim uykudan çatal çataldı.
“Ağzın kokuyormuş, onu söylüyor,” dedi Benjamin, yeniden içeri girdi. Bir kuşun hayatını kurtarmak Benjamin için heyecan verici değildi artık, ama ben çok heyecanlıydım. Ilık verandada, üstümde hâlâ pijama şortumla saksağanın yanına oturdum. Ona bir tasın içinde biraz daha su ikram ettim, sonra sadece kuşun duyabileceği şekilde fısıldadım. “Bundan sonra karşıdan karşıya geçerken daha dikkatli olsan iyi edersin, dostum. En azından birazcık daha yüksekten uç.” Çikolata kahvesi gözüyle beni izleyip dediklerimi anlamış gibi başını yana eğdi. Bir iki saniye daha bakıştık, derken aklıma bir fikir yelken açıp geldi. Odama koşup yatağımın altından bir kitap kaptım ve verandaya döndüm. Kitabın adını saksağana okudum. “Avustralya’nın Kuşları.”
Gem Teyze bu kitabı bana birkaç hafta önce, babam gittikten hemen sonra vermişti. Şimdiye dek kapağını bile açmamıştım. İlk sayfada Gem’in kıvrımlı el yazısıyla bir not vardı.
Sevgili Luke, İşler her zaman umduğumuz gibi yolunda gitmez. Ama kuşlar karanlık günlerde bile cıvıldar. Bu yüzden pencereni aç ve dışarı bak, çünkü sen gözlerini kuşlara açtığında dünya da kendini sana açar.
Sevgiler, Gem.
Bunun ne demek olduğunu pek anlayamadım ama yine de hoşuma gitti. Yanı başımdaki saksağanı izledim, Gem’in dediği gibi gözlerimi biraz daha açmaya çalıştım. Kuşun gagası siyah ucuna doğru sivrileşiyordu, ince tüylü pantolonu bacaklarının yarısına kadar iniyordu ve pullu ayak parmaklarından biri bükülmüştü. Sonra kitapta saksağan sayfasını buldum. Çok güzeldi. Parmaklarımı renkli resimlerin üzerinde gezdirip daha önce hiç duymadığım kelimeleri okudum. Tüy örtüsü. Kanat altı. Tüyü henüz bitmiş yavru.
Kuş kelimeleri, harika ve tuhaf. Verandanın döşemeleri bacaklarımın altında ısınırken saksağanlarla ilgili öğrenilebilecek her şeyi öğrendim. Sonraki birkaç gün boyunca kutunun başında oturup kuşa göz kulak oldum. İkram ettiğim böcek ve solucanların hiçbirini yemedi ama bol bol su içti. Bu arada kutunun üstüne tüneyip tırabzana zıplayacak kadar kendine gelmişti. Zaman zaman yüksek sesle kuş rehberinden sayfalar okuyordum, saksağan sesimi duyunca başını çevirip bana bakıyordu. Bir sabah, Benjamin mutfaktan çıkmış dolanıyor, elindeki kâseden mısır gevreği kaşıklıyordu. “Sen hâlâ burada mısın?” deyip güldü. Benimle mi yoksa kuşla mı konuştuğunu anlayamamıştım. Yüzümü görünce yüzü yumuşadı sonra. “Niye bu kadar mutlusun?” Yüzümdeki gülümsemeyi fark etmemiştim, ama saksağanla ve Gem’in sözleriyle –gözlerimin açılmasıyla, dünyanın da bana açılmasıyla– ilgili olduğunu biliyordum.
Babamı düşünmeyi bırakmış, kuşa, verandamızdaki karton kutuda yeniden doğan bu tuhaf ve tüylü şeye odaklanmıştım. Daha fazlasını bilmek istiyordum: Kuşlarla ilgili her şeyi. Benjamin gagasıyla kanadının altını kaşıyan saksağana bakıp başını salladı. “Ona bir ad vermelisin,” dedi sonra. Gülümsedim. Nereden bildiğimi bilmesem de kuşun kız olduğunu biliyordum. “Pek orijinal değil ama… Maggie nasıl?”1 Benjamin kâsesini başına dikip sütü son damlasına kadar höpürdeterek içti ve “Süper,” dedi.
Adını koyar koymaz Maggie kutudan hoplayıp omzuma kondu. Başımı çekip güldüm, sonra gevşedim. Göğsündeki tüyleri kaşıdım, o da başını yana eğdi. Birkaç gün önce yolda kımıldamadan yatarkenki hali geldi aklıma, Gem’in kitabının başındaki notu okudum tekrar. İşler her zaman yolunda gitmez. Doğruydu bu. Anne babalar çocuklarını bırakıp gidiyordu bazen. Kuşlar gökten yere düşüyordu.
Ama bunlardan birini düzeltme şansım vardı artık. “Ben seni bırakmayacağım,” dedim Maggie’ye. Benjamin’in söylediklerimi duymasını dert etmiyordum. “Güven bana.” Abimin en sevdiği kelimeleri söyleyince bir şeyin sorumluluğunu almış gibi hissettim kendimi. Benjamin hep böyle hissediyordu muhtemelen. Hemen sonra Maggie omzumdan sıçrayıp tırabzana kondu. Tüylerini salladı, olduğu yerde çırparak kanatlarını sınadı. Ardından, Benjamin’le yatak odamızın önündeki ateşağacının dallarından birine yalpalaya yalpalaya kanat çırptı. Başını geriye attı ve parlak yaz göğüne bir şarkı söyledi. Abim Benjamin sayesinde hâlâ hayatta olduğu için mutluydu o da benim gibi.
Atlama Ağacı
Kayığa karşılıklı oturduk. Yanlara tutundum, beyaz boyadan büyükçe bir parça pul pul döküldü tırnağımın altında. Benjamin sırtüstü uzanıp ellerini başının altına koydu ve gözlerini yumdu. “İşte bu, Lukey. Denizde geçen bir hayat.” Ben de sırtüstü yatıp başımı kayığın ahşap ve kaba saba kenarına dayadım. Suyun şıp şıp sesi geliyor, Maggie yüksek bir ağaçtan cıvıldıyordu. Onu bulmamızın üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti ve hâlâ bizimleydi. Verandanın etrafında eşeleniyor, çatıda nöbet tutuyor ve hemen her sabah yatak odamızın önünde şarkılar söylüyordu.
“Nereye gidelim?” diye sordu Benjamin. Gözlerimi yumdum ben de tıpkı onun gibi. Suyun beni salladığını, alıp nereye istersem oraya götürdüğünü hayal ettim. “Hadi gidip şu kartal yuvasını bulalım.” “Büyük olanın mı?” “Evet. Ak karınlı deniz kartalınınkini.” Bir süre öylece yattık. Benjamin ıslıkla tembel bir ezgi çaldı. Uzaklarda iki sazhorozu korna gibi sesleriyle öttü birbirine. Sonra Maggie ciyakladı ve Benjamin ayağa fırladı. “Çabuk! Biri geliyor.” Eşyalarımızı, onun tişörtünü, benim de çizim defterimi kapıp kayıktan atladık, yere sert bir iniş yaptık. Suda değildik. Zaten kayık da bizim kayığımız değildi. Birinin arka bahçesindeki bir ağaca bağlı, eski püskü bir sandaldı bu. Bir adam bağırdı arkamızdan, hızla koşup bahçeden çıktık, çalıları aştık ve körfeze vardık. Ayaklarımız çamurlu kıyıda batıp çıkıyordu.
Mangrov filizlerini savuşturduk, dalların altından geçtik. Kayalara tırmandık, bodur çalıları teptik ve Atlama Ağacına varana kadar durmadık hiç. Yere yığılıp soluklandık. Benjamin’in ayakları kesilmişti, benim de bacaklarım çizik içindeydi. Ayaklarını bileklerine kadar tuzlu suya soktu. İkimizin de canı acıyordu ve nefes nefeseydik, ama başım bütün bu olup bitenlerin heyecanıyla karıncalanıyordu. “Kimdi o adam?” diye sordum. “Görebildin mi?” “Yok.” Kesikleri incelemek için tek ayağını havaya kaldırdı. “Bu sefer ayak uydurabildin, aferin.”
“Ben mi ayak uydurmuşum? Senden daha hızlı koştum,” dedim. Gülümsedi. İkimiz de bunun doğru olmadığını biliyorduk. Kenara oturup ellerimdeki toz toprağı temizledim. “İyi ki yakalanmadık.” O sıralar annemin ihtiyacı olan son şey başımızı belaya sokmamızdı. Artık hava kararana kadar çalışıyor, her şeyi kendi başına yapıyordu. “Hayatta yakalayamazdı bizi,” dedi Benjamin. “Kimse körfezi bizim kadar iyi bilemez.” “Yani kimse körfezin kıyısını bizim kadar iyi bilemez demek istiyorsun.” Kayığı olan herkes körfezin kalanını, derin kanalları ve gizli koyları biliyordu. Biz körfez diyorduk ama aslında daha değişik bir yerdi burası. Bir nehirle gölün kesişimi gibiydi, tuzlu ve esmer su şeridi evlerin arkasında kıvrım kıvrım kıvrılıyor, gelgitlerle birlikte şişip iniyordu. Bazı kısımları karşı kıyıya taş atabileceğiniz kadar dar, ama büyük kısmı okullardaki spor sahaları kadar genişti.
Çizim defterimi açıp kurşunkalemimi sayfanın üstünde gezdirmeye başladım, bir balıkçıl çizecektim. Benjamin de Atlama Ağacına tırmanmaya koyuldu, mangrovların ve diken diken çimlerin arasında eğri büğrü bir dev gibi dikilen kocaman bir Melaleuca ağacıydı bu. Benjamin ağacın gövdesi boyunca kendini yukarı çekti, sonra suyun üstüne uzanan kalın dalda yengeç gibi yan yan yürüdü. Maggie ağacın daha yüksek bir koluna tünedi ve başını yana eğdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAbim Benjamin
- Sayfa Sayısı168
- YazarPeter Carnavas
- ISBN9789750761638
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yaz Ortasında Ölüm ~ Yukio Mişima
Yaz Ortasında Ölüm
Yukio Mişima
Çocukluğun sımsıkı mühürlenmiş bir sandığı vardır. Genç insan bir gayret o sandığı açmaya çalışır. Kapağı açtığında içinin boş olduğunu görür. Bunun üzerine anlar ki,...
- Sen Bana Yasak ~ Penelope Ward
Sen Bana Yasak
Penelope Ward
Kime âşık olacağınızı seçemezsiniz. Son sınıftayken Elec bizimle yaşamaya başladığında, onun nasıl bir pislik olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. İstemediği bir yerde...
- Hapishane: Mahrem Bir Yalnızlık Hikâyesi ~ Cesare Pavese
Hapishane: Mahrem Bir Yalnızlık Hikâyesi
Cesare Pavese
Hapishane, politik görüşleri nedeniyle Calabria’ya sürgüne gönderilen Pavese’nin kendi yaşam deneyiminden izler taşır: Stefano bir süre cezaevinde kaldıktan sonra bir köye sürgüne gönderilir. Gündüzleri...