Belki sevgili, belki arkadaş, belki de kardeştiler…
Ama, eski bir yazın sevincini böyle yürekten özlemelerine bakılırsa, onlar ancak has çocukluk arkadaşı olmalıydılar.
Eski bir yazı hâlâ tutkuyla özlemek, yalnızca çocukluk arkadaşlarının ayrıcalığıdır.Eski âşıklar, geçmişteki yazları hüzünlü bir özlemle anarlar!
İçindekiler
1 Karayel Hüznü
2 Otuz Yedi Yaş
3 İkizlerden Biri
4 Bütün K Harflerinden Uzak
“Ağrımasa bilir miydim Yüreğimin yerini…”
Sennur Sezer
Sonuncu Son
O gün öğleye kadar düşündü.
Öğleden sonra çalıştı. Çok işi vardı ve saat beşte her şey hazır olmalıydı.
İnşaatlardan ve çöplerden topladığı eskimiş, delik deşik, pis, kullanılmaz olduktan sonra bile kullanılmış erkek çoraplarını evin bütün odalarına, mutfak ve banyoya boydan boya gerdiği ipin üzerine mandalladı. Çoraplar çok kirliydiler. Çoğu inşaat işçilerinin attığı, yırtık, delik, tek kalmış. berbat şeylerdi. Hem kirli ayak, hem pislik, hem de toz kokuyorlardı. Onlarca, yirmilerce, otuzlarca rengarenk tek çorabın asıldığı ev acınacak bir görüntü kazandı/kaybetti.
Pimpis koktu. Aynı zamanda tiksindiriciydi! Midesi kalktı. ellerini yıkadı, bir avuç limon çiçeği kolonyası kokladı.
Sıra yapma çiçeklere geldi. Yüzlerce plastik çiçeği yerlere serpiştirdi. Pastellerden, düş gücünü zorlayan cart renklere kadar yüzlerce yapay çiçek, zavallı bir halı oluşturdu evin dört odasında, mutfak ve banyoda.
Kırmızı sprey boya ile duvarlara dev çarpı işaretleri. svastikalar çizdi. Boya kokusuna karışan, sahiplerinin çok. tan unuttuğu çoraplardan buram buram yayılan leş gibi ayak kokusu evin havasını iyice bozdu. İnsan yaşayamaz. mutlu olamaz, sevinç duyamaz bir koku oluştu ve çabucak dağıldı evin içine, bütün köşe ve kıvrımlara sindi, tamamen çöreklendi.
Ellerini oğuşturdu.
Teybin elektronik saatini beşte çalması için ayarladı.
Şarkıda sık sık “At the age of thirty seven/She realized she never rode through Paris/in a sport car/ with the warm wind in her hair”* sözleri kulağa doluyordu. Bu şarkıyı ay. ni kasete arkalı önlü tam on sekiz kez üst üste kaydetti.
Televizyonu saat beşte çalışmak üzere video aygıtıyla otomatiğe ayarladı. Video banda Alp Dağları’na tırmanışı gösteren bir belgesel film kaydetmişti.
Bu hazırlıklar bitince, mutfağa geçti. Buzdolabından bir gün önce pişirdiği çorbayı çıkarttı. Çorbayı hazırlamak için saf domuz kanı bulmak oldukça güç olmuştu, ama araninca her şey bulunabiliyordu işte. Bol kekik, karabiber ve nane katınca, kan kokusunun çiğ tadı ölmüş, görünüşü de domates çorbasına benzemişti.
Fotoğraf malzemesi ve kimyasallar satan Karaköy’ün ünlü dükkânından aldığı siyanürü çorbaya boca etti. Usul usul karıştırarak zehiri iyice dağıttı domuz kanında. Tahta kaşığın her dönüşünde, çorbanın yüzeyinde oluşan yumuşak daireleri zevkle izledi. Bir halka, bir halka daha, sonra bir halka daha, bir halka daha, bir halka… Çorba için krema sosu hazırladı ve ikisini de buzdolabına koydu.
1×2 metre boyutunda hazırladığı beyaz kâğıda kırmızı rujla şunları yazdı:
BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM. DEĞİŞİKLİK OLSUN DİYE BU KEZ
SIZE DOMUZ KANINDAN NEFİS BİR ÇORBA HAZIRLADIM.
İÇİNE DE ZEHİR KATTIM.
BEN
ALP DAĞLARI’NA GİDİYORUM.
ÇÜNKÜ OTUZ YEDİ YAŞIMA GİRDİM VE HÂLÂ ALP DAĞLARI’NA
GİDEMEDİĞİMİ AYRIMSADIM.
KALIRSAM, ASLA GİDEMEYECEĞİMİ ANLADIM. KALIRSAM, DÜŞLERİMİ, KENDİ ARZULARIMI HEP ERTELEMEK ZORUNDA KALACAĞIMI DA… HOŞÇAKALIN.
ARTIK BEN.
Çantasını kontrol etti, küçük valizini sevgiyle okşadı. Yüzünde muzip, muzır bir gülümseyişle evi son kez gözden geçirdi. Kapıyı çekti ve çıktı.
Birinci Başlangıç
Müzik başladı.
Herhangi bir şarkı. Neşeli, güleryüzlü, özelliksiz. Dinlenirken sevilen, bitince unutulan, hiç iz bırakmayan… Öylesine.
Uyandı.
Aynı yatakta, aynı odadaydı.
Radyolu saat, tam kurulduğu saate, yediye ayarlı olarak radyoyu çalıştırmış, kendine özgü bir ezgi edinememiş o şarkı da böylece odaya dolmuştu.
Yedi rakamı ile yanındaki çift sıfırı ayıran iki nokta üstüste, yeşil fosforlu renkte yanıp yanıp sönüyordu. Göz kırpar, şimşek çakar gibi… Göz kırpmak sevinci, şimşek çakmasıysa keyifsizliği çağrıştırır ona… Bu radyolu saat ikisini aynı anda yapabiliyor işte…
7:00 7:00 7:00 7:00 7:00 7:00* 7:00*
Saat yedi sıfır sıfır.
“Dijital saat!” diye düşündü.
“Sayısal saat daha pratik. Ne kolları var, ne de bacağı…” Birden acıdı sayısal saate. Aslında bunların tümü özürlüydü. Kolsuz, bacaksız, göz kırpıp, şimşek çakma taklidi yaparak… Üstelik doğuştan eksik kol ve bacakları… Zavalli sayısal saatler…
“Akrep, saatin kolu, yelkovan da bacağıdır, böylece daha kolay öğrenirsin saat okumayı,” demişti annesi. O günden sonra saatleri insan gibi görmüştü. Ama şimdi… şimdi yıllar var, bu oyunu unuttuğunu anımsadı.
“Saatleri yalnızca zamanı yiyen canavarlar ya da bir türlü akmayan zamanın sıkıntı tüccarları olarak göreliberi, aslinda onların kol ve bacakları olduğunu da unutmuşum… Yazık!”
Aceleyle başucu masasına bıraktığı kol saatini aldı, minik saatin akrep ve yelkovanına ilk kez görüyormuşcasına hayretle baktı. Sevindi. Sağlıklı ve sağlamdı bu saat. Çok şaşırdı. Beş yıllık saatinin akrep ve yelkovanını şimdiye dek hiç görmediğini ayrımsadı. Hep bakmıştı saate, şimdi ilk kez görüyordu. Saat yediyi beş geçiyordu.
*7:05 7:05* 7:05 7:05 7:05 7:05* 7:05*
Saat yedi sıfır beş.
Bu sabah uyanır uyanmaz aslında saatler üzerine düşünmenin kendi seçimi olmadığını hissetti.
“Insan hiç değilse özel bir günün sabahında uyanınca, ilk kez ne düşüneceğine kendisi karar verebilmeli. Kendisi!” İki saate de düşmanca baktı. Yeniden saat kollarını ve bacaklarını unuttu. Baktı yalnızca.
Kendisi.
Kendi kararı!
Hiç değilse bugün kendi seçimini yapabilmeliydi! Sabah uyanınca ne düşüneceği seçimi…
O gün otuz yedi yaşına girdi.
İkinci Başlangıç
O sabah uyandı.
Her sabahki gibi. Tipki.
Uyandı o sabah.
Her günkü gibi yaşadı sabahı.
Öğleden sonra yalnız kaldı evde. Süslenmedi o gün.
Pasta yapmadı. Evdekileri hoşnut etmek için sürpriz şekerlemeler almadı, özel yemekler pişirmedi. Kendine armağan almadı.
Her yılın kasım ayının ortasına denk düşen gününde mutlaka çikolatalı bir pasta yapar, uzun uzun özenerek pastanın üzerine beyaz kremayla yaşını gösteren rakamları işlerdi.
Geçen yıl 36 yazmıştı.
Evi süslerdi; rengarenk kâğıt ve balonlarla. O gün için kendisine küçük bir armağan alırdı mutlaka. İri taşlı bir yüzük, sallantılı bir küpe, pahalı olmayan canlı, neşeli, keyifli, ayrıntılarda varsıl incik boncuklar… Ayrıntılardaki keyif…
Öbürlerinin sevdiği yemekleri pişirirdi hiç üşenmeden, hepsine ayrı ayrı, özenli… Ciğer ezmesi, bademli tavuk dol…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıKarayel Hüznü
- Sayfa Sayısı80
- YazarBuket Uzuner
- ISBN9789752890671
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kapalı Gişe Yalnızlık ~ Serkan Özel
Kapalı Gişe Yalnızlık
Serkan Özel
Canı yanardı… “Geçmiş olsun!” derdim. Yüreği burkulurdu… “Geçmiş olsun!” derdim. “Ama seni seviyorum…” derdi. “Geçmiş olmasın!” derdim. Niye biliyor musunuz? Çünkü aşktı benim tek...
- Ağır İmtihan ~ Nilüfer Ateş
Ağır İmtihan
Nilüfer Ateş
Hayatın yükünü gözündeki rahatsızlık sebebiyle küçük yaşta sırtlanan bir çocuğun yaşadıklarıyla başlayan kitap; yatılı okulda büyümeyi, yaşlılığın tüm sıkıntılarına rağmen yaşamaya dair kararlılığı, asker...
- Sokak Kedisi Bob (Sıradışı Bir Dostluk Öyküsü) ~ James Bowen
Sokak Kedisi Bob (Sıradışı Bir Dostluk Öyküsü)
James Bowen
Tam 22 dile çevrilen gerçek bir öykü. Bu kitapta okuyacaklarınız hayal ürünü değil. Times Bestseller Sokaklarda yaşayan James Bowen yaralı bir sarman bulduğunda hayatının...