Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hep Seni Bekledim
Hep Seni Bekledim

Hep Seni Bekledim

suzanne Enoch

ENGEL TANIMAYAN BİR TUTKU, ATEŞLİ BİR AŞK… Büyüleyici, lezzetli ve enfes. Karen Hawkins Teslim olun ve tadını çıkarın. Stephanie Laurens En sevdiğim yazarlardan bir…

ENGEL TANIMAYAN BİR TUTKU, ATEŞLİ BİR AŞK…

Büyüleyici, lezzetli ve enfes. Karen Hawkins Teslim olun ve tadını çıkarın. Stephanie Laurens En sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Julia Quinn

Suzanne Enochun kitaplarını okumak her zaman büyük heyecanla beklenen bir zevk. Christina Dodd Phineas Bromley,

Ömrünün on yılına mal olan gönüllü sürgününün ardından eve döndüğünde tepetaklak oluverir. Balo salonlarının tozunu yutacağı yaşlarda savaş meydanında at koşturmuş bir asker olarak sivil hayata uyum sağlaması hiç de kolay olmaz. Ne var ki, küçücük bir sır, zamanlaması son derece münasebetsiz görünen bu buluşmayı hayat memat meselesine çevirecektir. Birilerinin baba yadigârı topraklarına göz diktiğini keşfeden Phineas, düşmanlarını ortaya çıkarmak için bir çare bulmak zorundadır. Amacına ulaşmak için hayatını tehlikeye atacak olsa da, seçeceği hiçbir yol, eski dostu Alysee duyduğu aşk kadar canını acıtmayacaktır.

***

“Neyin peşindeyim, bilmiyorum. Fakat ne istediğimi biliyorum.”

Genç kadının elini tutup dudaklarına götürerek parmaklarına narin bir öpücük kondurdu.

“Phin, yapma…”

Genç kadını kendine doğru çekti. Dudağının sağ köşesine belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Sonra da sol köşesine… Genç kadının kalbi duracakken nazikçe çenesine dokunup başını kal­dırdı ve onu öptü.

İçinin ılık bir heyecanla ürperdiğini hissetti genç kadın. Düş­lerinde bu dokunuşlara tereddüt etmeden teslim olmak kolay­dı…

Göğsüne dokunup onu itti. Yanağım nazikçe okşayarak, “Ne oldu?” diye sordu genç adam.

Aman Tanrım…

“Eski bir arkadaşlığa gereğinden fazla anlam yüklüyorsu­nuz, beyefendi,” dedi Alyse. Olabildiğince mağrur görünmeye çalışıyordu.

birinci bölüm

Yarbay Phineas Bromley, her şeyin güllük gü­listanlık olmasını beklemiyordu elbet. Ispanya’da Fransızlarla savaşarak geçirilen on yılın ardından her yere razıydı. Ne var ki, Ouse Irmağı’nın üzerindeki köprüden geçip Quence Park top­raklarına adım atarken cehenneme doğru ağır ağır yol alıyordu sanki.

Eski asker arkadaşları, geçen iki yıl boyunca gönderdikleri mektuplarda ona ailesinden yadigâr kalan dede mülkünün ne durumda olduğundan ara sıra bahsetmişlerdi. Bu yüzden çitle­rin onarılması gerektiğinden ve ambarın çatısından su sızmakta olduğundan haberdardı. Doğu Sussex’in ortasında bulunan bu mülk hâlâ idare eder durumdaydı. Fakat Yarbay ne çimenlerin yeşilini, ne de havanın çıtırdayan tazeliğini fark edebiliyordu. On yıl olmuştu. Bu ayrılık hem uzun sürmüş, hem de hiç yaşan­mamış gibiydi.

Uckfield’dan buraya gelmek için zar zor bulduğu o aracı kiralamadan çok önce bir tedirginlik sarmıştı içini. Şimdiyse bu tedirginlik yerini keskin bir korkuya bırakmıştı. Quence’in ka­pısına saman taşıyan bir arabayla gelmek zorunda kaldığından değildi bu dehşet. Korkusunun asıl sebebi Quence’e açılan o ka­pının ardındaydı.

Phineas, üniformasının ceketine uzandı ve kız kardeşinin kendisine yolladığı mektuba dokundu. Elizabeth’in yazdığı mektup eline geçtikten sonraki altı gün içerisinde mektubun her satırını ezberlemiş ve Kraliyet Süvarileri alayından aceleyle ay­rılmıştı. Mektubu bir kez daha okumadan edemedi. Kız kardeşi, ağabeyleri Quence Vikontu William’ın çok hasta olduğunu bildi­riyordu. Çok geç olmadan yetişmek istiyorsa, acele etmeliydi.

Mektubun ardından bütün kimliğinden sıyrılmıştı; kızıl üniformalı ordu mensubu, yaşlı doru bir atın çektiği saman ara­basının içinde oturuyordu şimdi. Bir zamanlar evi bildiği yere doğru hızla ilerlerken, ne küt küt atan kalbi umurundaydı, ne de hızlı hızlı soluk alıp vermekte oluşu. Şimdi ne hissettiğinin hiç önemi yoktu. Ağabeyini yeniden göremeyecek kadar gecikmiş olma ihtimali, onunla yeniden karşı karşıya gelmekten daha ür­kütücüydü.

Beyaz renkli bir yapı olan Quence, uzun, dar pencereleri ve asimetrik bir biçimde uzanan gövdesiyle birkaç nesle ev sahipliği yapmıştı. Bu yapı, yeşil bir bahçeyle bir gölcüğe bakan alçak bir tepenin üzerinde yükseliyordu. Bahçenin manzarasını çürümek- te olan bir Apollo heykelinin yanı sıra harabeler tamamlıyordu. Bir zamanlar tilki ve karacaların dolaştığı yarı yabani, güzel bir bahçeydi burası. Üstelik çocukken, bu güzelim yerde birkaç ha­yali devin dolaştığına da inanırdı Yarbay.

Bir an gözlerini yumdu. Oradan ayrılmadan önce, skandaldan önce, bir de prenses yaşardı burada. Kara gözlü Alyse Donelly. Onu yıllardır görmemişti. Ama şayet her şey yolunda gittiyse, şimdiye kadar bir prens ya da bir dükle evlenmiş olma­lıydı. O zamanlar on beş yaşında, içi içine sığmayan genç bir kız olmasına karşın geleceği hakkında hayli fikir sahibiydi. Phineas bunu anımsayınca gülümsedi. Sonra akimdan savuşturuverdi yine. Şimdi düşünülmesi gereken daha mühim bir mesele vardı.

Dış cephenin boyanması, bahçenin budanması gerekiyor olsa da, Quence Park, Yarbay’ın son gördüğünden çok da farklı görünmüyordu. Bu garipti aslında, çünkü genç adamın içinde beliren hisler aynı değildi. İçini kemiren suçluluk duygusu ha­riç… O duygu on yıldır Yarbay’a yarenlik etmişti ve genç adam bu hissin kendisini mezara kadar rahat bırakmayacağını sanı­yordu. Şimdi aynı duygu eskiyip küçülen bir ceket gibi sarmıştı bedenini; bu ceket nefes alabileceği kadar esnese de, bu nefesi alırken bilinçli bir efor sarfetmesini gerektirecek kadar dardı.

Genç adam arabayı, malikânenin önünde son bulan kıvrımlı yola doğru sürdü. Tanımadığı bir seyis onun yaklaştığını görün­ce ahırdan fırladı. Phineas arabadan indi. Kır saçlı seyis, adamın elindeki dizginlere uzanırken, “Bunun Uckfield’daki hana geri götürülmesi gerekiyor” dedi Phineas.

“Tabii, efendim,” diye karşılık verdi seyis. Arkası sandıklı yük arabasını evin yanına doğru sürüklemeye koyulurken me­raklı bakışları Phineas’a odaklanmıştı.

Evin girişinde, iki yanında kartal başlı, aslan gövdeli ejderha heykelleri bulunan geniş, fakat alçak granit merdivenler yükse­liyordu. Phineas acele etmeden merdivenlerden çıkıp sütunlu sundurmanın altında durdu. Giriş kapısı açıldı.

Atmaca gagasını andıran burnunun üzerinden yüzüne ba­kan yaşlı kâhyaya, “Merhaba, Digby,” diye seslendi genç adam. Digby on yıl önce de yaşlıydı. Şimdiyse rengi iyice solmuş gibiy­di; kâhya soğuk görünümlü bir heykele dönüşmüştü resmen.

Yaşlı adam yüzünün içine kaçmış gözlerini kırpıştırdı. “Phi­neas, üstadım? Aman Tanrım! İçeri buyurun, efendim!”

ürkütücü değildi; her şeyden vazgeçerdin, olur biterdi. Phineas son kez soluk alıp kapıyı açtı.

O anda iki şey fark etti: Birincisi, William sapa sağlam görü­nüyordu ki, bu da Elizabeth’in kendisine yalan söylediği anla­mına geliyordu. İkincisi, yemeğe oturmuş olduklarını duyunca Lord Quence’in iyi olup olmadığını sormamıştı. Bir asker için kötü, hatta bir mirasyedi için çok daha kötü bir hata.

“Merhaba.”

Döndüğünde evdekileri kurnaz, keskin, nükteli ya da alay­cı bir tavırla selamlamak için seçeceği sözlere uzun uzun kafa yormuş olduğu hesaba katılırsa bundan daha iyisini de yapabi­leceğini düşündü Phineas. Ne var ki, ağabeyini kanlı canlı, ma­sanın başında oturmuş bulunca birden… Nutku tutulmuştu. Hiç olmazsa bu tek uygun kelimeyi sarf ettiğine bile şükrediyordu şimdi.

William’ın yanı başında oturan minyon yapılı, kızıl saçlı genç hanım ayağa fırladı. “Phin!” Genç adam daha adım atmaya fırsat bulamamıştı ki, kadın üzerine atılı verdi.

“Elizabeth,” diye mırıldandı Phineas. Rahmetli annesine bu kadar benzemese onu tanımakta zorlanırdı doğrusu.

“Geleceğini biliyordum!”
“Gelmemi istedin.”

Masanın başından, “Öyle mi? Bunu o mu istedi?” diye sordu bir ses usulca.

Phineas kız kardeşinin kollan arasından çekildi. “William. Ben…”

“Ona mektup yazıp, bizi ziyarete gelmesini söyledim,” diye söze karıştı Elizabeth. Phin’in elini bırakmıyordu. Kız kardeşi bir dev misali güçlüydü. “Sana söylemedim. Çünkü…”

Önemli değil dedi Vikont. Phin içeri girdiği anda Wiliam’m benzi atmıştı. Ne var ki, kimse bu yüzden onu suçla­yamazdı. “Lord ve Lady Donelly, Bayan Donelly, rica etsem bize biraz müsaade eder misiniz?”

Masanın diğer ucunda oturan sarışın adam kafasını salladı. “Elbette, YVilliam. Birkaç dakika için kendimizi ağırlayabiliriz.”

Phineas o an bir kez daha ürperdi. Bayan Donelly mi? Alyse mi yoksa? Genç adam iri kahverengi gözlü, siyah saçlı hanıma bakmaya fırsat bulamadan YVilliam’m arkasında dikilmekte du­ran uşak, Vikont’un sandalyesini geriye doğru çekti ve tekerlekli sandalyeyi masadan uzaklaştırdı. Şimdi Phin’in bakışları yine ağabeyine odaklanmıştı.

“Oturma odasına gidelim, Andrews,” dedi William. Sesi ko­nuşmanın başından beri buz gibiydi.

Elizabeth aceleyle Phineas’ın kolundan çekip tekerlekli san­dalyenin üzerinde ilerlemekte olan ağabeyinin peşine takıldı. Phineas bir kez daha kız kardeşine baktı. Yüce Tanrım… Kızıl bukleler, gülümseyen ela gözler… Ağabeyinin gözünde hiç bü­yümese de bu kız çekici bir genç hanıma dönüşmüştü. Ağabeyi onu son gördüğünde Elizabeth henüz yedi yaşındaydı.

Andrews, William’m sandalyesini şömineye yaklaştırdı. Ar­dından emir almayı beklemeden odadan çıktı ve kapıyı sessizce kapattı. Phineas’ın aklından bir an uşağın peşi sıra odadan sı­vışmak geçti aslında, ama giderse çevrilmekte olan lanet olası dolaptan bihaber olacaktı.

William inatçı bir sükûnetle kardeşini süzdü. Sonra aniden kız kardeşine döndü. “Niçin çağırdın?”

“Çünkü on yıl oldu,” dedi Elizabeth mağrur bir edayla.

“Bana ölüm döşeğinde olduğunu söyledi,” dedi Phineas, ağabeyine.

“Yoksa eve gelmezdin” diye atıldı Elizabeth. Kaşları çatılmıştı bu kez. Bu bakışıyla çocukluğunu andırıyordu. “Ayrıca birbirinizle konuşmaktan sakınmak için bana bağırıp durmayın.”

Phineas’ın gözleri kısıldı. “Eğer burada tatsız bir aile toplan­tısı yapacaksak, benim yerine getirilmesi gereken daha önemli sorumluluklarım var.”

“Ah, tabii,” dedi ağabeyi, “Ahireti boylamadım diye üzül­dün yani.”

“Hiç de değil.” Phin’in kaşları çatıldı önce. Sonra yüz ifade­sine çeki düzen verdi genç adam. “Endişelendim.”

“Endişelenme. Önünde sonunda mirasına kavuşacaksın. Seni mahrum bırakmam.”

Aslında bu şaşırtıcıydı. Phineas içini çekti. Acizlikten fayda­lanarak bir savaş kazanmak Phineas’a göre değildi. Üstelik on yıl boyunca askerlik yaparken gerçeklerle yüzleşmek onu olduğun­dan da asabi birine dönüştürdüğü için farklı düşünmesi beklene­mezdi. “Öyleyse, kalayım mı? Gideyim mi?”

Koluna yapışarak, “Kalıyorsun,” dedi Elizabeth.

Phineas, kız kardeşine şöyle bir baktı; kızın yüzündeki ka­rarlı bakışı görünce yumuşayıverdi aniden. Genç adam eve dön­mesine sebep olduğu için kız kardeşini suçlamak istese de, bu tatsızlık Elizabeth’in başının altmdan çıkmamıştı. “William’ın öl­mekte olduğunu uydurmak da nereden çıktı?” diye homurdandı Phineas. “Aptal yerine konmak hiç hoş değil.”

VVilliam bu sözler karşısında kaşlarını çatsa da, yorum yap­mayacak kadar akıllı davranıyordu. Gelgelelim, Elizabeth, tır­naklarını ağabeyinin gömleğine geçirdi. “Öyle söyledim. Çünkü burada olman gerekiyordu,” dedi genç kız.

Phineas bir ipucu bulmaya çalışır gibi kız kardeşinin gözlerine baktı. Bir adamı gözünden tanımak onun için hiç de zor de­ğildi; nitekim kız kardeşinin bakışlarındaki endişeyi fark etmek de zor olmadı. Böyle endişeli görünmesinin sebebi, salt ağabeyi­nin gece orada kalıp kalmayacağını merak etmesi değildi elbet. “Biraz daha ayrıntılı açıklarsan sevinirim.”

“Beth’in ya da benim, sorulara yanıt vermek gibi bir yüküm­lülüğümüz olduğunu sanmıyorum, Phin.”

Phineas üfledi. Öfkelenmek marifet değildi; Elizabeth’in de söylediği gibi aradan lanet olasıca on yıl geçmişti. “Bak, William, neredeyse bir haftadır yoldayım. Yorgunum. Dilersen bu konu­yu yarın tartışalım ya da gitmemi istiyorsan, gideyim. Gelmem istendi, ben de geldim. Bütün bildiğim budur.”

“Senin söyleneni yapmak konusunda böylesine duyarlı ol­duğunu bilmezdim,” dedi ağabeyi. Sesi yine usul usul ve derin­den geliyordu.

Phineas on yedi yaşına dönüverdi birden; o zaman yirmi dört yaşında olan ağabeyinden azar işitiyordu sanki. Genç adam bu düşünceyi zihninden çabucak uzaklaştırdı. Artık o aptal o ço­cuk değildi; ne var ki ailesini buna inandırmak için biraz uğraş­ması gerekecekti.

Başına hiçbirinin tahmin dahi edemeyeceği olaylar geldiği­ni söylemek işe yaramazdı; hele YVilliam o sandalyede oturdu­ğu müddetçe asla… “Size bu konuda söyleyebileceğim tek şey şu: Buraya kötü bir niyetle gelmedim ve buradan yine tatsız bir biçimde ayrılmamı gerektirecek bir durum yaratmak peşinde değilim,” dedi usulca. “Söylediğim gibi, endişelendim. Buraya gelmemin sebebi budur.”

YVilliam’m ela gözleri kardeşinin ela bakışlarına kilitlendi. “Komşuların ailemizden vazgeçtiğimiz fikrine kapılmalarım istemiyorum dedi ağabeyi. “Digby masaya senin için de bir ta­bak koyacak ve bizimle akşam yemeği yiyeceksin.”

Akşam yemeği… Bu bambaşka bir his uyandırmıştı içinde; neyse ki bu his suçluluk ya da şüphe duygularıyla örtüşmüyordu. Quence’e dönünce yüzleşmek zorunda kalacağı şeylerden birinin de onunla karşılaşmak olabileceği hiç aklına gelmemişti. Kafasını salladı Phineas. “Konuklarının Donelly’ler olduğunu duydum,” dedi genç adam sakin bir sesle. “Vikont’un akrabaları mı?

“Onun varisi. Bir ahbabı… Vikont Richard Donelly. Yaşlı ha­nımsa annesi Ernesta; Alyse’i tanıyorsun zaten. O da Emesta’ya eşlik ediyor.”

“Alyse,” dedi Phineas dalgın bir tavırla. “Onu… görmeyeli yıllar oldu.” Cümlenin sonunu güç bela getirirken içinden kendi­ne lanet okuyordu. Şimdi dalıp gitmek de anlamsızdı ama Alyse Donelly onun en yakın arkadaşıydı. Her ne kadar Phineas kendi duygularının arkadaşça olmadığını bilse de…

“Evet, eminim o da senin için aynı şeyi düşünüyordur,” diye karşılık verdi ağabeyi. William’m zihin okuma gibi bir yetene­ği olmadığı aşikârdı. “Beth, Andrews’u çağırabilir misin?” diye sürdürdü sözlerini William. “Digby’ye de haber verirsen…”

“Tabii.” Genç kız, Phineas’a tuhaf bir bakış fırlatarak aceley­le odadan çıktı. Çıkarken akıllı davranıp kapıyı açık bırakmayı ihmal etmedi.

“Onu hiç böyle anımsamıyorum,” dedi Phineas.

Andrews odaya girerken, “Ona kibar davran,” dedi Willi­am, kardeşine. “Sana tapıyor. Hayallerini yıkma sakın.”

Andrews, ağabeyinin sandalyesini yemek odasına doğru sürerken, Phineas olduğu yerde kalakaldı. Neyse ki bu işkence çabuk bitmişti, fakat kolundan yaralandığında bile canı bu kadar acımamıştı doğrusu.

William kalması gerektiğini henüz ima etmiş olmasa da, ede­cekti. Kardeşinden bu kadarını istemek hakkıydı. Darmadağm olmuş hayatları Phineas’ı yıllarca buradan alıkoyan o suçluluk duygusunun eseriydi. Fakat kalmasını gerektiren başka sebepler de vardı. Elizabeth’in mektubu, bakışları, önceki mektuplarında Phineas’ın bile bile görmezden geldiği küçük ipuçları… Burada olması gerekiyordu işte. Niçin burada olması gerektiğini anla­malıydı.

İkinci bölüm

Phirı Bromley… Alyse Donelly onu bir daha gö­receğini ummamıştı hiç. Phin odaya adım atar atmaz, genç kadı­nın elleri titremeye başlamıştı. Alyse ellerini kucağına hapsedi- vermişti hemen.

Onun asker olduğunu biliyordu genç kadın. Fakat üniforma Phin’in üzerinde resmigeçit törenine katılan bir askerin üzerinde durduğu gibi durmuyordu. Bu adamın üniforması kendisinin bile farkında olmadığı ikinci bir deri gibi kaplamıştı bedenini.

ve…

Richard, Alyse’in omzuna dokundu. “O kim?” diye sordu kuzenine.

Alyse silkindi. Tıpkı kuzeni gibi o da ses tonunu fazla yük­seltmeden, “Erkek kardeşleri,” diye karşılık verdi. “Ortanca kar- deş…”

“Bir başka kardeş olduğundan söz etmemiştin.”

“Uzun zamandır burada değildi.”

“Yine de, Lord Quence’in bir varisinin olduğundan söz edil­memesi önemli bir ihmal bence.”

“Haklısın,” diye karşılık verdi Alyse telaşla. Haşlanmaktan korkuyor gibiydi. “Fakat aradan on yıl, belki de daha fazla za­man geçti.” Geçmişi anımsayınca gülümsedi genç kadın. “Onu on beş yaşımdan beri görmedim.”

“İyi ya, öyleyse bu senin için bir fırsat olabilir, sevgili kuze­nim,” diye mırıldandı Richard. “Ondan hiç söz etmediğine göre, o da seni unutmuştur herhâlde.”

Alyse kıpkırmızı kesildi; elinde değildi. Bu tarz doğrudan ya da dolaylı aşağılamalara artık alışmış olması gerekiyordu; ne var ki beş yıldır işittiği bu hakaretler onu hâlâ utandırabiliyordu. “Teşekkür ederim,” dedi genç kadın usulca, “Fakat öncelikle onunla temasa geçmek isterim.” Gelgelelim Alyse, Phin’in, göle atlama yarışlarını ya da masum genç hanımların üzerine kurba­ğa fırlattıkları o günleri anımsayacağından pek de emin değildi.

“Kuzeninle konuşurken sözlerine dikkat etmeni hatırlatırım, Alyse,” diye söylendi halası. “Artık o eski Alyse değilsin.”

Zaten ailedeki kimse genç kadının bu gerçeği unutmasına imkân tanımıyordu. “Unutmadım, Ernesta hala.”

“Öyleyse derhâl söyle de, bana bir battaniye getirsinler. Diz­lerim üşüdü.”

Alyse, öfkesini örtbas etmeye çalışarak en yakındaki uşağı çağırdı ve halasının isteğini iletti. Bromley’lerin evinde beklen­medik durumlarla karşılaşılmış olsa da, Alyse’in yaşamı bir sa­atin işleyişi kadar bildik bir biçimde ilerlemişti. Akrep ve yelko­vanı durmadan dönen bir saat… Hâlbuki o felaket kulaktan ku­ağa yayılmadan önce gelecekten ne kadar da umutluydu genç kadın.

Yemek odasının kapısı bir kez daha açıldı. İlk önce, yüzünde hüzünlü bir ifadeyle tekerlekli sandalyesinde oturan Lord Quence içeri girdi. Hemen ardından Beth… Onun yüzü kaskatıydı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıHep Seni Bekledim
  • Sayfa Sayısı420
  • YazarSuzanne Enoch
  • ÇevirmenMelek Aslı Öztürk
  • ISBN9786054263912
  • Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviPegasus / 2010-10

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşk Seninle Güzel ~ Suzanne EnochAşk Seninle Güzel

    Aşk Seninle Güzel

    Suzanne Enoch

    HİÇ BEKLEMEDİĞİ BİR ANDA ÂŞIK OLMAK, O GÜNE DEK BİLDİĞİ TÜM DOĞRULARI ALTÜST EDECEKTİ… Şimdiye kadar aşka inanmamıştı. Bir dükün ikinci oğlu olan Lord...

  2. Bir Öpücükle Başladı Her şey ~ Suzanne EnochBir Öpücükle Başladı Her şey

    Bir Öpücükle Başladı Her şey

    Suzanne Enoch

    GİZEMLİ BİR CENTİLMEN VE CESUR BİR KADIN Yakışıklı Sullivan sadece iki şey istiyordur: Annesinin mirası ve intikam. Bunun için gündüzleri İngiltere’nin en çok tanınan...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir ~ Arthur Conan DoyleSherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir

    Sherlock Holmes; Aklın Şüphesi Suçun Gerçeğidir

    Arthur Conan Doyle

    Akıl yürütme sanatı, uzun ve sabırlı çalışmalar sonucunda elde edilir. Yetenekli bir akıl yürütücü beynini boş bir oda gibi kullanır, gereksiz bilgileri eler ve...

  2. Mavi Sakal ~ Kurt VonnegutMavi Sakal

    Mavi Sakal

    Kurt Vonnegut

    NE DÜŞÜNÜRSEN DÜŞÜN AMA ARTIK BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜN! “Tahmin etmek çok zor değil,” dedi. “Savaşın tek maksadı, kadınları her yerde bu duruma düşürmektir....

  3. Dikenler Şehri ~ C.N. Crawford Dikenler Şehri

    Dikenler Şehri

    C.N. Crawford

    Bir zindanda kendi kendime doğum günü şarkısı söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Ama akıl almaz derecede seksi bir iblis içki içmeye gittiğim barı basınca tam...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur