Üç yabancı, bir komploda karşı karşıya gelir.
Bu komplo dünyayı değiştirecektir, yalnizca 6 saniye içinde.
Dünyayı değiştirecek komplo geri sayımda…
Cennette kendisine vadedilen yere ulaşmak isteyen, intikam arzusuyla dolu bir kadın.
Irak’ta canice bir saldırıda kocası ve oğlu öldürülen bir hemşire, dehşet dolu bir çatışmada bir Amerikalının hayatını kurtarır.
Ailesinin yok edilmesinin intikamını almak isteyen kadın, bu adamın yardımı olacağına inanmaktadır.
Kaçırılan çocuğunu bulma konusunda çaresiz, acı içindeki bir anne.
Kaliforniya’da bir anne, oğlunu almak için okula gider; ancak kadının kocası oğullarını ondan önce okuldan alarak kayıplara karışmıştır.
Yaptığı hatanın kefaretini ödemek isteyen bir dedektif.
Geçmişiyle boğuşan, görevinden izinli bir polis, küçük bir kızın ölümü üzerine kendi soruşturmasını başlatır. Bu soruşturma adamı, tarihin akışını değiştirecek bir olayın geri sayımının başladığı bir okula sürükler.
“6 Saniye kasırga gibi sürükleyici bir gerilim.”
-JAMES PATTERSON
“Muhteşem bir uluslararası gerilim romanı…
İlk sayfalardan itibaren sizi, yüreğinizi pençesine alıyor; bir daha da bırakmıyor.”
-JEFFERY DEAVER
“Her bakımdan mükemmel bir gerilim romanı.
Çok güçlü ve çok zekice.”
-NICK STONE
***
Giriş
Videodaki kadının omuzlarına kadar inen beyaz başörtüsü zarif boncuklarla işlenmişti. Üzerinde tek bir kırışık bile bulunmayan ipek örtü yüzünü tamamen çevreliyor, doğal güzelliğini daha da vurguluyordu. Başıyla kameraya doğru belli belirsiz bir işaret yaptı.
Kısık sesle bir işaret verdiği duyuldu, ardından kadın konuşmaya başladı.
“Benim adım Şamara. Ben bir mücahit değilim. Ben, hükümetleriniz tarafından katledilen kocamın ve çocuğumun kanıyla vaftiz olmuş dul bir anneyim.”
Biraz Orta Doğu biraz da Doğu Londra karışımı olan aksanlı İngilizce’siyle gayet sakin ve aklı başında konuşurken, güçlü sesi azmini daha da vurguluyordu. Kamera yavaş yavaş geriye doğru çekilirken, alev alev yanan bakışlarını bir an olsun başka yöne çevirmedi. Yakında dünyadaki her televizyon ekranında kendisini görecek olan seyircilere hitap ediyordu.
Bir an susup bekledi. Sıkı sıkıya kavuşturduğu ellerini önündeki gösterişsiz tahta masaya koymuştu. Yüzükleri, başparmağı ve yüzük parmağında parlıyordu. Karnem, çerçeve içindeki bir aile fotoğrafını gösterecek biçimde, biraz daim geriye kaydı. Fotoğrafta bir adam, bir erkek çocuk ve bir kadın vardı. Gülümsüyorlardı. Kadının gözleri mutluluktan ışıl ışıldı. Çünkü bu fotoğraf başka bir zamanda çekilmişti. Başka bir hayatta. Şimdi kadının mutluluğunun mezar taşı ve alın yazısının tanığı olarak yanı başında duruyordu.
Ona bu acıyı çektirenlere aynısını yaşatmak için.
Mesajını inceleyecek istihbarat analisti bu konuşmada önceden hazırlanmış bir bildiri bulamayacaktı. Önünde bir bomba atar sergilemiyordu. Kalaşnikof AK-47 tüfekleri iki yanını çevrelememişti.
Kutsal metinler okunmuyordu.
Arkasındaki duvarda, siyah ve altın rengi bayraklar gözükmüyordu. Hiçbir grubun bayrağı yoktu. Duvar halı ya da kumaşla kaplanmamıştı. Arka plan aynalar dışında bomboştu.
Bantta kadının yerini, nerede kayıt yapıldığını ya da kendisine kimin yardım ettiğini ele verecek hiçbir ayrıntı yoktu. Batı Şeria’da güvenli bir evde olabileceği gibi, Atina’da da olabilirdi. Belki de Manila, Paris ya da Londra’daydı. Madrid veya Kazablanka’da da olabilirdi.
Ya da Amerika Birleşik Devletleri’nde bir banliyöde.
“Askerleriniz evimi işgal etti, kocama ve çocuğuma işkence ettiler. Beni sırayla kirletirlerken onları seyrelmeye zorladılar. Sonra kocamı ve oğlumu gözlerimin önünde öldürdüler. Bombardıman uçaklarınız şehrime ölüm yağdırırken kaçıp gittiler. Oğlumun ölüsünü yıkıntılar arasından Cennet Bahçesi nehrinin kıyısına taşıdım. Oğlumu, kocamı ve hayatımı oraya gömdüm. Ama bu suçların cezasız kalmaması içiıı yeniden diriltildim.
“Ve işte bu suçlar yüzünden dul anne gazabımı sizlere yönlendiriyorum. İşte bu suçlar yüzünden ölümü tadacaksınız.
“ölmek benim için ölüm değildir, ölmek, benim için sözümü yerine getirmektir. Kendi dünyamın yok olmasının intikamını, ölümü, sizin dünyanıza getirerek almış olacağım. Kocam ve çocuğumla cennette buluşurken ölüm benim ödülümdür. Onlar için ben ebedi şehidim. Onlar için ben intikamım.”
Birinci Kısım “Oğlum Nerede?”
1
Blue Rose Creek, Kaliforniya
Maggie Conlin bir yalana inanarak evinden çıktı.
Hayatın yeniden normale döndüğüne inanmıştı. Ailesini pençesine alan sorunların artık sona erdiğine, dokuz yaşındaki oğlu Logan’ın, Irak yüzünden üstlendikleri zorlukları, artık kabullendiğine inanmıştı.
Ama işe gitmek için otomobil sürerken, gerçekler aklını kurcalıyordu.
Yaralarından görünmez olanları iyileşmemişti.
Bu sabah birlikte okul otobüsünü bekledikleri sırada, Logan huzursuzdu.
“Babamı seviyorsun, değil mi anne?”
“Gayet tabii, bütün kalbimle.”
Logan başını öne eğip çakıl taşlarını tekmeledi.
Maggie, “Ne oldu?” diye sordu.
“Kötü bir şey olacak diye korkuyorum. Yani boşanacaksınız falan diye.”
Maggie oğlunun omuzlarını sıkı sıkıya kavradı. “Kimsenin boşanacağı falan yok. Aklının karışmış olması normal. Baban eve döndükten sonraki birkaç ay pek kolay geçmedi. Ama en kötüsünü atlattık, öyle değil mi?”
Logan başını salladı.
“Baban ve ben her zaman yanında olacağız, burada, bu evde. Her zaman. Tamam mı?”
‘Tamam.”
“Unutma, bugün okuldan seni ben alacağım, yüzme dersin var. Otobüse binme sakın.”
“Tamam. Seni seviyorum, anneciğim.”
Logan, canını acıtacak kadar sımsıkı sarıldı annesine, sonra otobüse koştu. Pencereden el sallayıp gülümsedi ve gözden kayboldu.
Maggie, Riverside County yakınında yüz bin nüfuslu bir şehir olan Blue Rose Creek’te, Liberty Valley alışveriş merkezine doğru yol alırken, yaşadığı soranları düşündü. Ford Focus’unu park edip kartını basarak, kıdemli satış sorumlusu olarak çalıştığı Stobel ve Chadwick kitabevinden içeri girdi.
Sabah saatlerinde, müşterilere siparişlerinin geldiğini telefonla haber verir, bazı müşterilerin aradıkları kitapları bulmalarına yardıma olur, hediyelik kitap önerilerinde bulunur ve çoksatan kitapları raflarda tamamlarken zaman çabucak geçti. Ancak ne kadar meşgul olursa olsun gerçeklerden kaçamıyordu. Ailesi kimsenin kontrol edemeyeceği olaylar yüzünden parçalanmıştı.
Kocası Jake kamyon şoförüydü. Son yıllarda aracı sık sık arıza yapmış, faturaları yığılmıştı. Durumları kötüydü. Biraz feraha çıkmak için Irak’ta bir şoförlük işini kabul etmişti. Ücret yüksekti, ancak iş tehlikeliydi. Maggie kocasının gitmesini istememişti ama paraya ihtiyaçtan vardı.
Jake birkaç ay önce eve döndüğünde bambaşka biri olmuştu. Giderek içine kapanıyor, şüpheci ve paranoyak tavırlar sergiliyor, hiçbir nedeni yokken birden öfke nöbetlerine kapılıyordu. Irak’ta başına bir şey geldiği belliydi, ancak bu konu hakkında konuşmayı ve yardım almayı reddediyordu.
Bütün bunları arkalarında bırakabilmiş miydiler?
Borçlarını ödeyerek, bankaya para koymuşlardı. Jake uzun mesafelere mal taşıdığı, iyi işler alıyor ve toparlanmış gözüküyordu. Bu da Maggie’nin belki de en kötüsünü atlatmış olduklarına inanmasına yol açıyordu.
“Maggie, telefon.” Hoparlörden anons etmişlerdi. Maggie sanat tarihi kitaplarının yanındaki telefon kulübesine gitti.
“Ben Maggie Conlin. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Maggie, benim.”
“Jake? Neredesin?”
“Baltimore’da. Bugün, akşama kadar çalışıyor musun?”
“Evet. Sen ne zaman dönebileceksin?”
“Hafta sonu Kaliforniya’ya dönmüş olurum. Logan nasıl?”
“Seni özlüyor.”
“Ben de onu özlüyorum. Hem de çok. Dönünce her şey yoluna girecek.”
“Jake, ben de seni özledim.”
“Bak, şimdi gitmem gerek.”
“Seni seviyorum.”
Jake cevap vermedi. Maggie, izleyen uzun sessizlikten her ne kadar doğru olmasa da kocasının hâlâ, kendisi Irak’tayken Maggie’nin onu aldattığına inandığını anladı. Bu banliyö kitapçısının telefon kulübesinde öylece dururken, içi sızlayarak âşık olduğu adamın kendisine dönmesini istedi. Eski hayatlarına sahip olmayı istedi. “Seni seviyorum ve çok özlüyorum, Jake.”
“Gitmem gerek.”
O gün öğleden sonra Maggie iki kere gizlice dükkânın tuvaletine sığındı ve kâğıt mendille gözlerini kuruladı.
***
Iş çıkışında Maggie trafiğe rağmen, Logan’ın okuluna fazla geç kalmadı. Okula vardığında son otobüsler hareket ediyordu.
İdarede kayıt defterini imzaladıktan sonra velileri tarafından alınacak çocukların beklediği sınıfa gitti. Görevli öğretmen Eloise Pearce, yanında iki erkek ve iki kız öğrenciyle sınıfta bekliyordu. Logan aralannda değildi. Belki tuvalete kadar gitmişti?
“Bayan Conlin?” Eloise gülümsedi. “Neden buradasınız? Logan yok ki.”
“Yok mu? Ne demek yok?”
“Daha önce almaya geldiler.”
“Hayır, bir yanlışlık olmalı!”
Eloise, Logan’ın sabah idareden teslim alındığını söyledi. Maggie telaşla idareye döndü ve tezgâhtaki zili öyle bir çaldı ki, sekreterle birlikte Müdür Yardımcısı Terry Martens da dışarı fırladı.
“Oğlum nerede? Logan Conlin nerede?”
“Bayan Conlin.” Müdür Yardımcısı kayıt defterini Maggie’ye uzattı. “Logan’ı bu sabah Bay Conlin aldı.”
“Ama Jake, Baltimore’da. Daha birkaç saat önce telefonda konuştuk.”
Terry Martens ile sekreter birbirlerine baktılar.
Müdür Yardımcısı, “Eşiniz bu sabah buradaydı Bayan Conlin,” dedi. “Beklenmedik bir şey çıktığını ve bugün okula gelemeyeceğinizi söyledi.”
“Ne?”
“Her şey yolunda mı?”
Maggie Jake’in cep telefonunu arayarak, otomobiline doğru koşarken soluk soluğa kalmıştı. Parazitli birkaç çalıştan sonra Jake’in telesekreteri çıktı.
“Jake, lütfen beni ara ve ne olup bittiğini söyle! Lütfen!”
Maggie trafikte ilerlemeye çalışırken her bir kırmızı ışık yeşile dönmek bilmedi. Ev telefonunu aradı ve telesekretere Jake için bir mesaj daha bıraktı. Eve yaklaşırken 911 ‘i aramayı düşündü.
Peki, ne diyeceğim?
Eve gitmek daha iyi olacaktı. Ne olup bittiğini anlamaya çalışmalıydı. Belki de yanlış anlamıştı ve oğluyla kocası şu anda evdeydiler. Jake gerçekten Blue Rose Creek’te miydi? Öyleyse neden Baltimore’dayım demişti? Neden yalan söylemişti?
Evinin bulunduğu sokağa saparken, Jake’in aracını her zamanki gibi evin yanına park etmiş olarak bulacağını düşündü.
Araç yerinde yoktu.
Aracını hızla park yerine sürüp acı bir fren sesiyle otomobili durdurdu. Kapıya koşup telaş içinde anahtarını kilide soktu.
“Logan!”
Logan’ın çantası kapının yanında değildi. Logan’ın odasına gitti. Çanta orada da yoktu. Telaş içinde odaları boş yere dolaşıp durdu.
“Jake! Logan!”
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Belgesel Roman Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap Adı6 Saniye
- Sayfa Sayısı576
- YazarRick Mofina
- ÇevirmenAlev Bilgin
- ISBN9786054456093
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm , Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Portobello Cadısı ~ Paulo Coelho
Portobello Cadısı
Paulo Coelho
Gizemli bir kadının öyküsü Onu yakından tanıyan, belki de hiç tanımayan dostlarının ağzından Kim olduğumuzdan emin olmasak da, kendimize karşı her zaman içten olma...
- Yüz Yıllık Bir Koku Hikâyesi – Eyüp Sabri Tuncer ve Dört Kuşağı ~ Meltem Çıplak Nayır
Yüz Yıllık Bir Koku Hikâyesi – Eyüp Sabri Tuncer ve Dört Kuşağı
Meltem Çıplak Nayır
Bosna’dan İnegöl’e, İnegöl’den Ankara’ya, Ankara’dan İstanbul’a uzanan bir aile hikâyesi… Balkan Savaşları’ndan günümüze, yüz yıllık, dört kuşaklık bir serüven… Cumhuriyet’in kalbinde serpilen, genç Cumhuriyet’le...
- Pippin IV’ün Kısa Süren Saltanatı ~ John Steinbeck
Pippin IV’ün Kısa Süren Saltanatı
John Steinbeck
Pippin IV’ün Kısa Süren Saltanatı iktidar hırsını ve yönetimdeki bozuklukları ince bir mizahla eleştiren, eşine az rastlanır bir politik roman. Bir yanda mecliste toplanmış...