
36 yaşındaki Guylain Vignolles kâğıt geri dönüşüm fabrikasındaki işinden nefret eden yalnız ve mutsuz bir adamdır. Hayatı, sıkça sohbet ettiği küçük kırmızı balığıyla birlikte yaşadığı ev ve çalıştığı fabrika arasında geçer. Görevi, kitapları paramparça eden korkunç makine Zerstor 500’ü kullanmaktır.
Çalıştığı işletmede iki dostu vardır, biri ürkünç makinenin ayaklarını yediği Guiseppe, diğeri ise sadece aleksandrin hece vezniyle kurduğu cümlelerle konuşan bekçi Yvon Grimbert. Kitapları yok etmekten duyduğu vicdan azabından kurtulmanın yolunu, her gün bindiği banliyö treninde, Şey’den söküp aldığı birbirinden bağımsız kitap sayfalarını yüksek sesle okumakta bulan Guylain, tekdüze hayatının akışının vagonda bulduğu o akıllı bellekle birlikte değişeceği umuduna kapılır. Minik aletin içindeki metinlerin yazarının peşine düşen bu umutsuz, şehirli adamın küçük hayatı büyük bir dönemecin eşiğindedir artık.Edebiyat alanındaki ilk başarılarını, yazdığı öykülerle, kazandığı prestijli ödüllerle yaşayan Fransız yazar Didierlaurent, bu ilk romanıyla, başta ülkesinde olmak üzere dünya çapında adından sıkça söz ettirdi. Yayımlandığı yıl bir edebiyat fenomeni olarak kabul edilen roman, kısa sürede 29 dile çevrildi.
1
Bazıları sağır, dilsiz ya da kör doğar. Bazıları ise nahoş bir şaşılıkla, tavşan dudakla ya da suratlarının tam ortasında iğrenç bir doğum lekesiyle ilk çığlıklarını atar. Bazılarının da çarpık bir ayakla, hatta yaşamadan ölmüş bir uzuvla dünyaya geldiği de olur. Guylain Vignolles’ün ise hayata başlarken tek yükü, soyadıyla adının birlikteliğinin sunduğu talihsiz bir kelime-hece oyunuydu: Vilain Guignol1 , hayata adım attığından beri kulaklarında yankılanan ve asla peşini bırakmayan kötü bir kelime oyunu. Ailesi, 1976 yılının Posta takvimindeki isimlere rağbet etmeyip yaptığı işin korkunç sonuçlarını bir an bile akıllarına getirmeden, nereden geldiği belirsiz bu “Guylain” ismini tercih etmişti.
Şaşırtıcı olansa, üstelik çoğu zaman çok merak etse bile, Guylain’in bu tercihin nedenini sormaya asla cesaret edememesiydi. Belki onları utandırma korkusundan. Aynı zamanda, verecekleri cevabın sıradanlığının onu tatmin edemeyeceği korkusundan elbette. Zaman zaman, adı Lucas, Xavier ya da Hugo olsaydı hayatının nasıl olacağını hayal etmek hoşuna giderdi. Mutlu olması için sadece bir Ghislain bile yeterdi.
Ghislain Vignolles, aklı ve bedeniyle bu zararsız dört hecenin ardına sığınarak kendini geliştirebileceği gerçek bir isim. Bunun yerine, çocukluğunu üstüne yapışan öldürücü bir kelime oyunuyla geçirmek zorunda kalmıştı: Vilain Guignol. Otuz altı yıllık hayatında sonunda kendini unutturmayı, onu fark ettikleri anda patlamakta gecikmeyen kahkahalara ve alaylara meydan vermemek için görünmez olmayı öğrenmişti. Ne yakışıklı ne çirkin, ne şişman ne zayıf olmayı, sadece görüş alanının kıyısında şöyle bir görünüveren silik bir siluet olmayı öğrenmişti. Kendini inkâr edene kadar manzaranın içinde eriyerek, asla yoklanmayan bir başka yer olarak kalmak.
Guylain Vignolles bütün o yıllar boyunca zamanını, hafta içi her gün arşınladığı sevimsiz tren istasyonu hariç, düpedüz artık hiç var olmamakla geçirmişti. Her gün aynı saatte, iki ayağı rayların üstüne düşmemek için bölgeyi sınırlayan beyaz çizgide, RER’ini1 beklerdi. Betonun üzerine çizilmiş bu anlamsız çizgide onu sakinleştiren tuhaf bir özellik vardı.
Kafasının içinde sürekli dalgalanan ölüm çukurlarının kokusu burada bir sihirle buharlaşıp yok oluyordu sanki. Trenin gelmesine kadarki birkaç dakika boyunca, adeta eriyip içine karışmak istercesine o çizginin üzerinde tepinip duruyordu, oysa bunun aldatıcı bir erteleme olduğunu ufukta onu bekleyen barbarlıktan kaçmak için tek çarenin, bir o ayağının bir bu ayağının üstünde salakça tepinip durduğu o çizgiyi terk edip evine dönmek olduğunu çok iyi biliyordu.
Evet, düpedüz vazgeçmek, yatağına kavuşmak ve vücudunun gece boyunca bıraktığı hâlâ ılık olan ize kıvrılıp yatmak yetecekti. Kaçmak için uyumak. Ama sonunda genç adam daima beyaz çizgi üzerinde kalmaya, arkasında biriken küçük müdavim kalabalığına kulak vermeye razı geliyor, bakışların ensesinde bıraktığı hafif bir yanma hissi ona hâlâ canlı olduğunu hatırlatıyordu. Sonunda yıllar içinde, bazı yolcular ona zararsız kaçıklara karşı takınılan o hoşgörülü saygıyı gösterir olmuşlardı. Guylain, yirmi dakika süren yol boyunca, onları kısa süreliğine günlerin tekdüzeliğinden koparan bir soluktu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap Adı6.27 Treni
- Sayfa Sayısı136
- YazarJean-Paul Didierlaurent
- ISBN9789750735479
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Pek Çok Kışın Ardından ~ Marian Izaguirre
Pek Çok Kışın Ardından
Marian Izaguirre
Aşk nerede biter, öç nerede başlar? Bir Zamanlar Hayat Bizimdi isimli eseriyle tanıdığımız Marian Izaguirre’nin kaleme aldığı Pek Çok Kışın Ardından, okurlarını Madrid’den Buenos Aires ve...
- Letonyalı Pietr ~ Georges Simenon
Letonyalı Pietr
Georges Simenon
55 Dilde 1,4 Milyar satış! Maigret iş başında… Ama klasik tarzda, bildiğimiz dedektiflerden biri değil o. Eski yöntemleri kullanan, ağzında piposu ve başında melon...
- Güç Mitleri ~ Terry Eagleton
Güç Mitleri
Terry Eagleton
Tarihsel olanın, iktisadi değişimlerin, toplumsal dokudaki dönüşümlerin, kültürdeki farklılaşmaların izlerini edebiyatta, daha geniş olarak düşünüldüğünde sanatta sürmek mümkün müdür, yoksa edebiyat ya da sanat...