“Ben bir katilim, o bir tutsak. Benzeyen ve benzemeyen yönlerimiz var. İkimiz de zamanın içine hapsolmuş, zamanın önümüze çıkardığı seçeneklere körlemesine dalıp duruyoruz. Plana, bilgiye, çekilen eziyete rağmen seçenekler belirsiz. Zamana uyup bizim için öngördüğü hayatı mı yaşayacağız yoksa yeni hayata bambaşka bir yerden mi dahil olacağız?”
Gökçe Bilgin, 05.45 İstanbul adlı romanında bir seri katil hikâyesi anlatıyor. Ama kahramanımız alışılageldik bir seri katil gibi davranmıyor. Öldürdüğü insanların çeşitli uzuvlarından bir robot yaratıyor. Bazen İstanbul’un sokaklarını, bazen hapishanede geçen günlerini, bazen de hayata karşı hissettiklerini ona, kendine, hatta boşluğa bile anlatıp duruyor. Gürültülü şehirlerde yaşayanlara suskunluğun yakışmayacağını ispat etmek ister gibi.
05.45 İstanbul, bilimkurgunun, fantastiğin sınırlarında dolaştırırken İstanbul özelinde, büyük şehirde yaşamanın ve orada yaşarken “kendin” olmanın detaylarına da yer veriyor.
Bu kitap İstanbul’a ve
evi terk edenlere adandı.
Kim kendini iyi tanıyorsa onu da tanıyordur,
bütün insanlığın son sınırı o değilse hiç kimsedir.
– STEFAN ZWEIG
İÇİNDEKİLER
İlk mevsim, bahar……………………………………………………………………………………………………….. 11
Gerçek insanların yedeği……………………………………………………………………………………..23
Deniz mi İstanbul’a komşu
yoksa İstanbul mu denize komşu………………………………………………………………….. 41
Karganın karası, gözlerinin alası,
bir de yürek yabancılığı yok mu………………………………………………………………………51
Hepsinden tehlikeli ……………………………………………………………………………………………………69
Seven bir kalp hızla atmaya başlar………………………………………………………………77
Gürültülü şehirlerde yaşayanlara
suskunluk yakışmaz……………………………………………………………………………………………………83
Sana karşı hep açık olacağım…………………………………………………………………………..87
Yazmak çok zaman alıyor…………………………………………………………………………………….. 91
Her şeyin bir kuralı varmış……………………………………………………………………………….101
Bir de inkâr var…………………………………………………………………………………………………………109
İncirin doğası böyle şeyler için daha uygun………………………………………117
Rüyanın sahibi kimse, her zaman suçlu odur…………………………………..121
Rüyamda kaybolmaktan,
uyanınca da bulunmaktan korkuyorum………………………………………………… 127
Aşk önce hayallerini değiştiriyor insanın…………………………………………… 137
Rüyalar önceyi kapsar, sonraya bağlanırlar……………………………………… 149
Acı, Nevin’in içindeki kurulu düzeni bozar………………………………………..153
Tekrar geleceğim……………………………………………………………………………………………………….155
İlk mevsim, bahar
Kolumdaki saate baktım. 05.45. Duvardaki saate baktım. 05.45. Masanın üzerinde duran saate baktım. 05.45. Pencereden kafamı uzattım, sokağa baktım. Meydandaki saati görecekmişim gibi sokağın içine doğru uzattıkça uzattım kafamı. Dışarısı nemli ve sessizdi. Aynıdır, dedim. Şimdi tüm saatler aynı zamanı gösterdiğine göre başlayabilirsin artık, dedim. Her yerde tam bu saatte günün aydınlandığını kabul edersen söylediklerimi daha kolay anlarsın. Tek eksiğimiz başlama düdüğüydü. Onun için de Şişe’nin ansızın ortaya çıkması iyi olacaktı. Şişe ortaya çıkmasa başlama düdüğü çalmadan yarışa başladığım için daha yarışmadan elenecektim. Aslında artık evde değildim. Çoktan dışarı çıkmış deniz kenarında yürüyordum. Şişe’yi orada buldum. Sahildeki çerçöp arasındaydı. Plastik şişeler, poşetler, sandalyeler, metal levhalar, balıkçı ağları ve bir sürü cam şişe vardı. Aralarından onu çekip almam birkaç dakika sürdü. Dikkatimi çekmesi ve onu çekip almamı çok iyi hatırlıyorum; üç dakika, toplam üç dakika sürmüştü. Etrafındaki kılıfa rağmen görür görmez özel bir şişe olduğunu anlamıştım.
Şişe’nin etrafını saran kılıf, renk ve doku itibarıyla onun zaten bu zamana ait olmadığını gösteriyordu. Etrafı eski zamanlarda kullanılan kumaşlarla sarılmıştı. Ancak değerli şeyler böyle sıkıca sarmalanır, dedim. İçinde mutlaka önemli bir şey olmalı. Bir an önce kılıfı söküp içinden çıkacak cinden dileğimi dilemek için acele ettim. Şişeden çıkan cin hikâyesini bilirsin. Dileğini sorar ve sen de sadece bir dilek hakkın olduğu için biraz düşünmek istersin. En çok neye ihtiyacın olduğu bilgisi, senin için bile muammadır çünkü. Her gün “en çok ne” istediğimizi düşünmeyiz. Hatta bize bu sorulmamışsa belki de hiçbir zaman “en çok ne” istediğimizi düşünmeyiz. Bazılarına göre de “en çok ne” istediğimiz, sorulduğunda bile yanıtlanamayacak kadar karmaşık bir sorudur. Çünkü onlara göre “tek bir şey” istemek “kalabalık” isteklere sahip insan için imkânsızmış. Öyle bir durumda cin, seçenekler arasında kararsız kalan insana küsermiş. Küsüp gitse iyi, kızdığı için kıyamete sebep olan cinler bile varmış. İnsana kızdığı için her şeyi yakıp yıkacak bir cin beklemiyordum tabii. Ben diğerlerinden farklıyım. Hem yakınlarımdan hem de herkesten, en baştan beri farklıyım. Ne istediğini bilen biriyim. En çok neye ihtiyacım olduğunu biliyordum. İstediğim şey, onu yapmak için gerekli olan inancı bana vermeseydi. Onu diyorum, çünkü henüz ne yapmak istediğimi netleştirmemiştim.
Şişe’yi avucumun içine aldım. Etrafındaki kılıfı sökmüş, dokusuna zarar vermemek için dikkatle avucuma oturtmuştum onu. Avucuma sığacak büyüklükteydi. Gerçi zamanla boyutlarını değiştirebildiğini göreceğiz. Neyse. Ondan inanç diledim. Bana bu yolculukta kendimi hep güvende hissettirecek bir yakınlıkta ol, dedim.
Şişe’nin içindeki dumanlı görüntü önce karardı, sonra apak bir hal aldı. Bu sefer dokunduğum diğer şeylere dokunur gibi dokundum ona. Tıpkı bir fanusun tepsiye dönüşmesi gibi dümdüz bir hal aldı avucumda. Hâlâ avucumun içine sığacak bir büyüklükteydi. Avucumun içinde artık dümdüz bir levha vardı. Levhanın ortasında dönüp duran ışık, bakmasını bilmeyen gözleri kör edecek kadar parlaktı. Bu ışık oyunu beni hiç tedirgin etmedi. Olacakları rüyamda görmüştüm. Yapmak istediğim şeyi yapmadan önce,
1. Kitapla karşılaşacak,
2. Şişe’yi bulacaktım.
O rüyadan sonra her gün deniz kenarına gittim. Kitabı bir sahaftan alalı çok olmuştu. Denizden çıkacağını bildiğim Şişe’yi bekliyordum sadece. Her gün sahile sürüklenen çöpleri karıştırır, her an onunla karşılaşacakmışım gibi heyecanla beklerdim. Bu arada avucumdaki dümdüz levhanın tekrar Şişe formu alması andan daha kısa bir sürede gerçekleşti.
Şişe’nin değişken boyutları hakkında söylenebilecek en mantıklı şey, istenirse küçük bir çantaya sığdırılabilir, rahatlıkla elde taşınabilir ve içine üflemek için de pipet, boru gibi araçlar kullanılmaz.
Şişe, bilgiyi depolamaya yarıyor. Bilginin Şişe içindeki görüntüsü dumana benzer. Rengârenk dumanların buluşup ayrıldığı o âna şey denilebilir? Birleşme. Sevişmeye benzediği için. Kadının kolu adamın kafasının altında kalmış. Kadının yüzündeki yorgun ifadeden anlıyoruz ki dün geceden beri bu haldeler.
Şişe, uzuyor, kısalıyor, tekrar eski haline dönüyor. Ona “Şişe” demek anlamı somutlaştırdığı gibi büyülü atmosferi de gözler önüne seriyor. Bilgiyi depolayan, ihtiyaç anında bilginin tekrar yüzeye çıkmasını sağlayan araç, artık benimdi. Kimsenin eline geçmemeliydi. Bildiklerimi başkaları bilsin istemiyordum. Bu hapishanenin anahtarı sadece bende olmalı, dedim. Bu depolama aleti aynı zamanda bilgiyi boyunduruk altına alıyordu. Bilgiye sahip olanlar dünyaya sahip olacaktı. Bilgi ancak benim gibi özel insanların elinde işe yarayabilirdi.
Şişe bir anlamda içimden geçenlerin dışa savrulması ile üç mevsimin ilkinde meydana geldi. İlk mevsim, bahar. İstanbul’dayım. Etrafta uçuşan kelebeklere bakıp her şeyin yolunda gittiğini düşünmek mümkün. Her zaman, apaçık görünmeyen şeyleri de dahil ederim mevzuya. Mesela, elimdeki Şişe’ye gururla bakarken az daha geç kalıyordum. Kolumdaki beyaz kordonlu saate göre biraz daha oyalanırsam gerçekten yine geç kalacaktım.
Nereye geç kalacaksın? Ve defalarca anlattın şu Şişe hikâyesini, lütfen artık başka şeyler anlat. Bu anlattıklarınla seni buradan çıkarmak mümkün değil.
İşe geç kalacağım, başka nereye olacak? Hiçbir şey hatırlamıyorum. Özür dilerim, seni çok sıkmış olmalıyım.
Sorun yok Nevin. Neyse ki her anlatımda hikâyeye başka bir şey de ekliyorsun. Bugün de kolundaki beyaz kordonlu saat detayını fark ettim.
Sohbetimizin soru cevap şeklinde geçmemesi daha iyi aslında.
Şişe’yi biraz daha detaylandır, bu haliyle bizi pek ciddiye almazlar.
Kimler?
Yetkililer Nevin.
Bu cihaz da onlar için mi?
Evet, ses kayıt cihazı onlar için. Ama merak etme, söylediklerini aynı zamanda yazılı hale de getiriyorum.
Murat, yetkililer anlattıklarımla niye ilgileniyorlar ki?
Başından geçenler farklı olduğu için.
Ben sadece şey yapmak istedim, şey işte?
Robot.
Evet. Bunu nereden biliyorsun?
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap Adı05.45 İstanbul
- Sayfa Sayısı166
- YazarGökçe Bilgin
- ISBN9789750536960
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cehennem Benim (Mevlana Dergahından Bir Filozof Sartre) ~ A. Vahap Kaya
Cehennem Benim (Mevlana Dergahından Bir Filozof Sartre)
A. Vahap Kaya
Her insanın yaşayabileceği, sıradan bir ayrılık yaşamıyordu. Onun gözünde bu ayrılık, toprağın sudan ayrılması gibi bir şeydi. Nasıl ki toprak sudan ayrılınca çoraklaşıyorsa; ırmaklardan,...
- Gaip ~ Mahir Ünsal Eriş
Gaip
Mahir Ünsal Eriş
Bir trafik kazasında hafızanızı kaybetmek, sizin için yepyeni bir hayat ihtimalinin kapısını aralar mı? Babalar ve oğulları arasındaki ezel ebed gerginliklerden bir huzur ihtimali...
- Yengeç Yazar ~ Koray Avcı Çakman
Yengeç Yazar
Koray Avcı Çakman
Yosunlar pek meraklı… Üstelik de çok kötü dansçı. Denizkızı ise pek pasaklı, saçlarını daha sık taramalı… Denizler de çok mavi… Bu mavilik beni bezdirdi....