Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Türlerin Kökeni
Türlerin Kökeni

Türlerin Kökeni

Charles Darwin

Charles Darwin, canlılarda evrimin doğal seçilim yoluyla gerçekleştiğini öne sürdüğü teorisiyle yalnızca döneminin değil daha sonraki ve hatta modern dönemlerin biyoloji bilimini ve genel…

Charles Darwin, canlılarda evrimin doğal seçilim yoluyla gerçekleştiğini öne sürdüğü teorisiyle yalnızca döneminin değil daha sonraki ve hatta modern dönemlerin biyoloji bilimini ve genel anlamıyla bilimsel düşünce şeklini devrime uğratmış bir doğa bilginidir. Darwin Türlerin Kökeni kitabında doğal seçilimin yanı sıra “en uyumlu olanın hayatta kalması” ve “ortak kökenden değişerek türeme” gibi kavramları tartışsa da bu fikirleri ve organizmaların evrildiği düşüncesini ilk ortaya atan kişi değildir. Türlerin Kökeni’nin asıl önemi Darwin’in organizmalar arasındaki varyasyona yaptığı vurgu ve bir organizmaya etki eden iç ve dış faktörleri birbirinden ayırmasından kaynaklanır. Yayımlanmasının üzerinden geçen yüz elli yılı aşkın süredir güncelliğini yitirmeyen vurgusuyla ve serinkanlı bilimsel tonuyla Türlerin Kökeni okunması ve kavranması gereken eserlerin başında gelmektedir.

*

Çevirmenin Önsözü

Büyük doğa bilgini Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adıyla hafızalarda yer etmiş magnum opusu, yeryüzündeki yaşamı tüm tarihsel ve güncel panoramasıyla anlamanın yolunu açmış en önemli eser olarak iki yüzyıla yakın bir süredir karşımızda durmaktadır. Köken, hemen ilk sayfalarından itibaren muazzam bir sistematik çerçeve dâhilinde, iyice sıradanlaşan hayatlarımızın körlüğüyle sadece kendi yansımamızı görebildiğimiz yaşamın unutulan ve tahrip edilen ihtişamını, “ortak kökenden değişerek türeme” öyküsüyle gözlerimizin önüne serer.

Ortak kökenden değişerek türeme, bir başka deyişle bütün canlılığın belirli akrabalıklar ile insanın gündelik zaman algısından çok ötedeki bir başlangıçla büyük bir aile oluşturacak şekilde bağlantılanması… Varlıkların Büyük Zinciri’nin katı, neredeyse varlık-sınıfsal diyeceğimiz hiyerarşisini tepetaklak eden bu yakıcı fikir Darwin’in Köken’i yayımladığı dönemlerde kolay hazmedilmemiş, bilimsel bilginin ironik biçimde değer kaybına uğradığı, büyük bilimsel kuramların popüler pazara malzeme edildiği günümüzde de uzmanlar ve ilgili okur harici kolay yutulur bir lokma olmamıştır. Tür olarak ortaya çıkışından bu yana kazandığı bütün bilişsel ve kültürel derinliğe rağmen insanın evrenin merkezi olma rüyasından inatla uyanamamasının bu algı tıkanıklığında elbette büyük payı vardır.

Bununla birlikte, Köken’in ve ondan sonraki evrim biliminin bütün çıplaklığıyla bize gösterdiği bir başka acı gerçek de tek bir atadan evrimleşerek günümüze dek gelen (ve günümüzden sonra da muhakkak ki çok fazla bilemeyeceğimiz yönlere evrilecek olan) yaşamın ihtişamını yaratan tüm çeşitliliğe amaçsız, önceden belirlenmemiş bir sürecin, doğal seçilimin önemli oranda damgasını vurmuş olduğudur. Ortak kökenden değişerek türeme fikri, Türlerin Kökeni’nin yayımlandığı dönemde bile etkisini koruyan, Alman idealizminden mülhem, Naturphilosophie (Doğa Felsefesi) dâhilinde kaldığı sürece, varlıklar âleminin bir yaratıcı unsurun tezahürü olarak birliği fikrine uydurulduğunda rahatsız edici tonunu yitirebilecekken, doğal seçilimin teleolojiyi dışlayan yapısı akışı tam tersi yöne çevirmiştir.

Her ne kadar diğer canlılardan bilişsel ve kültürel farklılaşmasıyla “üstün” bir konuma geçmiş olsa da insanın nihayetinde doğanın monoton amaçsızlığının akrabalık dolayısıyla mecburi bir parçası olması, kimsesiz bir evrende yankılanan ses misali ürkütücü olsa gerek. Köken’e -ve mirası üzerine inşa edilen modern evrimsel biyolojiyeyayımlandığı günden itibaren yükselen her türden (hatta kimi zaman yaşanan dönem itibarıyla bilimsel sayılabilecek) itirazın arka planında bu amaçsızca savrulabiliyor olmanın yarattığı bir çeşit “karanlıktan korkma❞ halinin önemli bir payı bulunduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır.

İnsanın kültür hallerinin ortak krizlerini ister istemez keskinleştirmiş olmakla birlikte Türlerin Kökeni’nin aslında hayli ama hayli biyolojik bir metin olduğu unutulmamalıdır. Stephen Jay Gould’un da vurguladığı gibi Türlerin Kökeni insanlık ve varlık hallerinin bütün yüzlerini tüm kapsamıyla bir izahın manifestosuyla başlamaz: İlk bölümü “Evcilleştirme Etkisi Altındaki Varyasyon” adını taşır. Bir tür ya da tür içinde bölümlenmiş taksonomik tanımlı gruplar dâhilindeki bireylerde herhangi bir biyolojik özellikte gözlenen varyasyonun insan eliyle nasıl belirli durumlara yönlendirildiğini çarpıcı örneklerle anlatan bu bölümü, benzer türden varyasyonun sıklıkla gözlendiğini vurgulayan, yine örnekçe zengin “Doğadaki Varyasyon” bölümü izler. Köken’in bir sonraki bölümü “Var Olma Mücadelesi” adını taşır ve Darwin’in meselenin karmaşıklığı ve çok katmanlı oluşu nedeniyle özellikle mecazi bir kavram olarak kullandığını vurguladığı var olma mücadelesi, doğada gözlenen biyolojik özellik varyasyonunun zaman ve mekândaki dağılımı üzerinedir ve sonraki “Doğal Seçilim” bölümüyle bağlantı kurulmasıyla, ortak kökenden değişerek türemenin evrensel izahı içindeki yerini alır. Kitabın geri kalanı ıslah üzerinden -yapay seçilimlebiçimlenişi gösterilen ve doğada yeteri kadar bulunmasıyla, doğal seçilim yoluyla ortak kökenden türemenin “hammaddesi” olan kalıtımsal biyolojik varyasyonun merkezinde yer aldığı hayli ikna edici bir evrimleşme izahıyla, yaşamın tüm çeşitliliğiyle gözlerimizin önüne serilen ihtişamının sentetik bir öyküsüdür. Richard Lewontin’in başyapıtının (Genetic Basis of Evolutionary Change, Columbia Üniversitesi Yayınları, 1974) hemen girişinde vurguladığı gibi Darwin’i benzersiz kılan işte bu biyolojik özellik varyasyonuna yaptığı vurgudur.

Darwin’in tür dâhil bütün tanımlanabilir canlı kategorilerin oluşumu için tür içindeki biyolojik özellik varyasyonunu temele koyması, kendi yaşam ortamları için özellikle tasarlanmış ve hepsi bir anda yaratılmış idealize canlı kavrayışını tepetaklak ederek yeryüzündeki yaşamı tarihsel bir oluşum (evrimleşme) çerçevesine yerleştirmesi hiç kuşkusuz bilim tarihindeki en büyük devrimci zihniyet dönüşümlerinden biridir. Ortak kökenden değişerek türeme fikri, tür içi biyolojik özellik varyasyonunun türler arası ve geçen zamanla tür üstü kategoriler şeklindeki büyük ayrımlaşmalar ölçüsündeki farklılıklara doğal seçilimle dönüşmesiyle tanımlanan bir evrimleşme süreci şeklinde, olağanüstü yalın ve olgusal zenginlikle dolu olarak karşımıza çıkar. Köken’deki tek görsel olan, şaşırtıcı bir kavrayış isabetiyle çizilmiş “yaşam ağacı” bütün tarihselliğiyle yaşamı resmederken de bu bireysel değişkenlik vurgusunu temel alır. Türlerin Kökeni’nin bu en temeldeki vurgusu, hiç kuşkusuz birbirinden kopuk olgular yığını olmaktan henüz kurtulamamış dönem biyolojisini modern biyoloji bilimi olma yoluna da sevk etmiştir. Biyolojideki hemen her disiplinin gelişim tarihi ve bu tarihlerdeki büyük keşifleri yaratan kırılmalar, Köken’den itibaren gerilimli bir ilerleme kaydederek yetkin bir evrensel izah haline gelen biyolojik evrim kavrayışının derinliğiyle kimlik kazanmışlardır.

DNA’nın yapısının 1953’teki keşfi, genetiğin moleküler biyolojiyle birleşimindeki en kritik adımın atılmasını sağlamış olsa da evrimsel biyolojik bakış ile bu birleşimin organizma, popülasyon, tür ve tür üstü düzeylerdeki tarihsel oluşum bilgisinin izahına katılabilmiş olması bu keşfi değerli kılan esas unsurdur dersek abartı olmayacaktır. Biyoloji bilimi evrimsel biyolojinin sağladığı omurgayla bütün disiplinlerindeki olguları basit mekanik izahların dar alanlarından çıkarıp tarihsel, mekanistik, olumsallık ve determinizmin farklı yüzlerinin harmanlandığı bir yaşam ihtişamına yükselmiştir. Türlerin Kökeni bu ihtişamı tüm enginliğiyle görmenin arayışında, 17. yüzyıldan itibaren suretini arz eden bilimsel etkinliğin, yaşamın doğal nedenlere dayalı izahını mümkün kılma uğraşının somut bir sonucudur. Yayımlandığı 24 Kasım 1859’dan bu yana geçen yüz elli yılı aşkın süredir güncelliğini yitirmeyen vurgusuyla ve içerik zenginliğinin her bilimci ve entelektüel tarafından örnek alınması gereken serinkanlı bilimsel tonuyla Köken, okunması ve kavranması gereken, insan aklının şahikası temel eserlerin başında gelmektedir.

Türlerin Kökeni’nin bu çevirisi, 1872 tarihli altıncı baskısından yapıldı. Bu baskının seçilmesinin temel nedeni, Darwin’in ilk baskılara gelen eleştirilere yanıt verdiği, ilk baskılara oranla daha düzenli, iyi tahkim edilmiş ve 19. yüzyıl sonlarından itibaren Darwinci evrimsel biyolojiye karşı çıkışların ve akabinde Modern Sentez’e uzanan yoldaki ivmelenmenin kristalleştiği başvuruları içeren temel metin olmasıdır. Çeviride okur kimi cümleleri muğlak bulabilir ya da Türkçenin anlam yapısı içerisinde kimi paragraflar belirsizlikler içeriyormuş hissi uyandırabilir. Ancak bu durum, orijinal İngilizce metni bir başka dile çevirmenin güçlüğünden ziyade, Darwin’in dönem itibarıyla henüz olgunlaşmamış evrim biliminin kavramlarını kendi evrim kuramı içerisinde harmanlarken kullandığı Victoria Dönemi dilinin kapali ifade yapısından kaynaklanmaktadır. Kavram netliğinin henüz oluşmadığı bir dönemde açıklayıcılığı oldukça geniş ve farklı olgularla temellenmek durumunda olan bir bilimi inşa etmenin güçlüğünü yansıtır Köken’deki kimi karmaşık ifadeler. Ayrıca, çevriyi yaparken Darwin’in meseleyi izah etme biçimine mümkün olduğunca sadık kalmaya çalıştım. Çeviride birtakım “ağdalı” cümlelerin ortaya çıkış sebepleri arasına bu üslup tutuculuğunu da koymak gerekebilir diye düşünüyorum.

Türlerin Kökeni’nin bu Türkçe çevirisi için geçen yıl kaybettiğimiz, bilimsel ve entelektüel derinliğiyle Darwin’den itibaren varyasyon temelli bir çizgide ilerleyen evrimsel biyolojinin muazzam araştırma programını derinden etkilemiş büyük evrimsel biyolog Richard Lewontin bir önsöz yazdı. Önsöz yazma konusundaki önerimi geri çevirmeyip her zamanki mütevazılığıyla Türkçe baskı için hazırladığı yoğun ve bilgilendirici önsöz için, pek çok alandaki devasa birikiminin izlerini taşıyan çalışmalarını her zaman örnek aldığım bu büyük evrimci ve sosyal sorumluluk sahibi hümaniste ne kadar teşekkür etsem azdır.

Köken’in uzun süre önce başladığım, farklı iş yoğunluklarım ve hayat akışının çeşitli özel sebepleriyle uzun bir sürede tamamladığım çevirisinin edisyon ve düzelti işlerini yapan her kişiye, ama özellikle bu çevirinin editörü Cumhur Öztürk’e teşekkürlerimi sunuyorum. Onların katkıları olmasa bu zorlu eserin aslına mümkün olduğunca sadık yapmaya çalıştığım çevirisi eksik kalırdı hiç kuşkusuz. Köken’in bu çevirisinin hemen her bölümüne, modern evrimsel biyoloji ve genetik bulgular ışığında açıklayıcı, kimi zaman bir parça da olsa teknik gelebilecek, ama çok faydalı olacağını düşündüğüm dipnotlar koydum. Türlerin Kökeni’nin bu çevirisinin Hasan Âli Yücel Klasikleri’nden basılmış olması benim için ayrı bir onur kaynağıdır.

Ergi Deniz Özsoy

Haziran 2022, Kavaklıdere, ANKARA

Türkçe Baskıya Önsöz

Üniversite yaşamına dair satirik romanı Changing Places’ta (Yerleri Değiştirme) David Lodge, İngiliz edebiyatı profesörlerinin oynadığı, her oyuncunun iyi bilinen bir edebi eseri okuyup okumadığını itiraf etmesi istenen bir oyundan bahseder. İçlerinden biri Shakespeare’in Hamlet’ini hiç okumadığını itiraf ettiğinde oyuncular büyük bir şaşkınlıkla sessizliğe gömülürler. Evrimsel biyologlar da benzeri bir oyunu dürüstçe oynasalardı, hemen tamamı Darwin’in Türlerin Kökeni kitabını baştan sona okumadıklarını itiraf ederdi. İçlerinden en dürüstleri de kitabın kapağını hiç kaldırmadıklarını itiraf ederdi. Oysa Darwin bugüne dek yaşamış biyologların en meşhurudur. Hem bilimsel hem de popüler yazılarda “Darwinizm”, “Darwinci evrim”, “Darwin’in evrim teorisi” ve “Darwin devrimi” gibi terimlere sürekli başvurulur ve Darwin genellikle evrimsel biyolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Bir yandan evrim Darwin ismiyle özdeşleşirken Türlerin Kökeni’nin evrim fikrinin tarihçesinde tuttuğu yer, Darwin’in çalışmalarının “sosyal Darwinizm” olarak adlandırılan şeyin gerekçelendirilmesi, organik evrim sürecine Darwin’in bakışı ve en nihayetinde “teori”nin bilimsel anlamındaki kafa karışıklığı gibi konularda giderek artan bir yanlış anlama da meydana gelmiştir.

Darwin, yaşamın yeryüzünde şu an ortadan kalkmış olan ilkin formlardan evrildiği ve evrilmeye devam edeceği fikrinin mucidi muhakkak ki değildi. Evrim fikri, 18. yüzyıldaki burjuva devriminin başından itibaren Avrupa’da yaygınlaşmış durumdaydı. Köken’in 1859’da yayımlanmasından yüz yıl önce Denis Diderot, D’Alembert’in Rüyası adlı eserinde filozofuna uykusunda şu soruyu sordurur: “Kim bilir bizden önce hangi hayvan ırkları gelip geçti? Kim bilir bizden sonra hangileri gelecek? Her şey gelip geçer, her şey değişir. Geriye sadece bütünlük kalır.” Tennyson epik şiiri In Memoriam’da doğanın “türlerin üzerine titreyip titremediğini” sorar ve şu cevabı verir:

“Üzerine titrer türün?” Yo, hayır.

Sarp yamaçtan, oyulmuş taştan bağırır,

“Yok oldu gitti binlerce tür,

Hiçbiri umurumda değil; hepsini bekler ölüm.”

Darwin’in büyükbabası Erasmus Darwin bile 1803’te çıkan Doğanın Tapınağı adlı eserinde, bütün organizmaların “form ve duyumsama esasları”ndan köken aldığı şeklinde evrimsel bir görüş ortaya koymuştu. Charles Darwin, kendilerini iktidara taşıyan sosyal ve siyasi devrimlerin bilincinde olan girişimci burjuvazinin yükselişinin entelektüel dışavurumu olan coşkun bir evrimciliğin hüküm sürdüğü bir dönemde yaşamış, çalışmış ve yazmıştı. 19. yüzyıl ortasının İngiliz sosyal filozofu Herbert Spencer organik evrimin bir hakikat olduğunun en iyi kanıtının yıldızların, dilin, siyasi yapıların, sosyal ilişkilerin ve diğer her şeyin evrimleşmesi olduğunu söylemekteydi. Evrim, evrendeki genel bir yasa olarak görülüyordu. Köken’in tüm kopyalarının daha yayımlandığı gün satılmasının altında tam da istikrarsızlık ve evrim fikirlerinin popülerliği yatmaktaydı.

Darwin’in evrimsel değişimin altında yatan mekanizmaya ilişkin Köken’de sunduğu görüşü genel olarak, organizmaların kıt kaynaklar için giriştiği mücadeleye büyük ağırlık verdiği şeklinde yorumlanır. Bu tür yorumlar Darwin’in doğal seçilim fikrine ulaşmasında Malthus’u okumasının önemli payı olduğuna vurgu yapar. Bu görüşe göre, doğal seçilimin işlemesinin sebebi, organizmalar sayıca geometrik olarak artma eğilimindeyken üreme ve devamlılık için gereken kaynakların aritmetik olarak artması ya da hiç artmamasıdır. Mücadele bakımından daha “uyumlu” formlar kazançlı çıkar ve bunların sahip olduğu özellikler türde artış gösterir. Bu “var olma mücadelesi” görüşü, organizmalar arasında gerçekleşen ve kimin kazanacağını belirleyecek aktif bir fiziki rekabet modeli sunar; örneğin, iki hayvanın bir parça yiyecek için kavgasında ya da iki erkeğin dişilere erişmesindeki rekabette olduğu gibi. Kaynaklar için yapılan bu tür mücadelelerin, Darwin’in öngördüğü doğal seçilim mekanizmasının önemli bir parçası olduğu su götürmezdir. Ancak Darwin Köken’de meseleye daha geniş kapsamlı bakmaya özen gösterir:

“Bu Var Olma Mücadelesi terimini bir varlığın diğerine bağımlılığını da içerecek şekilde geniş ve mecazi bir anlamda kullanıyorum… Köpekgiller’den iki hayvanın açlık ve kıtlık zamanlarında kimin yiyeceği alacağı ve sağ kalacağı şeklinde bir yaşam mücadelesi içinde olduklarından söz edilebilir. Ancak, çöl sınırında yaşayan bir bitkinin kuraklığa karşı yaşam mücadelesi verdiği söylenebilir.”

Darwin için mücadele, diğer bireylerin kıt kaynaklar için rekabet edip etmemelerine bakılmaksızın, hayatta kalmak ve üremek için yapılan mücadele anlamına gelir. Bireyler ve gruplar arasındaki işbirlikleri ve karşılıklı fayda sağlayan ilişkiler de (“bir varlığın bir diğerine bağımlılığı”) mücadele biçimlerindendir.

Evrim teorisi tarihine ve özelde Darwin’in yazdıklarına ilişkin yanlış anlamalardan biri, Köken’in yayımlanması ve popülaritesinin bir sonucunun da doğal seçilimle evrim fikrini iktisat ve siyaset alanlarına taşıyan “Sosyal Darwinizm”in gelişimine yol açtığı iddiasıdır. Ancak bu iddia, tarihi tepetaklak etmekten başka bir şey değildir. Darwin Köken’de, 19. yüzyılın hâkim ekonomik mücadele görüşlerini, güçlerini ve mülkiyetlerini sahip oldukları üstün rekabet uyumları yoluyla artıran ve ayakta kalan girişimci aktörlerin oluşturduğu tabakanın yükselişinin ifadesini biyolojiye taşımıştır. “Sosyal Darwinizm” Darwin’den öncesine aittir ve Türlerin Kökeni’ni en uyumlu olanın hayatta kalması fikrinin mirasçısı, bir tür “biyolojik ekonomizm” biçimi olarak görmemiz daha doğru olur.

Eğer Darwin ne “en uyumlu olanın hayatta kalması” fikrinin ne de organizmaların evrildiği fikrinin mucidi değilse biyolojiye olan temel katkısı neydi? Aslına bakılırsa biyolojik düşüncede devrim yaratan ve 1859’dan bu yana bu düşünceyi karakterize etmiş olan iki temel yenilik söz konusuydu. Bunlarda ilki, evrimi anlamamız açısından bütünleyici rolü bulunan, organizmalar arasındaki varyasyona Darwin’in yaptığı vurgudur. Fiziki sistemlerdeki zamansal değişime dair modern bilimsel anlayışımızın yapısını karakterize eden iki şema vardır. Birincisi, nesnelerin oluşturduğu bir grubun, gruptaki her bir nesne zaman içinde aynı türden değişim gösterdiği için değişen dönüşümsel şemadır. Kant ve Laplace daha 18. yüzyılda evrenin evrimine ilişkin bir model öne sürmüşlerdi. Bilinen evrendeki yıldız topluluklarının ortalama parlaklık ve yoğunluk bakımlarından evrim geçirmekte olduğunu artık biliyoruz. Çünkü her yıldız aynı döngü safhalarından geçecektir: Devasa bir büyüklüğe ve parlaklığa, düşük bir yoğunluğa sahip bir kızıl deve dönüşecek ve nihayetinde de küçülerek yoğun ve mavi bir cüce haline gelecektir. Diğer evrim şeması ise varyasyon temellidir.

Burada topluluğun değişim nedeni, her bireyin yaşlanmakta olan yıldızlar gibi zamanla değişmesi değil, topluluktaki bireyler arasında özelliklerin varyasyona uğramasından ötürü varyantlardan bazılarının hayatta kalıp kendilerine benzer varyantlar üretirken öbür varyantların zamanla ortadan kalkmasıdır. Her ne kadar sosyal teorisyenler arasında insan kültürü açısından varyasyona dayalı evrim şemaları yaratmak şu an moda olsa da bildiğimiz kadarıyla biyolojik evrim varyasyon esaslı evrim sisteminin yegâne örneğini teşkil etmektedir. Darwin’in içgörüsünü, bir amaca ulaşmak için çabalayan bireylerin fiziki dönüşümüne ilişkin bir evrimi öngören Lamarck’ınki gibi teorilerden ayıran şey bu varyasyon temelli evrim şemasıdır. Bireyler arasındaki varyasyonu kendi görüşünün merkezine koymakla Darwin, evrimin nasıl oluştuğuna dair yeni ve orijinal bir bakış sunmakla kalmıyor, organizma topluluklarını tanımlama ve anlama biçimimize de yeni bir yön veriyordu. Biyologlar bir türe ait bireyleri o türün ideal fiziki tipinin kusurlu varyantları olarak görmeyi bir kenara bırakmışlardır. Bir türdeki bireyler arasındaki varyasyonun biyolojik bir gerçeklik olduğunu ve böyle varyant bireyleri bir tür altında toplamanın onların ekolojik ve üremeye dair özelliklerinin ikincil bir sonucu olduğunu artık biliyoruz. Darwinci biyoloji açısından varyasyon işin özüdür.

Türlerin Kökeni’nde önceki biyolojik anlayıştan ikinci kopuş Darwin’in organizma üzerindeki içsel etkiyi zıt bir faktör olarak dış etkiden ayırmasıdır. Lamarckçı görüşe göre, kazanılan karakterlerin kalıtımı ilkesi uyarınca organizmada dışsal koşulların teşvik ettiği bir değişim, organizmaların içsel durumuna kalıcı şekilde dâhil edilmekte ve gelecek kuşaklara aktarılmaktaydı. Köken’de yer verilen biyolojik evrimin, çevrenin belirleyici etkisine tekrar tekrar maruz kalan bireylerdeki birikimsel değişimden ziyade, avantajlı varyantların farklı üreme düzeylerine dayanan varyasyon esaslı bir süreç olduğu görüşüyse, varyasyonun içsel ve kalıtsal nedenleri ile organizmanın vücudunda oluşan geçici, kalıtsal olmayan değişimlere yol açan dışsal nedenler arasındaki ayrıma dayanır. Bu ayrım, genlerin ve çevrenin bir bireyin gelişiminde rol oynayan birbirinden ayrı nedenler olduğu iddiasıyla karıştırılmamalıdır. Bir organizmanın fenotipi, elbette, gelişim sırasında genler ve çevrenin etkileşmesinin sonucudur. Buradaki meseleyse fenotipte çevresel etkenlerle teşvik edilen değişimlerin kalıtılıp kalıtılmayacağıdır.

Son olarak, evrimsel biyolojinin şu an kendini içinde bulduğu politik durum açısından en alakalı nokta olması itibariyle “evrim teorisi” dediğimizde ne kast edildiğini ele almamız gerekiyor. “Teori” muğlak bir sözcüktür. Hayli farklı üç anlamı vardır. Bir anlamıyla, maddi gerçekliğe özel bir bağlantısı bulunmayan mantıksal ve matematiksel soyut önermelerin oluşturduğu bir sistemi ifade edebilir. Bu anlamına bir örnek, çok boyutlu değişkenler matematiğindeki “matris teorisi” olabilir. Veyahut görüngüler dünyasında hipotez anlamına gelebilir; bir gözlem grubunu açıklamak için oluşturulmuş ancak açıklamanın doğruluğunu gösterecek ikna edici kanıtlar bulunmadığında kullanılan “sadece bir teori” ifadesindeki gibi. Teorinin, bilimde de kullanılan üçüncü anlamıysa, fiziki güçler ile fiziki haller arasındaki bir dizi kesin, formel bağlantıya karşılık gelir ve bu bağlantılarla belirli bir şiddetteki belirli bir kuvvetin, ölçülebilir belirli bir sonucu nasıl meydana getirdiğini tahmin etmek ve hesaplamak mümkün olur. Darwin’in “teorisi” böyle bir teoridir. “Teori” sözcüğünün ikinci anlamını üçüncüsünden ayırt etmenin biyoloji açısından önemi, özel yaratılış ve akıllı tasarım destekçilerinin “evrim teorisi” tabirini kullandıkları muğlak biçimde yatmaktadır. Evrim teorisini, “sadece bir teori” deki gibi bir anlamda anlamamızı ve bu nedenle de ona, yeryüzündeki yaşamın tarihini ve çeşitliliğini izah etmek için ortaya atılan diğer herhangi bir hipotezden daha fazla doğruluk atfetmememizi isterler. Ancak belirli maddi biyolojik kuvvetlerin evrimsel sonucunu ölçmemize ve tahmin etmemize imkân veren sayısal ilişkiler yapısı niteliğiyle evrim teorisi üçüncü anlamdaki teoriye karşılık gelir. Evrim bir olgudur ve evrim teorisi de bu olguyu etkileyen, bilinen maddi nedenleri birbiriyle ilişkilendiren tümdengelimsel bir şemadır. Akıllı tasarım savunucularının göz gibi karmaşık organlardaki aşırı karmaşıklık ve işlevselliğin bir plana tabi olmayan maddi güçlerle izah edilemeyeceği iddiası yanlıştır. Darwin’in bu türden “aşırı derecede mükemmelleşmiş” organlar için getirdiği teorik açıklama, bu organların tek bir adımda meydana gelmediği, aksine her biri tüm organın işlevsel özelliklerine bir şeyler ekleyen küçük değişimlerin birikimsel sonucu olduğu şeklindeydi. Gözün farklı parçalarının gelişiminin genetik temeli hakkında o günlerden bu yana öğrenilmiş olan her şey bu Darwinci analizi doğrulamıştır.

Türlerin Kökeni baştan sona okumanın karşılığını veren zengin ve karmaşık bir bilimsel metindir. Bu, yaşamın tarihine yönelik bilimsel kavrayışın saldırı altında olduğu bir zamanda bilhassa önemlidir; Hamlet’i okumayan profesöre özenmenin sırası değildir. Darwin’in Köken’in sonunda yazdığı gibi, “bu denli basit bir başlangıçtan en zarif ve harikulade, sonsuz çeşitlilikteki formun nasıl evrildiğini ve evrilmekte olduğunu” doğru bir şekilde kavrayacaksak, Türlerin Kökeni ilk sayfasından sonuna kadar özenle okunmalıdır.

Richard C. Lewontin

Harvard Üniversitesi, Organizmik ve Evrimsel Biyoloji Bölümü,

Karşılaştırmalı Zooloji Müzesi

 

Türlerin Kökenine Dair Fikri Gelişimin

KISA BİR TARİHÇESİ

Bu çalışmanın ilk baskısına dek

Bu bölümde, Türlerin Kökeni’ne dair fikirlerin gelişimine kısaca değineceğim. Yakın zamana kadar, doğa bilginlerinin büyük çoğunluğu türlerin değişmez varlıklar olduğuna ve ayrı ayrı yaratıldıklarına inanıyordu. Bu görüş pek çok yazar tarafından mahir biçimde savunulmuştur. Öte yandan, az sayıda doğa bilgini türlerin değişime uğradığına ve şu anki canlı formların daha önce yaşamış formlardan türeyerek gelmiş olduğuna inanmıştır. Klasik yazarların bu konudaki imalarını göz ardı edersek,1 modern zamanlarda bu sorunu bilimsel bir yaklaşımla ele alan ilk yazar Buffon’du. Ancak farklı dönemlerinde fikirleri, önemli ölçüde değişiklik gösterdiğinden ve türlerin dönüşümünün neden ya da yollarına değinmediği için, burada ayrıntıya girmem gerekmiyor. Türlerin kökeni hakkında vardığı sonuçlar dikkat ve heyecan uyandıran ilk kişi Lamarck’tı. Övgüyü hak eden bu doğa bilgini görüşlerini ilk kez 1801’de yayımladı. 1809’da Philosophie Zoologique’inde ve ardından 1815’te Hist. Nat. des Animaux sans Vertebres adlı eserinin Giriş bölümünde görüşlerini hayli genişletti. Bu eserlerde insan dâhil tüm türlerin diğer türlerden geldiği doktrinini savunur. İnorganik dünyanın yanı sıra organik dünyadaki tüm değişimin de, mucizevi müdahalenin değil, yasaların sonucu olduğu ihtimaline dikkatlerin ilk kez çekilmesi gibi önemli bir hizmette bulundu. Türleri ve varyeteleri birbirinden ayırmanın zorluğu, bazı gruplarda formların neredeyse mükemmel biçimde tedrici değişimi ve evcil ürünlerle analoji kurmak, Lamarck’ı türlerin tedrici olarak değiştiği sonucuna vardırmış gibidir. Değişimi meydana getiren yollar içinse kısmen yaşamın fiziksel koşullarının doğrudan etkisine, kısmen hâlihazırda mevcut formların çaprazlanmasına, daha büyük orandaysa kullanıp-kullanmamaya, yani yaşama alışkanlıklarının etkilerine pay biçiyordu. Öyle görünüyor ki, doğadaki tüm güzel uyarlanmaları bu son etkene bağlıyordu -ağaç dallarından beslenmek için zürafanın uzun boyunlu olması gibi. Ancak o, ilerlemeci bir gelişim yasasına da inanmaktaydı ve bütün yaşam formları bu şekilde ilerleme eğiliminde olduğundan, günümüzdeki basit yapılı canlıların varlığını açıklamak amacıyla, böyle formların kendiliğinden oluştuklarını savundu.

Geoffroy Saint-Hilaire, oğlunun yazdığı yaşamöyküsünde belirtildiği gibi, 1795 gibi henüz erken bir zamanda, tür olarak adlandırdığımız şeylerin aynı tipin bozulmuş formları olduğundan kuşkulanmaktaydı. Tüm şeylerin ortaya çıktığı zamandan bu yana, formların aynı kalmadıkları hakkındaki kanısını 1828’e dek yayımlamamıştır. Değişimin başlıca nedeni olarak Geoffroy, öyle görünüyor ki, yaşam koşullarına ya da monde ambiant’a başvurmuştur. Sonuçlara varma konusunda ihtiyatlı davranıyordu ve günümüzde mevcut türlerin değişim geçirmekte olduklarına da inanmıyordu. Oğlunun eklediği gibi “C’est donc un probleme a reserver entierement a l’avenir, suppose meme que l’avenir doive avoir prise sur lui” idi.

Dr. W. C. Wells, 1813’te Royal Society huzurunda “Derisinin Bir Kısmı Zencininkine Benzeyen Beyaz Bir Dişi Hakkında” adlı makalesini okudu. Ancak makalesi, onun meşhur Two Essays Upon Dew and Single Vision adlı eseri 1818’de yayımlanıncaya kadar basılmadı. Bu makalede doğal seçilim ilkesini açık bir biçimde tanır. Bu açıkça yapılan ilk tanımadır. Ancak o bu ilkeyi, yalnızca insan ırklarına ve belirli bazı özelliklere uygular. Zenciler ve zenci-beyaz melezlerinin birtakım tropikal hastalıklara karşı bağışık olduklarının altını çizdikten sonra, ilk olarak, tüm hayvanların şöyle ya da böyle varyasyon gösterdiklerini ve ikincisi, tarımla uğraşanların evcil hayvanlarının özelliklerini seçilimle geliştirdiklerini saptar. Ardından ikinci durumda yapılan şeyi şöyle açıklar: “Bu, esas itibarıyla, daha yavaş biçimde olmakla birlikte aynı verimlilikle bulundukları bölgeye uyum sağlamış insan çeşitlerinin oluşumunda doğa tarafından da gerçekleştirilmektedir. Afrika’nın orta bölümlerinde dağınık halde yaşayan az sayıdaki ilk sakinler arasında tesadüfen beliren insan varyetelerinden biri o bölgedeki hastalıklara dayanmak için diğerlerinden daha iyi uyum sağlayacaktır. Bu ırk bunun sonucunda çoğalırken diğerleri sayıca azalacaktır. Bunun nedeni sadece hastalığa karşı duramamaları değil, daha güçlü yapıdaki komşularıyla başa çıkamamalarıdır da. Bu güçlü ırkın ten rengi, daha önce söylenenlerden yola çıkarak söyleyebilirim ki siyah olacaktır. Ancak varyeteler meydana getiren aynı eğilim var olduğu sürece zamanla daha siyah ve sonra daha da siyah bir ırk oluşacaktır ve en siyah olan, bu iklim için en uygun olacağından, sonunda bu irk, türediği bölgedeki en yaygın, belki de tek ırk olacaktır.” Ardından aynı görüşleri daha soğuk iklimlerin beyaz sakinlerine uyarlar. Dr. Wells’in çalışmasındaki pasaja, Bay Brace vasıtasıyla dikkatimi çeken Birleşik Devletler’den Bay Rowley’e müteşekkirim.

Daha sonraları Manchester Katedrali başrahibi de olan Saygıdeğer W. Herbert Horticultural Transactions’ın 1822’de yayımlanan dördüncü cildinde ve “Amaryllidaceae” üzerine olan çalışmasında (1837, s.19, 339) “bitki tarımı deneylerinin, botanik türlerin daha kararlı ve üst düzey varyete sınıflarından başka bir şey olmadığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyduğunu” söylemektedir. Aynı görüşü hayvanlara da uygulayan Herbert, her cinsteki her bir türün aslen son derece esnek bir yapıya sahip olarak yaratıldığına ve böyle yaratılan türlerin, esasen çaprazlanarak ama aynı zamanda varyasyonlar yoluyla da, şu an var olan türlerimizi meydana getirdiğine inanmaktadır.

1826’da Profesör Grant, Spongilla2 üzerine olan ünlü makalesinin sonuç paragrafında (Edinburgh Philosophical Journal, Cilt XIV, s. 283) türlerin diğer türlerden türediği ve değişim süreci boyunca geliştikleri kanaatini açıkça belirtmektedir. Aynı görüş onun, 1834’te Lancet’te yayımlanan, 55 numaralı dersinde de bildirilmiştir.

1831’de Bay Patrick Matthew On Naval Timber and Arboriculture adlı çalışmasını yayımladı. Kendisi bu çalışmada, türlerin kökeni hakkında Bay Wallace ve benim tarafımdan Linnean Journal’da ortaya konan ve mevcut eserde genişletilmiş olan görüşün tam aynısını öne sürmektedir. Ne var ki, Bay Matthew’un görüşü, farklı bir konuya yapılan bir ekin dağınık pasajları arasında son derece kısa biçimde verilmişti ve bu nedenle, kendisi bu çalışmaya 7 Nisan 1860’ta Gardeners’ Chronicle’da dikkat çekinceye dek bu görüş gözden kaçtı. Bay Matthew ile benim görüşlerim arasında fazla bir fark bulunmuyor: Öyle görünüyor ki dünyanın müteakip dönemlerde canlı varlığını hemen hemen tamamen yitirdiğine ve sonra yeniden canlılarla dolduğuna inanıyor; bir alternatif olarak da yeni formların “önceki canlı varlıklara ait herhangi bir kalıp ya da tohum olmaksızın” meydana gelebileceğini öneriyor. Bazı pasajları anlayabildiğimi zannetmiyorum, ancak öyle görünüyor ki yaşam koşullarının doğrudan etkisine payın çoğunu biçiyor. Bununla birlikte, doğal seçilim ilkesinin gücünü açık biçimde tanımakta.

Tanınmış jeolog ve doğa bilimci Von Buch Description Physique des Isles Canaries adlı muhteşem eserinde (1836, 147 s.)3 varyetelerin, çaprazlanmanın artık mümkün olmadığı kararlı türlere yavaş biçimde dönüştüğü inancını açıkça ifade etmektedir.

Rafinesque, 1836’da yayımlanan New Flora of North America adlı eserinde şunları yazmaktadır (s. 6): “Türlerin …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Beagle’ın Yolculuğu ~ Charles DarwinBeagle’ın Yolculuğu

    Beagle’ın Yolculuğu

    Charles Darwin

    Beagle, 27 Aralık 1831’de Devonport’tan yola çıktığında Charles Darwin yirmi iki yaşındaydı ve bu hayatının yolculuğu olacaktı. Elinizdeki günlük bu yolculuğu bize aktarırken, jeoloji,...

  2. Majestelerinin Gemisi – Beagle Günlüğü 1831-1836 ~ Charles DarwinMajestelerinin Gemisi – Beagle Günlüğü 1831-1836

    Majestelerinin Gemisi – Beagle Günlüğü 1831-1836

    Charles Darwin

    Majestelerinin Gemisi Beagle Günlüğü Evrim teorisi deyince akla hiç kuşkusuz Darwin kadar onun Beagle seyahati ve Galapagos Adaları gelir. Bilim tarihinde popüler kültüre de...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Nişanlıya Mektuplar 1820-1822 ~ Victor HugoNişanlıya Mektuplar 1820-1822

    Nişanlıya Mektuplar 1820-1822

    Victor Hugo

    Hugo’nun, Adèle Foucher ile acı, sevinç, kıskançlık ve mutluluk dolu yazışmalarının yer aldığı Nişanlıya Mektuplar, yazarın bir genç adam olarak portresini sunarken, tutkulu ve...

  2. Modern Prens ~ Antonio GramsciModern Prens

    Modern Prens

    Antonio Gramsci

    Antonio Gramsci (1891-1937) İtalyan Komünist Partisi’nin kurucu üyelerindendir. 1926’da Mussolini ve faşizm eleştirilerinden ötürü hapse atılır ve kalan ömrünü hapiste geçirir. Faşist iktidarın sansür...

  3. İki Şehrin Hikâyesi ~ Charles Dickensİki Şehrin Hikâyesi

    İki Şehrin Hikâyesi

    Charles Dickens

    İki Şehrin Hikâyesi Fransız Devrimi’nin şiddet ve coşku atmosferini Paris ve Londra ekseninde ele alır. Aristokrasinin halka zulmünü de; devrim yanlılarının, intikam dürtüsüyle kirlenmiş...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur