Kamuoyu araştırmalarının önüne geçmek amacıyla tasarlanan sanal şehir gerçeğe öyle yakındır ki sakinleri yaşadıkları hayattan en ufak bir kuşku duymaz.
Bu dünyayı tasarlayan ekipten biri olan Douglas Hall, önce önemli bir bilim insanının ölümü, ardından da yardımcısının gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasıyla şiddetli bir tedirginlik yaşar. Olayların peşini bırakmayan Douglas çok geçmeden dehşet verici gelişmelerle yüz yüze gelir. Akıl sağlığını kaybetmemek içinse önce yaşadıklarının içyüzünü, yani bir simülasyonun içinde olup olmadığını öğrenmelidir.
Bilimkurgu edebiyatının temel taşlarından biri kabul edilen Daniel F. Galouye’nın 1964 tarihli kült romanı Simülakron-3 edebiyatta sanal gerçekliğin ilk temsillerinden biridir. Ünlü Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder tarafından Welt am Draht (1973) adıyla televizyon filmine uyarlanan bu kült roman aynı zamanda da başta Matrix (1999) olmak üzere bilimkurgu dalında birçok esere esin vermiştir.
* BİR *
Belli ki akşam sergilenecek olan gösteriler Siskin’in sıra dışı ev sahibi şöhretine şöhret katacaktı yine.
Sadece Tycho Akrobasi Üçlüsü’nü düşünecek olsak bile yılın en büyüleyici gösterisini ortaya koymuştu daha şimdiden. Fakat Siskin, Mars’taki Syrtis Ana Ovası’ndan gelen ilk hipnoztaşını gözler önüne serdiğinde, çıtasını yeni bir zirveye yükselttiği iyice belli olmuştu.
Benim açımdan bakılacak olursa, üçlü de taş da kendi çaplarında şaşırtıcı olsalar da, daha partinin sonuna varmadan alelade bir şey seviyesine inmişlerdi bile. Çünkü bir adamın… yok oluşunu seyretmek kadar acayip bir şey yoktur dediğim zaman, ne dediğimi tam olarak bilerek konuşuyorum.
Ama tesadüfe bakın ki bu, eğlencenin bir parçası değildi.
Siskin’in abartılı aşırılığını biraz açmam gerekirse, Tycho Akrobatlarının aydakine denk bir yerçekimine ihtiyaçları olduğunu söylemekte yarar var. Cafcaflı dekoru içerisinde hantal ve uygunsuz olduğundan yerçekimi baskılayıcı platform, çatı katı süitinin odalarından birini başlı başına kaplamıştı. Bu arada jeneratörleri de dışarıdaki çatı bahçesini tıka basa dolduruyordu.
Hipnoztaşının sunumuna gelince, vazifeli gelmiş iki doktorla baştan sona tam bir tiyatroydu. Akşamın gelecekte ne gibi tutarsızlıklara gebe olduğunu hiç sezmeden, olup biteni mesafeli bir ilgiyle seyretmiştim.
İncecik genç bir esmer güzeli vardı, taşın bir yüzü çehresini yumuşak gök mavisi yansımalarla kaplarken keskin kara gözleri buğulanıp gözyaşlarını isteyerek bir yağmur gibi salmıştı.
Son derece yavaşça bir daire çiziyordu kristal döner tablası üzerinde; karartılmış odayı büyük bir tekerleğin ispitleri misali yalayan çok renkli ışınlar yolluyordu etrafına. Yayılarak dönen ışınlar biçimindeki hareket birden durdu ve kızıl bir ışın Siskin’in biraz temkinli iş ortaklarından birinin yüzüne düştü.
“Hayır!” diye tepki verdi adam hemen. “Hayatımda hiç sigara içmedim! Bundan sonra da içmem!”
Bütün odayı bir kahkahadır kapladı ve taş dönmeye devam etti.
Belki de bir sonraki hedef olabileceğim kaygısıyla, pelüş halı üzerinden yürüyerek içki servisi yapılan köşeye çekildim.
Bara varınca otosakiye bir Asteroidviski tuşladım ve aşağıda pırıl pırıl parlayan şehri seyrederek pencerenin kenarında durdum.
“Bana da bir burbon ile su tuşlar mısın Dough?”
Siskin’di. Loş ışıkta aşırı küçük görünüyordu. Yanıma yaklaşmasını seyrederken dış görünüş dediğimiz şeyin tutarsızlıklarına bir kez daha şaşmıştım. Anca bir altmış olan Siskin bir devin mağrur
güveniyle hareket ediyordu – aslında bir devdi, maddi yönden bakılacak olursa. Belli belirsiz kırlaşmış sık saçlarıyla kafası altmış dört yılıyla çelişiyordu, tıpkı kırışıksız yüzü ve huzursuz, gri gözleri gibi.
“Bir burbon ile su geliyor” diye tekrarladım soğuk bir edayla; siparişi tuşladım.
Bara yaslandı. “Partide pek eğlenmiyor gibisin” diye gözlemledi, sesinde belli belirsiz bir alınganlıkla.
Ama ben fark etmemiş gibi yaparak geçiştirdim.
Otuz beş numara ayakkabısını taburenin birinin desteğine dayadı. “Bu cümbüş epey pahalıya patladı. Oysa hepsi senin için. En azından biraz takdir ediyor gibi görünür insan.” Yarı yarıya şaka yapıyor gibiydi.
İçkisi gelince ona uzattım. “Hepsi mi benim için?”
“Eh, tamamı sayılmaz.” Güldü. “Biraz reklam yapma imkânı verebileceğini itiraf etmek zorundayım.”
“Ben de öyle tahmin etmiştim. Bakıyorum basın ve belli çevrelerin temsilcileri yerlerini almışlar.”
“Bir itirazın yok değil mi? Böyle bir şey Reaksiyon AŞ’ye uygun bir elveda partisi de olmuş olur.”
İçkimi servis gözünden aldım ve yarısını bir dikişte yuttum.
“REAŞ’ın bir elveda partisine ihtiyacı yok. Kendi ayakları üzerinde duracak.”
Siskin’in saçları sanki diken diken oldu – en ufak bir dirençle karşılaştığında olduğu gibi. “Hall, seni severim. Senin ilginç bir geleceğe sahip olacağını düşünüyorum… sadece REAŞ’ta değil, belki bazı diğer girişimlerimde de. Yine de …”
“Ben Reaksiyon ötesinde başka bir şeyle ilgilenmiyorum.”
“Şu an için,” diye devam etti sebatla, “katkın sadece teknik açıdan. Sen müdür olarak kendi işine bağlı kal, bırak uzman reklamlarım da kendi üzerlerine düşeni halletsinler.”
Sessizce içkilerimizi içtik.
Derken o bardağını minik elleri arasında döndürmeye başladı.
“Tabii aslında senin şirkette herhangi bir payın olmadığı için gönül koymuş olabileceğinin farkındayım.”
“Hisse senetleri beni ilgilendirmiyor. Yeterince para alıyorum ben. Sadece işimi yapmak istiyorum o kadar.”
“Aslına bakarsan Hannon Fuller farklıydı.” Siskin gergin bir şekilde parmaklarını bardağa bastırdı. “Bütün donanımı ve sistemi bulan oydu. Mali destek arayışı için de bana geldi. Böylece şirketi kurduk… sekiz kişi birden kurduk aslında. Bu anlaşma çerçevesinde ortaya konan paranın yüzde yirmisini hak ediyordu.”
“Beş yıldır asistanlığını yaptığım için bütün bunların farkındayım zaten.” Otosakiyi tekrar doldurması için tuşladım.
“Öyleyse ne halt etmeye burada böyle somurtuyorsun?”
Hipnoztaşının yansımaları bulunduğumuz bölümün tavanına yayılıp pencerede patladı; şehrin parıltısına direniyordu. Bir kadın çığlık attı, sonunda çığlıkları bir kahkaha selinde boğulup gidinceye kadar.
Barın yanında dikleşerek bakışlarımı küstahça Siskin’e indirdim.
“Fuller öleli anca bir ay oluyor. Kendimi bir sırtlan gibi hissediyorum; yükselip onun işini ele geçiriyor olmayı kutlayan bir sırtlan.”
Gitmek için sırtımı dönmüştüm ki Siskin, “Her halükârda yükselecektin” dedi. “Fuller teknik müdür olarak gözden düşmeye başlamıştı. Baskı altında olmaya dayanamıyordu.”
“Ben öyle işitmedim. Fuller’ın, senin sosyal ortam simülatörün politik olasılık tahminleri için kullanmanı engellemeye niyeti vardı, bana öyle söylemişti.”
Hipnoztaşı’nın gösterisi bitmişti, o ana kadar akustik açıdan baskılanmış olan şamata artık bara doğru ilerliyordu, ellerini kollarını sallayarak konuşan bir grup tuvaletli kadın ve kavalyeleriyle birlikte.
İleri atılan bu grubun ön saflarındaki genç bir sarışın doğrudan bana yaklaştı. Ben daha uzaklaşamadan, bana sahip çıkarcasına elbisesinin altın sırmalı korsajını koluma dayadı. Gözlerinde abartılı bir şaşkınlık vardı, küt ve kısa kesilmiş gümüş boyalı saçları çıplak omuzlarında oynaşıyordu.
“Bay Hall, çok hayret verici değil miydi… şu Mars’tan gelen hipnoztaşı? Sizin bu işle bir alakanız var mı? Korkarım vardır.”
O esnada dikkat çekmeden uzaklaşmakta olan Siskin’e şöyle bir baktım. Sonra kızın, onun özel sekreterlerinden biri olduğunu fark ettim. Manevranın nedeni anlaşılmıştı. Hâlâ işinin başındaydı kızcağız. Sadece şimdiki görevi biraz program dışı, yatıştırıcıydı, ayrıca.
Siskin İç Denetim Müdürlüğü’nün sınırlarının biraz dışındaydı.
“Hayır, korkarım bu sizin patronunuzun fikriydi.”
“Ah!” dedi, Siskin yürüyüp uzaklaşırken arkasından hayranlıkla bakıyordu. “Ne kadar zeki, ne kadar yaratıcı ufak bir adam. Oyuncak bebek gibi değil mi? Kıpır kıpır, sevimli, küçük bir oyuncak bebek!”
Sıyrılıp kaçmaya çalıştım ama talimatını iyi almıştı.
“Ya sizin alanınız Bay Hall, stim… stimülasyon muydu?”
“Simülektronik.”
“Ne kadar etkileyici! Anladığım kadarıyla Bay Siskin ile makineyi yaptığınızda… makine diyebilirim değil mi?..”
“Total ortam simülatörü. Programdaki yazılım hatalarını temizledik sonunda, üçüncü denemede… Simülakron-3 adını verdik.”
“… o zaman siz stimülatörünüzü çalıştırınca artık işgüzarlara gerek kalmayacak.”
İşgüzarlarla, tabii ki, daha çok bilinen isimleriyle sertifikalı reaksiyon gözlemcilerini, “anketörleri” kastediyordu. Kendi adıma hayatlarını kazanma şansını insanlara çok görmediğim için ikinci terimi tercih ederim, gerçi bu bir ordu dolusu –yani, toplumun her günkü alışkanlıkları ve davranışlarını gözetleyen bir ordu dolusu–işgüzar anlamına gelse de.
“Bizim kimseyi işinden etmek gibi bir niyetimiz yok” diye açıkladım. “Fakat kamuoyu yoklamalarındaki örnekleme işine otomasyon tamamen hâkim olunca istihdamla ilgili yeni ayarlamalar yapmak gerekecek.”
Sıcacık bir edayla koluma dolandı, beni pencereye götürdü.
“Sizin niyetiniz ne Bay Hall? Bana biraz şu simülatörü anlatsanıza.
Bu arada, bana Dorothy derler.”
“Anlatacak pek bir şey yok.”
“Ah, alçakgönüllü davranıyorsunuz. Eminim vardır.”
Eğer Siskin ilhamlı manevralarına devam etmekte ısrar edecektiyse, benim de bir manevrada bulunmamda, hatta bu konuda Dorothy’yi biraz aşmamda bir… bir sakınca yoktu o zaman.
“Valla görüyorsunuz ya Bayan Ford, karmaşık bir toplumda yaşıyoruz, girişimlerin sunduğu imkânların tamamından faydalanmak istiyor toplum. Dolayısıyla kamuoyu yoklaması işinde sayamayacağınız kadar örnekleme kuruluşu var. Bir ürünü pazara sürmeden önce, bunu kimin alacağını, ne sıklıkla alacağını, ne kadar para ödemeye razı olduklarını bilmek istiyor yatırımcı; eyalet valisi Stone’un tekrar seçilme şansı ne kadardır; nelere talep vardır;
Bessie Teyze gelecek yıl modasında pembedense maviyi mi tercih edecek, bilmek istiyoruz.”
Neşeli bir kıkırdamayla sözümü kesti. “Her taşın altından işgüzarlar çıkıyor yani.”
Başımla onayladım. “Kamuoyu araştırmalarında örneklem işindekiler çok fazla. Baş belası oluyorlar tabii ki. Fakat Reaksiyon Gözlemcileri Yönetmeliği altındaki resmi statülerinden gayet memnunlar.”
“Ve Bay Siskin bizi bütün bunlardan kurtaracak – Bay Siskin ve siz, öyle mi?”
“Hannon J. Fuller sayesinde daha iyi bir yol bulmuştuk. Sosyal bir ortamın simülasyonunu elektronik olarak yapabiliyoruz. Buraya dünyamızdakine benzer güdülebilir varlıklar, yani reaksiyoner şahıs birimleri yerleştiriyoruz. Bu ortamı çalıştırmaya başlayınca, yani şahıs birimleri harekete geçirince, varsayımsal ortamlardaki davranış biçimlerini tespit edebiliyoruz.”
Kızın ışıldayan tebessümü solar gibi oldu, yerini belirsiz bir ifade aldı; sonra yeniden yüzünde güller açtı. “Anlıyorum” dedi. Ama anlamadığı belliydi. Bu da taktiğim konusunda beni yüreklendirmişti.
“Simülatör, ortalama bir toplumun elektromatematiksel bir modeli. Uzun erimli davranış biçimi tahminleri yapmamıza izin veriyor. Ve bu tahminler, bir anketör ordusunu, yani işgüzarları şehre salıp her işe burunlarını sokmalarından daha verimli bir sonuç veriyor.”
Cılız bir şekilde güldü. “Ama tabii ya. Hiç aklıma gelmemişti…
Baksana Doug, hadi iyi bir çocuk ol da bize içecek bir şeyler kap…
Ne olursa olsun.”
Siskin Müessesesi’ne duyduğum, muhtemelen yanlış bir sorumluluk hissiyle ona içkisini getirirdim. Ama barın önünde uzun bir kuyruk vardı ve ne yapacağımı düşünürken tanıtımda çalışan gençlerden biri Dorothy’yi gözüne kestirmişti bile.
Rahat bir nefes alarak açık büfeye yöneldim. Büfenin yakınlarında bir yerlerde, bir köşe yazarı ve medya temsilcisi tarafından kıstırılmış olan Siskin yakında faaliyete geçecek REAŞ simülatörünün mucizeleri hakkında nutuk atıyordu.
Coşkuyla anlatıp duruyordu. “Aslında, simülektroniğe ait yeni uygulama –bu gizli bir süreç biliyorsunuz– kültürümüz üzerinde o kadar büyük bir etki yaratacak ki Siskin Müessesesi’nin geri kalanı Reaksiyon AŞ’nin gölgesinde kalabilir.”
Videocu bir soru sordu; Siskin’in tepkisi refleks gibiydi. “Bunun yanında Simülektronik ilkel kalıyor. Bilgisayar merkezli olasılık tahminleri, etki-tepki araştırmasını tek bir seçenekle sınırlandırmıştır. Öte yandan Simülakron-3 adını verdiğimiz, REAŞ’ın total ortam simülatörü, insan davranışlarının tüm safhalarındaki varsayımsal reaksiyonlarla ilgili her soruya bir cevap bulacaktır.”
Tabii ki tıpkı bir papağan gibi Fuller’ın söylediklerini tekrarlıyordu. Ama Siskin’in ağzından çıkınca laflar çok ukalaca geliyordu kulağa. Fuller tam tersine, simülatörüne, sanki karmaşık bir devreler sistemiyle dolu üç katlı bir bina değilmiş de dini bir öğretiymiş gibi inanmıştı.
Fuller’ı düşündüm ve kendimi çok yalnız hissettim; yalnız ve onun başını çektiği yolda ilerleme cesaretinden yoksun. İşine âşık bir amirdi ama aynı zamanda benim için sıcak ve düşünceli bir dost olmuştu. Kabul, biraz eksantrikti. Ama bunun nedeni, çok önemli bir amaca hizmet ediyor olmasıydı. Siskin için Simülakron-3 sadece bir yatırım olmuş olabilir. Ama Fuller için şaşırtıcı ve güzel şeyler vadeden bir eşik; kapıları kısa bir süre sonra yeni ve daha iyi bir dünyaya açılacak olan bir eşikti.
Siskin Müessesesi ile yaptığı işbirliği Fuller için mali bir çözümdü. Ama simülatörün bir yandan para basarken bir yandan da karşılıklı sosyal etkileşimlerin ve insan ilişkilerinin öngörülemez alanlarını araştırmasını; en alt kademesinden en üsttekine kadar daha düzenli bir toplum fikrini ortaya çıkartacak bir vasıta olarak bunları araştırmasını amaçlamıştı.
Kapıya doğru seğirttim ve gözümün ucuyla Siskin’in habercilerden kurtulduğunu gördüm. Hızla odayı arşınlayarak gelip, “aç” düğmesini eliyle kapattı.
“Bizi bırakıp gitmeyi düşünmüyorsun herhalde?”
Belli ki benim partiden ayrılma olasılığımı kastediyordu. Öte yandan öyle miydi gerçekten? Vazgeçilemeyecek bir kaynak olduğum geldi aklıma. Ha, REAŞ ben olmadan da yüksek başarılarına devam ederdi. Ama Siskin yaptığı yatırımdan tam bir karşılık istiyorsa benim kalmam gerekiyordu. Fuller Simülaktronik-3’te bazı iyileştirmeler yapmış ve bir tek bana göstermişti.
Tam o sırada zil çaldı ve kapının tek taraflı video ekranında güzel giyimli, ince bir adamın görüntüsü parladı, elbisesinin sol koluna Sertifikalı Reaksiyon Gözlemcisi bandı tutturulmuştu.
Siskin’in kaşları zevkle kalktı. “Bir işgüzar hem de! Partiyi canlandıracağız.” Düğmeye bastı.
Kapı savrulurcasına açıldı ve kapıyı çalan kişi kendisini tanıttı:
“John Cromwell, SRG Numarası 1146-A2. Temsilciler Meclisi Bütçe Encümeni ile sözleşmeli Foster Kamuoyu Yoklaması Kurumu’nu temsil ediyorum.”
Adam Siskin’in arkasına bir göz attı ve açık büfe ile bar etrafında toplanmış konuk gruplarını fark etti. Sabırsız görünüyordu, sanki mahcup bir huzursuzluk içerisindeymiş gibiydi.
“Aman yarabbi!” diye itiraz etti Siskin bana göz kırparak. “Neredeyse gece yarısı!”
“Bu, devletin yasama otoritesi tarafından desteklenen ve onlar tarafından yapılması zorunlu kılınmış A Tipi öncelikli bir anket.
Siz Horace P. Siskin misiniz?”
“Evet.” Siskin kollarını kavuşturdu; Dorothy Ford’un tarif ettiğinden de küçük bir oyuncak bebeğe benziyordu.
“Güzel.” Adam bir deste resmi evrak ile bir kalem çıkarttı. “Ekonomik olasılıkların bir sonraki mali yılda devlet gelirini nasıl etkileyeceği konusundaki görüşleriniz hakkında anket yapacağım.”
“Hiçbir soruya cevap vermeyeceğim” dedi Siskin inatla.
Olacakları tahmin eden konukların bazıları durup seyretmeye başlamıştı. Beklenti içindeki kahkahaları, arka plandaki sohbet sesini aşarak duyuluyordu.
Anketör kaşlarını çattı. “Vermek zorundasınız. İşadamı kategorisi içerisinde nitelendirilmiş, resmi olarak kayıtlı birisiniz.”
Adamın tavrı çok abartılı görünüyorsa, abartılı olduğundandı.Bunun nedeni genellikle reaksiyon gözlemcilerinin, kamuoyu çıkarına bir sözleşme bulunca bu fırsatı kaçırmak istememesinden kaynaklanmasıydı. Sıradan ticari anket kuralları bu kadar katı olmazdı.
“Yine de cevap vermeyeceğim” diye tekrar etti Siskin. “Eğer RG Kurallarının 326. Maddesine bakacak olursanız…”
“Eğlence faaliyetlerinin anket yapmak amacıyla kesilemeyeceğini görürüm.” Diğeri nizamnameyi ezberden söylemişti. “Fakat örnekleme kamu iradesinin çıkarı için yapıldığı zaman bu ayrıcalık fıkrası uygulanamaz.”
Siskin adamın inatçı resmiyetine güldü, koluna girdi ve onu odanın diğer tarafına götürdü. “Haydi. Bir şey içelim. Sonra belki de cevap vermeye karar veririm.”
Anketörün biyokapasitansından kurtulan kapının “içeri alma” devresi yavaş yavaş kapıyı kapatmaya başlamıştı. Fakat ikinci bir ziyaretçi nedeniyle durdu ve açık kaldı.
Kel ve incecik suratlı, parmaklarını huzursuzca birleştirmiş gözleriyle odayı tarıyordu. Beni daha görmemişti çünkü ben onu video ekranından seyrederken kapının arkasında durmuştum.
Yaklaştığımı görünce ürktü.
“Lynch!” diye bağırdım. “Geçen hafta neredeydin?”
Morton Lynch REAŞ’ın iç güvenliğinden sorumluydu. Son zamanlarda akşam vardiyasında çalışıyordu ve geceleri çalışmayı tercih eden Hannon Fuller’la oldukça yakınlaşmıştı.
“Hall!” diye fısıldadı boğuk bir sesle, bakışlarını benim bakışlarıma dikerek. “Seninle konuşmam gerek! Tanrım, birileriyle konuşmam gerek!”
Onu içeri aldım. Daha önce iki kere daha sırra kadem basmış,bir haftalık elektronik beyin stimülasyonu âleminden sonra yorgunluktan bitkin, posası çıkmış bir halde çıkagelmişti. Son birkaç gündür ortalarda görülmemesinin nedeninin Fuller için matem tutmasından mı yoksa ESB batakhanelerinden birinde saklanmasından mı kaynaklanıyor olduğu hakkında yorumlar yapılıyordu.
Yok, bağımlı değildi. Şu anda bile kortikal akım âleminden gelmediği gayet açıktı.
Onu, kimsenin bulunmadığı çatı katındaki bahçeye çıkarttım.
“Fuller’ın kazasıyla mı ilgili?”
“Hey Tanrım, evet!” diye hıçkırdı, kendini kafes işi sandalyeye bırakıp yüzünü elleri arasına kapatarak. “Ama kaza değildi!”
“Öyleyse kim öldürdü onu? Nasıl…”
“Kimse.”
“Ama…”
Güneyde bir yerlerde Ay Roketi ağır ağır uzaya doğru ilerlerken gök gürültüsü gibi bir gümbürtü salarak şehri kızıl yansımalara boyadı. Roket çok aşağılarda simetrik huzmelerin oluşturduğu bir halı gibi yayılan şehrin göz kamaştırıcı ışıklarının ötesinden yükselmişti.
Ses patladığında Lynch neredeyse sandalyesinden düşecekti.
Omzundan tutup rahatlatarak sakinleştirdim. “Burada bekle. Sana bir içki getireyim.”
Sek burbonla döndüğümde içkiyi tek dikişte bitirdi ve bardağın elinden kayıp düşmesini hiç umursamadı.
“Hayır” diye devam etti, titremesi hiç azalmamıştı. “Fuller cinayete kurban gitmedi. ‘Cinayet’in olanlarla uzaktan yakından alakası yok.”
“Yüksek voltajlı bir kabloya basmış” diye hatırlattım ona. “Gece geç vakitmiş. Çok yorgunmuş. Sen gördün mü?”
“Hayır. Bu olaydan üç saat önce konuşmuştuk. Deli olduğunu düşünmüştüm – bana söyledikleri için. Beni karıştırmak istemediğini söyledi ama birilerine anlatması gerekiyordu. Sen hâlâ tatildeydin. Sonra… sonra…”
“Eee?”
“Sonra artık bunu bir sır olarak tutmamaya karar verdiği için onu öldüreceklerini düşündüğünü söyledi.”
“Neydi bu sır?”
“Ama kimseye söyleyemedim… sana bile. Çünkü eğer söylediği doğru idiyse… Neyse işte, son haftayı ne yapacağıma karar vermek için tekrar tekrar düşünmekle geçirdim.”
O ana kadar kapalı kapılar sayesinde bize ulaşamamış olan kakofoni, birden bahçeye taştı.
“Hah işte buradasın Dough, şekerim!”
Kapıda silueti görünen ve çok fazla içmiş olduğu için sallanıp duran Dorothy Ford’a bir bakış attım. “Bakış attım” sözünün altını çizmemin nedeni bakışlarımı Morton Lynch’ten bir saniyenin onda birinden fazla ayırmamın imkânsız olduğunu anlatmaktır.
Ama bakışlarımı geri çevirdiğimde sandalye boştu.
* İKİ *
Ertesi gün daha öğle olmadan Siskin’in reklamla ilgili çabaları meyvelerini vermeye başlamıştı bile. Öğrenebildiğim kadarıyla sabah video programlarından ikisi, simülektronik ile ilgili son gelişmeler hakkında “olayın içyüzünü” anlatan yorumlarını sunmuştu bile. Ve üç akşam gazetesinin ilk baskıları Reaksiyon AŞ ve şirketin “inanılmaz” total ortam simülatörü Simülakron-3 hakkındaki yazılarını ön sayfalarına taşımışlardı.
Bununla birlikte Morton Lynch’in yok oluşuyla ilgili sadece tek bir yerde bir şey bulabilmiştim. Akşam Postası’ndan Stan Walters sütununu bu haberle bitirmişti:
Ve görünüşe göre bugün büyük işadamı Horace P. Siskin’in efsanevi yeni şirketi Reaksiyon AŞ’nin iç güvenlik müdürü Morton Lynch’in “yok oluşu” ihbarı polisi kaygılandırmıştır. Fakat bu kaygı biraz yüzeysel kalmıştır. Gerçi biz bu araştırma sırasında polisin çok da zorlanacağını düşünmüyoruz. Olayı ihbar eden kişi Lynch’in öylece “yok oluverdiğini” söylemiştir! İddiaya göre her şey dün gece Siskin’in çatı katında verdiği partide vuku bulmuştur. Ayrıca herkes Siskin’in verdiği partilerde çok daha inanılmaz şeylerin olduğunu gayet iyi bilir.
Tabii ki bu hikâyeyle emniyet müdürlüğüne gidip olayı ihbar eden bendim. Başka ne yapabilirdim? Bir adamın ortadan kaybolmasına seyirci kalmak öyle insanın sadece omzunu silkip yoluna devam edebileceği şeylerden biri değildir.
Masamdaki interkomun zili çalmaya başlamıştı ama ben zili duymazdan gelip onun yerine bir hava aracının caddede bulunan ana iniş adasına alçalmasını seyrettim. 15 santimlik hava yastığının yüksekliğini koruyan araç, trafik bantlarını keserek sonunda kaldırım kenarında durdu. İçinden bir düzine SRG kolluklu adam indi. REAŞ binasının önündeki kaldırımda aralıklı durarak ellerindeki dövizleri kaldırdılar. Dövizlerde şunlar yazıyordu:
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSimülakron – 3
- Sayfa Sayısı176
- YazarDaniel F. Galouye
- ISBN9789750863110
- Boyutlar, Kapak13,5 x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yalnız Değilsin ~ Greer Hendricks, Sarah Pekkanen
Yalnız Değilsin
Greer Hendricks, Sarah Pekkanen
Shay Miller aşkı bulmak istiyor ama hep yanlış kişilere tutuluyordu. Başarılı olmak istiyor ama geçici işlerde sürünüyordu. Kendini bir yerlere ait hissetmek istiyor ama...
- Beyaz Diş ~ Jack London
Beyaz Diş
Jack London
Gece karanlığı bastırıyordu. Kampın gürültüsüne ve telaşına alışık olan duyuları körelmişti. Ne görülecek, ne duyulacak, ne de yapılacak bir şey vardı burada. Sessizliğin bozulduğunu...
- Taşıdıkları Şeyler ~ Tim O'Brien
Taşıdıkları Şeyler
Tim O'Brien
Hafızaya ve yazının gücüne dair çağdaş bir klasik: Taşıdıkları Şeyler. Tim O’Brien, Pulitzer’e aday olan bu kitapta kurmaca ve hakikatin arasındaki ince çizgide geziniyor,...