Yer paspasım verildi ama kovam yok
Bu gece de bir döşeğim var ya artık bana gam yok
Pijama yerine sırtımda linçte yırtılan fanila
Göğsümde koca Atatürk var hâlâ başkasına karnım tok
Barbaros Şansal’ın Kıbrıs’ta derdest edilip Atatürk Havalimanı apronunda aportta bekleyen güruh tarafından linç girişimine uğraması ve sonrasında Silivri Cezaevi’ne kapatılıp aylar sonraki beraatına dek geçen süreci kaleme aldığı “Makam Odası-LİNÇ” hiciv sanatında yepyeni bir çığır açacak anekdotları, aklınızın sınırlarını zorlayacak metaforları ve alegorik üslubuyla elinizden bırakamayacağınız bir Türkiye panoraması sunuyor…
İÇİNDEKİLER
İLK SÖZ………………………………………………………………….. 9
GÜM! …………………………………………………………………….. 11
NOT! ……………………………………………………………………… 17
C72…………………………………………………………………………. 20
GÖRMELI MI, GÖMMELI MI?………………………………… 26
EKMEK!………………………………………………………………….. 30
MAKAM ODASI…………………………………………………….. 35
BENIM MAKAMIM SENIN MAKAMINI DÖVER …… 41
SANAT GALERISI (TUTSAK EDILEMEZ)……………… 45
DAVET …………………………………………………………………… 62
Bugün Ne Giysem? ………………………………………………. 62
Hoş Geldiniz. Neden Eli Boş Geldiniz?…………………… 66
Zafiyetler Değil Ziyafetler Doyurur…………………………. 75
İtiraf …………………………………………………………………… 80
ADIM ADIM SILIVRI……………………………………………… 88
SURVIVOR (HAYATTA KALMAK)………………………… 92
ELEMELER…………………………………………………………. 92
STRATEJI GÜZELLIĞI DÖVER!…………………………. 98
MAHREM ………………………………………………………………. 108
KAPALI GÖRÜŞ…………………………………………………….. 122
LINÇ………………………………………………………………………. 136
Pat……………………………………………………………………… 136
Saltanat kayığı ………………………………………………….. 138
Bir pozitif yükümlülük olarak linç! ……………………….. 139
Linçin hukuksal meselesi …………………………………….. 139
Linçin Türkiye’deki algoritması…………………………….. 144
Türkiye’de politik linç saikleri ………………………………. 147
Sonuç……………………………………………………………… 150
GANIMET ……………………………………………………………… 154
VESIKALIK ÇERÇEVE (SOYAĞACI)……………………… 164
VESSELAM…………………………………………………………….. 171
GÜNAH…………………………………………………………………. 183
KURŞUNKALEM……………………………………………………. 196
MUHAFAZAKÂR…………………………………………………… 205
BIR ANDA!…………………………………………………………….. 219
DILEKÇE………………………………………………………………… 233
KIMLIKSIZ KIMLIK………………………………………………… 249
ZEBUN …………………………………………………………………… 260
KIM TUTAR YAMAĞI? ………………………………………….. 266
SIRADAN!……………………………………………………………… 271
MARGARIN KUTUSU EVET…………………………………. 275
MEMLEKET İSTERIM!……………………………………………. 283
KUYU …………………………………………………………………….. 290
ATEŞLE OYUN……………………………………………………….. 299
KOKU…………………………………………………………………….. 307
ŞUBAT GÜNEŞI …………………………………………………….. 314
SIS………………………………………………………………………….. 321
İlk Söz
Pek ulu sayılmasa da olabildiğince nağmeli okunan namaz çağrısı, bir önceki hükümlüden boşalan avluya sarmalı bol olan jiletli ve dikenli tellerden sızıp, usulca ulaşıyordu. Cezaevi duvarının dışından geçtiği besbelli asfalt otoyoldaki trafik dinmek bilmeden hızla akıp gidiyordu. Ocak yağmuru henüz dinmiş, görünen gökyüzümde maviliğe yer açan beyaz bulutların arasından süzülen ikindi güneşi üst katın demir kafesinden sanki göz kırpıyordu.
Yüksek güvenlikli binanın en korunaklı ve ücra hücrelerinden birinde, tecrit edilmiş bir halde, malum şer cephelerinin kumpasına boyun eğmeden bulabildiğim ilk kalem ve kâğıtlarla yazmaya yeniden başlıyordum. Çok değil, daha birkaç yıl önce aynı cezaevinin barikatlarına dayanmışken, şimdi o binanın demir kapılarının ardında koğuşlardan kopup gelen sloganların ses kesmediği özgürlük korolarının ilk notalarını artık kendi kulağımla duyuyordum. “Makam odalarından emir verenlerin ahkâmı dağ olsa; yatak odalarında iktidardan düşerler avratları bağ da olsa.” Şimdi sakin bir köşeye çekilin, ilerleyen sayfalarda bozuk musluk contası sebebiyle sürekli damlayan suyun sinir bozucu tınılarına ilaveten paslı metalik seslerle iç gıcırdatan bir ruh haliyle sizi bu kez Prova Odası’ndan çıkarıp Silivri’nin ceza odalarında ağırlayacağım.
Bu ülkede yaşayan her bireyin hiç beklemediği bir anda kendisini bulabileceği bir zindandan hayatı aktaracağım. Ergenekon’dan Balyoz’ a sessiz çığlıklarınmahkemelerinden vardiyaların mağdurlarına rağmen TSK tasfiye edilirken izleyenlerden; Mustafa Balbay, Doğu Perinçek, Nedim Şener, Ahmet Şık, Tuncay Özkan gibilerin içeride, Tarık Akan, Bülent Bezdüz, Levent Kırca’ların omuz omuza dışarıda direndiği günlerden alıp dünden yarına taşıyacağım. Kanaltürk’ün iktidar eliyle Tuncay Özkan’dan alınıp Fetullah Gülen sermayesine evrilişinin ardından Cumhuriyet’in nasıl tutsak edildiği; Erdem Gül’lü, Can Dündar’lı, Soner Yalçın’lı, Oda TV’1i davaları görüşünü ve en sonunda Sebahat Kiraz’dan Ahmet Türk’e birçok HDP milletvekilleriyle kumpas süreçlerinin nasıl yürütüldüğünü hatta ham çökelek Atilla Taş’ın bile kantin peynirine esir düşüşünü betimleyeceğim. FETÖ’cülerin de yaka paça götürülüşünü bir yana bırakıp bundan sonrasını geçmişin kirli yüzünü de teşhir ederek hiçbir şeyden ödün vermeden gözler önüne sereceğim…
Musa Kart, Akın Atalay, Kadri Gürsel ve Cumhuriyet yazarları, öğretim görevlileri, öğrenciler, polisler, hâkimler, savcılar, askerler, yazarlar, işadamları, gazeteciler ve sanatçılar… Kimler geldi kimler geçti! Tıpkı Ajda Pekkan’ın yaşlanmak bilmez bedeninden çıkan şarkısı gibi… “Güm güm güm!” Yine demir kapılar yumruklarla inliyor. Koğuştan koğuşa dalgalanan sloganlar yüksek duvarlardan koridorlara yayılıp yankılanarak gardiyanları aşıp hücreme dek ulaşıyor. C Blok 9. Koridor 72 No.lu hücremde dokuz metrekare avluya bakan camın önündeki masadayım. Atatürk Havalimanı’nda linç edilmeye kalkışılan bedenimin üzerinde o geceden miras göğsü Atatürk’lü tişörtümle dördüncü tutuklu akşamındayım.
İnsan haklarıyla insandır
Makam insanın değil insanlığın andıdır
Güm!
Uzun bir bekleyişten sonra zar zor ayarlanmış hücreme henüz yerleştim. İki gün süren revir karantinam henüz bitmiş. Yeni yıla gireli 4 gün olmuş. Görevlinin, amirin emriyle alelacele ve yarım yamalak elimden kapıp gittiği kantin siparişim biraz önce gelmiş. İki paket bisküvi, üç dört paket sigara, bolca temizlik malzemesi. Akla ilk ne geldiyse işte… Normalde kantin siparişleri pazartesi veriliyor ve çarşambaları size teslim ediliyor. Hücreden çıkmak yasak. Haftalık harcama limitinizi geçmenize de izin verilmiyor. Ara emirle geldiğimden olsa gerek anlayışlı kantin görevlisi diğer ihtiyaçlarımı yarın getireceğini belirterek uzaklaşıyor. Yaşadığım şok yerini yavaş yavaş ne kadar zaman geçireceğim belli olmayan hücrede huzura dönüşüyor. Avukatımla ilk görüşmem yeni bitmiş, günlerdir ulaşamadığım sigaradan bir nefes çekmek üzereyim. Avluya açılan demir kapıyı aralayıp plastik sandalyemi camın önüne yerleştiriyorum. Tam sigarayı ağzıma götürecekken… “Güm!” Hemen yanı başımda nereden geldiği belli olmayan, torpil gibi rulo yapılarak bantlanmış bir paket düşüyor ve ardından ona eşlik eden gaipten gelen bir genç adamın sesi: Hoş geldin Barbaros!
Sesin hangi yönden geldiğini anlamak zor. Aynı ses devam ettiğinde sağdaki avludan seslenildiğini anlıyorum. Zaten benim hücrem en son yani solumda sadece soğuk duvar var. Bitişik avludaki seslenmeye devam ediyor. “Ben her gün iki gazete alırım onları attım sana. Bir şeye ihtiyacın olursa rögar deliklerini kullan, oradan konuşabiliriz. Ne lazımsa seslen…” Ani paniğimin ardından kısa bir “Sağ ol…” cevabı yolluyorum. Hafifçe yana eğilip paketi yerden alıyorum. Şaşkınlık ve kaygı birbirine dolanmış halde zihnim sorguluyor. Acaba içinde ne var? Ya yasadışı bir şeyse? Ama her giriş çıkış noktalarında üst aramasına dek sıkıca aranıyoruz.
Bu durumda içinde ne olabilir ki? Bana gazete olduğunu söyledi. Günlerdir ne olup bittiğini bilmediğimden kaygıları bir yana bırakıp paketi açmaya başlıyorum. Hem intikal ederken bana verilen ve haklarımın yazılı olduğu belgede TV ve gazete hakkım olduğunu biliyorum. Bir şey olmaz eminliği ve heyecanla kalın bantları açtıktan sonra iki günlük Hürriyet ve bir de Kelebek. Gazete isimleri bir hücre avlusu için oldukça manidar diye düşünüp gülümsüyorum. Daha elimdekileri düzeltmeden avlunun ortasına bir ikinci paket daha düşüyor. Doğrulup onu da yerden aldığımda aynı ses “Bunda da Evrensel ve Cumhuriyet var, içine Mine Söğüt’ün dünkü makalesini de koydum. Sağlıcakla kalın.” Her iki paketi de alıp içeri geçerek yatağımın üzerine oturuyorum. O da ne? Tüm gazeteler, uçaktan aprona polis nezaretinde indirilirken bana uygulanan linç girişiminden bahsediyor. Hani inerken ayağımın kaydığı iddia edilen ve polis aracına götürülürken milli duygularına engel olamayan TGS ve bilumum diğer meçhul resmi görevlilerle oluşturulan sözde arbededen…
Sezgin Tanrıkulu Meclis’e taşımış, Ertuğrul Özkök daha altı ay önce birtakım sinirli gencin (IŞİD) saldırısına uğramış bir havalimanında bu adamların nasıl çalışabildiğini soruyor. Oysa 15 Temmuz kalkışmasında binlerce insanın aynı terminal ve apronda uçak dibinde nasıl “özçekim”ler çektiğini atlayarak. Ayşe Arman, “Nitekim sınır dışı ettiler, paketleyip gönderdiler, madde mi kullandı?” derken; Benim 12F numaralı koltuğa zaten bedel tarafımdan ödenmiş biletli yolcu olduğumu unutarak! Ercan’da yanımda ustam Yıldırım Mayruk Beyefendi olduğu halde, üstüne üstlük bir de KKTC polisi nezaretinde bulunmama rağmen uçak içinde darp edilişimi, ağır hakaretler karşısında kabin ekibinin şikâyetçi olup olmadığımı sorması üzerine, sırf yolcular mağdur olmasın diye sessiz kaldığımı ve seferin yapılmasını sağladığımı bilmeden! Tabii böylesi gerilimli ve riskli bir uçuşa THY pilotunun nasıl risk alarak izin verdiğini sorgulamadan!
Bunca yıllık gazeteci olduğunu iddia eden birinin sorup soruşturmadan algı yönetiminin bir kurbanı daha olup çalakalem yazısındaki “Hukuk yoksa bu ülkede istediğimiz iftirayı atarız” cümlesiyle sonlandırarak, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki adli kontrolde aldığım darbelerden idrarımdan madde değil kan geldiğini bilmeden! Gülümseyip geçiyorum. Yıllar önce bir pırlanta firması tanıtımı için Ankara’ya gelen Claudia Schiffer uğruna bizim asansöre “Benim de annem Alman” diyerek kendini atıverdiği günü de hatırlayarak. Ahmet Hakan Coşkun ise; benim de beni linç edenlerin de o linçi alkışlayanların da durumu berbat derken. Ülkeyi bugünkü hale sokanlarca getirildiği noktadan sıyrılıp daha önce dudak bükerek, laikliğin altına sığınacak güvenli bir saçak olduğunu itiraf edecek kadar çok taraflı bir tarafsıza dönüşüvermiş. Onu da Reasürans Çarşısı’ndaki günlerden tanırım (bir zamanlar Ayşe Böhürler himayesindeki Kanal 7 “anchorman”lığından değil) Nişantaşı gibi bir yerde dövülüp haber olduğundan. Perşembe, yani bir gün sonra A.H.C. Ertuğrul Özkök’ü okumuş olmalı ki hâlâ benim dışımda tutuklanacak birini arıyordu…
Onca yıldır bana yayın yasağı uygulayan Doğan Grubu, bir yandan FETÖ gözaltılarıyla uğraşırken bu ülkenin vahim durumunda, beni, mesleğimi, defilelerimi ya da başarılarımı değil, ancak bu skandallarla gündeme taşıyıp biraz daha tiraj dileniyordu. 30 Aralık akşamı “Kumar haram namaz kılın diyen yandaş basının süper laik akrabaları, kumar masalarında sancak ve bayrak yerine dolar dalgalandırıyor” tweet iletimi hepsi gözden kaçırıyordu. Asıl infaz meğerse o an mı karara bağlanıyordu?… 31 Aralık akşamüstü günbatımında yayınladığım video mesajımdan ise nedense kimse bahsetmiyordu. Ne o videodan ne de Kürtçe, Rumca, Ermenice ve Rusça yayınladığım barış, kardeşlik ve özgürlük dilediğim yeni yıl mesajımdan. Varsa yoksa: “Bokunda boğul Türkiye.” Evet, uzun süre önce Reportare.com’a, Sinan Dirlik ve Ulvi Yaman vasıtasıyla verdiğim uzun röportajın başlığından bihaberdiler.
Evet, tüm ilgilerini 1 Ocak 00.15’te yayınladığım, bir ucundan bir ucuna zaten bir saat olan bir adadaki, TC entegrasyonu uğruna bölünmüş Kıbrıs adasındaki bir saatlik saat farkını hicvederek. Üstelik İstanbul’daki gece kulübü saldırısından bir saat önce! Sosyal medyada zaman tünelinde meçhul bir trol hesapça paylaşılmış, muhtemelen Tweetfake programı ile yapılmış, saati 15.31 gösteren ve yollandığı konumu İstanbul görünen bir ekran görüntüsü sahtesi üzerine gelişen olayları yorumlamadan direkt yargısız infaz ederek… Sosyal medya üzerinde, yandaş“troll” hesapların özel cep telefonlarımı ve adresimi ifşa edenlere dokunmadan…
Tarafsız gazeteciliğin taraflı ticarete nasıl dönüştüğünü kendilerine hiç sormadan. Her şey bir yana, bu tatavaya saldırı sonrası “Sahibi Musevi, davacısı Sünni, işletmecisi Alevi, Noel Baba ha ? HS!!!” diye cevap verişimin nasıl bir mezhep kışkırtıcılığına döndürüldüğünü açıklamadan. Santa Claus ve Noel Baba farkını bilecek kadarsanız ve bu coğrafyada yaşıyorsanız kendinizi her an her şeye hazır tutmak zorundasınız. Aynı bornozlu, ikiyüzlü muhafazakâr avukat makalesi gibi işte. Hani Suruç’ta, kendini patlatan IŞİD’ci terörist için “Ona şehit denmez Niyazi denir” dediğimde; bundan dört yıl kadar önce şahsıma yine bir linç girişimi karşısında üzüntüsünden beni ekranlara taşıyan Ersoy Dede’nin hedef göstermesi ile gelişen ve açılan tüm gereksiz hukuk işgali gibi davalardan beraat ettiğim durum misali.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Mektup
- Kitap AdıMakam Odası - Linç
- Sayfa Sayısı328
- YazarBarbaros Şansal
- ISBN9786053112730
- Boyutlar, Kapak13,5 × 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviDestek Yayınları /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Kayıp Denizci ~ Gabriel Garcia Marquez
Bir Kayıp Denizci
Gabriel Garcia Marquez
Olay, 28 Şubat 1955 günü duyuldu. Kolombiya Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Caldas muhribi, Antiller’de azgın bir fırtınaya yakalanmış, mürettebattan sekiz kişi dalgalara kapılıp kaybolmuştu. Kaybolan...
- üç noktalı zamanlar ~ Deniz Doğan
üç noktalı zamanlar
Deniz Doğan
Bu cümleler, kaynakçası olmayan kitapların, kenarına düştüğümüz satırlar gibi. Kimi kısa; kesik kesik ağlarcasına, kimi bir uzun hava… Kendini ciddiye almayan, ama külün içindeki...
- Çınaraltı Kitap Sohbetleri ~ Dursun Gürlek
Çınaraltı Kitap Sohbetleri
Dursun Gürlek
“Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak, kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekanın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek, Harami...