Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kaçak – Tehlikeli İnatçı ve Kedi
Kaçak – Tehlikeli İnatçı ve Kedi

Kaçak – Tehlikeli İnatçı ve Kedi

Esra Doyuk, Rachel Vincent

KEDİLER HER ZAMAN DÖRT AYAK ÜSTÜNE DÜŞMÜYORMUŞ… Bunu herkesten iyi bilmem gerekir. Yeniden Gurur sürüsüne katıldığımdan beri büyük kararlar aldım ve belki de bu…

KEDİLER HER ZAMAN
DÖRT AYAK ÜSTÜNE DÜŞMÜYORMUŞ…

Bunu herkesten iyi bilmem gerekir. Yeniden Gurur sürüsüne katıldığımdan beri büyük kararlar aldım ve belki de bu kararlardan daha büyük hatalar yaptım…

Babamın adamları arasındaki ilk ve tek dişi olarak, liderime, sürüme ve kendime kanıtlayacak çok şeyim var. Yine de mesai saatlerimin dışında hem işte hem de özel hayatımda partnerim olan Marc’la geçirilebilecek hoş vakit İçin gereken enerjiyi buluyorum.

Ama bütün hatalarımı geride bırakmadım. Düşünmeden yaptığım korkunç bir hata bana üstesinden gelebileceğimden çok daha fazlasına mal olabilir…

“Bu kitaptan ne kadar çok keyif aldığımı kelimelerle ifade edemem. Kaçak, okuyabilmek için her şeyi bir kenara bırakacağınız kitaplardan. Şiddetle tavsiye ediyorum!”
CK2S Kwips and Kritiques

***

Bir

“Yakala ve serbest bırakmış!” diye homurdanarak serseriyi Marc’ın arabasının bagajının üstünden yüzüstü aşağı ittim, dişleri keskin bir sesle birbirine vurduğunda boşta kalan elimi tam zamanında çekmiştim. Aşağılık herif benden yarım kat büyüktü ve… şey, korkmuş bir kedi gibi çırpınıyordu, -ben dâhil- elleri nereye denk gelirse parçalamak için kararlıydı.

Birkaç metre arkamda Marc olanları izliyordu, daha sonra babama anlatmak için performansımın her açısını zihnine yazdığından hiç şüphem yoktu. Şu ana kadar ona rapor edecek pek iyi şeyler vermemiştim.

Etrafta sinsi sinsi dolaşan tiplere ders vermek için onları evire çevire dövmek anlaşılır bir şeydi; bilindik korkutma taktiklerinin pek çoğunu kolaylıkla uygulayabilirdim. Ama tüm bu onları-yakala-ve-dışarı-çıkar anlayışı? Bu saçmalıktı. Tamamen ve tepeden tırnağa enayilikti. Babam ne düşünüyordu ki?

Tüm akşam şanslı olduğum tek konu, serserinin Dumas, Arkansas’ın varoşlarındaki tenha bir öpüş koklaş yerine kaçmış olmasıydı. Şehrin ışıklarından uzaklaşmak yerine onlara doğru ilerleseydi, onu asla yakalayamazdım. Denemezdim bile. Yoldan tesadüfen geçen insanların ortalama boyutlardaki benim gibi genç bir kadının kendisinden en az yirmi kilo ağır olan bir adama bir temiz giriştiğini görmelerini göze alamazdık. Ayrıca gerçek şu ki serseri nasıl dövüşüleceğini biliyor olsaydı muhtemelen onu yakalayamazdım.

Yine de ele geçirme kısmı rahat geçmemişti. Marc yardım etmek için hiçbir çaba harcamamıştı.

“Bana yardım edebilir misin?” diye çıkıştım ona omzumun üstünden. Serseri kollarımın arasından kaçmaya çalışarak döndüğünde başını geriye çekip bagaja çarptım.

Ayak seslerinin takip etmediği erkeksi bir kahkaha çınladı arkamda. “Çok iyi gidiyorsun, querida ¹.”

“Bana… asla… böyle… seslenme,” diye hırladım kenetlenmiş dişlerimin arasından. Boş elimle, davetsiz misafirin sallanan kollarından birini tuttum ve sırt çukuruna bastırdım, öteki elini boya üzerinde çizikler bırakarak kurtardı. Marc’ın sıklıkla kötü muamele gören arabası için bu bir sorun değildi tabii.

Marc gözdağımdan etkilenmemiş bir halde güldü.

Öne doğru eğilerek davetsiz misafiri sabit tutmak için kendimi onun sırtına yasladım. Kırmızı bluzunun ince, parlak kumaşının altındaki kalbi deli gibi atıyordu. Boştaki eli şiddetle sallandı ve yine uzanamayacağım bir yere gitti. Yakalamış olduğum bileği sıktım. Kemikleri birbirine geçti. Serseri acı içinde feryat ederek altımda büküldü. İlk tek başıma yakalama işimi batırmamaya kararlı bir şekilde direndim. Marc seyrederken olmazdı. Bunu unutmama asla izin vermezdi.

“Bırak beni, kaltak,” diye homurdandı serseri. Yüzü arabaya bastırıldığı için kelimeleri boğuk çıkmıştı.

Marc yine arkamda kıkırdadı. “Sanırım senden hoşlanıyor, Faythe.”

“Ya yardım et ya da çeneni kapa.” Boştaki elimi paketinden az önce çıkardığım ve hâlâ parlak olan yeni kelepçelerimi almak için arka cebime soktum. Onları devreye sokmanın zamanı gelmişti.

İlk halkayı açarken metal metalin üstünde şıngırdadı ve serserinin çırpınışı şiddetlendi. Başını geriye attı ve boştaki kolunu garip bir açıyla hızla yukarı kaldırdı. Eli benimkine çarptı. Yumruğum açıldı.

Acı dolu bir an, metalin açık halkası işaret parmağıma asılı kaldı, diğer ucuysa bir sarkaç gibi sallandı. Sonra kelepçe elimden kaydı ve tutuklumun sol ayakkabısının ucuna kondu. Bileğindeki tutuşumu güçlendirip kelepçeyi almak için eğildim, bu sırada onu geriye doğru çekiyordum. Adam tekmesiyle kelepçeyi uzaklaştırdı. Kelepçe arabanın altına gitti ve çakıl taşlarının üstüne savruldu.

“Lanet olsun!” Parlaklık ve yenilik buraya kadarmış. Her ikimizi de doğrulttum ve serserinin başının arkasını tokatladım. Homurdandı. Marc güldü. Sinirden çığlık atmamak için zor duruyordum. İşler ilk yakala-ve-serbest-bırak işimin gitmesi gerektiği gibi gitmiyordu.

Hiddetimi bir kenara iterek serseriyi yeniden bagajın üstüne yatırdım ama üstünlüğü sağlamak için çok geç kalmıştım. Ben çuvallamıştım, o ise tekrar cesaretlenmişti.

Serseri hırlayarak dirseğini sol tarafıma geçirdi. Göğsüme ve karnıma büyük bir acı yayıldı. Hızla nefesimi bıraktım. Kolu yumruğumun etrafına kaydı, neredeyse tutuşumu kaybediyordum.

Başlarım böyle işe. Bu işi nazik ve kolayca halletme şansını kaybetmişti, böylece geriye sadece -en favori yöntemim olan- hızlı ve sert kalmıştı.

Derin bir nefes aldım. Yeni zedelenmiş yan tarafımı âdeta bir ateş kapladı. Ağırlığımı sol bacağıma verdim ve sağ dizimi kasıklarına geçirdim.

Serseri sanki kendi dilini yutuyormuş gibi tek bir acı dolu yutkunma sesi çıkardı. Bir süre sadece Marc’ın arkamda düzenli nefes alıp verişini ve cırcır böceklerinin etrafımızda ötmesini duydum. Sonra tutuklum çığlık atarak Steven Tyler’ı bile irkitilecek notalara ulaştı.

Koşmak şöyle dursun, ayağa bile kalkamayacağından emin olduğumda onu bıraktım. Küçük bir kız gibi çığlık atarak ayaklarımın yanına, yere çöktü.

“Pekâlâ, işi yapmanın bir yolu kesinlikle bu.” Marc yanıma geldi. Biraz soluk gözüküyordu ve bunun sebebi sadece ay ışığı değildi.

Çakılların üzerindeki zavallıya bakarak yüzüme düşmüş saçlarımı ittim. “Lanet olası kelepçelerini ver bana,” diye çıkıştım Marc’a, rakibimi kasıklarına indirdiğim bir tekmeyle yere düşürdüğüm için kendimden hiç utanmayarak.

Marc kendi kelepçelerini arka cebinden çıkardı. “Seni kızdırmamam gerektiğini unutturma bana,” dedi kelepçeleri açık avucuma bırakarak.

“Hâlâ hatırlatılmasına ihtiyaç duyuyor musun?” Diz çökerek serserinin kollarını sırtında birleştirdim ve onu kelepçeledim. Dirseğinden tutup yukarı çekerek onu yarı sürükler bir şekilde arabanın yolcu tarafına götürürken hâlâ sızlanıyordu. Kapıya vardığımızda bana bakması için onu çevirdim. “İsmin ne?”

Cevap vermek yerine, bluzumun düşük yakasına içine düşecekmiş gibi baktı. Bu yaptığı en zeki veya en orijinal tepki değildi ama kesinlikle şansını denemiş bir erkeğin yapacağı bir hareketti. Yine de bana şehvetle bakılması havasında değildim. En azından onun tarafından.

Yumruğumu salladım ve eklemlerim hızla göğüs kafesine çarptı. Adamın gözleri büyüdü ve çenesi acı dolu bir uf sesiyle ile kenetlendi.

Kapalı göz kapaklarına bakarak, “Son kez soruyorum,” diye uyardım. “Ondan sonra seni öldüreceğim ve sana Tom Doe diyeceğim. Seçim senin. Şimdi, lanet olası ismin ne?”

Gözleri birdenbire açıldı, tehdidimin ne kadar ciddi olduğunu tartmak ister gibi gözlerimin içine baktı. Her ne gördüyse onu ikna etmiş olmalıydı. “Dan Painter,” dedi ve sinirinden isminin son hecesini âdeta yuttu.

“Bay Painter.” Yüzündeki ifadeye ve hızlı bile olsa düzenli kalp atışlarına dayanarak gerçeği söylemesinden memnun bir halde başımla onu onayladım. “Bu hiç hoş olmayan ziyaretinizi neye borçluyuz acaba?”

Kafasının karışmasıyla birlikte kaşları yukarı kalktı.

Gözlerimi devirdim. “Lanet olası, ne işin var burada?”

Anladığı yüzüne yayılarak kendini belli ederken alnındaki kırışıklıklar düzeldi. “Sadece vatandaşlık görevimi yapıyorum,” diye ısrar etti. “Bir kıç parçasını kovalıyorum, gerçi artık fark etmez. Kaltak benden kaçtı.”

Marc öne çıktı. “Seni Orta Güney Gurur bölgesine girmeye teşvik ettiğine göre iyi bir kıç parçası olmalı.”

İçimden inleyerek dilime hâkim oldum. Bir tutuklunun önünde partnerime -tekrar- bağırmak kötü bir davranış olurdu.

“Hiçbir fikrin yok.” Serseri omzumun üstünden Marc’a baktı. “Belki de vardır.” Gözleri tekrar bana döndü ve bakışları bluzumdan aşağı, siyah, dar pantolonuma kayınca dişlerimi sıktım. “Bunun yüzü biraz yavan ama gerekli yerlerde her şeyi tam, ha?”

Marc’ın arkamda gerildiğini hissettim ve eklemlerinin çıtladığını duydum. Yumruğunu sıkıyordu. Ama çok geç kalmıştı.

“Bunu bölgemizden uzak durman için sana yapılan tek ihtar olarak düşün.” Yumruğum güzel bir sağ kroşeyle uçtu. Eklemlerim serserinin sol yanağına çarptı. Başı geriye gitti. Ardından dört dakika içinde ikinci kez -bu kez bilincini kaybederek- yere çöktü.

Düşmesine izin verip çürümüş olan elini esnetmeye başladım. Yüzünü çakıllarla çizmesinden bana neydi ki? Elmacık kemiğini kırmadığım için şanslıydı. En azından ben hiçbir şeyi kırmadığımı düşünüyordum. Muhtemelen kendi eklemlerim dışında.

Marc arkamda yumuşak bir ıslık sesi çıkarttı, belli ki etkilenmişti. Sağ arka kapıyı açmak için serserinin bedeni üzerine eğilirken, “Bu standart prosedür değil,” dedi. Sesi kulağa fazlasıyla mantıklı geliyordu.

“Evet, ben senin standart adamlarından değilim.” Babamın çalışanları kurallara benden daha çok saygı gösterirlerdi. Ayrıca onların çok daha fazla testosteronları ve iki yumurtalık eksikleri vardı. Hiçbiri benimle gerçekten ne yapacağını bilmiyordu.

Marc yaralı elimi arabanın içindeki ışığa kaldırarak sırttı. “Buna itirazım yok.” Bileğimi daha iyi görmek için kaldırınca irkildim. “Kırılmamış. Serbest bölgeye giderken yolda biraz buz almak için dururuz.”

“Ve biraz kahve,” diye ısrar ettim; şimdiden doğuya, Dan Paintert Mississippi Nehri’nin öteki tarafındaki serbest bölgede salıvereceğimiz, Arkansas-Mississippi sınırına yapılacak ve saatler sürecek olan sürüşten dehşete düşmüştüm. “Kahveye ihtiyacım var.”

“Elbette.” Marc eğilerek sol eliyle serserinin gömleğini ve diğeriyle de kotunun belini kavradı. Baygın kedi adamı kaldırdı ve onu başı önde olacak şekilde tutarak arka koltuğa fırlattı. “Amma sağlam kroşeydi.” Marc bir rulo koli bandını, görünüşe göre hiç yoktan, ortaya çıkardı. Uzun bir şerit kopardı ve bunu Bay Painter’ın bileklerine sardı, sonra da serserinin ayaklarını arabaya sokmak için bacaklarını dizlerinden büktü. “Babanın sana bunu öğrettiğini hatırlamıyorum.”

“Öğretmedi.”

Marc kapıyı çarptı ve soru sorarcasına tek kaşını kaldırdı.

Gülümseyerek arabanın altına bakmak için diz çöktüm. “Ultimate Fighting Championship ².”

Başıyla onayladı. “Etkileyici.”

“Ben de öyle düşünmüştüm.” Çakılların içinde ellerim ve dizlerimin üstünde durup kelepçelerimi arayarak arabanın altına el yordamıyla baktım. Bir ay önce zararsız ama suçunu tekrarlayan birisini takip ederken Red Nehri’ne dalıp ilk kelepçe takımımı kaybetmiştim. Bu yeni takımla birlikte geri dönmezsem babam derimi yüzerdi. Veya maaş çekimde kesinti yapardı.

Parmaklarım taşların arasında uzamakta olan bir ot yığınına değdi ve kırık bir şişenin yuvarlak ucunda şöyle bir gezindi.

“Yardım ister misin?” Marc bir elini yavaşça kalçamda gezdirmek için aşağı doğru uzandı.

Ona omzumun üstünden sırıttım. “Orada hiçbir şey bulamazsın.”

Sen böyle düşünüyorsun” Parmaklarım bir metalin pürüzsüz kavisine değdiğinde Marc’ın eli yan tarafımdan yukarı kaydı. Kelepçeyi kaptım, arabanın altından geri çıktım ve Marc beni ayağa kaldırdı. Kelepçeyi arka cebime sokarken beni kendisine döndürdü, sonra da arabanın yanına yasladı. “Haydi bir mola verelim,” diye fısıldadı dudaklarıyla boynuma sürtünmek için eğilerek.

“Sanki çalışıyordun da,” dedim ama elim otomatik olarak koluna çıktı. Parmaklarım kol kaslarının hatlarında gezindi, tırnaklarım teninde dolaştı, tüylerini diken diken etti. Onda bir tepkiye neden olmayı seviyordum. Bu bana güç ve kontrol hissi veriyordu. Ama bu his karşılıklıydı; ona hayır diyemiyordum ve Marc da bunu biliyordu.

Üzerime daha fazla bastırarak, “O zaman neden beni çalıştırmıyorsun?” diye mırıldandı kulağıma. Parmaklan kalçamı kavramak için yavaşça hareket edip araba ile benim arama sokuldu, Marc’ın tutuşu kararlı ve güçlüydü.

Ona daha iyi erişim imkânı sağlamak için öne eğildim. “Zamanımız var mı?”

“Dünyadaki tüm zaman bizim. Benim bilmediğim bir sokağa çıkma yasağın yoksa tabii.”

“Ben büyüdüm, hatırlıyor musun?”

“Ah, hatırlıyorum.” Dili boynumdan aşağı bir tüy gibi gezindi, geride ılık eylül rüzgârının okşaması için ıslak bir iz bırakarak yeni ay şekilli dört yaramın üstünde hafifçe duraksadı. “Sen çok ama çok büyüdün.” Dili kaldığı yerden yoluna devam etti, köprücük kemiğimin üstünden hızla geçip göğüslerimin arasına daldı. Buraya ‘tatlı nokta’ derdi. Bunun için iyi bir nedeni vardı.

“Ya davetsiz misafirimiz ne olacak?” Parmaklarım tişörtünün üstünden sert yüzeyini hissederek göğsünde gezindi.

“Kendisine bir sevgili bulabilir.” Marc’ın sözleri tenimin üstünde boğuldu, sıcak nefesi göğüslerimin üst kıvrımına değdi.

“Ben çok ciddiyim.” Onu göz seviyesine çektim. “Ya uyanırsa?”

“Kıskanacaktır.” Marc beni öpmek için eğildi ama bir elimi göğsüne koydum. Sabırsızca içini çekerek omzumun üstünden arabanın penceresinden içeriye, sonra tekrar gözlerime baktı. “Baygın vaziyette. Ayrıca zaten çiftlikte hiç mahremiyetimiz yok, o yüzden ne fark eder ki?”

Mahremiyet. Bu bizim en değerli varlığımız haline gelmişti ve görgü kuralı özürlü kedi adamlarla -doğaüstü duyma yetileri ve kendi hayatları olmayan fazla büyümüş gürültücü çocuklar- dolu bir evde arz, talebi karşılamaya asla yeterli olmuyordu. Marc haklıydı: Arkansas’ın ortasındaki kuş uçmaz kervan geçmez bir yer bizim sahip olabileceğimiz en mahrem yerdi. Daima. Yaşamlarımızdan geriye her ne kaldıysa.

Başımla onayladım ve ellerimi yavaşça tişörtünün önünden içeri kaydırdım. “Tamam ama orada bir battaniyen varsa iyi olur.” Başımla bagajı işaret ettim. “Çünkü bu çakılların üstüne yatmayacağım.”

Kaşlarını çattı ve bir kez daha öpmek için eğilirken burnu benimkine değdi. “Uzanmaktan bahseden…” Tam dudakları benimkilere sürtünmüşken arka cebinden cep telefonu çalmaya başladı. “Kim?..”

————

¹ ‾ (İsp.) Canımın içi, sevgilim, (ç.n.)
² ‾ Dünya çapında en üst sınıfta dövüşçülerin katıldığı Amerikan karma dövüş sanatları organizasyonu. (ed.n.)

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKaçak - Tehlikeli İnatçı ve Kedi
  • Sayfa Sayısı448
  • YazarRachel Vincent
  • ÇevirmenEsra Doyuk
  • ISBN6054456642
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviPegasus / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Lider – Dönüşüm Serisi 6. Kitap ~ Rachel VincentLider – Dönüşüm Serisi 6. Kitap

    Lider – Dönüşüm Serisi 6. Kitap

    Rachel Vincent

    Korkusuz, Dişli… ve Kedi İhtiras, intikam ve adalet. Gurur’un son savaşı başlamak üzere… Jace, Marc ve ben acımasız Konsey tarafından haneye tecavüz, adam kaçırma,...

  2. Serseri – Ateşli, Dişi…ve Kedi – Dönüşüm Serisi-1 ~ Rachel VincentSerseri – Ateşli, Dişi…ve Kedi – Dönüşüm Serisi-1

    Serseri – Ateşli, Dişi…ve Kedi – Dönüşüm Serisi-1

    Rachel Vincent

    KEDİ ADAM SOYUNU DEVAM ETTİREBİLECEK YALNIZCA SEKİZ DİŞİ KEDİ KALDI… VE ONLARDAN BİRİ DE BENİM Tepeden tırnağa Amerikalı bir yüksek lisans öğrencisi gibi görünüyorum....

  3. Gurur – Dönüşüm Serisi – 3 ~ Rachel VincentGurur – Dönüşüm Serisi – 3

    Gurur – Dönüşüm Serisi – 3

    Rachel Vincent

    Serseri ve Kaçak’larla yüz yüze geldi. Şimdi sıra kendi Gurur’unda. Dur durak bilmeyen hikâyesi ve sıradışı karakterleriyle gençlik romanlarında yepyeni bir akım başlatan Dönüşüm...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Sherlock Gibi Düşünmek ~ Daniel SmithSherlock Gibi Düşünmek

    Sherlock Gibi Düşünmek

    Daniel Smith

    “Sadece bakmak yetmez, görmek de lazım!” Gözlem gücünüzü, hafızanızı ve mantık yürütme yeteneğinizi dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kullandığı sıra dışı tekniklerle geliştirecek...

  2. Tanrı Tavşanken ~ Sarah WinmanTanrı Tavşanken

    Tanrı Tavşanken

    Sarah Winman

    1968. Paris’in sokaklara döküldüğü yıl. Martin Luther King’in bir hayal uğruna hayatını kaybettiği yıl. Eleanor Maud Portman’ın doğduğu yıl. Elly’nin dünyası, dengesiz ilişkilerden dolayı...

  3. Gece Yarısını 2 Geçe ~ Stephen KingGece Yarısını 2 Geçe

    Gece Yarısını 2 Geçe

    Stephen King

    1 Brian Engle tam 10.14’te American Pride Şirketine ait uçağı 22 numaralı kapının önünde durdurdu. Üzerinde, «Lütfen Kemerlerinizi Bağlayınız,» yazılı panonun ışıklarını söndürdü. Şimdiye...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur