Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Korku Duvarını Yıkmak / Küller Altında Yakın Tarih- 4
Korku Duvarını Yıkmak / Küller Altında Yakın Tarih- 4

Korku Duvarını Yıkmak / Küller Altında Yakın Tarih- 4

Mustafa Armağan

Erzurum Kongresi, kararlarından tutanaklarına kadar ters yüz edilmiştir. Neden? Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir paşaların henüz Anadolu’ya tayinlerinin bile çıkmadığı…

Erzurum Kongresi, kararlarından tutanaklarına kadar ters yüz edilmiştir. Neden?

Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir paşaların henüz Anadolu’ya tayinlerinin bile çıkmadığı Şubat 1919’da ilk kongresini düzenlediği neden gizlenir?

Minyatür bir devlet düzeni kuran Balıkesir Kongresi inkılap tarihlerinde neden geçiştirilir?

İstiklal Madalyalı kadın kahramanlarımızdan Kara Fatma 1930’larda neden Rus manastırına sığınmak zorunda kalmıştı?

İsmet İnönü’nün annesi Cevriye Hanım’ın başörtülü fotoğrafları, Zübeyde Hanım’ın arkasından Kur’an okunmasını istediği vasiyetnamesi ve Makbule Hanım’ın her ölüm yıldönümünde ağabeyine mevlit okuttuğu neden unutturulmaya çalışılır?

İngiltere Parlamentosunda Sevr’le “aptallığın şaheseri” diye dalga geçildiğini, zorla imzalattıktan sonra İtilaf devletlerinin her nasılsa “unuttukları” Sevr’i Yunanistan’dan başka hiçbir devletin onaylamadığını, hele Vahdettin’in masasına hiç gelmediğini bilmiyoruz. Hele Nutuk’un 1938-1950 yıllarında hiç basılmadığını da bilmiyoruz.

Mustafa Armağan, Korku Duvarını Yıkmak’ta okurlarını ağzına susturucu takılmış yakın tarih olgularını yeniden düşünmeye çağırıyor. Kitap, hakikat ile düşüncemizin arasına gerilmiş perdeleri yırtmaya, önümüze örülmüş bulunan korku duvarını yıkmaya ve yalanlardan özgürleşmeye bir davet.

Önsöz
Bir gün bu ülkede de KORKU DEVRİ elbette son bulacaktır.
Bir gün bu ülkede de, tarihin asıl mayasını teşkil eden gerçekler
üzerinden hâkim kuvvetler gölgesini ve yumruğunu elbette çekecektir.
Cemal Kutay
Tarih Konuşuyor. Sayı: 8, Eylül 1964, s. 644.
1935 yüı olmalı. Genç hukuk sosyologu Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri, Fransa’da doktora tezini savunmaktadır. Tezinde bir yandan Türk milletinin tarihteki derinliklerinden ve geleneklerinin sağlamlığından söz eden Fındıkoğlu, öte yandan Türkiye’de yapılmış ve tamamlanmış bulunan “Hukuk Devrimi”nin gerekçelerini açıklamak için tarihten sosyolojiye, hukuktan felsefeye koşarak zengin bir halı dokumaktadır jürinin önüne.
Savunmasını bitirdikten sonra sorular gelmeye başlar. Çapraz ateş altındadır. Umulmadık bir gayretle savunur tezini. Ancak bir yerde sıkışmıştır. Nerede sıkıştığını tahmin edebilirsiniz. Hem Türk geleneklerinin eskiliğini ve köklülüğünü savunacak, hem de Hukuk Devrimi sırasında hiç bu geleneklerle ilgisi bulunmayan, bambaşka milletlerin hukuk sistemini tamamen tercüme yoluyla alıp bunun adına üstelik “TÜrkHukuk Devrimi” diyeceksiniz. Buradaki derin çelişkiyi açıklamakta zorlanan genç doktor adayına jüri üyesi M. Guerolt dobra dobra sorar:
Başka milletlerin hukuk sistemlerinden etkilenmek iki türlü olur; Ya olduğu gibi almakla yahu! karşılaştırmayla. Sizdeki hukuk reformu birinciye, Japonya’daki ikinciye örnektir. Acaba Türkiye de Japonya gibi hareket edemez miydi?
Bu hakikaten çökeltici soru karşısında bocalayan Fındıkoglu’nun kaçamak cevabı gözden kaçmaz. Bu sırada yabancı ülkelerden kanunların alınmasının, Türkiye’ye egemen olan “hukukî klerikalizme”, yani İslam hukukuna ve onun temsilcilerine darbe vurmakiçin gerekli olduğunu ağzından kaçırır. Anlaşılan ‘Batılı’ hocalarına göz kırpmak için bir cümle daha sarfeder: Türkiye’de yabancı hukuk kodlarının doğrudan doğruya kabulü Batı medeniyetine karşı beslenen sempatinin bir tezahürüydü.
Bu garip cevap üzerine Mösyö Guerolt ibret verici bir yorum yapar ve der ki:
Asıl Batı ruhuna ters olan davranış, sizinkisi. Batı zihniyeti yerli özelliklerinizi göz önünde tutarak medeni kanunu oluşturmanız durumunda daha İyi tezahür ederdi. Beni yeterince tatmin etmediniz,
Fındıkoğlu susar kalır. Verilecek cevap yoktur çünkü.’ Ne cevap verilebilirdi ki! Bir yandan Türk milliyetçiliği yapacak, Türk milletinin tarihin en büyük geleneklerinden süzülüp gelen köklerini gece gündüz kös dinler gibi dinleteceksiniz vatandaşlarınıza, ama öbür yandan bir zamanlar kendileriyle savaşmış olduğunuz emperyalist Batı’dan hiç sorgu sual etmeden aldığınız ve TBMM’de dahi tartıştırmadığınız hukuk kodlarını “Türk hukuk devrimi” diye dayatacaksınız; bunun adı da, özümüze, kendimize, Türklüğe dönmek olacak! Birde bu kopyacılığı orijinallik gibi sunarken Osmanlı’yı, hukuk sistemini Araplardan aldı diye çağdışı ilan edecek ve bu hukuk sisteminin bizi temsil etmediğini bağıra çağıra söyleyeceksiniz. Tek yanlı bir propagandayla beyinlerimizin tefrik etme hazinesi dağıtıldığı için ne yazık ki, Fransa’daki jüri huzurunda FındıkoğluZiyaeddin Fahri’nin içerisine düştüğü çarpık pozisyonun çok uzağında bulunmuyoruz bizler de. Ve bu yüzdendir ki, İsviçre’den evlatlık aldığımız (adoption) Medeni Kanun’un girişine zamanın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un yazdığı zehirleyici cümlenin çiftelerini de çözmekte zorlanıyoruz hala. Diyordu ki Mahmet Esat Bey
Prensipleri yabancı bir memleketten iktibas edilmiş olan Türk Kanuni Medenisi layihasının (…) mevkii mer’iyete vazedildiği gün milletimiz onüç asrın kendisini çeviren itikad at ı  sakime sinden kurtulmuş bulunacaktır.
Ne diyor? Açıkça şunu:
İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medeni Kanunu tasarısının yürürlüğe konulduğu gün milletimiz 13 yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından kurtulmuş olacaktır.
Şimdi bu söz, bir din ve bir hukuk sistemi için söylenebilir mi? Bir. Bir hukuk sisteminin dayandığı temeller nasıl “sakîm” (hastalıklı) olabilir? (Olsa olsa zayıf veya kuvvetli olabilir.) İki. Yeni alınan ecnebi hukuk sisteminin sağlıklı olduğunun garantisi nerededir? Üç. Ve ne konuştuğunu en önce kendisi bilmesi gereken bir hukukçu böyle yavan propagandacı ağzıyla konuşabilir, üstelik bu sözleri bir medeni kanun tasarısının başına yazabilir mi? Dört.
Türkiye’de konuşulması akla gelmeyen daha bunun gibi neler var neler.
Kendi ülkelerinde son derece dindar insanlar iken (önemli bir kısmı da Yah udidir) ülkemize gelince kökten bir laikeğitim sistemini kurmak için kolları sıvayan Alman bilim adamlarının da (1933 Üniversite Reformu diye buna diyoruz), Lozan’ın 92. maddesinde ülkemizde görev yapmalarını kabul ettiğimiz ‘yabancıhukuk danışman! arı’nın da, 1951’deki Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun altındaki parıltılı imzanın sahiplerinin de hep dışarıdan olmaları ve bu meselelerin neredeyse hiç tartışma konusu yapılmaması gerçekten garip görünüyor bana. Beynimize susturucu takılmış diyeceğim geliyor.
Bu durumda Erzurum Kongresi’nin tam bir kapalı kutu olması, kongre tutanaklarına varıncaya kadar gerçeklerin ters yüz edilmiş bulunması, aka kara, karaya ak denilmesi gayet anlaşılır bir şey. Daha Mustafa Kemal ve Kazım Karabekİr’in Anadolu’ya tayinlerinin bile çıkmadığı Şubat 1919’da ilk kongresini düzenleyen Trabzon Muhafazai Hukuk Cemİyeti’nin, neredeyse minyatür bir devlet düzeni kuran Balıkesir Kongresi’nin kitaplarımızda neden sadeceisim olarak geçiştirildiğini birilerinin sorgulaması gerekiyor. Ve 1927 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin Sivas Kongresi’ni ilk kongresi kabul ederek kendisini Milli Mücadelenin başlangıcına konumlandırmış ve bu toprakların direniş ruhunun ürettiği bir mirasa konmuş ve sonra o mirastan aldığı güçle halkı susturmuş olmasındaki garipliği de birilerinin çıkıp anlatması gerekiyor.
Keza Kurtuluş Savası’mn kadınları… 1930’lu yularda Kurtuluş Savaşı’nın kadın kahramanlarından Kara Fatma’nın dilencilik yapmasından ders almamış olmalıyız ki, 1980’lerin sonlarında bir başka Kara Fatma’yı, gözleri görmeyen Fatma özînce’yi İstiklal Madalyasıyla dilenmeye mecbur bırakanları da bu toplumun zayıflatılan hafızasına nakşetmeliyiz. İsmet İnönü’nün annesi Çevriye Hanım’ın başörtülü fotoğrafları sanki suçmuş gibi saklanıyorsa, Zübeyde Hanım’ın buram buram dini bir havada yazılan vasiyetnamesi ve Osmanlıca yazdı mezartaşı gözlerden gizleniyorsa, Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’ın her ölüm yıldönümünde ağabeyine mevlit okuttuğu unutturuluyorsa o zaman ortada bir oyun oynanıyor demektir. Sonra Lozan efsanesinin sorgulanma zamanı geldi de geçiyor ama sanki Takriri Sükun Kanunu 1929’da kalkmamış gibi bir hava hakim aydınlarımızın dünyasına. Lozan’da hangi sözleri verdiğimizi merak edenler bir kerecik olsun Lozan’ın metnini yüzünden okusunlar ve kendi gözleriyle nelerden vazgeçildiğini, nelerin taahhüt edildiğini, hangi değerlerimizin ipotek altına alındığını görsünler. Üstelik de Sevr’de bize bırakılan güney sınırımızdaki İmadiye’nin hangi katakullilerle Lozan’da sınırın Öbür yanında bıraktır il d tğ mı da öğrensinler.
Tabii Sevr diye hukukî sürecini ikmal etmiş bir antlaşmanın olmadığını da bilsinler. İngiltere Parlamentosunda bile Sevr’in mantıksız ve “aptallığın şaheseri” olarak damgalandığını, yani İngilizlerin dahi ciddiye alıp onaylamadığı bu antlaşmayı Yunanistan’dan başka onaylayan devlet olmadığını, ne Osmanlı Meclisi’nin, ne de Sultan Vahdettin’in onayından ve imzasından geçmediği için hiçbir zaman hukukî bir değer kazanmadığını anlasınlar. Anlasınlar da, bize hangi develerin hamuduyla yutturulduğunu görsünler.
Nihayet Atatürk’ün de, tıpkı gecekonducuların evlerine onun resmini asarak yıkımdan kurtulabileceğine inanmaları gibi, belli bir kesim tarafından nasıl bir ‘yiyicilik kalkanı’ olarak kullanıldığını ve aslında en çok istismar edilen kişiliğin ne yazık ki Atatürk olduğunu anlasınlar. Mesela CHP Atatürkçü bir parti midir? Öyleyse paradan puldan Atatürk’ün resimlerini kaldırmasını bir kenara bırakın. Cumhuriyet’in tek temel ese t i olduğu bizzat CHP’nin Kurultayı ile kararlaştırılmış bulunan Nutuk’un 19381950 yıllarında, yani tam 12 yıl neden hiç basılmadığını da birilerinin söylemesi ve uzadıkça uzayan “yalan rüzgarı”na bir son vermeye çaguması gerekiyordu.
İşte elinizdeki Korku Duvarım Yıkmak adlı kitabım, sınırlı hacmine ve mütevazi içeriğine rağmen okutları yakın tarih üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. “Düşünmeksavaşmaktır” demişti rahmetli Cemil Meriç. Öyleyse kısık sesiyle de olsa sağlıklı düşünmemizi engelleyen şeytanları kovmaya açık bir çağrı bu kitap; daha doğrusu düşünmenin savaşmak olduğu anlamında hakikat İle düşüncemizin arasına gerilmiş perdeleri yırtmaya, önümüze örülmüş bulunan korku duvarını yıkmaya ve yalanlardan özgürleşmeye bir davet.
Yavuz’un dediği gibi, rahatından taviz vermeyenlere değil sözüm; bu toplumda ve bu topraklarda yaşamanın omuzlarımıza ağır bir sorumluluk yüklediği bilinciyle dirilmeye arzulu savaşçılara sesleniyorum. Düşünce savaşçılarına.
Onların var olmadığı, en azından var oldukları umudunun bulunmadığı bir dünya benim için yaşanmaya değmez çünkü.
Çok olduğumu biliyorum…
Mustafa Armağan
Ümraniye, 27 Aralık 2008

I
BİLİNMEYEN ATATÜRK
Üstüme aldığım vazifeyi bitirdikten sonra siyaset sahasından çekileceğimi evvelce söylemiştim. Bu fikrimde sabitim. Ve bu taahhüdümü tekrar ederim. Ancak henüz sulh yapılmamış, istikbâlimiz belirmemiş iken milleti bu kargaşalık içinde nasıl bırakabilirim? Başladığım işi bitirmeliyim. Ondan sonra politika sahasından çekilmek hakkındaki arzumu tatbik edeceğim.
Mustafa Kemal Paşa
(Vatan gazetesine verdiği demeçten, 11 Nisan 1923)

Cumhuriyeti kuran gizli komite
Sizce de unutulmamış olacağı veçhile, Müdafaai Hukuk Grubu içinde bugün mahkeme riyasetini İddia eden zatın da dahil bulunduğu muhalefet ve gizli bir komitenin (eskili ve…
Rauf Orbay
Tarihimiz üzerinde bu kadar belirleyici etki yapmış başka bir oylama var mıdır bilmiyorum ama 4 Mart 1925 günü Takrir i Sükûn Kanunu, toplam üye sayısı 287 olan bîr TBMM’de sadece ve sadece 122 oyla kabul edilmişti. Sanırım ne demek istediğimi anladınız. Bırakın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı 367 üye şartını, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası demek olan salt çoğunluk bile yoktu ortada. Hem de ne için? Trafik Kanunu filan için değil, Türkiye’nin kaderini değiştirecek kritik bir oylama için.
Sordunuz, biliyorum: Peki bu kanun nasıl meşru kabul edilebilmişti?
Vallahi orasını pek karıştırmayın, zira o zamanlar Sabih Kanadoglu olmak biraz cesaret isterdi.
İlk TBMM en sert tanışmaların yaşandığı ve bu yüzden zapt edilmesi zordan zor olan, kelimenin tam anlamıyla çetin ceviz bir meclisti. Oradan kanun geçirmek, tabiri caizse deveye hendek atlatmak

Eklendi: Yayım tarihi

“Korku Duvarını Yıkmak / Küller Altında Yakın Tarih- 4” için bir yanıt

  1. Çok ucuz tarih yalanları. Bu yalanların az daha kalitelisi var artık, böyle çöpleri okumayın. Ayşe Hür, Taner Akçam gibi kaliteli yalancılar var. Yalana ve çarpıtmaya meraklıysanız onları okuyun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Türk-Osmanlı
  • Kitap AdıKorku Duvarını Yıkmak / Küller Altında Yakın Tarih- 4
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarMustafa Armağan
  • ISBN9789752638945
  • Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933) ~ Mustafa ArmağanKızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933)

    Kızıl Pençe – Karabekir’in Gözüyle Kuruluş Yılları (1922-1933)

    Mustafa Armağan

    Kâzım Karabekir'in yazdıkları, resmi tarihin şekerlemelerine fazla alıştırılan okuru şoke ederken, aynı zamanda Ulrich Beck'in "düşmansız demokrasi" dediği bir akımın tarihimizdeki öncülüğünü yapıyor. Hatıralarında İstiklal Savaşı yıllarındaki Mustafa Kemal Paşa'ya duyduğu saygıyı sık sık vurgulayan Karabekir Paşa, onun Lozan'la birlikte 'asalaklar' dediği türedi bir grup tarafından kuşatıldığını ve en büyük hatasının bu gruba dayanarak iktidar sürme karşılığında milletten ve özgürlük mücadelesinden kopmak olduğunu cesaretle ileri sürüyor.

  2. Tüm Yönleriyle Fetih ve Fatih ~ Mustafa Armağan, Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Semavi Eyice, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Selçuk Mülayim, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Cahid Baltacı, Dr. Abdülkadir Özcan, Prof. Dr. Necdet Öztürk, Prof. Dr. İskender Pala, Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Nevra Necipoğlu, Prof. Dr. Gönül TekinTüm Yönleriyle Fetih ve Fatih

    Tüm Yönleriyle Fetih ve Fatih

    Mustafa Armağan, Ekmeleddin İhsanoğlu, Prof. Dr. Oktay Aslanapa, Semavi Eyice, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Selçuk Mülayim, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Cahid Baltacı, Dr. Abdülkadir Özcan, Prof. Dr. Necdet Öztürk, Prof. Dr. İskender Pala, Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Nevra Necipoğlu, Prof. Dr. Gönül Tekin

    Şimdiye kadar İstanbul'un fethi hakkında yok şeyler yazılıp çizildi. Fatih Sultan Mehmed ve fütuhatı hakkında da. Ancak şimşekleri dahi kıskandıracak denli hızlı yaşanan bu dönemde neler olup bittiğini fethi ve Fatih'i merkeze oturtarak ele alan çalışmaya rastlamak kolay değil.

  3. Gülün Fethi Fatih Sultan Mehmed ~ Mustafa ArmağanGülün Fethi Fatih Sultan Mehmed

    Gülün Fethi Fatih Sultan Mehmed

    Mustafa Armağan

    “Biz fetihleri kılıç kalkan, mızrak, top tüfek gibi kabukların başka kabuklarla savaşı gibi görüyoruz. Bunlar tarih değil, tarihi yapan araçlar. Tarih daha derinlerdedir: ruhlarda,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur