Nobel Edebiyat Ödüllü John Steinbeck ilk büyük başarısını kazandığı Yukarı Mahalle’de komediyle trajediyi ustalıkla harmanlıyor.
Monterey kasabasının tepelerindeki Yukarı Mahalle’de, Kaliforniya’nın eski yerlileri toplumsal normlarının dışında, yoksulluk içinde yaşarlar. Bunlardan biri olan Danny, Birinci Dünya Savaşı bitip de mahalleye döndüğünde dedesinden kendisine iki ev miras kaldığını öğrenir ve evini dostları Pilon, Pablo, Jesus Maria, Korsan ve Koca Joe’ya açar.
Steinbeck’in Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hikâyelerinden esinlenerek kurguladığı ve Monterey üçlemesinin ilk kitabı olan Yukarı Mahalle, Danny ve dostlarının nasıl bir araya gelip bilge bir topluluğa dönüştüğünün ve bu topluluğun başından geçen maceraların dokunaklı öyküsü.
“[Steinbeck] Eserleriyle kendisine yön veren engin toplumsal temaların hakkını veriyor.”
DON DELILLO
“Steinbeck’in sayfalarının her birini aydınlatan o cazibeyi, mizahı, zekâyı, bilgeliği ve insan sıcaklığını tarif etmem mümkün değil.”
JOSEPH HENRY JACKSON
Önsöz
Bu kitap, Danny’nin, Danny’nin dostlarının ve Danny’nin evinin öyküsüdür. Aynı zamanda bu üçünün nasıl bir araya gelip ayrılmaz bir bütün olduğunu anlatır. Öyle ki, Yukarı Mahalle’de Danny’nin evi denince hiç kimsenin aklına, budanmamış ihtiyar Kastilya gülü ağacının ardındaki o sıvaları dökülmüş ahşap ev gelmez. Yo, Danny’nin evi dediğinizde, çevresine tatlılık ve neşe, iyilik ve sonunda da mistik bir keder saçan birtakım adamların oluşturduğu bir gruptan söz ettiğiniz düşünülür. Zira Danny’nin evinin Kral Arthur’un Yuvarlak Masası’ndan aşağı kalır yanı yoktur; Danny’nin dostları da Kral Arthur’un şövalyelerinden pek farklı değildirler. İşte bu kitap, bu adamların nasıl bir araya geldiğini, bu grubun nasıl da gelişip güzel ve bilge bir topluluğa dönüştüğünü anlatır. Bu öykünün konusu, Danny’nin dostlarının başlarından geçen serüvenler, yaptıkları iyilikler, kafalarından geçen düşünceler ve verdikleri mücadelelerdir. En nihayetinde de bu öykü, onları bir arada tutan büyünün nasıl bozulduğunu, her birinin nasıl da bir tarafa dağılıp gittiğini anlatır.
Monterey’de, yani Kaliforniya sahilindeki o eski kasabada bu öyküyü bilmeyen yok gibidir; dillerde dolaşan bu öykü kimi zaman hayli dallanıp budaklanır da. Bu nedenle, gelecekte birtakım düşünürler tıpkı bugün Arthur, Roland ve Robin Hood için dedikleri gibi, “Ne Danny diye bir adam, ne Danny’nin dostları ne de öyle bir ev vardı. Danny bir doğa tanrısıydı, dostlarıysa rüzgârı, göğü ve güneşi temsil eden ilkel simgelerdi,” demesinler diye, olan biteni kâğıda dökmekte fayda var. Bu kitap hem bugün hem de gelecekte böyle sözde düşünürlerin bu öyküye dudak büküp ahkâm kesmelerini önlemek için yazılmış bir tarihçedir.
Monterey kasabası bir tepenin eteklerinde kuruludur, altında mavi bir koy, ardında da ulu çam ağaçlarıyla örülü sık bir orman uzanır. Kasabanın aşağı kısımlarında Amerikalılar, İtalyanlar, balıkçılar ve sardalyeciler oturur. Ama tepelerde, kasabayla ormanın kucaklaştığı ve sokakların asfalt yüzü görmediği, köşe başlarında sokak lambalarının dikilmediği yerlerde Monterey’in eski yerlileri tıpkı bir zamanlar Galler’deki Britonlar gibi mevzilenmişlerdir. Bunlar paisanolardır.
Paisanolar, çam ağaçları arasında, bahçelerini ot bürümüş eski ahşap evlerde otururlar. Ticaret nedir bilmeyen, Amerikan iş anlayışının karmaşık sistemlerine paçalarını kaptırmamış insanlardır bunlar; çalınacak, sömürülecek ya da ipotek edilecek hiçbir şeyleri olmadığından, bu sistem onlara ilişmeden geçip gitmiştir.
Peki kimdir bu paisanolar? Bir paisanonun damarlarında İspanyol, Kızılderili, Meksikalı ve biraz da çeşitli beyaz ırk kanı dolaşır. Ataları bir-iki asır önce Kaliforniya’ya gelmiştir. İngilizceyi de paisano aksanıyla konuşur, İspanyolcayı da. Bir paisanoya hangi ırktan geldiğini soracak olursanız gururla İspanyol kanı taşıdığını söyler ve hemen gömleğinin kolunu sıvayarak size dirseğinin beyaza çalan iç kısmını gösterir. İyice esmerleşmiş lületaşını andıran ten rengini ise güneş yanığına bağlar. Bir paisanodur o, Monterey kasabasının tepelerindeki Yukarı Mahalle denen yerde yaşar.
Danny de bir paisanoydu. Yukarı Mahalle’de doğup büyümüştü, herkesçe sevilen biriydi ve küçüklüğünde Yukarı Mahalle’nin tiz çığlıklar atan diğer çocuklarından pek bir farkı yoktu. Mahalledeki hemen herkesle arasında ya kan bağı vardı ya da gönül bağı. Büyükbabası, Yukarı Mahalle’de iki küçük evin sahibi olduğundan önemli bir adam sayılır, bu serveti dolayısıyla da hayli itibar görürdü. Yeniyetmeliğinde Danny ormanda yatıp çiftliklerde çalışmayı, ekmeğiyle şarabını aslanın ağzından çalmayı tercih ettiyse bu, arkasında nüfuzlu akrabaları olmadığından değildi. Danny ufak tefek, esmer, tez canlı bir delikanlıydı. Yirmi beşine geldiğinde bacakları tamı tamına bir atın sağrısına denk gelecek eğriliği kazanmıştı.
Danny yirmi beşindeyken Almanya’yla savaş1 patlak verdi. Danny ve dostu Pilon (bu arada Pilon bir alışverişin üstüne bedava verilen şey, caba anlamına gelir) savaş haberini aldıklarında ellerinde birer galonluk2 iki testi şarap vardı. Portekizli Koca Joe da çamların arasından testilerin parıltısını görmüş, Danny’yle Pilon’a katılmıştı.
Üç kafadar testilerin dibine yaklaştıkça içlerindeki vatanseverlik duyguları kabarıyordu. Nihayet testiler boşaldığında birbirlerine duydukları yoldaşlık sevgisinin ve sarhoş kafayla ayakta durmanın güçlüğünün etkisiyle kol kola girip tepeden aşağı kendilerini koyvererek Monterey’e girdiler. Kasabadaki askerlik şubesinin önüne vardıklarında avaz avaz haykırarak Amerika’ya methiyeler düzmeye, Almanya’ya elinden geleni ardına koymamasını söyleyerek meydan okumaya koyuldular. Tam Alman İmparatorluğu’na korkunç tehditler savurmaya başlamışlardı ki, gürültüden uyanan çavuş üniformasını giyindi, sarhoşları susturmak için sokağa çıktı. Çıkmışken de üç kafadarı askere almaya karar verdi.
Çavuş, Danny’yle arkadaşlarını şubeye sokup masasının önünde hazır ola dikti. Gençler alkol testi dışındaki bütün sınavlardan geçtiler ve ardından Çavuş sorguya Pilon’dan başladı.
“Hangi birliğe yazılmak istersin?”
Pilon dili dolaşarak, “Bana hiiiç fark etmez,” dedi.
“Piyade birliğinde senin gibilere ihtiyaç olsa gerek.” Böylece Pilon piyade birliğine yazıldı.
Ardından çavuş Koca Joe’ya döndü. Portekizli hafiften ayılmaya başlamıştı. “Sen nereye gitmek istersin?”
Koca Joe sefil bir halde, “Ben eve gitmek istiyorum,” dedi.
Çavuş onu da piyade birliğine yazdı. Nihayet sıra, ayakta uyuklayan Danny’ye geldi. “Peki ya sen nereye gitmek istersin?”
“Ha?”
“Yani hangi birliğe?”
“Ne birliği?”
“Ne iş yaparsın?”
“Ben mi? Ne iş olsa yaparım.”
“Şimdiye kadar ne iş yaptın?”
“Ben mi? Katır güttüm.”
“Ya, demek öyle? Kaç katır güdebilirsin?”
Danny işini bilir bir tavırla hafifçe masaya doğru eğildi.
“Sende kaç katır var?”
“Otuz bin kadar,” dedi çavuş.
Danny elini salladı. “Hallederiz!”
Böylelikle Danny Teksas’a gitti ve savaş boyunca katır güttü. Pilon piyade birliğiyle birlikte Oregon’da ilerlerken Koca Joe ise ileride açığa kavuşacak nedenlerden ötürü hapsi boyladı.
1
Cepheden dönen Danny’nin
büyük bir mirasa konduğunu öğrenmesi
ve garibanları korumaya ant içmesi.
Danny terhis olup da memleketine döndüğünde büyük bir mirasa konduğunu ve artık ev bark sahibi bir adam olduğunu öğrendi. Viejo, yani büyükbabası ölmüş, Yukarı Mahalle’deki iki küçük evini de Danny’ye bırakmıştı.
Danny bu haberi ilk aldığında mal mülk sahibi olmanın getirdiği sorumluluğun ağırlığını omuzlarında hisseder gibi oldu. Gidip artık kendisine ait olan evlere bakmadan önce, bir testi kırmızı şarap alıp çoğunu da tek başına içti. Ancak o zaman omuzlarındaki yük kalktı, bunun yerine kişiliğinin en sevimsiz yanı su yüzüne çıktı. Naralar attı, Alvarado Caddesi’ndeki bilardo salonunda birkaç sandalye parçaladı, kısa süren iki kavgaya karıştı ve ikisinden de alnının akıyla çıkmayı başardı. Kimse Danny’yi pek dikkate almadı. Sonunda birbirine dolaşan eğri bacakları onu sabahın bu erken saatinde lastik çizmeli İtalyan balıkçıların denize açılmaya hazırlandığı rıhtıma götürdü.
Balıkçıları görünce Danny’nin ırk düşmanlığı depreşti ve terbiyesini unutuverdi. “Sicilyalı piçler,” diye sövdü onlara. “Zindan adası kaçkınları, köpoğlu köpekler.” Sonra hızını alamayarak, “Chinga tu madre, Piojo,”3 diye haykırdı, parmağıyla burnunu karıştırarak belden aşağısıyla birtakım ayıp hareketler yaptı. Balıkçılarsa sırıtarak küreklerini bağlayıp, “Vay Danny,” dediler. “Ne zaman döndün? Akşama uğra. Yeni şarabımız var.”
Danny küplere bindi. “Pon un condo a la cabeza!”4
“Hoşçakal Danny,” diye karşılık verdi balıkçılar. “Akşama görüşürüz.” Sonra küçük kayıklarına binip teknelerine doğru kürek çektiler, ardından gürültülü motorlarını çalıştırarak denize açıldılar.
Danny çok içerlemişti bu işe. Alvarado Caddesi’ne döndü, yol boyunca önüne gelen dükkânın camını çerçevesini indirerek ilerlemeye koyuldu, derken ikinci sokağın başında bir polis onu enseledi. Danny’nin kanunlara karşı duyduğu derin hürmet, uslu uslu karakolun yolunu tutmasına neden oldu. Kısa süre önce cephede Almanya’ya karşı büyük bir zafer kazanıp da gelmiş olmasaydı altı ay hapis cezasına çarptırılırdı ya, neyse ki yargıç otuz günü yeterli buldu.
Böylece Danny sonraki bir ayını Monterey Hapishanesi’ndeki ranzasında pinekleyerek geçirdi. Bazen duvarlara müstehcen resimler çizdi, bazen de ordudaki günlerini yâd etti. Zaman geçmek bilmiyor, Danny hücresinde sıkıntıdan patlıyordu. Arada bir geceliğine bir sarhoşu nezarete atıyorlardı ama Monterey Hapishanesi’nde işler genelde kesat olduğundan Danny çoğu zaman yalnızdı. Başlangıçta yatağındaki tahtakuruları onu epey rahatsız ettiyse de zamanla tahtakuruları onun tadına, o da onların ısırıklarına alıştı ve iyi kötü geçinip gitmeye başladılar.
Bu arada Danny bir hiciv oyunu icat etti. Önce bir tahtakurusu yakaladı, bunu duvarda ezdi, kurşunkalemle etrafına bir halka çizip tepesine de “Belediye Başkanı Clough” yazdı. Derken başkalarını da yakalayarak bunlara da belediye meclisi üyelerinin adlarını verdi. Kısa süre sonra hücresinin duvarı, her biri kasabanın bir önde geleniyle aynı adı taşıyan tahtakurusu leşleriyle dolmuştu. Danny bunların bazılarına kulak ve kuyruk çiziyor, bazılarına da kocaman burunlar ve bıyıklar ekliyordu. Gardiyan Tito Ralph durumun farkına vardığında dehşete kapıldıysa da herhangi bir yere şikâyette bulunmaya gerek görmedi, zira Danny ne kendisini hapse atan yargıcın ne de polis teşkilatından birinin adını kullanmıştı. Kanunlara saygısı sonsuzdu.
Bir gece, hapishanede Danny’den başka hükümlü yokken, Tito Ralph elinde iki testi şarapla Danny’nin hücresine damlayıverdi. Bir saat sonra daha çok şarap almak için hapishaneden çıktığında yanına Danny’yi de almıştı. Hapishanede içmenin tadı olmuyordu. Birlikte Torrelli’nin meyhanesinden şarap alıp Torrelli onları kapı dışarı edinceye dek burada içtiler. Sonra Danny tepedeki çamlığa dalarak ağaçların arasında sızıp kaldı, Tito Ralph ise hapishaneye dönerek Danny’nin firar ettiğini bildirdi.
Parlak güneş ışıkları Danny’yi uyandırdığında neredeyse öğle olmuştu. Danny artık bir kanun kaçağı olduğundan gün boyu saklanmaya karar verdi. Bir süre çalıların ardına gizlenerek kaçtı. Sonra peşindeki avcılara izini kaybettirmek isteyen bir tilki gibi yabani otların arasına yatıp etrafı kolaçan etti. Akşam olduğunda da yeterince saklandığına karar verip ormandan çıktı ve işine gücüne baktı.
Danny’nin işi aslında hayli basitti. Doğruca bir lokantanın arka kapısına giderek aşçıya, “Köpeğim için bayat ekmek var mı?” diye sordu. Zavallı aşçı olanca iyi niyetiyle ona vereceği artıkları paketlerken Danny de mutfaktan iki dilim jambon, dört yumurta, bir kuzu pirzolası ve bir de sinek şaplağı aşırdı.
Az sonra elinde yiyecek paketiyle geri dönen aşçıya, “Borcumu bir ara ödeyeceğim,” dedi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Dünya Klasikleri Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYukarı Mahalle
- Sayfa Sayısı212
- YazarJohn Steinbeck
- ISBN9789750532627
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kitap Yiyici ~ Stéphane Malandrin
Kitap Yiyici
Stéphane Malandrin
Adar Cardoso ve Faustino da Silva yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, yaramazlıklarıyla çarşıyı pazarı birbirine katan, şölenleri yağmalayan, uyuyan balıkçıların bıyıklarını kesen, arakçılıkta usta Lizbonlu...
- Silas Marner ~ George Eliot
Silas Marner
George Eliot
Yıllar önce, haksız yere hırsızlıkla suçlanarak kilise cemaatinden kovulan dokumacı Silas Marner, gönüllü sürgün olarak Raveloe köyüne yerleşir. Köy halkıyla görüşmeyen, özel yaşamını sır...
- Gulyabaninin Bahçesi ~ Leila Slimani
Gulyabaninin Bahçesi
Leila Slimani
Adèle Paris’te yaşayan genç ve güzel bir kadındır. Cerrah kocası ve küçük oğluyla, görünürde kusursuz bir orta sınıf hayatı sürmektedir. Görünenin ötesinde ise Adèle,...