Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Peşini Bırakmam
Peşini Bırakmam

Peşini Bırakmam

Elizabeth Bevarly, Kübra Tekneci

Mali dedektif Leo Friday, birtakım şaibeli işlemleri aydınlatmak için milyarder Schuyler Kimball’ın malikânesine gönderildiğinde, baş şüphelisinin, bu tuhaf ailenin sosyal işlerinden sorumlu sekreteri güzel…

Mali dedektif Leo Friday, birtakım şaibeli işlemleri aydınlatmak için milyarder Schuyler Kimball’ın malikânesine gönderildiğinde, baş şüphelisinin, bu tuhaf ailenin sosyal işlerinden sorumlu sekreteri güzel Lily Rigby olacağını asla tahmin etmez. Lily herkes tarafından sevilmektedir, ancak o aklı başında dış görünümünün altındaki özgürlüğünü kazanmak isteyen tutkulu kadın Leo’nun gözünden kaçmaz. Dahası Leo, Lily Rigby’yi son derece çekici bulmaya da başlar, ancak Kimball’ın kasasından milyonlarca doları hortumlayan kişinin Lily olması pekâlâ ihtimal dahilindedir.

Lily Rigby ise en başından beri Leo Friday’in, Kimball’ın hesaplarını düzenlemek için gönderilen sıradan bir muhasebeci olmadığını bilmektedir. Zira Leo, son derece çekici ve şişkin kaslara sahiptir ki bu da kendini rakamlara adamış sünepe bir memur olmadığının en önemli kanıtıdır. Ayrıca, Lily’ye özel hayatıyla ilgili rahatsız edici sorular sormaktan da geri kalmamaktadır. Ne var ki Leo onu kollarının arasına alıp da dudaklarını hayatının en heyecan verici öpücüğüyle ödüllendirdiğinde, Lily tüm şüphelerinden vazgeçmeye karar verir. Ne de olsa Leo’nun onun peşinde olması mümkün değildir, öyle değil mi?

*

Elizabeth Bevarly’nin romanları sihirli ve seksi bir eğlence taşıyor.”
Lisa Kleypas

***

Bu kitabı tanıdığım en akıllı ve en sevimli dört erkeğe;
Cass Johnson, Michael Gregory, Mark Johnson
ve Michael Williams’a adıyorum.
Birlikte geçirdiğimiz edebi sohbetlerin yanı sıra sonunu
getirdiğimiz tüm o Stroh şişeleri için de sizlere teşekkür ederim.

*

Birinci Bölüm

Aman ya! İki bin dolarlık takım elbiseler giyen, ciltleri kırış kırış olmuş bir grup yaşlı beyaz adam. Bu da o işlerden biri olacaktı, öyle mi?

Parmaklarını açık kahverengi saçlarının arasında gezdiren Leo Friday, ağırlığını bir ayağından diğerine verdi ve etrafını saran U şeklindeki masaya göz gezdirerek yeni patronlarını teker teker süzdü. Ama hepsi otururken kendisinin ayakta olması bile gerginliğini hafifletmeye yardımcı olmadı. Masanın başında, Versace markalı ince çizgili siyah takım elbisesiyle, Leo’nun rengi solmuş kot pantolonunu, beyaz tişörtünü ve siyah blazer ceketini gölgede bırakan son derece şık giyimli bir adam vardı. Versace’li adamın yanında, Cohiba markalı purosunu keyifle tüttüren bir adam oturuyordu. Onun arkasında ise -işte bu harika- saçlarını muhtemelen Grecian Formula ile boyayan bir adam vardı. Bu tür şeylere başvuran yaşlı erkekler gerçekten de insanları kandırabildiklerini mi sanıyordu? Saçlarını boyayan adamın yanında ise…ıyy, insanı rahatsız edecek kadar Halston sürmüş bir adam vardı. Leo azar azar nefes almak için elinden geleni yapıyordu.

Philadelphia iş camiasının gururu olan Kimball Teknolojileri AŞ’nin yaklaşık on iki kişilik yönetim kurulu üyelerini tek tek inceledi. Ve -bir kez daha- serbest çalıştığı ve böylece bu gibi adamlara hesap vermek zorunda olmadığı için Tanrı’ya şükretti. Çünkü bu tür adamlar mutlak surette Leo’nun izlediği kurallardan çok farklı kurallara (hiç kuşkusuz bir yerlerde yirmi dört ayar bir altın levhanın üzerine işlenmiş kurallara) göre hareket ediyor olmalıydı.

Ne var ki karşısındaki adamların yeni müşterileri olduğunu hatırlayınca gönülsüzce de olsa kendi kendini düzeltme ihtiyacı hissetti: Mutlak olarak değil yalnızca teknik olarak serbest çalışıyordu. Ne yazık ki, serbest çalışıyor olması, çeşitli müşteriler tarafından işe alınıp onlara belirli bir hizmet sunması anlamına geliyor; bu da Kimball’ın yönetim kurulu üyelerine hesap vermesini gerektiriyordu. En azından, şimdilik.

Formaliteleri bir kenara bırakmışlar ve Leo da o içilmesi zorunlu kahveyi reddetmişti. Bir an önce konuya girmeleri daha iyiydi. “Pekâlâ,” dedi Leo gönülsüzce. “Bana ayrıntılardan bahsedin.”

“Biri Schuyler Kimball’dan para çalıyor, hem de yüklü miktarda bir para,” dedi Versace’li adam.

Leo verilen bu ayrıntının oldukça önemli ve kayda değer bir ayrıntı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. “Daha açık konuşabilir misiniz?” diye sordu.

Versace’li adam kafasını salladı. “Hayır. Sorun da bu. Paranın nasıl ortadan kaybolduğunu, şirketin hangi şubesinden çalındığını ya da hırsızlığı kimin yaptığını bilmiyoruz. Sadece ortadaki paradan daha fazlasının olması gerektiğini biliyoruz. Sizden paranın nerede olduğunu ve bu işten kimin sorumlu olduğunu bulmanızı istiyoruz.”

Masanın ortasında oturan ve muhtemelen sert bir bakış attığını sanan yaşlı bir adam Leo ile göz göze geldi. Ne yazık ki, yüzündeki ifade yalnızca miyopmuş gibi görünmesine yol açıyordu. “Ayrıca,” dedi yaşlı adam ilahları anımsatan bir ses tonuyla, “bu işi yapan aşağılık herifi hayalarından asmanızı da istiyoruz.”

Pekâlâ, diye düşündü Leo. Aralarında bir de Charlton Heston olduğuna göre her şey tamamdı. Yüksek sesle dedi ki: “Bana çok az bilgi veriyorsunuz. Demek istediğim, Kimball Teknolojileri AŞ düzinelerce işkolunda girişimleri olan, milyarlarca dolar değerinde çokuluslu bir şirket. Biraz daha açık olamaz mısınız?”
Versace’li adam, Leo’nun bir sene içinde pokerde kaybettiği paradan daha fazlasına mal olmuş olması gereken, kusursuz bir şekilde bağlanmış kravatını düzeltti. “Hayır. Asıl mesele de bu işte. Çalan her kimse bu işte çok iyi. Hırsızlığın kaynağını bile tespit edemedik.”

Saçlarını Grecian Formula ile boyayan adam aynı fikirde olduğunu belirtircesine kafasını salladı. “Sadece Kimball Teknolojileri AŞ’nin yıllık raporunun kısa bir süre önce açıklandığını ve brüt kazancımızda yüzde on dokuzluk bir artış olmasına rağmen toplam kârımızın düşük çıktığını biliyoruz. Son birkaç yıldır hep aynı şey oluyor. Ancak bu yılki açık göz ardı edilemeyecek kadar büyük. Bu durum bizi endişelendiriyor.”

“Ne kadar büyük?” diye sordu Leo.

Masanın etrafındaki adamlar, bu hırsızlığın gizemini çözmesi gereken adama ne kadar bilgi vermeleri gerektiğinden emin olamıyormuş gibi gergin bir şekilde birbirlerine baktılar. En sonunda hepsi Cohiba içen adama döndü, purosundan bir nefes daha çeken adam hiç de kibar olmayan bir şekilde boğazını temizledikten sonra bakışlarını Leo’ya çevirdi.

“Elli milyon dolardan fazla,” dedi.

Elli milyon dolar mı? Leo’nun nefesi kesilmişti. Adamların elli milyon doları kayıptı ve bu açığın kaynağını bilmiyorlardı. Kimball Teknolojileri’nin yıllık kazancını hayal bile edemiyordu.

Elbette, Philadelphia’nın yaramazlıklarıyla nam salmış evladı Schuyler Kimball, dünyanın sayılı milyarderleri arasındaydı. Şirket -ve bu adam- hakkında araştırma yapmasına gerek bile kalmadan, Leo, Kimball hakkında en azından bu kadarını biliyordu. Tıpkı gezegendeki diğer insanlar gibi.

Ayrıca zamanında son derece büyük miktarda paralarla uğraşmamış değildi. Yaptığı işler arasında, şirketlerin büyük parasal kayıplarının kaynağını bulmak da yer alıyordu. Ama bu…

Bu tutar çok yüksekti. Ayrıca Kimball’ın yıllık gelirinin sadece küçük bir bölümünü oluşturması, durumu daha da şaşırtıcı kılıyordu.

Hiç şaşırmamış gibi yapan Leo güçlükle yutkunup, “Demek elli milyon dolar? Tanrım, bu çok kötü,” dedi.

Kurul üyelerinden bir diğeri gözlerini kısarak Leo’ya baktı. “Evet, Bay Friday, gerçekten de çok… kötü,” dedi. “Talihsiz. Uygunsuz. Hatta yıkıcı bile denebilir. Ama işte bu yüzden sizin mümtaz yetenek ve kabiliyetlerinizden yararlanmak istiyoruz. Beyaz yakalıların işlediği suçları aydınlatıp hain çalışmalarının haram meyvelerini toplamakta rakipsiz olduğunuzu biliyoruz.”
Ah. Harika. Sözlük Adam, diye içinden geçirdi Leo. Duyduğu iltifat karşısında omzunu silkti –tabii önce bunun bir iltifat olduğunu anlaması gerekti. Hortumcuları, fırsatçıları, çıkarcıları ve kurumsal hırsızları meydana çıkarmakta ondan iyisi yoktu. Hem muhasebe hem de finans alanında diploma sahibiydi, ayrıca hem hükümetin Genel Muhasebe İdaresi’nde hem de FBI’da hatırı sayılır bir iş tecrübesine sahipti. Böylece beyaz yakalıların işlediği suçlar, özellikle de hırsızlık üzerinde uzmanlaşan kendi soruşturma ajansını kurmak için beş sene önce devlet hizmetinden ayrılmıştı.

Kendi işini kurar kurmaz da büyük bir talep görmüştü. Günümüz yöneticileri, altı haneli maaşlarının, kapsamlı sağlık sigortalarının, lüks şirket arabalarının ve aldıkları yüklü tazminatların ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli olmadığını düşünüyor olmalıydı. İnsanların ne kadar açgözlü olabildiğini görmek Leo’yu şaşırtmaya devam ediyordu. Her şeye sahip olan insanlar bile yine de daha fazlasını istiyordu. Hem de çok daha fazlasını.

“Kimball Teknolojileri AŞ’nin dosyalarına serbest erişim hakkı istiyorum,” dedi lafı dolandırmadan. En çok zorlandığı konu buydu: Üst düzey şirket yetkilileri, genelde, şirketlerinin tüm küçük ve kirli ticari sırlarını onun eline teslim etmekte gönülsüz davranırlardı. Ama eğer bu herifler ona sınırsız erişim vermek istemiyorlarsa, bu iş için başka bir adam bulmak zorundaydılar.
Cohiba içen adam ağzındaki puro dumanını dışarı verdi. “Elbette, Bay Friday,” dedi.

Leo da şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Pekâlâ, belki de Kimball’ın yönetim kurulu üyeleriyle uğraşmak o kadar da zor olmayacaktı. “Ayrıca hepinizi sorgulamam da gerekecek.”

“Oldu bilin.” Cohiba içen adam, iş arkadaşlarına danışmaya gerek bile duymadan isteğini kabul etmişti. Masadının etrafındaki diğer adamların hepsi kafalarını salladı.

Vay canına, diye düşündü Leo. İşin en eğlenceli kısmını katletmişlerdi. “Ayrıca, Schuyler Kimball’a da tam erişim istiyorum,” diye ekledi.

Cohiba içen adam kesin bir şekilde kafasını salladı. “Kesinlikle olmaz.”

Leo az önceki olumlu düşüncelerinin üstünü çizdi. “Anlayamadım?” dedi.

“Size Schuyler Kimball’a erişim hakkınızın olmayacağını söyledim,” diye tekrarladı Cohiba içen adam. “Onu bu işe karıştırmayacaksınız. Çok meşgul bir adamdır.”

Leo adamı dikkatle süzdü. “Doğru mu anlamışım, bir bakalım,” dedi. “Birinin Kimball’dan çaldığı elli milyon doları bulmaya çalışacağım, ama beni göremeyecek kadar meşgul olduğu için ona ulaşamayacağım, öyle mi?”

“Doğru.”

“Böyle bir gelişme karşısında biraz… keyfim kaçtığı için üzgünüm, ama sanırım kendisiyle konuşmam gerekecek.”

Cohiba içen adam bir kez daha duman çıkardı. “Hayır, gerekmeyecek.”

“Neden peki?”

“Keyfinizi kaçırmayı istemem, Bay Friday, ama Bay Kimball ile konuşmanıza gerek yok, çünkü paranın kaybolduğundan kendisinin haberi yok ve soruşturmanızı bilmemesi gerekiyor. Sebebi bu.”

Sigara dumanı adamın etrafını sararken Leo gözlerini kıstı. “Bana bu işi veren o değil mi?” diye sordu.

“Hayır. Bay Friday. Size bu işi –” Masayı işaret etti. “– yönetim kurulu üyeleri olarak biz veriyoruz.”

İlginç bir ayrım, diye düşündü Leo. Herhangi bir şirketin yönetim kurulu üyelerinin şirketin sahibi olan kişiye hesap vermeleri gerektiği gibi bir izlenime sahipti oysa. Bu adamlar kimdi böyle? Yöneticilik yapan bir grup düzenbaz mı? “Bu durumu benim için biraz daha açmanızı istesem?” diye sordu.

Cohiba içen adam bir kez daha dumanını üfledikten sonra purosunu ağzından çıkardı. Sonra kristal küllüğe yerleştirip ellerini masanın üstünde birleştirdi. Leo da bunun üzerine adamın ciddi -ve uzun- bir konuşma yapmaya hazırlandığını düşündü.

Tam da düşündüğü gibi, Cohiba içen adam derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı: “Sizi Kimball Teknolojileri AŞ’nin yönetim kurulu görevlendiriyor, Schuyler Kimball değil. Bay Kimball’ın hırsızlıktan haberi yok ve bu konuda bilgilendirilmeyecek. Hatta sizin hiçbir çalışmanızdan Bay Kimball’ın haberi olmayacak. Kendisi bu tür bir meseleyle rahatsız edilmeyecek kadar meşgul biridir. Yönetmesi gereken bir şirketin yanı sıra kendisinin çeşitli kişisel uğraşları da var.”

Leo bir süre sessizce adama baktıktan sonra ağırlığını bir ayağından diğerine verirken, söz konusu milyarder bir çapkın olunca kastedilen kişisel uğraşların aslında neler olabileceğini düşündü. Derken iyice dalıp yarı çıplak kadınları ve çırpılmış krema gibi şeyleri düşünmeye başlayınca, çok fazla vakit kaybettiğini anlayıp sertçe kafasını salladı. “Peki Bay Kimball benim Kimball arşivlerindeki tüm dosyalara burnumu soktuğumu öğrendiğinde, ona bunu nasıl açıklayacaksınız?” diye sordu.

Leo gerçekten de bu sorunun cevabını çok merak ediyordu. Cevabı beklerken yine ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.

Cohiba’lı adam purosunu alıp biraz daha içti. “Hayır, Bay Friday, size bunu nasıl açıklayacağımızı söylemek istemiyorum. Bu, konumuz dışında.”

“Ama –”

“Bay Kimball varlığınızı ya da faaliyetlerinizi kesinlikle öğrenmeyecek,” diyerek sözünü kesti Cohiba içen adam, “– böyle bir tehlikenin olmadığını bilmeniz yeterli.”

“Ama –”

“Ve olur da -bilerek ya da bilmeyerek- kim olduğunuzu ve araştırmanızın amacını kendisine söylerseniz, işinize derhal son verilir ve bir daha bu şehirde iş bulamazsınız. Beni anlıyor musunuz, Bay Friday?”

Hiç vakit kaybetmeden, “Kesinlikle,” diye yanıtladı Leo.

Ama adamın Philadelphia’da bir daha asla çalışamayacak olmasını ima etmesi onu endişelendirmişti. Gerçi işinin en iyisi olduğu ve ulusal bir şöhrete sahip olduğu düşünülürse, böyle bir şeyin olmasına imkân yoktu. Karşısındaki egosu şişmiş adamlar kendi güç ve iktidarları hakkında ne düşünürse düşünsün, Leo her zaman bu meslekte kalacağından emindi.

Ama eğer Kimball’ın soruşturmadan haberinin olmamasını istiyorlarsa, o halde o da çaktırmadan çalışacaktı. Yönetim kuruluna erişimi ve şirketin tüm dosyalarına göz atabilme özgürlüğü olduğu sürece, bunu başarabilirdi. Patronla görüşüp ona birkaç soru sorabilseydi, işini daha kısa sürede bitirebilirdi ama Leo, Kimball’ın katkısı olmadan da işinin üstesinden gelebilirdi.

Başka bir şey söylemek, aklına gelen birçok sorudan ilkini sormak üzereyken Cohiba içen adam tekrar konuşmaya başladı.

“Ne yazık ki,” dedi yönetim kurulu üyesi, “Bay Kimball, kayıtlarından bazılarını Bucks County’deki malikânesinde tutuyor. Doğal olarak biz de, Bay Friday, araştırmanıza buradan, yani şirketin merkezinden başlamanızı bekliyoruz. Ama sonuç olarak, göreviniz sizi Kimball Teknolojileri AŞ’nin girişimlerinin olduğu diğer şehir ve ülkelere seyahat etmek zorunda bırakabilir. En kötü ihtimalle, Bay Kimball’ın özel malikânesine gizlice girmek zorunda kalırsınız, ama eğer söylendiği kadar iyiyseniz, böyle bir şey hiç olmadan hırsızlığın kaynağını hemen bulursunuz. Her neyse, işe buradan başlayıp yolumuza devam edelim, olur mu?”

Yolumuza devam mı edelim? diye içinden geçirdi Leo. Bu adamlar, hırsızlık için bakmaları gereken ilk yeri biliyorlardı sanki. Gerçi bazı yolsuzluklar şirketin en üst kademelerine kadar yükseliyordu. Yoksa bu yüzden mi Schuyler Kimball’ın olanları bilmesini istemiyorlardı?

Leo bu sorunun cevabını düşünürken, Cohiba içen adam ekledi: “Soruşturmanın hassas doğası gereği, elbette arkanızda hiçbir iz bırakmamanız gerekecek. Şu an bu odada bulunan yönetim kurulu üyeleri dışında hiç kimse ne aradığınızı bilmeyecek. Hiç kimse. Kendinizi görünmez kılmak için elinizden ne geliyorsa yapmak zorundasınız.”

“Bunu söylemenize gerek bile yok,” dedi Leo. “Darılmayın ama, uzun zaman önce gizlilik üzerinde uzmanlaşmamış olsaydım, şu an bulunduğum konumda olmazdım.”

“Hayır, Bay Friday,” diye araya girdi Versace’li adam. “Anlamıyorsunuz. Endişe ettiğimiz şey, sizin gizlilik prensipleriniz değil. Sizsiniz. Asıl sorun, sizin kim olduğunuz. Fazlasıyla tanınan birisiniz, şirketin önemsiz çalışanları bile kim olduğunuzu biliyor. Leo Friday ismini kullanamazsınız. Yolsuzluğun kaynağını araştıran kişi siz olamazsınız. Sizin için tamamen başka bir kimlik yaratmamız gerekecek. Araştırmanız basit ve standart kayıt denetimi gibi görünmeli. Hepsi bu.”

Harika, diye düşündü Leo. Bu harikaydı işte. Yöne tim kurulunun düzenbaz üyeleri şimdi de Elliot Ness ve Dokunulmazlar’ı * oynuyordu.

Hafifçe kafasını salladı. Bu daha önce de başına gelmişti. Başka bir şirket, farklı yönetim kurulu üyeleri, ama aynı lanet olası şey. Şöhretinin şirketin posta odasındaki en sıradan işçilere kadar ulaştığına inandıklarından, kılık değiştirip gizli kapaklı çalışması için ısrar etmişlerdi. Tüm bu maskaralığın son derece gereksiz olması bir yana, aynı zamanda fazlasıyla sinir bozucu da olmuştu.

Alaycılığını olabildiğince gizlemeye çalışarak, “En azından ilk ismimi kullanabilirim herhalde?” diye sordu ve kendine, kendi sesinde işittiği duygunun huysuzluk olmadığını söyledi.

“Leonard mı?” diye sordu Cohiba içen adam omzunu silkerek. “Elbette kullanabilirsin.”

İlk isminin söylenildiğini duyan Leo suratını buruşturdu. Kendisine Leonard denmesinden nefret ederdi. Büyük halası Margie dışında hiç kimse ona bu isimle hitap edemezdi. Margie’nin bu ismi kullanabilmesinin tek sebebi ise doksan iki yaşında olmasıydı. Bunun dışında kendisinin bir seksen sekizlik boyuna ve doksan kiloluk ağırlığına rağmen, Maggie halasının ondan yirmi kilo daha ağır olmasının da etkisi vardı tabii. Ayrıca Margie Hala çok fazla Güreş Şampiyonası seyrederdi.

“Hayır, Leonard değil,” diye karşı çıkmaya çalıştı.

Ama Halston kokan adam sözünü kesti. “Leonard Freiberger!” diye bağırdı. “Bu ismi kullanabilirsiniz. Gerçek isminize de biraz yakın olur hem. Ayrıca göreviniz de dedektif olarak geçmeyecek. Bir bakalım… Muhasebeci olabilirsiniz.

Evet, bu harika. Küçük birkaç tutarsızlık yüzünden dosyaları yeniden gözden geçirmekle görevlendirilen çekingen bir muhasebeci. Bana kalırsa Leonard Freiberger de küçük, utangaç bir muhasebeci için harika bir isim. Okuldayken sınıfta Morton Freiberger adında bir çocuk vardı,” diye ekledi parantez içinde. “Güven bana. Bu mükemmel olacak.”

“Çok ilginç,” diye uysalca karşılık verdi Leo. “Benim sınıfımda da Butch Freiberger diye bir çocuk vardı. Aşağılık çocuk bir gün beni beden eğitimi dersi sırasında çok fena dövmüştü.”

Leo, Halston kokan adama ayrıca Trixie LeFevre ve Jamal Jefferson isimli muhasebeci arkadaşlarının olduğunu, Leonard Freiberger gibi bir isme sahip tek bir muhasebeci bile tanımadığını söylemeyi düşündü. Ama yaşlı adam gerçekten eğleniyormuş gibi göründüğü için, Leo’nun böyle söylemeye gönlü razı olmadı. Ne yazık ki, adamın önerisine karşılık olarak hiçbir şey söylemeyince, diğer yönetim kurulu üyeleri şaşırtıcı bir şekilde fikre ısınmaya başladılar.

“Evet, evet,” diye araya girdi Versace’li adam. “Bu müthiş bir fikir. Ama gözlük takman gerekecek.” Kemik çerçeveli narin gözlüklerini çıkarıp Leo’ya uzattı. “Al, benimkini takabilirsin. Endişelenme. Numaralı değiller. Havalı görünmek için kullanıyorum. Kadınlar gözlük takan erkeklere bayılıyor.”

Havalı görünmek için gözlük mü? diye merakla düşündü Leo. Bu fikir hangi pazarlama dehasından çıkmıştı böyle? Gözlük takmak zorunda olmayan biri olmalıydı. Leo ömrünün yarısını lens takarak geçirmişti –tam on dokuz yaşından beri.

“Sanmıyorum –” diye söze başlayarak karşı çıkmaya yeltendi.

Ama bu kez de Grecian Formula kullanan adam sözünü kesti. “Ve kesinlikle tüvit giymelisin,” diye fikrini belirtti. “Kaliteli olanlardan -Lauren ya da Hilfiger- değil, dalgın profesörlerin giydiği türden. Peter O’Toole’nin Elveda Bay Chips’te giydiği gibi. Bu, karakterini güzelce tamamlar.”

Leo burnunun kemiğini -sertçe- sıkıp paniklememeye çalıştı. “Şey, bana kalırsa biraz fazla –”

“Fiziksel görünümün için hiçbir şey yapamayacak olmamız çok kötü, Bay Friday,” dedi Charlton Heston’a benzeyen adam, sonra da kaşlarını çatarak Leo’yu tepeden tırnağa süzdü. “Futbol hakemine benzeyen pek fazla muhasebeci yok. Belki biraz kamburunuzu çıkarırsanız…”

Ellerini vücudunun yanına indirirken, pekâlâ, bu kadarı yeter, diye düşündü Leo. Dünyadaki tüm muhasebecilerin bu korkunç klişelere bir an önce son vermesi gerekiyordu. Yoksa, Trixie ve Jamal’ı buraya getirip yönetim kurulu üyelerinin kurumsal kıçlarına tekmeyi bastırması işten bile değildi.

“Dinleyin,” dedi, sinirini zar zor kontrol ederek. “Sınırı aşıyorsunuz. Klişelerle tasvir ettiğiniz lanet olası bir muhasebeci gibi davranmam için hiçbir sebep yok. Yıllar boyunca üstesinden geldiğim yüzlerce görevde olduğu gibi bu işi de sorunsuz bir şekilde halledebilirim. Siz sadece arkanıza yaslanın ve işimi yapmama izin verin.”

“Elbette işinizi yapmanıza izin vereceğiz, Bay Friday,” dedi Cohiba içen adam. “Ama lütfen maaşınızı kimin ödediğini unutmayın.”

“Pekâlâ,” dedi Leo sertçe. “Bir noktaya kadar kurallarınıza uyacağım.” İlk üç kelimeyi yeterince vurguladığından emin oldu. “Sahte bir isim kullanacağım ve kayıtları gözden geçirmek gibi standart ve sıkıcı bir iş yapan basit bir muhasebeci rolüne gireceğim. Ama benden asla şaklabanlık yapmamı istemeyin.”

“Sizden öyle bir şey istemedik, Bay Friday,” dedi Cohiba’lı adam. Ama purosunun dumanını üflerken gülümsedi.

Leo bir kez daha kafasını sallarken bu kez çaktırmamaya çalışmadı. Bu adamlar akıllarını kaçırmış olmalıydı. Fildişi kulelerde çok fazla vakit geçirmenin böyle bir sonuç doğurabileceğine karar verdi.

Pekâlâ, dedi içinden. Rol yapacaktı. Bu adamların yakasından düşmesini sağlamak ve işini yapıp karşılığında parasını alıp gitmek için ne gerekiyorsa yapacaktı. Ne var ki kesin olan bir şey vardı: Leonard Freiberg ismini kullanmayacak, kamburunu çıkarmayacak, tüvit giymeyecek ya da gözlük takmayacaktı.

Parasını kimin ödediği umurunda değildi.

**

İkinci Bölüm

“Leonard Freiberger, hanımefendi. Dün telefonda konuşmuştuk?”

Lily Rigby, Schuyler’ın ön kapısının öteki tarafında duran adama gözünü dikip baktı ve birkaç kez gözlerini kırpıştırdıktan sonra söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını fark etti. Adamın görünüşü karşısında ne söyleyeceğini bilmiyordu. Önceki gün Bay Freiberger’in telefonda kendisini muhasebeci olarak tanıtmış olduğunu hatırladı, yine de…İnsanların hâlâ Elveda Bay Chips filmindeki gibi tüvit kumaşlar giydiğini hiç düşünmemişti.

“Lily Rigby,” dedi en sonunda ve elini uzattı. “Schuyler Kimball’ın sosyal sekreteriyim. Tanıştığımıza memnun oldum Bay Freiberger.”

Aslına bakılırsa, Schuyler Kimball’ın sosyal sekreteri olmaktan biraz daha fazlası vardı. O ve Schuyler üniversiteye birlikte gitmişlerdi. Her ne kadar kısa sürmüş olsa da, Schuyler onun ilk sevgilisiydi. Yıllarca birlikte yaşamışlardı. Ama hiç şüphesiz bunlar Bay Freiberger’in bilmek istediği şeyler değildi, öyle değil mi?

O nedenle bir elini ona uzatıp diğer elini Fransız topuzu yaptığı düz siyah saçlarına götürürken hiçbir şey söylemedi. Adamı incelemeyi sürdürürken, bir yandan da ilave selamlaşma sözcükleri olarak söyleyebileceği kibar bir şeyler düşünüp zoraki bir şekilde gülümsedi.

—–

*. Eliot Ness (19 Nisan 1903 – 16 Mayıs 1957), Amerika İçki Yasağı Yasası teftiş memurudur. Amerika Birleşik Devletleri’nin Illinois Eyaleti’nin Chicago kentinde içki yasağını uygulamak için harcadığı çabalarla ve ünlü içki kaçakçısı Al Capone’u adalete teslim eden Dokunulmazlar adındaki efsanevi ekibin lideri olarak ün kazanmıştır –ed.n.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıPeşini Bırakmam
  • Sayfa Sayısı336
  • YazarElizabeth Bevarly
  • ÇevirmenKübra Tekneci
  • ISBN9944824408
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviEpsilon / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Vurgun ~ Lauren KateVurgun

    Vurgun

    Lauren Kate

    GÖKYÜZÜ KANATLARLA KARARIYOR… Ve Luce ile Daniel için zaman dolmak üzere… Lucifer’ın geçmişi silmesine engel olmak adına Düşüş’ün başladığı yeri bulmak zorundalar. Yalnızca Luce...

  2. Gece Yarısı Çığlığı (Gece Yarısı Serisi IV) ~ Lara AdrianGece Yarısı Çığlığı (Gece Yarısı Serisi IV)

    Gece Yarısı Çığlığı (Gece Yarısı Serisi IV)

    Lara Adrian

    Gazeteci Dylan Alexander için her şey onu sırların ortasına atan gizli bir mezarın keşfiyle başlar. Ancak hiçbir şey, gölgelerin arasından çıkıp onu karanlık tutkularının...

  3. Sonunda Ben de Sevdim ~ Victoria AlexanderSonunda Ben de Sevdim

    Sonunda Ben de Sevdim

    Victoria Alexander

    1854 yılında Londra’da evliliğe kesinlikle karşı olan dört yakın arkadaş birer şilin ve bir şişe kaliteli konyağın ödül olarak belirlendiği bir bahse tutuşurlar. Aralarında...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Narziss ve Goldmund ~ Hermann HesseNarziss ve Goldmund

    Narziss ve Goldmund

    Hermann Hesse

    Hermann Hesse’nin 1930 yılında yayımlanan romanı NARZISS VE GOLDMUND Ortaçağ’da yaşayan iki zıt karakterin sıradışı dostluğu ekseninde yaşam, ölüm, sanat, us, aşk, tutku ve...

  2. Flashforward ~ Robert J. SawyerFlashforward

    Flashforward

    Robert J. Sawyer

    Amerikan ABC kanalında aynı adla yayınlanan ve dünya üzerinde milyonlarca tutkunu olan dizi filmin senaryosunun dayandığı metindir Flashforward. CERN olarak adlandırılan ve çok sayıda...

  3. Martin Eden (Türkçe) ~ Jack LondonMartin Eden (Türkçe)

    Martin Eden (Türkçe)

    Jack London

    Martin Eden Jack Londonın hayatından belirgin izdüşümler taşıyan özyaşamsal bir roman. Hayalleri kadar iradesi de güçlü bir genç, sosyal statüsünü değiştirmek için giriştiği yazar...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur