New York’un görkemli ve parlak bir çağında…
Ziyafetler ve balolar arasında oynanan bir oyun
Zenginlik ve ayrıcalık içindeki bir ömrün ödülü
Dostluklar ve genç bir kadının kalbinin arzularını test edecek kurallar
Clara Carter cemiyet hayatı ve sosyetinin parlayan yıldızı olacaktır….
Ama bunun bedeli ne olacak..
***
“Üzerini değiştir Clara, gezmelik kıyafetlerini giy. Dışarı çıkıyoruz” Halamın bu sözleri, bir anda emredici ve tıpkı duruşu gibi kusursuz göründü. Yatak odamdaki sandalyede doksan derecelik açıyla oturuyordu; sırtı son derece dik duruyordu.
Aslında şuan, geometrinin dışında, düşünecek daha önemli konular vardı. Kaçmayı riske atacak bu gülüşümü gizleyebilmek için dudağımı ısırdım. Dışarı çıkıyoruz! İyi de hiç dışarı çıkmadık ki. Ta ki aylar önce halam bize taşındığından şimdiye kadar hiçbir yere gitmedik. Birkaç kez arkadaşım Lizzie Barnes’a gitmem için izin verilmişti, o da ancak dadım Bayan Millers ile.
Halam, parçalarını bir araya getirdiğim sandalyeden kalktı. Dolgun, hercaimenekşe rengindeki nakışlı oturakları ve lila kenarları ile koltukların bu hali, yatak odamla oldukça uyumluydu. Halamın ani hareketiyle şişman, kabarık tüylü Pomerian köpekleri yer değiştirdi, halam ise bağırmaya ve ayakları üzerinde dans etmeye başladı. “Konuşmamda net değil miydim Clara? Hemen dedim.”
“Hayır.”
“Ne? Seni duymak için kulaklarımı zorlamam gerekmiyor.”
Aslında zorlamamalı da. Kulakları başından kepçe gibi ayrı duruyordu, sanki ortadan ikiye ayrılıp geriye bir topuz haline getirilmiş modası geçmiş saç modelinden kurtulmayı istiyorlar gibiydi. “Hayır, oldukça nettiniz.”
“İyi o halde” dedi. Köpeklerini gıdıkladı ve coşkulu bir bağırtılarıyla odadan çıktı. Halamın ardından aceleyle koşan üç köpek hayatımda tanıdığım en iğrenç yaratıklardı.
Halam gittikten sonra Bayan Miller, kadife perdelerimi ayıran gölgelerden çıktı ve pencerelerdeki gölgelikleri indirdi.
“Nasıl oluyor da iğrenç köpeklerinden biriymişim gibi etrafta bana emirler verebileceğini düşünebiliyor, anlamıyorum! Ben çocuk değilim, on yedi yaşındayım.”
Bayan Miller gülümsedi ve artık boş olan sandalyeye yöneldi. “O sadece öneride bulunurken bir yandan da bunu insanlara yaptırıyor.”
“O zaman olduğu yerde kalsın.”
“Büyümenle ilgilendi ve bunun oldukça nazik bir davranış olduğunu düşünüyorum. Özellikle de… şeyden bu yana…”
“Annemi kaybettiğimden bu yana.”
“Sana…. Hissettirmeyi de hatırlatmayı da istemedim. Üzgünüm.” Hizmetçinin soyunmama yardımcı olması için ben ayakta dururken Bayan Miller oturuyordu.
Bayan Miller’e hiç kırılmadım; her durumda da, sonuçta annem uzun zaman önce öldü. “Bir şeyleri sadece kendi kendimize iyi yapmaya çalışıyoruz, sen ve ben.”
“Ama şuan düşünmemiz gereken sosyeteye ilk davetin.”
“Üstünden aylar geçti.” Bir yıldan fazla bir zaman olmuştu. Bir fare, kedinin üzerine atılmasını ne kadar istiyorsa işte ben de bunu o kadar istiyordum.. “Ayrıca benim kavalyem olabilirdin!” Keşke bunu daha önce düşünseydim. Babam kız kardeşinin buraya, yanımıza taşınacağını söylemeden çok önce düşünmeliydim.
“Hiçbir şey bana daha büyük bir mutluluk vermezdi ama orası benim yerim değil.”
“Ama yine de olamaz miydin? O zaman herhangi bir şey yapmak zorunda kalmazdık! Bu partilerden birine gideceğimizi söyleyebilir ama bunun yerine Sanat Müzesi’ne gidebiliriz. Hiç kimsenin de bilmesine gerek yok” Ve hatta şu korkunç balolara katılmak zorunda olsaydım bile, bunu mutlaka yanımda bana eşlik edecek biriyle yapardım. Arkadaşım Lizzie’nin yanı sıra başka birisi daha tüm bu heyecanlara kendini adamaya bağımlıydı. Hiç kimse benimle dans etmek istemediği ve konuşmadığı zaman Bayan Miller beni muhteşem matematik becerisiyle çekip İtalyanca konuşabilirdi. Bu, burada, kitaplarımla dolu odamda olmak kadar güvenliydi.
Bayan Miller gülümsedi. “Çok umutsuz konuşuyorsun.”
Öyleydim de.
Bayan Miller gülmeyi bıraktı ve gözlerinde şefkate benzer bir hisle bana baktı. “Sana eşlik edemem. Ama eğer kendi istediğimi yapabilseydim belki de o zaman bu davetlere katılmak zorunda kalmazdın.”
Davetlere katılmak zorunda kalmaz mıydım?
Hizmetçi saç fırçamı almaya gittiğinde Bayan Miller ayağa kalktı ve kulağıma, “Vassar Üniversitene senin için mektup yazdım, çalışmalarından oldukça etkileneceklerine inanıyorum,” dedi.
Vassar Üniversitesi’ne mi? Vassar Üniversitesi’ne başlamaya hazır olduğumu mu düşünüyor? Birden kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.
İki eliyle omuzlarımı sıktı ve beni kolejdeki derslerin ve
profesörlerin hayaliyle bırakarak koridora yöneldi.
Hizmetçi saçlarımı sıkıca tutturduktan sonra, aceleyle girişe indiğimde çok erken geldiğimi fark ettim. Halamı beklemek zorundaydım. Böyle olacağı aklıma gelseydi yanımda bir kitap getirebilirdim ama artık bunu değiştirmezdim. Halamın adımlarımı duyması ve edebiyat seçimimle ilgili bana ders verme riskini göze alamazdım.
Dörde beş kala halam, göz alıcı gezmelik tuvaleti içinde merdivenlerden indi. Yanımdan geçip giderken hemen ona ayak uydurdum ve sokağa çıkıncaya kadar onu izledim. Fayton bizi bekliyordu. İlk önce halam bindi, oturup eteğini düzeltmesi için bekledim, ardından da yanında yerimi aldım.
Önümüze, tekerlerin hemen üzerindeki oturağına da faytoncu bindi.
Araba ileri atılınca birden salladım ve ancak durunca kendimi toparlayabildim. Faytoncu hemen oturduğu yerden kalktı.
Ama… ama biz Lizzie’nin evindeydik.
Ön kapısında uzanan çok sayıdaki basamaklarıyla tıpkı bizim eve benziyordu. Onlarınki sadece sütunlu ön girişi, oturma odasında iki tanesi ve bunun dışındaki her yerde ince dizayn edilmiş pencereleriyle, uzun, dar bir evdi. Ama Barneslerin evini bizimkinden daha gösterişsiz ve daha çekici kılan bir şeyler vardı.
Faytoncu arabadan inmeme yardım etti. Aşağı bir adım attım ve halamın inmesini bekledim. Ardından merdivenleri çıkarken de onu takip ettim. Kapıyı üniformalı bir uşak açtı, elinde, halamın kartını alması için uzattığı parlak gümüş bir tepsi vardı.
Sonunda, açık yeşil ve altın rengine boyanmış oturma odasına alındık. Yanlış hatırlamıyorsam geçen sene bu oda koyu renk mobilyalarla döşenmiş ve sırmalı kumaşlarla kaplanmıştı. Ama bu yeni halini daha çok sevdim.
Bayan Barnes kanepede Lizzie’de hemen yanında oturuyordu. Biz odaya girince ikisi de ayağa kalktı.
Arkadaşım beni gördüğüne sevinmiş olacak ki sırıttı; ama hemen narin öksürüğünün arkasına sığınarak sevincini gizledi.
Normalde, Lizzie ile hemen odasına çıktığımız için oturma odasında tıkılıp kalmayı biraz garipsedim. Halamla, Bayan Barnes ve Lizzie’nin hemen karşısındaki, kanepeler, perdeler, halılar ve abajurlarla uyumlu sandalyelere oturduk. Odanın bütünü, altın düşler ve parlak güneş ışığı izlenimi veriyordu.
“Bayan Stuart, sizi ağırlamak ne büyük bir zevk.” Bayan Barnes Güneyli aksanıyla konuşuyordu, tatlı ve akıcı bir konuşması vardı, onu dinlemekten hiç yorulmuyordum.
Halam içini çekip bir elini o korkunç göğsünün üzerine koydu. “Malesef bu mevsim kendimi öyle keyifsiz hissediyorum ki!”
Hayretle kilolarımı kaldırdığımı hissettim. Çoğu zaman halam evin yönetiminde öyle sıkıydı ki hepimizin kendini uyuduk hissetmesine neden oluyordu.
“Kuşkusuz ki, doktor kardeşiniz size yardım edebilir.”
“Malesef ki beni rahatsız eden şeyi ancak sadece cennet düzeltebilir.”
“Ah, tabii ya!” Bayan Barnes bir an gülümseyip gülümsememek arasında kaldı. “Hepimiz, gözyaşlarımızın dinmesi için cenneti sabırsızlıkla beklemeliyiz.”
Halam, eşinin ölümünün ardından hayatının çoğunu yas kılarak geçirmişti. Ona göre bu adamın hayali varlığı, ancak daimi bir yasla en iyi şekilde gösterilirdi ve hatırlayabildiğim sürece de halam kendine bu kıyafeti, yası seçmişti. Gözleri bir an eteğine takıldı. “Hayattan beklenmesi gereken tek şey, acıdır,” deyip gözlerini kapadı ve iç geçirdi. Gözlerini açıp devam etti: “Umutlardan bahsetmek gerekirse, umarım, Lizzie’nin gelecek yıldaki ilk takdiminin sosyal yükümlülükleri konusunda onu eğitiyorsunuzdur.”
Bayan Barnes başını eğdi. “Eminim ki siz de genç yeğeninizi daha iyi davranışlar konusunda yetiştiriyorsunuzdur.”
Bunlardan bahsedilirken, sanki bir şeyler eksikmiş gibi gösterilmeye çalışılan, ilginç bir hava yaratıldı. Kımıldama- maya hatta nefes almamaya çalıştım. Sanki Lizzie de aynısını yapıyordu.
O esnada halam başıyla onayladı. “Elbette. Bu kızlar yirmi yaşına gelinceye kadar beklememeleri konusunda öğretilmesi ve öğrenmeleri gereken çok şey var.”
“Gerçekten de öyle. Akim yaşta olduğu söylenir.” Ancak Bayan Barnes’in ses tonu, söylediğinin aksine, bu söze aslında katılmadığını hissettiriyordu. “İçecek bir şeyler ister misiniz?”
“Hayır. Hayır, teşekkürler.”
“Çay da mı almazsınız?”
“Hayır, Gerek…”
Bayan Barnes, hafifçe arkasına yaslanıp omuzlarının üzerinden bakındı. Uşak hemen Bayan Barnes’in yanında beliriverdi. “Biraz çay alacağız.”
Uşak eğilip odadan çıktı; ama çabucak geri geldi. Çay elden ele gezerken odada kısa bir süre sessizlik oldu. Fincanımdan çayımı yudumlarken bir sonraki takdimimin korkunç olacağını düşündüm. Umarım Bayan Miller’in planı işe yarardı. Gelecek sonbahar Vassar’a gidersem, takdim olasılığı da imkansız hale gelirdi. Ama Bayan Miller ya başaramazsa? Dans etme, flörtleşme ve kibar sohbetler konusunda ne yapardım? Babamı üniversiteye gitmeme izin vermesi için nasıl ikna edebilirdim?
Çayımı yudumlarken Lizzie’nin gülmemek için kendini zor tuttuğunu fark ettim.
Bir sonraki takdimimiz konusunda ne kadar çok korktuğumu bilen tek kişi Lizzie’ydi. Onun da bunu ne kadar çok istediğini bilen tek kişi bendim. Onun böyle bir şeye düşkünlüğü ve bağımlılığı olmasaydı, takdim gibi bir konuyla yüz yüze gelmeseydik dünyayı kendime armağan edebilirdim. Bundan sonsuza kadar kaçabileceğime dair umudum yok, hatta Bayan Miller’in sözleri kulağım yankılanırken bile bu böyle; ama en azından bu mevsim, konu hakkında endişelenmem gerekmiyor. Bir sonraki sonbahara daha çok zaman var.
Bayan Barnes ve halam, takdimimiz konusunda konuştular. .. konuştular. Elbiselerimizin yapılmasının ne kadar süreceğinden, özellikle hangi dansları bilmemiz gerektiğinden, kaç kızın bizimle konuşacağından bahsedip durdular. Bense şu an Lizzie’nin odasına çıkıp, defterindeki son anılara göz gezdirmeyi ya da en son Harper Bazaar’a övgüsünü dinlemeyi tercih ederdim.
Kedisini, botlarımın ucunda kıpırdanarak kanepenin altından dışarı çıkarmaya çalışırken Lizzie, bana suratını astı; ama görmezden geldim. Kedinin daha önce bir ya da birkaç kez kaşla göz arasında onu tırmaladığını biliyorum.
Saat hoş bir tınlamayla dört buçuğu vurdu.
Halam fincanını ve altlığını sehpanın üzerine koydu ve bana dönüp, “Gel Clara,” dedi.
Harfi harfine bunu söyledi. Elimi uzattım ve kalkmasına yardımcı oldum.
Bayan Barnes’in eşliğinde odadan çıkarken birden elbisemin bir ucundan çekildiğini hissettim. Oturma odasına döndüğümde Lizzie kolumdan tutmuştu ve yaklaşarak, “İki hafta sonra Perşembe günü çalılıkların orada buluşmamız gerekiyor. Saat tam üç buçukta orada ol” dedi.
Başımla onayladım. Annem hayattayken hep orda buluşuyorduk. Oyuncak bebeklerimiz için çayla bir tepsi gönderirdi.
Halam çoktan ön basamağa gelmişti, belli ki beni bekliyordu. Lizzie’den ayrıldım ve Bayan Barnes’e hoşçakalın, dedim. Faytoncu arabaya binmemize yardım etti ve sonra yine kendi oturağına geçti. Halam dudaklarında gülümsemeyle eteğini tuttu. “Bu oldukça tatmin edici bir ziyaretti.
Tabii, bizi çay içmeye zorlamasının dışında. Evde çay servisini kim yapar ki?”
Alt dudağımın içini ısırmaya başladım. Konuşma beni rahatsız etmişti. Artık takdimleri düşünmeyi de konuşmayı da istemiyordum. Bunun yerine Vassar’ı düşünebilirdim. Vassar’ı, dersliklerinin olduğu büyük koridorları, gelecek sonbaharda beni bekleyen bilgi yüklü muhteşem kitapları düşünebilirdim. Eminim ki Bayan Miller, eğitim için yeteneğime uygun olan üniversitenin yönetimini, dahası, oraya gitmeme izin vermesi için babamı da ikna edebilirdi.
Fakat halam, ellerimi tuttu ve avucunun içine aldı, göğsüne doğru çekti ve, “Gelecek yıl yerine bu yıl takdimini yapmana karar verdim,” dediBu mevsim mi? İçine aldığı pençelerinden elimi hemen çektim; ama yüzünden gözlerimi çekemiyordum. Gözlerimden korku fışkırdığından emindim. “Ama daha hazır değilim! hem… hem öğrenmem gereken daha birçok şey var. Ve bunlarda hiç de iyi olmadığımı sen de biliyorsun. Ve ayrıca Lizzie olmadan takdime çıkamam!””Çıkabilirsin ve çıkmalısın da!””Ama annesine daha bugün sen söyledin, gelecek yıl takdime Lizzie ile çıkacağıma söz verdin. Bunu çok önceden plânlamıştık” Vassar’a gitmeme izin verilmezse… Bunu hesaplamalıydım.Halam elini çantasına soktu. Parmaklarının arasında bir gazete parçası çıkarıp uzattı….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıYüreğim Aşkı Arıyor
- Sayfa Sayısı432
- YazarSiri Mitchell
- ÇevirmenSelin Gül
- ISBN9752544062
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviKozmik Kitaplar / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Harabe Sırlar ~ Neva Altaj
Harabe Sırlar
Neva Altaj
Hayatım boyunca özlemini çektim, Onu istedim. Çocukken beni boğulmaktan kurtardığı günden beri. Ama beni hiç fark etmedi, Bana hiç o gözle bakmadı. Ona göre...
- Sular Yükselirken ~ Anja Kampmann
Sular Yükselirken
Anja Kampmann
Açık denizde petrol sondajı yapan namıdiğer Waclaw Wenzel Groszak fırtınalı bir gecede tek arkadaşı Mátyás’ı kaybeder ve ardından Mátyás’ın eşyalarını ailesine teslim etmek üzere...
- İnsanlığımı Yitirirken ~ Osamu Dazai
İnsanlığımı Yitirirken
Osamu Dazai
Japonya’nın en çok okunan romanlarından İnsanlığımı Yitirirken‘de Osamu Dazai, savaş sonrası Japonya’sının boğucu atmosferinin toplumdaki izdüşümünü ve bireyin kalabalıklar karşısında giderek yabancılaşarak insani değerlerini yitirişini aktarmak...