Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Adem’le Havva’nın Güncesi
Adem’le Havva’nın Güncesi

Adem’le Havva’nın Güncesi

Mark Twain

Kadın erkek ilişkileri hep böylesine karmaşık mıydı? Mark Twain soruyu yanıtlamak için bilinen en eski âşıklara çevirir gözlerini ve Amerikan edebiyatının en samimi aşk…

Kadın erkek ilişkileri hep böylesine karmaşık mıydı? Mark Twain soruyu yanıtlamak için bilinen en eski âşıklara çevirir gözlerini ve Amerikan edebiyatının en samimi aşk hikâyelerinden biri başlar.

Âdem ile Havva kendilerini yeryüzünde bulurlar. Bu yabancı dünyadaki yaşamı ve tuhaf varlıkları tanımaya çalışırken bir de aşk çıkar başlarına. Günümüz gündelik yaşantısının sıkıntılarına pek benzemese de, hayatta kalmak için türlü mücadeleler vermek zorundadırlar. Fakat karşı cinsi anlamak ve birlikteliği sürdürmeye çalışmak onlar için doğada var olmaktan çok daha zorlayıcıdır. Kimi zaman sevdiğinin gönlünü almak, doğada ateş yakmaktan daha uğraştırıcı olabilir.

Twain’in yaşam mücadelesinin başkahramanlarının güncelerinden oluşturduğu öykü, zamanla büyük değişimlere uğrasa da aşkın özünün hâlâ korunduğunun mizahi bir ifadesi.

Sunuş
Mark Twain, 1835’te Amerika’nın Florida yöresinde, Missouri’de doğmuş. Bir avukatın oğlu. Bütün yaşamı boyunca zengin olmaya çabalamış, ama bunu hiçbir zaman başaramamış serüvenci bir kasaba avukatının oğlu. Çocukluğu Mississippi ırmağı boylarında, uykulu bir ırmak kenti olan Hannibal’da geçmiş. Gerçekte, ünlü yapıtları Tam Sawyer ile Huckleberry Finn’de, bu yörede geçirdiği ilk on yılın izlerine sık sık rastlanır: kıyıları boyunca kımıl kımıl yaşam dolu kocaman bir ırmak, alabildiğine uzanan doğa, her tabakadan renk renk taşra insanları. Gerçek adı Samuel Laghorne Clemens’tir. Mark Tvvain takma adı “iki kulaç derinlik” anlamına gelir: o günlerde ırmak ulaşımında kullanılan bir deyimdir bu. On iki yaşına varmadan, babasının ölümü üzerine okulu bırakıp ekmeğini kazanmak zorunda kalmıştır küçük Sam. İlkin bir basımevinde çıraklığa başlar. Sonra Mississippi’deki ırmak gemilerinde dümenci olarak çalışır, çocukluk yıllarının en büyük özlemini gerçekleştirmiş olur böylece. Mississippi ırmağının kıyısını bucağını karış karış öğrenir bu işi sırasında. Daha sonra Life on the Mississippi (Mississippi’de Yaşam, 1883) adlı yapıtında bu yılları yaşamının en mutlu yılları yılları dîye anacaktır.
Amerikan iç savaşı yıllarında, ırmak ulaşımı durunca, işsiz kalır. Gönüllü askerliği, 1861’de bir ara Nevada’da gümüş madenciliğini dener, yazarlığa da gazeteci olarak bu yıllarda başlar. Adını duyuran ilk öyküsü 1865’te yayımladığı “Calaveras İlinin En Hızlı Sıçrayan Kurbağası” (The Celebrated Jumping Frok of Calaveras County) olur. Bu öyküyle Mark Twain de büyük ününün basamaklarına sıçrar hızla. Bir gazetenin haber yazarı olarak Hawai Adaları’na gider bir süre. 1867’de Avrupa’da, Ortadoğu’da dolaşır. Avrupa’nın büyük sanat merkezlerinde, İtalya’da, İstanbul’da, Kudüs’te ağzı açık dolaşan Amerikalı şaşkın gezginlerin o günlerdeki öncülerini anlatan Innocents Abroad (Saflar Yabancı İllerde) adlı yapıtıyla Amerika’nın en başta anılan güldürü yazarı olur. 1879’da çok sevdiği Olivia Langdon ile evlenir. Sonraki yıllarda, konuşmalarından, yazılarından büyük para kazanır. Milyoner olmaktır başlıca tutkusu. Baba kalıtı bu tutku ile 1894’te bütün parasını bir basımevi ortaklığına, yeni geliştirilecek bir baskı makinasına yatırır: varını yoğunu batırır sonunda, gırtlağına dek borca batmış bir yoksul adam olarak çıkar bu serüvenden. Dört yıl boyunca sürekli borç öder. Kendisini iş dünyasının ucuz açıkgözleri, kapkaç yöntemleri, töresizliği ile karşı karşıya getiren bu serüven sonunda, kötümserliği, kırgınlığı, insan doğası konusundaki kuşkulan artar. Bu duygular, karısıyla iki kızının ölümü üzerine daha da yoğunlaşır. Alaycılığının, güldürüsünün temelinde hep bu burukluk yankılanır bir bakıma. Uygarlık diye, işbilirlik diye yutturulan çıkar düzenlerine, ucuz taşra politikasına, ikiyüzlülüğe, yeteneksizliğe öfkesi gitgide artar. Yaşamının sonuna doğru, yapıtlarının geliriyle gene zengin bir adam olur. Connecticut’a yerleşir, varlıklı bir yaşam sürer, ama büyük bir yalnızdır. Ülkenin dört bir yanından yığınların hayranlığı, milyonlarca okurun ilgisi, kendisine yağdırılan onurlar, gününün en ünlü kişilerinin dostluğu avutamaz onu. 1910 yılında mutsuz ölür. İsteği üzerine, yapıtlarından çoğu, ölümünden sonra yayımlanır.
Elinizdeki derleme, Mark Tvvain’in “Calaveras İlinin En Hızlı Sıçrayan Kurbağası”, “Çalınan Fil” (The Stolen VVhite Elephant, 1882), “1.000.000’luk Banknot” (1.000.000 BankNote, 1893) gibi en ünlü öyküleriyle, güzel birkaç kısa öyküsü yanısıra, “Âdem’in Güncesi” (Adam’s Diary, 1904), “Havva’nın Güncesi” (Eve’s Diary, 1906) gibi ünlü güldürü yazılarını içeriyor. Âdem ile Havva, Mark Twain’in sık sık işlediği, sevdiği konulardan biridir. Buradaki güncelerde, kadın erkek ilişkisi, evrensel değişmezleriyle, mutlu, duygusal, gülünç yönlerden çiziliyor. Ama her Mark Twain güldürüsünde olduğu gibi, düşündürücü bir kara yönü de yok değil bu yazıların. “Mankafa Wilson’un Güncesinden İnciler” ise, yazarın ünlü Puddn’head Wilson (1894) romanında bolüm başlarına serpiştirdiği özdeyişlerdir. Buruk bir alaycılığın çarpıcı örnekleri olan bu sözler, Mark Twain’in dünyaya, insanlara bakışını en kestirme yoldan yansıtır niteliktedir.
Akşit Göktürk

Âdem’in Güncesi
BİRİNCİ BÖLÜM
Uyandığımda yalnız değildim artık. Uzun saçlı bir yaratık belirmişti yanımda.
Pazar
O derin uykuya daldığım sırada başıma bir şeyler gelmiş olmalı. Göğsümün sol yanındaki yara izinden anlıyorum bunu. Acı falan duymuyorum ama yeni yaratığın daha ilk ortaya çıkışıyla böyle bir yara izi bırakması, beni pek de mutlu olayların beklemediğini getiriyor aklıma.
Pazartesi
Bu uzun saçlı yeni yaratık bir an bile eksik olmuyor çevremden. Ne yana dönsem karşımda, nereye gitsem ardımda. Hoşuma gitmiyor bu iş. Yanımda başka birinin bulunmasına alışık değilim. Keşke öbür hayvanların yanına gitse de rahata kavuşsam… Hava bulutlu bugün. Rüzgâr doğudan esiyor. Belki de bizi iyi bir yağmur bekliyor. Bizi mi? Ne demek “bizi”? Bu sözü de nerden öğrendim durup dururken? Haa, öyle ya, yeni yaratık hep böyle diyor konuşurken.
Salı
Yeni yaratık hiç aralıksız konuşuyor. En hoşlandığı şey de her gördüğü nesneye bir ad takmak. Benim şu çok sevdiğim büyük çağlayana Niagara adını taktı. Neden öyle dedi, bir türlü bilemiyorum. Sözde, Niagara adına benzer bir görünüşü varmış bu çağlayanın. Budalalıktan, şımarıklıktan başka bir şey değil bu yaptığı.
Ben artık hiçbir şeye ad takamaz oldum. Yeni yaratık, karşımda çıkan her şeye, daha ben ağzımı açmaya kalmadan bir ad koyuveriyor. Koyduğu her adı da aynı nedenle açıklıyor: Öyle bir görünüşü varmış o nesnenin. Dudukuşunu örnek alalım. Sözde insan bu yeni kuşa daha ilk bakışta, onun Dudu’dan başkası olamayacağını hemen anlayabilirmiş. Dudu dedi, Dudu kaldı kuşun adı tabii. Öfkeden bitkin düşüyorum artık, ama bana mısın demiyor. Dudu! Gerçekte, ben ne kadar dudu isem o kuş da o kadar dudu!
Çarşamba
Yağmura karşı bir korunak yaptım kendime, ama şöyle iç rahatlığıyla kullanamadım. Yeni yaratık geldi, zorla içeri sokuldu. Dışarı atmak istediğimde, görmesini sağlayan iki delikten damla damla sular akıttı önce, sonra ıslanan yanaklarını pençelerinin tersiyle sildi, öbür hayvanların acı çekerken çıkardıkları sese benzer sesler çıkardı.
Şu konuşması olmasaydı hiç değilse! Durmak dinlenmek bilmiyor. Zavallı yaratığı kötülemek ya da boş yere suçlandırmak istediğim sanılacak, ama hiç de böyle bir niyetim yok. Daha önce hiç insan sesi işitmediğimden, buradaki düşsel yalnızlığımın o yüce sessizliğini bozan her yeni garip gürültü, bir işkence oluyor kulaklarım için. Bu yeni ses çok yakınımda üstelik. Omzumun üstünde, kulağımın dibinde, bir o yanımda bir bu yanımda. Oysa ben az çok uzağımda bulunan seslere alışmışım.
Cuma
Ad koyma işi alabildiğine sürüp gidiyor. Ben ne yapsam, ne etsem durumu değiştiremiyorum. Ama bu yeni yaratığın, bana ters düşen mantığından dolayı, haksız olduğu apaçık bir şey.
Yaşadığımız bu yer için çok güzel bir ad bulmuştum. Müzik gibi akıcı bir ad; CENNET BAHÇESİ. Bu adı artık açıkça değil, ancak gizliden gizliye kullanıyorum. Yeni yaratık, ormanian, kayalıkları, kırları ile bu yerin hiç de bir bahçeye benzemediğini söylüyor. Parka benziyormuş daha çok. Sonunda bana hiç sormadan, kendi bildiğince yepyeni bir ad taktı bu yere: NİAGARA ÇAĞLAYANI PARKI. Bence düpedüz zorbalık bu yaptığı. Parktır diye şöyle bir yafta bile koydu:

ÇİMENLERE BASMAK YASAKTIR

Yaşamanın tadı tuzu kalmadı artık.
Cumartesi
Yeni yaratık çok meyva yiyor. Yakında meyva kıtlığı çekeceğiz bu gidişle, bu ağaçlar bize yetmeyecek. “Biz” dedim gene. Yeni yaratığın sözü. İşite işite ben de alıştım bu söze artık.
Bu sabah koyu bir sis vardı. Ben sisli havada dışarı çıkmıyorum. Yeni yaratık sis falan dinlemiyor. Hava nasıl olursa olsun çıkıyor, dönüşte de çamurlu ayaklarıyla dalıyor içeri. Gene konuşuyor, konuşuyor.
Pazar
Eskiden ne sessiz, gürültüsüz bir yerdi burası. Bu pazar günleri de gitgide daha çekilmez bir durum alıyor. Geçen kasımda haftanın bu gününün dinlenmeye ayrılması kararlaştırıldı. Oysa daha önce haftada altı dinlenme günüm vardı benim. Bu sabah yeni yaratığı, yasak ağacın elmalarını toprak kesekleri atarak düşürmeye çalışırken suçüstü yakaladım.
Pazartesi
Yeni yaratık adının Havva olduğunu söylüyor. Ne olursa olsun, beni ilgilendirmez, Yarama gelmesini istediğim zaman bu adla çağrrmauymışım kendisini. Hiç ardımı bırakmadığı için, kendisini çağırmanın gereksiz bir şey olacağını söyledim. Bu “gereksiz” sözünden sonra birdenbire saygısı arttı bana karşı. Anlaşılan sık sık kullanabileceğim çok etkili, yararlı bir söz bu.
Yeni yaratık kendisinin dişi olduğunu söylüyor. Belki de uyduruyordur. Her neyse, beni hiç ilgilendirmez. Başımdan çekip gitse de şu çenesinden kurtulsam tek.
Salı
Bütün yöremizi aşağılık yaftalarla, çirkin birtakım adlarla kirletti:

Müşteri bulunsa bu parkın çok güzel bir yazlık dinlenme yeri olabileceğini söylüyor. Yazlık dinlenme yeri onun parlak buluşlarından biri daha kupkuru, anlamsız sözler. Neymiş yazlık dinlenme yeri? Ama en iyisi sormamak, uzun uzun açıklamalar yapmaya can atıyor çünkü.
Cuma
Şimdi de, çağlayanın üst yanlarında suya girmemem için bir yalvarmadır tutturdu. Ona ne zararı var bunun anlamıyorum. Yüreği ağzına geliyormuş korkudan. Anlamadığım şeyler.
Ben her zaman suya girdim orda. Serin sulara atlamanın coşkusunu her zaman sevdim. Çağlayanların tek yaran da buydu bence. Her şey gibi onların da bir yaran olmalıydı. Ona kalırsa çağlayanlar seyredilmeye yararmış ancak tıpkı gergedanlarla mastodonlar gibi.
Bir fıçı içinde yüzdüm çağlayanda istemedi; bir tekne içine girdim, onu da istemedi. İncir yaprağından bir giysi ile, girdabın hızlı sularında yüzdüm. İncir yaprağı darmadağın oldu. O zamandan beri, boyuna aşırılıklarımdan yakınarak usandırdı beni. Hiçbir şey yapamaz oldum burda artık. Başka yerlere gitmek belki iyi gelecek bana.
Cumartesi
Geçen salı gecesi kaçtım. İki gün yol yürüdükten sonra ıssız bir yerde yeni bir korunak yaptım kendime. İzlerimi de elimden geldiğince ortadan kaldırmaya çalıştım. Ama yeni yaratık, kendisine alıştırdığı kurt adlı bir hayvanla birlikte araya araya geldi beni burda da buldu. Beni görünce, kendine açındıran o sesleri çıkardı gene, görme deliklerinden sular akıttı. Sonunda onunla birlikte eski yerime dönmek zorunda kaldım. Ama ilk fırsatta gene kaçmayı düşünüyordum. Bir daha dönmemek üzere!
Akıl almadık şeylere kafa yoruyor. Sözgelişi, aslan kaplan diye adlandırılan hayvanlann, birbirlerini yemelerini gerektiren türden bir diş yapısına sahip olmakla birlikte, neden ot, çiçek yiyerek yaşadıklarını araştmyor. Düpedüz saçmalık! Birbirlerini yemeleri, birbirlerini yok etmeleri demek olurdu. Bundan da “ölüm” denen şey doğardı, benim bildiğim. Oysa, bana söylendiğine göre ölüm daha bu parka uğramamıştı. Bir bakıma üzücü bir şey uğramaması.
Pazar
Sıkıntılı bir gün daha geçti.
Pazartesi
Hafta denen şeyin neye yaradığını anladım en sonunda. Pazar gününün can sıkıntısını insana unutturmaya yanyor.
İyi bir buluş bence…
Bugün gene yasak ağaca tırmandı. Toprak kesekleri fırlatarak aşağı indirdim. Tırmandığını hiç kimsenin görmediğini söyledi. Sivri aklınca, kimsenin görmediği sürece her tehlikeli şeyi denemesi mazur gösterilebilir. “Mazur göstermek” sözü bana büyük bir hayranlık duymasına yol açtı gene. imreniyor bana. “Mazur” da ne söz ama…
Sonra birden, benim ağaca tırmanmakta kendisi kadar usta olmadığımı, bu bakımdan kendisini kıskandığımı ileri sürmez mi! Sonunda ikimiz birden tırmandık ağaca, böylece ona ustalıkta hiç de kendisinden geri kalmayacağımı göstermiş oldum.
Sah
Benden alınma bir kaburgadan yaratılmış olduğunu söylüyor. İnanılır şey değil. Gene uyduruyor. Benim kaburgalarımda bir eksilme olmadı ki…
Şimdi de şahini taktı kafasına. Otla beslenmesi sözde şahinin yaradılışına aykırı düşüyormuş. Bu gidişle fazla yaşayamayacağından korkuyor. Gerçekte etle beslenmesi gerekirmiş bu kuşun. Daha neler. Burada ne bulursa onunla yetinmeye çalışsın şahin. Şimdi onun için bütün düzeni altüst mü edeceğiz!
Cumartesi
Dün, gene her zamanki gibi suda kendini seyrederken, göle düştü. Nerdeyse boğuluyordu. Son derece sevimsiz bir duyguymuş suya düşmek. Bundan dolayı, su içinde bulunan balık adını taktığı bütün yaratıklara acımaya başladı. Ad takma işi var hızıyla sürmekte gene. Gereği olsun olmasın her şeye bir ad takıyor. Bir işe de yaramıyor taktığı adlar. Hiçbiri de o adlarla çağrılınca insanın yanına gelmiyor o şeylerin. Ama umrunda bile değil. Ne olursa olsun, o bildiğini okuyor.
Dün akşam, o balık dediği şeylerden birçoğunu sudan çıkararak ısınsınlar diye getirdi benim yatağıma doldurdu. Ama hayvanları uzun uzun gözetlediğimde, burada hiç de suda olduklarından daha mutlu görünmedikleri sonucuna vardım. Kımıltıları azalmıştı yalnız. Karanlık olunca götürüp hepsini dışarı atacağım. Bir daha onlarla birlikte yatmaya niyetim yok. …………………

Ünlü Amerikan güldürü yazarı Mark Twain (1835-1910) bütün yaşamı boyunca zengin olmaya çabalamış, ama bunu hiçbir zaman başaramamış serüvenci bir yazar. Tom Sawyer gibi, Huckleberry Finn gibi ünlü yapıtlarının yanısıra pek çok öykü de yazmış, dünya klasikleri arasına girmiş bir güldürü ustası. Alaycılığının, güldürücülüğünün temelinde hep bir burukluk vardır. Uygarlık diye, çağdaşlık diye yutturulan çıkar düzenlerine, ucuz taşra politikasına, ikiyüzlülüğe, yeteneksizliğe karşı büyük bir öfke vardır içinde. Bunlar, yazdıklarına da yansımıştır. Adem’le Havva’nın Güncesi, bu ünlü yazarın en sevilen öykülerinden biridir. Ayrıca bu kitapta Mark Twainin yedi öyküsünü daha bulacaksınız…
Eklendi: Yayım tarihi

“Adem’le Havva’nın Güncesi” için 3 yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap Adı Adem'le Havva'nın Güncesi
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarMark Twain
  • ISBN9789750752094
  • Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tom Sawyer ~ Mark TwainTom Sawyer

    Tom Sawyer

    Mark Twain

    Tom Sawyer, ünlü Amerikalı yazar Mark Twain’in kendi hayatından izdüşümleri taşıyan bir macera romanı. Olaylar, genellikle “İç Savaş” öncesi Amerikası’nın Mississippi Irmağı kıyısındaki bir...

  2. Tom Sawyer’ın Maceraları ~ Mark TwainTom Sawyer’ın Maceraları

    Tom Sawyer’ın Maceraları

    Mark Twain

    Mark Twain’in muzipliklerle dolu romanı Tom Sawyer’ın Maceraları’nda, adımını attığı her yerde bir belaya rastlayan bahtsız Tom’un hikâyesi anlatılıyor. Tom Sawyer, Mississippi Nehri’nin kıyısındaki...

  3. Prens ile Dilenci ~ Mark TwainPrens ile Dilenci

    Prens ile Dilenci

    Mark Twain

    Mark Twain, Tom Canty ile Edward Tudor’un bir anda birbiriyle kesişen ve karmaşıklaşan serüvenlerini anlatıyor ünlü romanı Prens ile Dilenci’de. Londra’nın iki ayrı ucunda,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Dağlar Taşlar Tanığımdır ~ Sevim ÇiçekDağlar Taşlar Tanığımdır

    Dağlar Taşlar Tanığımdır

    Sevim Çiçek

    Geleneklerin, yoksunlukların, şiddetin egemen olduğu bir coğrafyanın insanları. Sokuldukları cendereler, o sıkıntıların içinden çıkamama halleri, kimi zaman isyan edişleri ve çözüm arayışları. Sevim Çiçek...

  2. Rüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan ~ Cengiz DağcıRüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan

    Rüyalarda: Ana ve Küçük Alimcan

    Cengiz Dağcı

    Biri anne diğeri çocuk hakkında iki güzel hikâye. Birisi daha çok dokunaklı, diğeri daha çok neşeli. İlki “Ana mı? Yoktu ana. Yok, vardı ana....

  3. Curcunabazlar ~ Mehmet AnılCurcunabazlar

    Curcunabazlar

    Mehmet Anıl

    “Kardeşler arasına para pul, mal mülk girmesin, büyük büyüklüğünü, küçük küçüklüğünü bilsin.” Curcunabazlar’da, babaları İshak artık işgöremez duruma düşünce şirketin başına kimin geçeceği üzerine...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur