YAYIMLATILMAYAN BİR KİTAP …KADİM BİR KEHANET…ZAMANA KARŞI BİR YARIŞ
Kehanet gerçekleşiyor mu? Saldırıları durdurmak ve bu saldırıların ardındaki gizli güçleri ortaya çıkarmak için zaman gittikçe daralıyor…
YAYIMLATILMAYAN BİR KİTAP
Olay yaratacak yeni romanı bilgisayarından çalınan ve silinen Sam, vahşice bir saldırıya maruz kalır. Yayımlanmamış kitabındaki olaylar bir bir gerçekleşmeye başlayıp, Antalya’daki bir camiye terör saldırısı düzenlendiğinde yazar, hayatının hâlâ tehlikede olduğunu anlar.
KADİM BİR KEHANET
Hayatı boyunca Nostradamus kehanetlerini tutkuyla inceleyen bir araştırmacı, o zamana kadar bilinmeyen bir kehaneti keşfeder. Tüm dünyayı yakından ilgilendiren bu kehanetle ilgili kime güveneceğiniyse bilememektedir.
ZAMANA KARŞI BİR YARIŞ
Her yerde aranan azılı bir suçlunun izini süren bir ajan, beklemediği bir anda gizli planları olan yeni düşmanlarla karşı karşıya gelmiştir. Kaybedecek zamanı yoktur ve çok fazla şey feda etmesi gerekecektir.
“Yazdığınız kitaptaki her şey gerçekleşmeye başlasaydı ne hissederdiniz? Karakterlerinin delirdiklerinden şüphelendiği ve hayatlarını tehdit eden korkunç gerçeği kabullenmeye başladıkları tüyler ürpertici ve korkutucu bir roman. Tek kelimeyle büyüleyici… -Books Monthly
“Kehanet, okuru ilk sayfadan itibaren çok hızlı bir şekilde ele geçiriyor. Birçok sürprizin olduğu bu şaşırtıcı hikâyenin heyecanına kapılmaktan kendinizi alamayacaksınız. Heyecanın bir saniye bile dinmediği bu yeni ve güncel hikâye bize mutlaka başka kitaplarını da okuyacağımız bir yazarı tanıtıyor.” -Books n’ Things
“Kehanet aklımı başımdan aldı. Dörtnala bir anlatım, inandırıcı karakterler, ajanlar ve gerçekten de akıllıca sürprizler… Uzun süredir okuduğum en ilgi çekici macera kitabı.” Lara Crisp, Managing Editor, Allison & Busby
“Khaled Hosseini ve Dan Brown eski kehanetleri günümüzün problemleriyle buluşturan ortaklaşa bir roman yazmak isteseydi muhtemelen ortaya böyle bir kitap çıkardı.” -Cornerstones
“Nefes kesen, ustaca bir kurgu… Kitap gerçek anlamda nefes kesici…” Thrillers etc
***
ONEIDA, NEW YORK EYALETİ. KASIM 2007,
Sam Tynnan’ın ölüme ne kadar yakın olduğuna dair hiçbir fikri yoktu; sonuçta bu senaryoları karakterleri için yazıyordu, kendisi için değil. Ama o anda, kesinlikle bambaşka bir nedenden dolayı gergindi, soluğunu tutmuştu; çevresindeki her şey sanki birden duruvermişti. Evin yüz metre ötesindeki ormanın kenarındaki ağaç tepelerinin hafif hışırtısı, uzak bir yerlerden gelen köpek havlaması, yan odadan gelen Paco de Lucia’nın “Concerto de Aranjuez”inin kısık nağmeleri.
Sam tynnan kendisine bir milyon dolar kazandırabilecek kitabı bitirecek mükemmel paragrafı ararken soluksuzdu ve beklenti içindeydi; son on sekiz ayın umut ve tutkuları şimdi birkaç saniyeye sıkıştırılmıştı.
Sam tynnan, bunun tam bir piyango olduğunu çoğu kişiden daha iyi biliyordu. Dokuz yıldır tek mesleği yazarlık olan Sam Tynnan, bir metnin, 20 sentlik ret pusulasından bir sekreteri bir ay bile geçindiremeyecek avanslara, düşük ve yüksek beş rakamlı ödemelere, düşük ve yüksek altı rakamları ödemelere, zirveye, yedi rakamlı avanslara kadar pek çok şey kazandırabileceğini biliyordu.
Temsilcisi Elliot “Elli” Roschler, Sam’in ilk taslaklarını okumuş ve gerçekten heyecanlanmıştı. “Bu olağanüstü bir kitap olacak gibi görünüyor.” Ama son birkaç yıldır bu kavramın anlamı değişmişti. Adam Dayne’in Magdalena Şifresi’nin yayımlanmasının ardından piyasa tamamen değişmişti. Dinsel ve mitolojik gerilim kitaptan birdenbire ayın ve yakın geleceğin popüler türü haline gelmişti. Dayne kitaptan kırk milyon dolardan fazla para kapanmıştı ama arkasından çok yüksek avanslar ve telif Ücretleri gelmişti.
Sam bilgisayarının ekranındaki sözcüklere büyük bir saygıyla baktı, Artık ipotek ve kredi kartı ödemeleri için kaygılanmak, tatiller ve tatile çıkarken harcanan zaman ve para için endişelenmek ya da Kate’i arayıp avansını alana kadar nafakayı geciktireceğini söylemek zorunda kalmak yoktu.
Şimdi çok az kaldığını hissedebiliyordu, çok somut ve gerçekti. Kitap bittiğinde ve Elli metni alıp okuduğunda yaşayacağı coşkuyu hayal edebiliyordu. Ardından, birkaç gün sonra telefonlar başlayacaktı: İlk teklif sunulacak, biraz yükseltme yapılacak, sonra çeşitli oyunlar sahnelenecek ve Elli son fiyatın artması için tarafları kızıştıracak numaralar yapacaktı.
Ama Elli’nin tahmin ettiği çarpıcı rakamlar gerçek dışı görünse de, Sam’in bir yanı -özellikle de bu kadar uzun bir çalışma süresinin ardından- gerçek olduğuna inanmakla ve sanki paranın yarısı bankadaymış gibi hissetmekle kalmıyor bunu tamamen hak etliğini de düşünüyordu.
Çünkü bu özel kitapla çok uğraşmıştı. Bugüne kadar yazdığı bütün kitaplardan daha fazla hem de. Ev ofisinin her yanına bu savaştan geriye kalanlar saçılmıştı: tekrar tekrar yazılan, yapı söküme uğratılan ve yeniden kurulan bölümler ve parçalar: sayfa kenarlarında başlayıp çoğu zaman sayfanın arkasında devam eden karalamalar; aklına geliveren bir düşünce zincirini tam olarak anımsayamama korkusuyla ona alışverişlerinde ve akşam yemeği randevularında bile eşlik eden, her gece yatağının başucunda duran sayısız sonuna kadar dolu not defteri.
Sonra bir kitap ve kâğıt dağı; sadece Nostradamus’un on dört cildi, İncil ve Kuran, Steinsaltz’ın Talmud’u, Tahavi’nin Akide’si. Clement Mektupları ve internetten sayısız haber, yorum ve alıntı. Sam’in artık bunu hak ettiğini düşünmesinin bir başka nedeni de, bunca yıllık bir yazar olarak, bunun kadar iyi fikirlerin pek az geldiğini bilmesiydi. işin aslı, çoğu zaman hiç gelmezlerdi. Başka bir şey ararken tesadüfen bir Nostradamus paragrafı bulmasaydı, sonra bunu güncel olaylar zinciriyle ilişkilendirmeseydi bu fikir aklına hiç gelmeyebilirdi. Annesinin ölümünden sadece dört ay sonra gelmişti bu fikir aklına, sanki annesi cennetten ona elini uzatmıştı, “işte burada. Hayatının çok uzun zamandır kayıp olan yapboz parçası burada.”
Çok somut ve çok gerçekti artık. Çok yakın. Sam elini uzatıp ekrana dokundu, sanki bu fiziksel temas son sözcüklerin akmasına yardım edebilecekti. Sadece birkaç satır daha ve sonunda bitirmişti.
“Gecikme niye?”
“Bilmiyorum.” Yirmili yaşlarının ortalarındaki bilgisayar operatörü başını ekrandan sadece bir an için kaldırdı.
Omuzlarını silkip hafifçe güldü. “Sanırım bir kitabı bitirmek zaman alıyor.”
“Sanıyorsun ha, Cali?” Aralarında on iki yaş ama en önemlisi üç rütbe vardı. Bölüm komutanı masasına doğru eğilirken genç adamın gülümsemesi soldu. “Bana ve buradaki herkese bir iyilik yapıp son mesajda ne yazdığını anımsatır mısın?”
Odada altı adam daha vardı, bir bilgisayar, bir masa, üç sandalye ve iki sıradan başka bir eşyası olmayan, loş ve
çıplak duvarlı küçük bir depodaydılar. Kimse bir şey söylemiyordu ama adamlardan birkaçı hafifçe gülümsüyordu.Uzunca bir zamandır Washington’la birlikteydiler; adamı yakından tanıyacak kadar uzun bir zamandır. Belki de her operasyonun ön cephesinde oldukları içindi. Bir kere gözden düştün mü Washington kapıdan içeri ilk senin girmen, kurşunlarla ilk senin karşılaşman için gerekeni yapabilirdi.
Şimdi bir operasyonun son sahnesindeydiler; onca aylık planlamanın birkaç saate sıkıştınldığı ve bir yanlış adımın ya da bir anlık yanlı; zamanlamanın değişmez bir şekilde ölüm demek olduğu o son çılgın dakikaların içindeydiler. İkinci bir fansın olmazdı.
Washington, Cali, Ohio, Illy, Montana, Utah, Nevada, Texas… On be; ay önce. bölümleri ilk kurulduğunda her birine kimliklerini gizlemek için bir eyalet adı seçmeleri önerilmişti, “istediğin birini seç. ama yaşadığın eyalet olmasın.
Ve Washington da olmasın, o seçildi, Washington benim.” Rütbe üstünlüğü en başından açıkça anımsatılmıştı. Ve üç ya da dört heceli eyaletler kolay lakaplara ki saltılabilirdi ama Washington kısaltılamazdı.
Cali bir parmağını ekranına uzattı. “Son e-postasında diyor ki… ‘Sayfa 434’e kadar geldim, şimdi bir iki sayfa kaldı.
Bu öğleden sonra bitirmeyi ve sen çıkmadan hepsini sana göndermeyi umuyorum.™
“Peki, bu saat kaçtaydı?”
Washington saatine baktı. “Bir iki sayfa yazmak üç buçuk saat sürer mi?”
“Sanırım sonlar da başlangıçlar gibi işin en zor kısmı. Her şeyin güzelce toparlandığından emin olmak gerekir, yarım kalan şeyler olmamalıdır. Sonra da son düzeltmeler ve…” Cali. Washington’ın ters ters baktığını görünce sustu. Başını salladı. “Ama evet, bir iki sayfa için uzun bir süre.”
Altı adamdan da hafif bir ayak sürümesi, sıralardan birinden çıkan bir gıcırtıdan başka bir ses çıkmıyordu hâla.
Oturdukları yerde kıpırdanıyorlardı, huzursuzlukla derinleşiyordu. Burada üç saattir bıçak sırtında bekliyorlardı ve şimdi bir iki saat daha beklemeleri gerekebilirdi.
Tıknaz ve geniş omuzluydular, Kevlar yelekleri onları daha da iri gösteriyordu. Odadaki tek ışık bilgisayarın yanındaki lambadan geliyordu ve adamlar siyah kamuflaj kıyafetleriyle uğursuz gölgeler oluşturuyorlardı.
“Roschler’ın ofisinden çıkıp çıkmadığına ilişkin bir bilgi var mı?” diye sordu Washington.
“Yok. Bağlantıları çevrimiçi olduğunu gösteriyor ama bilgisayarından uzakta olabilir. Bu pek çok anlama gelebilir:
Masasında başka bir şey yapıyor, ofisinde bir yerlerde ya da gerçekten gitti ama bilgisayarını ev bilgisayarına bağlanması için açık bıraktı.”
Vurucu tim lideri ve Washington’dan sonra ikinci komutan ulan Nevada ilk kez konuştu:
“Bir ev bilgisayarından bağlanıyorsa bu Wyo’nun pek de hoşlanmayacağı bir son dakika değişikliği demek.”
“Evet, biliyorum,” dedi Wasington yüzünü buruşturarak.
İkinci ekibin lideri Wyo, altı yüz elli kilometre kadar ötede aynı gerginlikle bekliyordu. Bunu ve başka pek çok olasılığı düşünmüş olmalarına karşın hâli bir aksilik olabileceğine dair bir uyarıydı bu.
Ama Washington, bunun gibi operasyonlar yönetmekle geçirdiği yıllarından dolayı bu cümlenin arkasındaki anlamları biliyordu. Bu son gergin dakikalarda, her şeyin ters gitmesi durumunda, bir yerlerde birisinin onlardan daha büyük bir tehlike ve risk altında olacağını düşünerek kendilerini avuttular.
Washington, özellikle de bu operasyonda, bunun hiç de doğru olmadığını biliyordu.”Şimdi neredesin?”
“Şimdi otuz sekizi geçiyorum.” Taksi penceresinden dışarı bakan Elli Roschler, Sam’in ne demek istediğini anladı. “Ama şimdi onu almak için dönersem erken akşam yemeği randevusuna geç kalırım.” Elli saatine baktı. “Zaten birkaç dakika gecikecek gibiyim. Yemekten hemen sonra alırım, bir iki saatten fazla sürmez. ‘Jç dakika önce mi gönderdiğini söylemiştin?”
“Evet. Gidip gitmediğini anlamak için önce ofis hattını aradım,”
“Beni kıl payı kaçırdın. Maggie de bu akşam benden on dakika önce çıktı.” Elli memnuniyetle, uzun uzun göğüs geçirdi.
“Vay be. Sam… Bitti ha… Bitti! Bulutların üzerinde olmalısın.” Elli kıkırdadı. “Yani, kendini çimdikleyip o gerçek dişilik hissinden kurtulduğunda gerçekten de bitirmiş olacaksın.”
“Birkaç Carlos Tercero bana yardımcı olur.”
“Ben de yemekte buna kadeh kaldıracağım.”
“İlginç bir şey mi bari?”
“Hayır, pek sayılmaz. Dürüst bir özgeçmişi olan düşmüş bir yıldızcık. Anne dayağı ve istismarı, daha sonra suçunu bunlara yüklediği uyuşturucu ve içki bağımlılığı, evlendikten sonra lezbiyenliğini keşfi, daha çok uyuşturucu ve tedavi var geçmişinde. Ah, bir de köpeği var; bütün bu travmalar yüzünden şimdi tedavi altında. Bilirsin, standart Amerikan başarı öyküsü.”
İkisi de güldü. Dokuz yıllık ortaklıklarında sadece temsilci ve müşteri olmakla kalmamış, yakın dost olmuşlardı. Uç yıl önce, Kale onu terk edip, o zaman sadece altı yaşında olan oğulları Ashley’yi de yanına alarak kariyeri için Batı Kıyısı’na gittiğinde üzüntülerini ilk bildirenler ve ağlayacak omuz sunanlar Elli’yle Mike Kiernan -Sam’in yazar arkadaşı ve New York eyaletinin Oneida kenti sakini olmuştu. Sam’in arkadaşları ilişkinin ardından uygun bir süre yas tuttuktan sonra, çöpçatanlık için ellerinden geleni yapmıştı. Ama bu ayarlamalar her defasında Sam’in kendini daha da yalnız ve kötü hissetmesine yol açmıştı. Elli’yle Mike’ın evliliklerinin nasıl da zamanın sınamalarından başarıyla geçtiğini ve evlerinin de bunu kanıtlayacak fotoğraflarla dolu olduğunu düşündürmüştü: yıldönümleri, ailece tatiller, kızları ve oğullarıyla Noel ve doğum günü fotoğrafları. Ama Sam onların iyi niyetli olduğunu biliyordu. İyi arkadaşlardı. Ve neyse ki bütün bunlar bir yıl önce Lorrena’nın hayatına girmesiyle sona ermişti.
“Bu gece Lorrena’yla bir iki kadeh şampanya içersiniz herhalde, değil mi?” dedi Elli.
“Evet, kesinlikle.” Sam saatine göz attı. Lorrena’nın gelmesine daha bir iki saat vardı. Akşamları İtalyanca kursuna gitmeye başlamıştı; anne babasının dilini öğrenmeye yönelik ani bir arzu duymuş olmalıydı.
“Akşam yemeğinden dönerken metni alacağım ve hemen bu akşam okumaya başlayacağım. Sabahlayacağım gibi görünüyor,” Elli kıkırdadı, sonra ciddileşti. “Sam?”
“Evet?”
“Aferin sana. Çünkü bunun senin için zaman zaman çok da kolay olmadığını biliyorum.”
“Teşekkürler.” Sam içini çekti, sanki en sonunda sırtındaki yükten tamamen kurtulmuştu. “Okuduktan sonra da ‘aferin’ demeni umalım.”
“Diyeceğimden eminim… Diyeceğimden eminim.”
Vedalaştıktan sonra ev daha sakin, daha sessiz geldi. Lorrena gelene kadar konuşacağı kimse, içine dalacağı bir metin yoktu, Bitirmişti’. Birden kendini yapacak bir şeyi yokmuş gibi ve biraz boşlukta hissetti, sanki her gün konuştuğu birisi çekip gitmişti; Kate’in Ashley’yle birlikte gittiği zaman hissettiği gibi.
Sesi kısık televizyonda bir haber kanalı açıktı – Sam bunu çoğu zaman yalnızlığını azaltmak için yapardı; çevresiyle bağlantıda olduğunu, rahatsız edilmeden dış dünyanın bir parçası olduğunu hissettirirdi bu ona. Dinlediği klasik müzik CD’si bitmişti.
Bir başka CD çalmak için salona geçti. Onu keyiflendirecek, sonunda gerçekten bitirmesini kutlamaya başlatacak enerji dolu bir şey istiyordu. CD rafının beşinci sırasında Best of The Police’i buldu. Harika. Gençlik yıllarına gitti.
Birinci parça “Message in a Bottle”dı, müzikle salınarak mutfağa gitti, buzdolabından bir Bud alırken şarkıya eşlik ediyordu. Neredeyse dans ederek salona giderken birasından bir yudum aldı.
Şarkıdaki basgitann ve vurmalı çalgıların yüksekliği yüzünden kırılan camın sesini ilk başta algılayamadı ve fark ettiğinde başını hızla mutfağa çevirdi; herhalde buzdolabının kapısı açılmış ve bira şişelerinden birisi düşmüştü. Ama salonunda gelişigüzel titreşen yoğun bir ışık onu şaşırttı ve üzerine doğru gelen gölgeye doğru bir hamle yapmıştı ki bir kol boynuna dolanıp onu geriye çekti. Boynundaki el güçlü ve kaskatıydı. Sam birden bacaklarının erimiş jöleye döndüğünü hissetti, düştü düşecekti ama onu sıkıca tutan kol çalışma odasına doğru sürüklerken çılgın gibi ayakta kalmaya çalışıyordu.
°Hub, komputereş hamız mutassıl ast. Mohkam girifte-eş?’
“Baley, man daarames!”‘
Sam şimdi iki kişiyi daha görebiliyordu: Birisi bilgisayarının başına oturmuştu, diğeriyse salonun en ucunda, ön kapının yanında duruyordu; bir aksilik olursa oradan kaçabileceklerine düşündüğüne şüphe yoktu. Sam dediklerini anlamıyordu ama son on sekiz ayda yaptığı araştırmalarda bu dili tanıyabilecek kadar çok duymuştu: Arapça ya da Farsçaydı. Ama bilgisayarının başındaki adam şimdi onunla İngilizce konuşuyordu.
“Bitirdiğin kitabı şimdiye kadar kimlere gönderdin?”
“Ben… Ben bilemiyorum,” diye kekeledi Sam. “Şu anda anımsayamıyorum.”
Şoktaydı ama hızla artan başka bir korkusu daha vardı: Kehanetin kopyalarını bilgisayarından ve Elli’nin ofisinden alırlarsa işi biterdi. Başka kopyası yoktu.
“Bir kez daha deneyelim, tamam mı?”
Ağır aksanlı olsa da Amerikan Ingilizcesiyle konuşuyordu, New York ya da Buffalo’da yaşayan, Amerika’ya beş on yıl önce gelmiş Arap göçmenlerinden olabilirdi. Konuşmasında, çok belirgin olmasa da, araştırmasını yaparken konuştuğu Suudi ve Mısır uyrukluların tonlamaları hisseditebiliyordu.
Sam sırtı yere çarptığında havasız kaldığını hissetti, arkasındaki adam üzerine binip onu yere yapıştırdı. Bir el gırtlağına yapışmış ve bir tabanca suratına çevrilmişti, namlusu burnunun dibindeydi.
“Nereye gönderdin bayım? Nereye?” diye bağırdı üzerine binen adam, ilk kez konuşuyordu. Bilgisayarın başındaki adam birden bir şeye yoğunlaştı, Sam’in dosyalarını tararken gözleri ekrana kilitlenmişti. Silahın horozu kalktı.
Son kopya da gitti! Ve böyle bir haydut çetesini Elli’ye gönderemezdi. Ya Miriam’la çocuklar evdeyken onun evine giderlerse ve… Tetik sadece çıt ederek yerine dönünce Sam titreyerek soluğunu…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKehanet
- Sayfa Sayısı464
- YazarJohn Kilgallon
- Çevirmenİrem Sağlamer
- ISBN6054456598
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kayıp Zamanlar ~ Michael Morpurgo
Kayıp Zamanlar
Michael Morpurgo
“Herkes gitti ve ben nihayet yalnız kalabildim. Önümde uzun bir gece var ve bir saniyesini bile boşa harcamayacağım… Bu gecenin uzun, hayatım kadar uzun...
- Kan Şarkısı ~ Anthony Ryan
Kan Şarkısı
Anthony Ryan
"Pek çok adı vardı. Daha otuz yaşına gelmemiş olmasına rağmen, tarih ona bol unvan ihsan edilmesini layık görmüştü: Onu bize eziyet etsin diye gönderen deli kralın karşısında Diyar'ın Kılıcı, savaşlar boyunca onu izleyen adamların yanında Genç Atmaca, Cumbraelli düşmanlarına karşı Karanlıkkılıç ve sonradan öğrendiğime göre Büyük Kuzey Ormanı'nda yaşayan esrarengiz kabileler arasında da Beral Shak ur adıyla anılırdı, yani; Kuzgun Gölgesi.
- Yaban Oynaşması ~ Yukio Mişima
Yaban Oynaşması
Yukio Mişima
Bu fotoğrafın, o içler acısı olaydan birkaç gün önce çekildiğini düşünmek mümkün değil. Üçünün de yüzünde huzur ve neşe var. Birbirine inanan insanların yüzleri...