Nora Roberts, dört kitaptan oluşan “Gelin” dizisinin bu ilk romanında okuyucularını çocukluk arkadaşı olan ve sonra hep birlikte düğün organizasyonu işine giren Parker, Emma Laurel ve Mac ile tanıştırıyor. “Nora Roberts, masalsı bir hikayeyi başka hiç kimsenin anlatamayacağı güzellikte anlatıyor.”Rocky Mountain News Çocukluk yılları boyunca evlerinin arka bahçesinde sözünona düğünler düzenleyerek oyunlar oynayan dört arkadaş için çiçekler, fotoğraflar, tatlılar ve diğer tüm ayrıntılar yaşamlarının bir parçasının haline gelmiştir.Çektiği fotoğraflar gelin dergilerinin kapaklarını süsleyen Mackensie Ellliot, arkadaşları arasındaki adıyla Mac, hayatında çocukluğunda kendisinin yaşayamadığı mutlu anları fotoğraflarıyla ölümsüzleştirmeye adamıştır. İkinci evliliğini yapan babasını neredeyse hiç göremeyen, sürekli sevgili değiştiren annesiyle de sorunlar yaşayan, sonunda mutluluktan umudunu kesen Mac için her şey, önemli bir düğün görüşmesi öncesinde, müstakbel gelinin erkek kardeşiyle karşılaştığında değişecektir. Carter Maguire, Mac’in tipi değildir aslında. Ancak İngilizce öğretmenliği yapan, fazlasıyla sakin ve kibar bu adam, düğün krizleriyle ve annesinin ardı arkası kesilmeyen talepleriyle boğuşan genç kadının hayatında bir ışık oluverir. Mac artık, üç arkadaşının da yardımıyla, kendi mutlu anılarını yaratmayı öğrenmek zorundadır.
ÖNSÖZ
Mackensie Elliot, sekiz yaşına kadar on dört kez evlenmişti. En iyi üç arkadaşının her biriyle -hem gelin hem damat olarak- en yakın arkadaşının erkek kardeşiyle (onun itirazına karşın), iki köpek, uç kedi ve bir tavşanla evlenmiş bulunuyordu. Başka sayısız düğünde de damdonör, nedime, sağdıç ve şahit olarak görev yapmıştı.
Ayrılıklar kaçınılmaz olarak hep dostça olsa da, bu evliliklerin hiçbiri bir günden uzun sürmemişti. Evliliklerin geçici olması Mac’i şaşırtmıyordu, çünkü kendi anne babası da ikişer kez evlenmişlerdi… şimdilik.
Düğün Günü onun en sevdiği oyun değildi ama rahip, papaz ya da hakim olmayı seviyordu. Ya da, babasının ikinci karısının yeğeninin 13 yaş törenine katıldığından beri, haham olmayı.
Üstelik davetlerde mutlaka ikram edilen pastalara, lezzetli kurabiyelere ve limonataya bayılıyordu.
Bu, Parker’ın en sevdiği oyundu ve Düğün Günü hep kocaman bahçeleri, güzel koruları, gümüş havuzu olan Brown Estate’te oynanıyordu. Soğuk Connecticut kışlarında, tören büyük evde hararetle yanan şöminelerden birinin önünde gerçekleşebiliyordu. Basit düğünler ve ayrıntılı işler oluyordu. Kraliyet düğünleri, kaçarak evlenmeler, sirk temaları ve korsan gemileri vardı. Bütün fikirler ciddi ciddi değerlendiriliyor ve oylanıyordu. Hiçbir tema ya da kostümde aşırıya kaçılmıyordu.
Yine de, başından on dört evlilik geçen Mac, Düğün Günü’nden biraz sıkılmıştı.
Önünde yeni bir ufuk açılana kadar. Mackensie’nin çekici ve çoğunlukla ortalarda olmayan babası, sekizinci doğum gününde ona bir Nikon fotoğraf makinesi göndermişti. Mac’in fotoğrafa hiç ilgisi yoktu; makineyi de babasının boşanmadan beri kendisine verdiği ya da gönderdiği diğer garip hediyelerle birlikte bir yere kaldırmıştı. Ama Mac’in annesi kendi annesine bunu söylemiş büyükannesi de homurdanmış, “beceriksiz, işe yaramaz Geoffrey Elliot” hakkında atıp tutmuş, daha Barbie bebeklerle oynayacak yaşta bir kıza yetişkinlere göre bir fotoğraf makinesi armağan etmenin ne kadar uygunsuz olduğunu söyleyip durmuştu.
Mac de, büyükannesiyle prensipte anlaşamamayı alışkanlık haline getirdiğinden, fotoğraf makinesine birden ilgi duymaya başlamıştı. Scottsdale’deki huzurevinde kalmak yerine Mac onun tam da oraya ait okluğunu düşünüyordu- yazı geçirmek üzere onların yanına gelen büyükannesini sinir etmek isteyen Mac, Nikon’unu yanından ayırmaz olmuştu Makineyle oynuyor, deneyler yapıyordu. Odasının, ayaklarının ve arkadaşlarının fotoğraflarını çekiyordu, Bulanık, karanlık ya da soluk karelerdi bunlar. Sürekli başarısız olması ve annesinin üvey babasından boşanmanın eşiğine gelmesi, Mac’in Nikon’a olan ilgisini azaltmaya başlamıştı. Yıllar sonra bile, o güzel yaz günü Parker’lara Düğün Günü oynamaya giderken, makineyi neden yanında götürme ihtiyacı hissettiğini anlayamıyordu.
Geleneksel kır düğününün bütün ayrıntıları planlanmıştı. Emmaline gelin, Laurel da damat olacaktı. Evlilik yeminlerini güllerden yapılmış çardağın altında edeceklerdi. Emma, Parker’ın annesinin eski bir masa örtüsünden yapmış olduğu duvağı takacaktı. Ona bahçe yolunda Harold, yani Parker’ın ihtiyar, dost canlısı köpeği eşlik edecekti. Barbie’ler, Ken’ler, lahana bebekler ve pofuduk hayvanlardan oluşan bir konuk topluluğu da yolun iki kenarına dizilecekti.
“Çok özel bir tören bu,” demişti Parker, Emma’nın duvağıyla ilgilenirken, “Çok sınırlı sayıda konuk olacak. Sağdıç nerede?” Dizi sıyrılmış olan Laurel ortancaları işaret etmişti. “Kaçtı, bir sincabın peşinden ağaca tırmandı. Bir türlü aşağı indiremiyorum.”
Parker güzlerini devirmişti. “Ben onu getiririm. Senin düğünden önce gelini görmemen gerek. Uğursuzluk getirir. Mac, sen Emma’nın duvağı ve buketiyle ilgilen. Laurcl ile ben de gidip Hay Fish’i ağaçtan indirelim.”
“Ben yüzmeye gitmeyi tercih ederim,” demişti Mac, Emma’nın duvağını çekiştirirken.
”Ben evlendikten sınıra gidebiliriz.”
“Olabilir. Evlenmekten yorulmadın mı?”
“Ah, neden yorulayım. Burası harika kokuyor. Her şey öyle güzel ki.”
Mac, Emm’ya toplamalarına izin verilen karahindibalardan ve yabani menekşelerden oluşan bir buket uzatmıştı. “Çok güzel görünüyorsun.” Bu kesinlikle doğruydu. Emma’nın koyu renk, parlak saçları beyaz dantelin altında omuzlarına dökülüyordu. Yabani otlardan oluşan buketi koklarken, kahverengi gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Güneşte yanıp bronzlaşmıştı. Mac ona baktıkça kendi süt beyazı teninden hiç hoşlanmıyordu.
Kızıl saçın laneti, diyordu annesi. Havuç rengi saçlarını babasından almıştı. Sekiz yaşındayken Mac, yaşına göre bir hayli uzun boylu ve sopa gibi inceydi. Dişlerinde de nefret ettiği teller vardı.
Ona göre, Emmaline, yanında bir çingene prenses gibi duruyordu. Parker ve Laurcl kıkırdayarak geri dönmüşlerdi.
Sağdıç kedi, Parker’ın kollarındaydı.
“Herkes yerini alsın.” Parker kediyi Laurel’ın kollarına bırakmıştı. “Mac. giyinmen gerek! Emma…”
“Ben damdonör olmak istemiyorum.” Mac. bahçedeki banklardan birinin üzerine serilmiş kabarık Cinderella elbisesine bakmıştı. “Bu şey kaşındırıyor ve terletiyor. Neden Bay Fish damdonör olmuyor? Ben de sağdıç olurum?”
“Çünkü her şey planlandı. Düğün öncesinde herkes gergin olur.” Parker, uzun kahverengi atkuyruğunu arkaya atmış, sonra üzerinde leke filan olup olmadığına bakmak için elbiseyi eline almıştı. Memnun bir halde, elbiseyi Mac’e verilişti. “Tamam. Harika bir düğün olacak. Gerçek bir aşk yaşayacak ve bir yastıkta kocayacaklar.”
“Annem bir yastıkta kocamanın kocaman bir yalan olduğunu söylüyor.”
Mac’in bu sözlerinden sonra bir an sessizlik olmuştu. “Boşanma” sözcüğü dillendirilmese de, etkisi hissediliyordu.
“Öyle olmak zorunda değil.” Gözleri anlayışla dolu olan Parker, koşmuş ve Mac’in çıplak kolunu okşamıştı.
“Ben elbiseyi giymek istemiyorum. Nedime olmak istemiyorum. Ben…”
“Tamam. Sorun değil. Yalancıktan bir nedimemiz olabilir. Sen de belki fotoğraf çekersin.”
Mac, boynunda asılı olduğunu unuttuğu fotoğraf makinesine bakmıştı. “Hiçbir fotoğraf doğru dürüst çıkmıyor ki.”
“Belki bu defa çıkar. Çok eğlenceli olacak. Sen bizim resmi düğün fotoğrafçımız olabilirsin.”
“Bay Fish ile benim fotoğrafımızı çek,” diye ısrar etmişti Laurel ve kedinin yüzünü kendi yüzünün yanına getirmişti. “Çek, Mac.”
Pek hevesli olmayan Mac, makineyi kaldırmış ve deklanşöre basmıştı.
“Bunu daha önce akıl etmeliydik! Gelinle damadın portrelerini çekebilirsin, tören sırasında başka fotoğraflar da çekersin.” Kendini bu yeni fikre kaptıran Parker, Cinderella kostümünü ortanca çalılıklarından birinin üzerine atmıştı. “Çok güzel olacak, çok eğleneceğiz. Sen gelin ve Harold ile birlikte yolda yürürsün. Güzel resimler çekmeye çalış. Ben bekleyeceğim, sonra da müziği başlatacağım. Haydi, başlayım!”
Pasta ve limonata olacak, diye hatırlatmıştı Mac kendine. Sonra da yüzmeye gidecekler ve eğleneceklerdi.
Resimlerin aptal olması, büyükannesinin haklı çıkması ve yaşının fotoğraf makinesi kullanmak için çok küçük olması önemli değildi.
Annesinin yeniden boşanacak olması ve hiç fena bir adam olmayan üvey babasının evden taşınması da önemli değildi.
Bir yastıkıta kocamanın zırvalık olması da önemli değildi çünkü her şey numaraydı zaten.
Emma ve canayakın Harold’ın fotoğraflarını çekmeye çalışmıştı. Bunu yaparken bir yandan da filmi geri aldığını ve her zamanki gibi üzerinde baş parmak izleri olan, bulanık fotoğrafları gördüğünü canlandırıyordu gözümle.
Müzik başladığında, sırf annesiyle büyükannesi moralini bozdular diye insanı kaşındıran o elbiseyi giymediği ve Emma’nın damdonörü olmadığı için kendini kötü hissetmişti. Bu yüzden yan tarafa geçmiş ve bahçede yürümekte olan Harold ile Emma’nın güzel bir fotoğrafını çekmek için daha çok uğraşmıştı.
Mercekten ne kadar farklı görünüyor, diye düşünmüştü . Emma’nın yüzünde odaklanması… Duvağın Emma’nın saçlarında duruşu… Güneşin dantelin arasından parlaması çok güzeldi.
Parker, Rahip Whistedown olarak “Dearly Beloved”i başlattığında, Emma ile Laurel el ele tutuşurlarken biraz daha resim çekmişti. Harold ayaklarının dibinde kıvrılmış, harlayarak uyuyordu.
Mac, Laurel’ın saçlarının ne kadar parlak olduğunu, güneşin onun damat olarak giydiği uzun siyah şapkanın kenarlarından saçlarına nasıl vurduğunu fark etmişti. Bay Fish esnerken bıyıkları nasıl da seğiriyordu.
Her şey biraz da Mac’in dışında gerçekleşmişti aslında Üç arkadaşı gösterişli beyaz çardağın altında toplanmışlardı. Üç güzel kız yan yanaydı, Mac içgüdüsel bir şekilde yerini değiştirmiş, fotoğraf makinesini hafifçe eğmişti, Bunun bir kompozisyon olduğunu bilmiyordu aslında. Sadece mercekten daha güzel görünmüştü.
Mavi bir kelebek de görüş alanından geçmiş ve gidip Emma’nın buketindeki karahindibalara konmuştu. Beyaz güllerin altındaki üç yüzde beliren şaşkınlık ve keyif ifadeleri neredeyse birbirinin aynıydı.
Mac deklanşöre basıvermişti. Bu fotoğrafın bulanık, karanlık, kötü çıkmayacağını ya da yanmayacağını biliyordu.
Baş parmağı merceğin önünü kapatmayataktı. Resmin nasıl görüneceğini, büyükannesinin haksız çıkacağını biliyordu.
Bir yastıkta kocamak zırvalıktı belki ama o, daha fazla mutlu anın fotoğrafını çekmek istediğini biliyordu.
Çünkü o zamanlar çok mutluydular.
***
Bir Ocak sabahı, Mac çalar saati kapatmak için uzandı ve yüz üstü yere düştü, “Lanet olsun. Mutlu yıllar.”
Şaşkın ve sersemlemiş halde yerde yatarken birden üst kata çıkıp yatağına yatmadığını hatırladı; alarm, kendisini öğle vakti uyandırmak üzere ayarlanmış olan bilgisayarından geliyordu.
Zorla ayağa kalkıp yalpalayarak mutfağa, kahve makinesinin başına gitti.
insanlar neden yılbaşı gecesi evlenmek isterlerdi ki? Neden deliler gibi içip önüne gelenle sevişmek üzere tasarlanmış bu özel güne resmi bir ritüeli karıştırırlardı? Üstelik ailelerim, arkadaşlarını ve tabii düğün fotoğrafçılarını da peşlerinden sürüklüyorlardı.
Tabii, davet nihayet gecenin ikisinde bittiğinde, fotoğrafları yükleyip bunlara göz atmak yerine, aklı başında bir insan gibi davranıp yatağına gidebilirdi, Hines-Myers düğün fotoğrafları üzerinde çalışarak yaklaşık üç saat daha geçirmişti.
Ama doğrusu güzel fotoğraflar çekmişti. Aralarında gerçekten çok iyi olanlar vardı.
Ya da belki hepsi çöptü. Kendisi bunlara başı dumanlı halde baktığı için güzel bulmuştu.
Hayır, iyi karelerdi.
Sütsüz kahvesine üç kaşık şeker attı ve pencerenin önünde durup içti. Bahçeleri ve Brown Estate’in çimenliğini örten karı seyrediyordu.
Düğün gayet başarılıydı, diye düşündü. Belki Bob Hines ve Vicky Myers bundan ilham alırlar ve evliliklerinde de başarılı olurlardı.
Ne olursa olsun, o güne dair anılar hiç solmayacak». Bü yük, küçük, önemli, önemsiz anların hepsi yakalanmıştı.
Mac bunları eleyerek, temizleyecek ve basacaktı. Bob ve Vicky, gelecek hafta ya da bundan altmış yıl sonra, fotoğraflara bakarak o günü tekrar yaşayabileceklerdi.
Bu da, diye düşündü, soğuk bir kış günü içilen tatlı, sütsüz kahve kadar tatmin edici.
Dolabı açıp bir kutu Pop-Tart çıkardı. Durduğu yerde birini yerken, bir yandan da o günkü programını düşündü.
Saat altıda Clay-McFearson {Rod ve Alison) düğünü. Bu, gelin ve kız tarafının üçte, damat ve erkek tarafımı! ise dörtte geleceği anlamına geliyordu. Demek ki düğünün yapılacağı mekânda son düzenlemeler için saat ikiye kadar vakti vardı.
Bu süre duş alması, giyinmesi, notlarını gözden geçirmesi ve ekipmanını tekrar tekrar kontrol etmesine yeterdi.
Hava durumuna en son baktığında, güneşli bir gün olacağını öğrenmişti, Belki doğal ışıktan faydalanarak güzel düğüne hazırlık fotoğrafları çekebilirdi. Belki de Alison’la konuşup onun karın fon oluşturduğu gelin portrelerini çekerdi.
Mac, gelinin annesini Dorothy’nin (bana Dottie de) huysuz ve kaprisli bir kadın olduğunu hatırlıyordu ama onunla başa çıkılabilirdi. Kendisi bunu yapamazsa, Parker mutlaka yapardı. Parker, herkesle ve her şeyle başa çıkabilirdi.
Parker’ın çabaları ve kararlılığı sayesinde, beş yıllık bir süre içinde Wows eyaletin en önemli düğün ve etkinlik organizasyon şirketlerinden biri haline gelmişti. Parker’ın anne babasının ölümünün trajedisini umuda, muhteşem Viktoryen evi ve Brown Estate’in çarpıcı arazisini de sürekli gelişmekte olan, benzersiz bir işletmeye dönüştürmüştü.
Mac, son Pop-Tart’ı yutarken, kendisinin de bunun nedenlerinden biri olduğunu düşündü.
çocukluk arkadaşı olan ve sonra hep birlikte düğün organizasyonu işine giren Parker,
Emma Laurel ve Mac ile tanıştırıyor.
“Nora Roberts, masalsı bir hikayeyi başka hiç kimsenin anlatamayacağı güzellikte
anlatıyor.”
Rocky Mountain News
Çocukluk yılları boyunca evlerinin arka bahçesinde sözünona düğünler düzenleyerek
oyunlar oynayan dört arkadaş için çiçekler, fotoğraflar, tatlılar ve diğer tüm
ayrıntılar yaşamlarının bir parçasının haline gelmiştir.Çektiği fotoğraflar gelin
dergilerinin kapaklarını süsleyen Mackensie Ellliot, arkadaşları arasındaki adıyla Mac,
hayatında çocukluğunda kendisinin yaşayamadığı mutlu anları fotoğraflarıyla
ölümsüzleştirmeye adamıştır. İkinci evliliğini yapan babasını neredeyse hiç göremeyen,
sürekli sevgili değiştiren annesiyle de sorunlar yaşayan, sonunda mutluluktan umudunu
kesen Mac için her şey, önemli bir düğün görüşmesi öncesinde, müstakbel gelinin erkek
kardeşiyle karşılaştığında değişecektir. Carter Maguire, Mac’in tipi değildir aslında.
Ancak İngilizce öğretmenliği yapan, fazlasıyla sakin ve kibar bu adam, düğün krizleriyle
ve annesinin ardı arkası kesilmeyen talepleriyle boğuşan genç kadının hayatında bir ışık
oluverir. Mac artık, üç arkadaşının da yardımıyla, kendi mutlu anılarını yaratmayı
öğrenmek zorundadır.
ÖNSÖZ
Mackensie Elliot, sekiz yaşına kadar on dört kez evlenmişti. En iyi üç arkadaşının her
biriyle -hem gelin hem damat olarak- en yakın arkadaşının erkek kardeşiyle (onun
itirazına karşın), iki köpek, uç kedi ve bir tavşanla evlenmiş bulunuyordu.
Başka sayısız düğünde de damdonör, nedime, sağdıç ve şahit olarak görev yapmıştı.
Ayrılıklar kaçınılmaz olarak hep dostça olsa da, bu evliliklerin hiçbiri bir günden uzun
sürmemişti. Evliliklerin geçici olması Mac’i şaşırtmıyordu, çünkü kendi anne babası da
ikişer kez evlenmişlerdi… şimdilik.
Düğün Günü onun en sevdiği oyun değildi ama rahip, papaz ya da hakim olmayı seviyordu.
Ya da, babasının ikinci karısının yeğeninin 13 yaş törenine katıldığından beri, haham
olmayı.
Üstelik davetlerde mutlaka ikram edilen pastalara, lezzetli kurabiyelere ve limonataya
bayılıyordu.
Bu, Parker’ın en sevdiği oyundu ve Düğün Günü hep kocaman bahçeleri, güzel koruları,
gümüş havuzu olan Brown Estate’te oynanıyordu. Soğuk Connecticut kışlarında, tören büyük
evde hararetle yanan şöminelerden birinin önünde gerçekleşebiliyordu.
Basit düğünler ve ayrıntılı işler oluyordu. Kraliyet düğünleri, kaçarak evlenmeler, sirk
temaları ve korsan gemileri vardı. Bütün fikirler ciddi ciddi değerlendiriliyor ve
oylanıyordu. Hiçbir tema ya da kostümde aşırıya kaçılmıyordu.
Yine de, başından on dört evlilik geçen Mac, Düğün Günü’nden biraz sıkılmıştı.
Önünde yeni bir ufuk açılana kadar.
Mackensie’nin çekici ve çoğunlukla ortalarda olmayan babası, sekizinci doğum gününde ona
bir Nikon fotoğraf makinesi göndermişti. Mac’in fotoğrafa hiç ilgisi yoktu; makineyi de
babasının boşanmadan beri kendisine verdiği ya da gönderdiği diğer garip hediyelerle
birlikte bir yere kaldırmıştı. Ama Mac’in annesi kendi annesine bunu söylemiş
büyükannesi de homurdanmış, “beceriksiz, işe yaramaz Geoffrey Elliot” hakkında atıp
tutmuş, daha Barbie bebeklerle oynayacak yaşta bir kıza yetişkinlere göre bir fotoğraf
makinesi armağan etmenin ne kadar uygunsuz olduğunu söyleyip durmuştu.
Mac de, büyükannesiyle prensipte anlaşamamayı alışkanlık haline getirdiğinden, lotoğral
makinesine birden ilgi duymaya başlamıştı. Scottsdale’deki huzurevinde kalmak yerine –
Mac onun tam da oraya ait okluğunu düşünüyordu- yazı geçirmek üzere onların yanına gelen
büyükannesini sinir etmek isteyen Mac, Nikon’unu yanından ayırmaz olmuştu Makineyle
oynuyor, deneyler yapıyordu. Odasının, ayaklarının ve arkadaşlarının fotoğraflarını
çekiyordu, Bulanık, karanlık ya da soluk karelerdi bunlar. Sürekli başarısız olması ve
annesinin üvey babasından boşanmanın eşiğine gelmesi, Mac’in Nikon’a olan ilgisini
azaltmaya başlamıştı. Yıllar sonra bile, o güzel yaz günü Parker’lara Düğün Günü
oynamaya giderken, makineyi neden yanında götürme ihtiyacı hissettiğini anlayamıyordu.
Geleneksel kır düğününün bütün ayrıntıları planlanmıştı. Emmaline gelin, Laurel da damat
olacaktı. Evlilik yeminlerini güllerden yapılmış çardağın altında edeceklerdi. Emma,
Parker’ın annesinin eski bir masa örtüsünden yapmış olduğu duvağı takacaktı. Ona bahçe
yolunda Harold, yani Parker’ın ihtiyar, dost canlısı köpeği eşlik edecekti.
Barbie’ler, Ken’ler, lahana bebekler ve pofuduk hayvanlardan oluşan bir konuk topluluğu
da yolun iki kenarına dizilecekti.
“Çok özel bir tören bu,” demişti Parker, Emma’nın duvağıyla ilgilenirken, “Çok sınırlı
sayıda konuk olacak. Sağdıç
nerede?”
Dizi sıyrılmış olan Laurel ortancaları işaret etmişti. “Kaçtı, bir sincabın peşinden
ağaca tırmandı. Bir türlü aşağı indiremiyorum.”
Parker güzlerini devirmişti. “Ben onu getiririm. Senin düğünden önce gelini görmemen
gerek. Uğursuzluk getirir. Mac, sen Emma’nın duvağı ve buketiyle ilgilen. Laurcl ile ben
de gidip Hay Fish’i ağaçtan indirelim.”
“Ben yüzmeye gitmeyi tercih ederim,” demişti Mac, Emma’nın duvağını çekiştirirken.
”Ben evlendikten sınıra gidebiliriz.”
“Olabilir. Evlenmekten yorulmadın mı?”
“Ah, neden yorulayım. Burası harika kokuyor. Her şey öyle güzel ki.”
Mac, Emm’ya toplamalarına izin verilen karahindibalardan ve yabani menekşelerden oluşan
bir buket uzatmıştı. “Çok güzel görünüyorsun.”
Bu kesinlikle doğruydu. Emma’nın koyu renk, parlak saçları beyaz dantelin altında
omuzlarına dökülüyordu. Yabani otlardan oluşan buketi koklarken, kahverengi gözleri
pırıl pırıl parlıyordu. Güneşte yanıp bronzlaşmıştı. Mac ona baktıkça kendi süt beyazı
teninden hiç hoşlanmıyordu.
Kızıl saçın laneti, diyordu annesi. Havuç rengi saçlarını babasından almıştı. Sekiz
yaşındayken Mac, yaşına göre bir hayli uzun boylu ve sopa gibi inceydi. Dişlerinde de
nefret ettiği teller vardı.
Ona göre, Emmaline, yanında bir çingene prenses gibi duruyordu.
Parker ve Laurcl kıkırdayarak geri dönmüşlerdi. Sağdıç kedi, Parker’ın kollarındaydı.
“Herkes yerini alsın.” Parker kediyi Laurel’ın kollarına bırakmıştı. “Mac. giyinmen
gerek!
Emma…”
“Ben damdonör olmak istemiyorum.” Mac. bahçedeki banklardan birinin üzerine serilmiş
kabarık Cinderella elbisesine bakmıştı. “Bu şey kaşındırıyor ve terletiyor. Neden Bay
Fish damdonör olmuyor? Ben de sağdıç olurum?”
“Çünkü her şey planlandı. Düğün öncesinde herkes gergin olur.” Parker, uzun kahverengi
atkuyruğunu arkaya atmış, sonra üzerinde leke filan olup olmadığına bakmak için elbiseyi
eline almıştı. Memnun bir halde, elbiseyi Mac’e verilişti. “Tamam. Harika bir düğün
olacak. Gerçek bir aşk yaşayacak ve bir yastıkta kocayacaklar.”
“Annem bir yastıkta kocamanın kocaman bir yalan olduğunu söylüyor.”
Mac’in bu sözlerinden sonra bir an sessizlik olmuştu. “Boşanma” sözcüğü dillendirilmese
de, etkisi hissediliyordu.
“Öyle olmak zorunda değil.” Gözleri anlayışla dolu olan Parker, koşmuş ve Mac’in çıplak
kolunu okşamıştı.
“Ben elbiseyi giymek istemiyorum. Nedime olmak istemiyorum. Ben…”
“Tamam. Sorun değil. Yalancıktan bir nedimemiz olabilir. Sen de belki fotoğraf
çekersin.”
Mac, boynunda asılı olduğunu unuttuğu fotoğraf makinesine bakmıştı. “Hiçbir fotoğraf
doğru dürüst çıkmıyor ki.”
“Belki bu defa çıkar. Çok eğlenceli olacak. Sen bizim resmi düğün fotoğrafçımız
olabilirsin.”
“Bay Fish ile benim fotoğrafımızı çek,” diye ısrar etmişti Laurel ve kedinin yüzünü
kendi yüzünün yanına getirmişti. “Çek, Mac.”
Pek hevesli olmayan Mac, makineyi kaldırmış ve deklanşöre basmıştı.
“Bunu daha önce akıl etmeliydik! Gelinle damadın portrelerini çekebilirsin, tören
sırasında başka fotoğraflar da çekersin.” Kendini bu yeni fikre kaptıran Parker,
Cinderella kostümünü ortanca çalılıklarından birinin üzerine atmıştı. “Çok güzel olacak,
çok eğleneceğiz. Sen gelin ve Harold ile birlikte yolda yürürsün. Güzel resimler çekmeye
çalış. Ben bekleyeceğim, sonra da müziği başlatacağım. Haydi, başlayım!”
Pasta ve limonata olacak, diye hatırlatmıştı Mac kendine. Sonra da yüzmeye gidecekler ve
eğleneceklerdi. Resimlerin aptal olması, büyükannesinin haklı çıkması ve yaşının
fotoğraf makinesi kullanmak için çok küçük olması önemli değildi.
Annesinin yeniden boşanacak olması ve hiç fena bir adam olmayan üvey babasının evden
taşınması da önemli değildi.
Bir yastıkıta kocamanın zırvalık olması da önemli değildi çünkü her şey numaraydı zaten.
Emma ve canayakın Harold’ın fotoğraflarını çekmeye çalışmıştı. Bunu yaparken bir yandan
da filmi geri aldığını ve her zamanki gibi üzerinde baş parmak izleri olan, bulanık
fotoğrafları gördüğünü canlandırıyordu gözümle.
Müzik başladığında, sırf annesiyle büyükannesi moralini bozdular diye insanı kaşındıran
o elbiseyi giymediği ve Emma’nın damdonörü olmadığı için kendini kötü hissetmişti. Bu
yüzden yan tarafa geçmiş ve bahçede yürümekte olan Harold ile Emma’nın güzel bir
fotoğrafını çekmek için daha çok uğraşmıştı.
Mercekten ne kadar farklı görünüyor, diye düşünmüştü . Emma’nın yüzünde odaklanması…
Duvağın Emma’nın saçlarında duruşu… Güneşin dantelin arasından parlaması çok güzeldi.
Parker, Rahip Whistedown olarak “Dearly Beloved”i başlattığında, Emma ile Laurel el ele
tutuşurlarken biraz daha resim çekmişti. Harold ayaklarının dibinde kıvrılmış,
harlayarak uyuyordu.
Mac, Laurel’ın saçlarının ne kadar parlak olduğunu, güneşin onun damat olarak giydiği
uzun siyah şapkanın kenarlarından saçlarına nasıl vurduğunu fark etmişti. Bay Fish
esnerken bıyıkları nasıl da seğiriyordu.
Her şey biraz da Mac’in dışında gerçekleşmişti aslında Üç arkadaşı gösterişli beyaz
çardağın altında toplanmışlardı. Üç güzel kız yan yanaydı, Mac içgüdüsel bir şekilde
yerini değiştirmiş, fotoğraf makinesini hafifçe eğmişti, Bunun bir kompozisyon olduğunu
bilmiyordu aslında. Sadece mercekten daha güzel görünmüştü.
Mavi bir kelebek de görüş alanından geçmiş ve gidip Emma’nın buketindeki karahindibalara
konmuştu. Beyaz güllerin altındaki üç yüzde beliren şaşkınlık ve keyif ifadeleri
neredeyse birbirinin aynıydı.
Mac deklanşöre basıvermişti.
Bu fotoğrafın bulanık, karanlık, kötü çıkmayacağını ya da yanmayacağını biliyordu. Baş
parmağı merceğin önünü kapatmayataktı. Resmin nasıl görüneceğini, büyükannesinin haksız
çıkacağını biliyordu.
Bir yastıkta kocamak zırvalıktı belki ama o, daha fazla mutlu anın fotoğrafını çekmek
istediğini biliyordu. Çünkü o zamanlar çok mutluydular.
***
Bir Ocak sabahı, Mac çalar saati kapatmak için uzandı ve yüz üstü yere düştü,
“Lanet olsun. Mutlu yıllar.”
Şaşkın ve sersemlemiş halde yerde yatarken birden üst kata çıkıp yatağına yatmadığını
hatırladı; alarm, kendisini öğle vakti uyandırmak üzere ayarlanmış olan bilgisayarından
geliyordu.
Zorla ayağa kalkıp yalpalayarak mutfağa, kahve makinesinin başına gitti.
insanlar neden yılbaşı gecesi evlenmek isterlerdi ki? Neden deliler gibi içip önüne
gelenle sevişmek üzere tasarlanmış bu özel güne resmi bir ritüeli karıştırırlardı?
Üstelik ailelerim, arkadaşlarını ve tabii düğün fotoğrafçılarını da peşlerinden
sürüklüyorlardı.
Tabii, davet nihayet gecenin ikisinde bittiğinde, fotoğrafları yükleyip bunlara göz
atmak yerine, aklı başında bir insan gibi davranıp yatağına gidebilirdi, Hines-Myers
düğün fotoğrafları üzerinde çalışarak yaklaşık üç saat daha geçirmişti.
Ama doğrusu güzel fotoğraflar çekmişti. Aralarında gerçekten çok iyi olanlar vardı.
Ya da belki hepsi çöptü. Kendisi bunlara başı dumanlı halde baktığı için güzel bulmuştu.
Hayır, iyi karelerdi.
Sütsüz kahvesine üç kaşık şeker attı ve pencerenin önünde durup içti. Bahçeleri ve Brown
Estate’in çimenliğini örten karı seyrediyordu.
Düğün gayet başarılıydı, diye düşündü. Belki Bob Hines ve Vicky Myers bundan ilham
alırlar ve evliliklerinde de başarılı olurlardı.
Ne olursa olsun, o güne dair anılar hiç solmayacak». Bü yük, küçük, önemli, önemsiz
anların hepsi yakalanmıştı. Mac bunları eleyerek, temizleyecek ve basacaktı. Bob ve
Vicky, gelecek hafta ya da bundan altmış yıl sonra, fotoğraflara bakarak o günü tekrar
yaşayabileceklerdi.
Bu da, diye düşündü, soğuk bir kış günü içilen tatlı, sütsüz kahve kadar tatmin edici.
Dolabı açıp bir kutu Pop-Tart çıkardı. Durduğu yerde birini yerken, bir yandan da o
günkü programını düşündü.
Saat altıda Clay-McFearson {Rod ve Alison) düğünü. Bu, gelin ve kız tarafının üçte,
damat ve erkek tarafımı! ise dörtte geleceği anlamına geliyordu. Demek ki düğünün
yapılacağı mekânda son düzenlemeler için saat ikiye kadar vakti vardı.
Bu süre duş alması, giyinmesi, notlarını gözden geçirmesi ve ekipmanını tekrar tekrar
kontrol etmesine yeterdi. Hava durumuna en son baktığında, güneşli bir gün olacağını
öğrenmişti, Belki doğal ışıktan faydalanarak güzel düğüne hazırlık fotoğrafları
çekebilirdi. Belki de Alison’la konuşup onun karın fon oluşturduğu gelin portrelerini
çekerdi.
Mac, gelinin annesini Dorothy’nin (bana Dottie de) huysuz ve kaprisli bir kadın olduğunu
hatırlıyordu ama onunla başa çıkılabilirdi. Kendisi bunu yapamazsa, Parker mutlaka
yapardı. Parker, herkesle ve her şeyle başa çıkabilirdi.
Parker’ın çabaları ve kararlılığı sayesinde, beş yıllık bir süre içinde Wows eyaletin en
önemli düğün ve etkinlik organizasyon şirketlerinden biri haline gelmişti. Parker’ın
anne babasının ölümünün trajedisini umuda, muhteşem Viktoryen evi ve Brown Estate’in
çarpıcı arazisini de sürekli gelişmekte olan, benzersiz bir işletmeye dönüştürmüştü.
Mac, son Pop-Tart’ı yutarken, kendisinin de bunun nedenlerinden biri olduğunu düşündü.
“Beyaz Düşler” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Düşler
- Sayfa Sayısı320
- YazarNora Roberts
- ÇevirmenDerya Gezmiş
- ISBN9944823661
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sonunda 12 Yaş ~ Wendy Mass
Sonunda 12 Yaş
Wendy Mass
Büyümek dedikleri bu ol(ma)sa gerek! 11 Yaş Günü kitabıyla tanıdığımız Wendy Mass, Sonunda 12 Yaş’ta, yine Willow Falls kasabasında geçen ama tamamen farklı karakterlerle ilerleyen, eğlenceli, matrak,...
- Yolcu ~ Ulrich Alexander Boschwitz
Yolcu
Ulrich Alexander Boschwitz
Ulrich Alexander Boschwitz’in Yahudi soykırımının başlangıcı olarak kabul edilen 1938’deki Kristal Gece sonrasında yaşanan dehşet ve çaresizliği son derece gerçekçi bir üslupla anlattığı Yolcu romanı, insanlık...
- Deniz Feneri Yolu ~ Debbie Macomber
Deniz Feneri Yolu
Debbie Macomber
Her kadının bir hikâyesi vardır… Sevgili Okur. Henüz beni tanımıyorsun. Fakat bu durum birazdan değişecek çünkü seni evime, yaşadığım yere davet ediyor; ailem, arkadaşlarım...
gülerek okumuştm