Whitney’in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney’in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu adeta; Whitney’in tutkusu iç yakıcı ve tahrik ediciydi… Bunu düşündüğünde bile Clayton iliklerine yayılan keskin bir acı hissediyordu. Bu kadın tıpkı onun umduğu gibi, hatta umduğundan da öte bir yaratıktı; inatçıydı, tatlıydı, şehvetliydi, küstahtı ve zekiydi… Heyecan verici bütün zıtlıkları içinde barındıran bir hazineydi. Clayton’ın hazinesiydi!
İNGİLTERE
1816
1
Şık bir at arabası tekerlek izleriyle bezeli kasaba yolu boyunca sallanıp sarsılarak ilerlerken Leydi Anne Gilbert, yanağını kocasının omzuna yasladı ve derin bir iç çekti. “Oraya varmamıza en az bir saat var ve heyecandan içim içime sığmıyor. Whitney artık büyüdü; onun nasıl bir genç kız olduğunu merak ediyorum.”
At arabası, ingiltere’nin parlak pembe renkli yüksükotları ve sarı renkli düğün çiçekleri ile çevrili alabildiğine uzanan inişli çıkışlı kırlarında ilerlerken Leydi Anne Gilbert sessizleşip pencereden dışarı bakmaya başladı; neredeyse on bir yıldır görmediği yeğenini zihninde canlandırmaya çalışıyordu.
“Tıpkı annesi gibi güzel bir kız olmuştur. Gülüşünü, hassaslığını annesinden almıştır. Ve güzel huylarını da…”
Lord Edward Gilbert karısına şüphe dolu bir şekilde baktı. Şaşkın bir ifadeyle, “Güzel huylarını mı?” diye yineledi. “Babası mektubunda hiç de öyle söylemiyor ama…”
Paris’teki ingiliz Konsolosluğu’nda diplomat olarak görev alan Lord Gilbert bahaneleri, kinayeli lafları, baştan savma cevapları hemen sezerdi. Fakat özel yaşantısında tercihini açık sözlü olmaktan yana kullanırdı. Whitney’in babasının kendisine gönderdiği mektubu bulmak için ceplerini karıştırırken, “Sana hatırlatmama izin ver lütfen,” dedi. Gözlüklerini takıp karısının surat asmasını umursamadan şu satırları okumaya başladı:
“Whitncy’in davranışları rezalet, tavırları terbiyesizce… Tanıyan herkes onun bencil bir arsızdan başka bir şey olmadığını düşünüyor ne yazık ki. Onu alıp Paris’e götürmenizi rica ediyorum; sizin bu inatçı küstahı benden daha iyi terbiye edebileceğinize inanıyorum.”
Edward gülümsedi. “Nerede yazıyor güzel huylu diye? Göster bana.”
Karısı ona ters ters baktı. “Martin Stone soğuk, duygusuz bir adam; Whitney iyilik timsali, kibarlık abidesinden başka bir şey olmasaydı da bu adam için bir şey değişmezdi zaten! Kız kardeşimin cenazesinden sonra Whitney’ye bağırıp onu odasına yollamıştı hatırlarsan.”
Edward karısının ses tonundaki isyankâr ifadeyi fark edince, onu yatıştırmak ister gibi kolunu karısının omzuna attı. “Ben de o adamı senden daha çok seviyor değilim. Fakat karısını genç yaşta kaybetmiş bir adamın, kızı tarafından elli kişinin gözü önünde kaçamasın diye eşini bir kutuya kilitlemekle suçlanması da endişe verici bir durum, bunu da kabul etmelisin.”
Anne ısrarla karşı çıkarak, “Ama Whitney o zamanlar daha beş yaşındaydı!” dedi.
“Anlıyorum. Ama Martin çok acı çekiyordu. Ayrıca hatırladığım kadarıyla kızı odasına göndermesinin sebebi bu değildi. Onu herkes misafir odasına toplandığı zaman odasına göndermişti; işte o zaman Whitney ayağını öfkeyle yere vurarak annesini rahat bırakmamızı yoksa hepimizi Tanrı’ya şikâyet edeceğini söylemişti.”
Anne gülümsedi. “Nasıl da iyi kalpli, Edward. Burnunun ucunda beliriveren çilleri geliyor aklıma. İtiraf et; çok tatlı bir kızdı ve sen de böyle düşünüyorsun!”
Edward mahcup bir ifadeyle, “Pekâlâ, evet,” diyerek eşinin bu sözlerini onayladı. “Ben de öyle olduğunu düşünüyorum.”
Gilbertlar’ın at arabası Stone Malikânesi’ne süratle yaklaşırken, evin güney tarafındaki çimenlikte bulunan bir grup genç, kendilerinden yaklaşık yüz metre uzaktaki at arabasına sabırsızlanarak bakıyordu. Minyon tipli bir sarışın, pembe renkli pılili eteğini düzeltti ve çekici gamzelerini ortaya çıkaran bir edayla derin bir iç çekti. Yanında duran sarışın ve yakışıklı adama, “Whitney bu kez ne yapacak sence?” diye sordu.
Paul Sevarin, Elizabeth Ashton’ın lacivert gözlerine bakarak gülümsedi. Whitney, Paul’ün kendisine bir kere böyle gülümsemesi için neler vermezdi. “Sabırlı olmaya çalış Elizabeth,” dedi Paul.
Margaret Merryton, “Whitney’ın bu kez ne planladığı hakkında kimsenin en ufak bir fikri bile olmadığı belli, Elizabeth,” dedi iğneleyici bir ifadeyle. “Ancak planladığı şey her neyse, bunun aptalca ve rezil bir şey olduğundan kesinlikle emin olabilirsin.”
Paul araya girerek, “Margaret, hepimiz bugün burada Whitney’in misafirleri olarak bulunuyoruz,” dedi sinirli bir şekilde.
“Onu savunmana bir anlam veremiyorum Paul,” diye çıkıştı Margaret kin dolu bir ses tonuyla. “Whitney’in senin peşinden koşması tam bir skandal ve sen de bunun farkındasın!”
“Margaret!” diye çıkıştı Paul. “Yeter, dedim sana.” Paul Sevarin öfke içinde, derin derin soluk alırken kaşlarını çatmış, parlak çizmelerine bakıyordu. Evet, Whitney onun peşinden koşarak kendini rezil etmişti ve maalesef yalnızca otuz metre ötede yaşayan insanlar bile bunun dedikodusunu yapıyorlardı.
Önceleri on beş yaşındaki bir kızın baygın bakışlarına ve hayran gülümseyişlerine hedef olmak az da olsa hoşuna gidiyordu ama sonraları Whitney onu -dişi bir Napolyon Bonapart misali- incelikli tuzaklar kurarak kararlılıkla takip etmeye başlamıştı.
Atını alıp evinin özel arazisinden dışarı adımını atar atmaz, Whitney ile karşılaşmak mecburiyetinde kalıyordu. Bu kız adeta Paul’ün her hareketini bir gözetleme kulesinden takip ediyor gibiydi ve Paul artık onun kendisine karşı duyduğu çocuksu aşkın zararsız ya da komik olduğunu düşünmüyordu.
Üç hafta önce, Whitney onu yakındaki bir hana kadar takip etmişti. Paul tam hancının kızının ilerleyen saatlerde samanlıkta buluşmak üzere fısıldayarak yaptığı teklifi memnuniyetle kabul etmek üzereyken kafasını kaldırıp pencereye baktığında hayli tanıdık bir çift parlak yeşil gözün kendisini gözetlediğini fark etmişti. Bira bardağını şiddetle masaya çarparak dışarı fırlamış, Whitney’yi kolundan yakalayarak hemen atına bindirmişti. Babasının onu akşam vakti evde bulamayınca aramaya çıkacağını da genç kıza hatırlatmıştı.
Ardından ağır adımlarla içeri girip bir bira daha sipariş etmişti. Gelgelelim, Paul birasını bardağına doldururken hancının kızı göğüslerini davetkâr bir biçimde onun koluna değdirdiğinde ve Paul kendim kızın şehvetli çırılçıplak vücuduyla sarmaş dolaş olmuş bir halde hayal etmeye başladığında bir başka pencerede yine bir çift yeşil göz belirivermişti. Paul şaşkın kızın, yaralı kalbine ilaç olur diye ahşap masaya birkaç bozukluk bırakıp oradan ayrılmış ve eve dönerken Bayan Stone ile yeniden karşılaşma talihsizliğini yaşamıştı.
Paul artık her hareketi göz hapsinde tutulan ve sabrı iyice zorlanan, avlanmış bir adam olduğunu hissetmeye başlamıştı. Ve buna rağmen hâlâ orada durmuş nisan güneşini alnında hissederken Whitney’in çoktan hak ettiği suçlamalara hedef olmaması için sebepsiz yere uğraşıp didiniyordu.
Diğerlerinden birkaç yaş genç, güzel bir kız Paul’e döndü. “Gidip Whitney’in ne yaptığına baksam iyi olacak galiba,” dedi Emily Williams. Hızlı adımlarla çimenliğin karşı tarafına geçip beyaz boyalı çitleri takip ederek ahıra ulaştı. Kocaman, iki kanatlı ahır kapısını kuvvetlice iterek her iki tarafında da bölmelerin uzandığı geniş ve kasvetli koridora göz attı. İğdiş edilmiş kızıl kahverengi bir atı tımar eden seyis yamağına, “Bayan Stone nerede?” diye sordu.
“Orada, efendim.” Emily, çocuğun kafasıyla bitişikteki baraka kapısını işaret ederken renkten renge girdiğini loş ışıkta dahi fark edebilmişti.
Genç kız kızarıp bozaran seyis yamağına şaşkın şaşkın bakarak onun işaret ettiği kapıyı yavaşça tıklattı ve içeri girince karşılaştığı manzara karşısında donup kaldı; Whitney Allison Stone uzun bacaklarını ve küçük kalçasını etkileyici bir biçimde saran kahverengi daracık, kalın bir pantolon giymişti. Binici pantolonu ince beline bir iple tutturulmuştu. Üzerinde ise sadece iç çamaşırı vardı.
“Dışarı bu giysiyle çıkmayacaksın herhalde,” dedi Emily hayretler içerisinde kalarak.
Whitney, paniğe kapılmış olan arkadaşına omzunun üzerinden alay eder gibi baktı. “Elbette böyle çıkmayacağım, gömlek de giyeceğim.”
“A… Ama neden?” diye yineleyerek sordu Emily çaresiz bir halde
“Çünkü iç çamaşırımla dışarı çıkmam pek uygun olmaz, seni aptal,” diye yanıtladı Whitney neşeyle. Ardından seyis yamağının çengelde asılı duran gömleğini kaptığı gibi üzerine geçirdi.
“U… Uygun mu? Uygun mu?” diye kekeledi Emily. “Erkek pantolonu giymek tamamen uygunsuz bir şey zaten ve sen bunun farkındasın!”
“Doğru. Ama o atı eyer takmadan pek de iyi süremiyorum. Ayrıca eteğim de havalanıp boynuma dolanıyor. Başka ne yapabilirim ki?” Whitney hararetli bir biçimde kendini savunurken uzun, gür saçlarını toplayıp ensesinde tutturdu.
“Eyer takmadan mı dedin sen? Bacaklarını iki yana açıp at sürmekten söz ediyor olamazsın; yine öyle bir şey yapacak olursan baban seni evlatlıktan reddeder.”
“Bacaklarımı açarak binmeyeceğim ki ata. Ama yine de…” dedi Whitney kıkırdayarak “Erkekler bacaklarını iki yana açarak at sürebiliyorken, bizim – yani daha güçsüz olduğu kabul edilen hemcinslerimizin- hayatta kalabilmek için Tanrı’nın merhametine sığınarak ata yan oturmak zorunda oluşumuza bir anlam veremiyorum.”
Emily lafının ağzına tıkılmasını hazmedemedi. “Ne yapacaksın öyleyse?”
Whitney, “Bu kadar meraklı bir genç hanım olduğunuzu bilmiyordum, Bayan Williams,” dedi alay eder gibi. “Ama sizi ikna edecekse söyleyeyim; atın sırtına çıkıp ayakta durarak süreceğim. Panayırda görmüştüm, o günden beri de bunun üzerinde çalışıyorum. Ve şimdi Paul bunu ustalıkla yaptığımı görünce…”
“Aklını kaçırdığını düşünecek, Whitney Stone! Sende zerre kadar akıl ve terbiye olmadığını düşünecek! Dikkatleri üzerine çekmek istediğin için böyle bir şeye kalkıştığını o da anlayacak.” Arkadaşının inatçı tavırlarını fark eden Emily taktik değiştirdi. “Whitney lütfen. Babanı düşün. Seni o halde görünce ne der?”
Whitney babasının sert ve soğuk bakışlarını üzerinde hisseder gibi bir an duraksadı. Derin bir nefes aldı ve pencereden dışarı, çimenlikte bekleyen kalabalığa doğru bakarken yavaş yavaş verdi. Bıkkın bir ses tonuyla, “Babam her zaman olduğu gibi kendisini hayal kırıklığına uğrattığımı, ailemi rezil ettiğimi söyleyecek. Annemin bu halimi görmediği için ne kadar şanslı olduğunu da ekleyecek. Ardından bana bir saat boyunca Elizabeth Ashton’ın ne kadar mükemmel bir leydi olduğunu, benim de onun gibi olmam gerektiğini anlatıp duracak.”
“İyi ya, Paul’ü gerçekten etkilemek istiyorsan, sen de bunu deneye…”
Whitney öfkeyle yumruklarını sıktı. “Elizabeth gibi olmaya çalıştım. O sinir bozucu pilili elbiseleri giyerek kendimi pastel tonlarda çizilmiş bir dağ gibi hissettim; tek kelime etmeden saatlerce oturmayı denedim… Göz kapaklarım yorulana dek kirpiklerimi kırpıştırmayı da…”
Whitney, Elizabeth Ashton’ın ağırbaşlı tavırlarını yerin dibine batırırcasına tasvir ederken Emily buna gülmemek için dudağını ısırdı, ardından iç çekerek, “Gidip diğerlerine birazdan hazır olacağını söyleyeyim.” dedi.
Whitney çimenliğe çıkıp seyircilerin huzurunda görününce kimilerinin şaşkınlıktan nefesi kesildi, kimileri ise alaylı bir ifade ile kıs kıs güldü. “Düşecek,” dedi kızlardan biri. “Tabii Tanrı önce davranıp binici pantolonu giydiği için onu çarpmazsa…”
Whitney, kendisini sert bir yanıtla karşılık vermeye zorlayan bu tahrike aldırmadan başını kibirli bir tavırla kaldırdı ve Paul’e bir bakış fırlattı. Bakışları kızın çıplak ayaklarından, pantolonlu bacaklarına, oradan da gözlerine odaklandığında Paul’ün yüzü hoşnutsuzluk ifadesi ile gerilmişti. Onun bu apaçık memnuniyetsizliği Whitney’yi bir an için sersemletse de kendisini bekleyen ata doğru salınarak ilerledi.
At, egzersizlerde çalıştırıldığı üzere eşkin giderek yaklaştı ve Whitney üzerine çıktı. Önce dengesini korumak için çömelerek kollarını uzattı, ardından yavaş yavaş doğrularak ayağa kalktı. Bu şekilde tekrar tekrar tur attılar ve Whitney bir ahmak gibi düşmekten korkup durmasına rağmen, yetenekli ve zarif duruşunu korumayı başardı.
Dördüncü turu tamamlamak üzereyken sol yanından geçip giden yüzlere yan yan bakıyor, gözleri şaşkınlık ve alay dolu bakışlar arasında kendisini ilgilendiren o özel kişinin gözlerini arıyordu. Paul bir ağaç gölgesinin yakınında duruyordu, Elizabeth Ashton da onun koluna yapışmıştı. Fakat Whitney önlerinden geçerken Paul’ün dudağının kenarında beliren isteksiz ve ağır gülümseyişi görünce yüreğinde bir zafer sancağının açıldığını hissetti. Bir tur daha atıp yeniden Paul’ün önünden geçerken, onun bu kez memnuniyet verici bir tavırla güldüğünü fark etti. Whitney ruhunun adeta göğe yükseldiğini hissediyordu. Çektiği tüm sıkıntı ve çalışarak geçirdiği haftalar… Bu gülüşe değerdi.
Martin Stone, ikinci kattaki misafir odasının güneydeki çimenliğe bakan penceresinden gösteri yapan kızını izlemekteydi. Ardından yaklaşan baş kâhya Lord ve Leydi Gilbert’ın geldiğini duyurdu. Martın kızına öyle öfkelenmişti ki tek kelime edemedi; çenesi kasılmış bir halde dönüp Lord ve Leydi’yi selamladı.
“Bunca yıldan sonra seni yeniden görmek ne… Ne kadar güzel, Martin,” dedi Leydi Anne elinden geldiğince nazik davranmaya çalışarak. Martın buz gibi tavrını korurken Leydi konuşmasını sürdürdü. “Whitney nerede? Onu görmek için sabırsızlanıyoruz.”
Martin, nihayet, konuşmaya tenezzül edebildi. “Onu görmek için mi?” dedi öfkeyle. “Gelip şu pencereden bakmanız yeterli, hanımefendi.”
Anne, şaşkına dönerek onun dediğini yaptı. Bahçenin aşağısında toplanmış bir grup genç, eşkin giden atın üzerinde dengede durarak başarılı bir gösteri sunan zayıf çocuğu seyretmekteydi. Anne gülümseyerek, “Ne kadar da becerikli bir oğlan,” dedi.
Onun bu sıradan sözleri Martin Stone’un zapt edilmiş öfkesini daha da çok kabarttı. Sinirli bir şekilde arkasını dönüp hızlı adımlarla kapıya yöneldi. “Yeğeninizi görmek istiyorsanız, benimle gelin. Ya da sizi bu rezillikten esirgeyip onu buraya getirebilirim.”
Anne, Martin’in arkasından kızgın kızgın bakarak kocasının koluna girdi. Beraberce Martin’i takip ettiler, merdivenlerden inip dışarı çıktılar.
Gençlerden oluşan gruba yaklaşırlarken, Anne’in kulağına mırıltılar ve kahkahalar çalınıyordu. Anne, şen kahkahalarından ötürü topluluğun bir şeylerle alay etmekte olduğunu hissetmişti; ancak Whitney’yi ayırt etmek için genç kızların yüzlerini incelemeye kendisini öyle kaptırmıştı ki bu anlık izlenime pek de kafa yormamıştı.
İki sarışınla, bir kızılı zihninde eledi; mavi gözlü minyon kumralı iyice süzdü ve gözü en sonunda onun yanında duran genç adama takıldı. “Affedersiniz, ben Leydi Gilbert, Whitney’in teyzesiyim. O nerede acaba?”
Paul Sevarin kadına biraz’ sempati, biraz da neşe dolu bir tavırla sırıttı. “Yeğeniniz, atın üstünde Leydi Gilbert,” dedi.
“Atın üst…” Lord Gilbert’ın boğazına birşeyler düğümlenmişti.
Whitney atın üzerinde zarif bir şekilde ilerlerken bakışları, uzun ve hızlı adımlarla kendisine doğru yaklaşan babasını takip ediyordu. Babası onu duyabilecek kadar yakınına yaklaştığında, “Lütfen abartma, baba,” dedi.
“Abartmak mı?” diye bağırdı Martin öfkeyle. Yuları çekince eşkin giden at öyle hızlı bir manevra ile döndü ki, kızı üzerinden silkerek attı. Whitney ayakta durmayı basarsa da dengesini kaybedip yere serildi. Tanı doğrulup kaçmak üzereyken babası kolundan insafsızca yakaladı ve onu misafirlerin gözü önüne sürükledi. Whıtney’yi Lord ve Leydi Gilbert’a doğru savurarak, “Bu, bu şey…” dedi. “Size yeğeninizi tanıştırmaktan utanç duyuyorum.”
Kendisini izleyen grup alelacele dağılırken, Whitney birilerinin gülüştüğünü duyar gibi oldu. Yüzünün utançtan kıpkırmızı kesildiğini hissetti. “Nasılsınız Leydi Gilbert? Lord Gilbert?” Paul’ün geniş omuzlu gölgesinin uzaklaşmasını izlerken, eli kendiliğinden üzerinde olmayan elbisesinin eteklerine gidiverdi. Giymemiş olduğunu fark edince gülünç ama nazik bir şekilde reverans yaptı. Teyzesinin kaşlarını çattığını gören Whitney hemen savunmaya geçti. “Teyzeciğim, burada kalacağınız bir hafta boyunca bu gibi tuhaf davranışlarda bulunmamak için elimden geleni yapacağımdan kuşkunuz olmasın.”
“Burada kalacağımız bir hafta boyunca mı?” diye sordu Anne güçlükle soluk alırken. Fakat Paul Elizabeth’in at ara…
“İçinde Aşk Saklı” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adıİçinde Aşk Saklı
- Sayfa Sayısı679
- YazarJudith McNaught
- ISBN9944821339
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviEpsilon / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kana Bulanmış Sakal ~ Daniel Galera
Kana Bulanmış Sakal
Daniel Galera
Buraya kim gelse aynı şeyi söyler, diyor kadın tatlılıkla. Tek istediğim deniz kenarında yaşamak. Tek istediğim sörf yapmak. Tek istediğim düşüncelerimle baş başa kalmak....
- Çıplak Sokak ~ José Mauro de Vasconcelos
Çıplak Sokak
José Mauro de Vasconcelos
José Mauro de Vasconcelos’un bu romanında olaylar, bir kenar mahallenin köy yolunu andıran bir sokağında geçiyor. Her bölümü, her parçası türlü renk tonlarıyla bezenmiş...
- Üç Cisim Problemi ~ Cixin Liu
Üç Cisim Problemi
Cixin Liu
Yılın bilimkurgu romanı Üç Cisim Problemi, Çince aslından çevirisiyle Türkçede! Gizli bir askeri proje, uzaylılarla iletişime geçmek için uzaya sinyal gönderir. Bu sinyali yakalayan,...
hayatmda okudğm en gzel kitptı=)
Öyle diyorsan okumaya çalışacağım bende =) Eminim öyledir.^^