Türkiye’de 1944-1945 yıllarında dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak ve olması hayal dahi edilemeyecek bir cinayet işlendi.
Ülkenin en seçkin aydınları, yurtseverleri, ilim, fikir ve sanat adamları tutuklanarak, tabutluklara sokuldu, mahkemelerde süründürüldü.
Nihal Atsız, Orhan Şaik Gökyay, Alparslan Türkeş, Zeki Velidi Togan gibi vatanımızın ve milletimizin büyük sevdal ıları, “vatan hainliği” ile suçlanıp bir buçuk yıl işkence altında kaldı.
Bu kitap, yakın tarihimizdeki zulümleri, haksızlıkları ve utançları, belgeleriyle ortaya koyan, hem millî bir ağıt, hem de herkesin dönüp dönüp bakması gereken bir ibret aynasıdır.
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA
Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul’da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen utanç yüklü bit davanın özeti gibidir.
Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden geçtiler.
Türkçülük, Türk milletini sevmek ve onu yükseltmektir.
1944 yılında, hem de bir askerî mahkemede oynanan oyuna “Irkçılık-Turancılık Davası” dediler. O dava ile Sovyetler Birliği’ne şirin gözükmek istediler. Ben de o davada yapılan sorguları ve savunmaları aynı isimlie kitaplaştırıyorum. IrkçıIık-Tıırancılık Davasında Sorgıılar – Savunmalar.
Yalnız, hatırlatmak istediğim bir husus var: Bu kitapta, o dava dolayısıyla yapılan sorguların ve savunmaların hepsi yük. Niçin yok? Çünkü bana verilen dosyada yalnız bu sorgular ve savunmalar vardı. Okuyacağınız savunmaları, bana, Nejdet Sançar’ın eşi Reşide Sançar verdi.
Sançarlar, önce Ankara’da oturuyorlardı. Sonra İstanbul’a, Maltepe’deki evlerine taşındılar. Nejdet Sançar, 1975 yılında vefat etti. Ondan on ay sonra da Nihal Atsız’ı toprağa verdik. Ben, her iki cenaze merasimine, Ankara’dan yola çıkarak katıldım, istanbul’a her gidişimde. Reşide Sançar ablamızı da Ziyaret ediyordum, bir defasında bana bir dosya uzattı:
-Nejdet, bu dosyayı sana vermemi istemişti, dedi.
Baktım dosyada, 1944 yılında görülen o meşhur davanın sorguları ve savunmaları var. Ama tamam değil Noksan olanları sorduğumda: “Bizdekiler bu kadar!” cevabını aldım.
Dosyayı alıp Ankara’ya döndüm. Sonra ben, hem gelecek nesillere hem de adalet tarihimize unutulmaz bir ibret belgesi olsun diyerek bu sorguları ve savunmaları bir kitap hâline getirmek istedim Teslim aldığım dosyada dokuz Türkçünün sorgusu-savunması yoktu. Türkçülerin savunmaları dava dosyasında olmalıydı. Dava, sıkıyönetim mahkemesinde görüldüğü için dosyası da MillîSavunma Bakanlığında olabilirdi. Bu bakımdan. Sayın Bakan Vecdi Gönül’le bizzat görüştüm. Bakanlık arşivinde bir hafta araştırma yaptırıldı. Sonra bana denildi ki:
-Aradığınız dosya bizim arşivimizde yok Emniyet Genel Müdürlüğünde olabilir. Bir de oraya baktırın!
Emniyet Genel Müdürü Sayın Oğuz Kağan Köksal’a da gittim. Onlar da beni bir süre sonra telefonla aradılar:
-Bizde böyle bir dosya yok. CHP’nin Halkevleri arşivinde olabilir.
Doğrusu çok şaşırdım. Sıkıyönetim mahkemesinde görülen bir siyasi davanın dosyası Halkevleri arşivinde niçin olsun? Halkevleri, bu davanın taraflarından biri değil ki! Yine de milyonda bir ihtimali dikkate alarak çeşitli yerlere başvurdum. Bana dediler ki:
-Halkevleri kapatıldıktan sonra bütün arşivi darmadağın oldu. Sonra öyle bir dava dosyasının bize gönderilmesi mümkün değil!
Yapılacak iş, 1944 yılında yargılanan kişilerin vârislerine başvurmaktı. Ben de öyle yaptım. Önce Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın Ankara’da, Bilkent Üniversitesinde öğretim üyesi olan oğluna gittim. Prof. Dr. Sübidey Togan’la makamında konuştum Babasının savunmasından haberdar olmadığını söyledi Sonra, merhumun kızı Prof. Dr. Isenbike Togan’la birkaç defa telefonla görüştüm. O da, evlerindeki, kitaplar ve dosyalar arasında babasının savunmasını bulamadığım tekrarladı.
Ben, mahkeme kararında Prof. Dr. Zeki Vclidi Togan’ın 10 yıl ağır hapis 4 yıl da sürgün cezasına çarptırıldığını okuduğumda bağıra bağıra ağlamıştım. Çünkü verilen cezanın hukukla, akılla, mantıkla, vicdanla… kıl kadar alakası yoktu. Karar tamamen siyasi idi. İnönü’nün dalkavuklarına göre Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, dört arkadaşıyla, evet tam dört arkadaşıyla birlikte CHP iktidarını devirecek, İnönü’yü alaşağı edecek, (Çankaya’ya yürüyüp Cumhurbaşkanlığı makamına oturacakmış.
Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın savunması, Dr. Fethi Tevetoğlu’nun dosyaları arasından çıktı. Babasının ve Zeki Velidi’nin savunmasını, çok uzun ve çok meşakkatli bir çalışma sonunda bulan kızı Filiz Tevetoğlu Ortaç hanımefendiye bin defa teşekkür borçluyum.
Merhum Sait Bilgiç’in savunmasını, muhterem Sait Bilgiç’in gayretlerine rağmen bulmak mümkün olmadı. Davanın diğer sanıklarının da öyle.
Prof. Togan hakkında çok yakın arkadaşlarından dinlediklerimi önce benim kalemimden okuyacaksınız. Aradan 69 yıl geçmesine rağmen, Zeki Velidi’nin öğretim üyesi olan çocukları halâ o davadan rahatsızlık duymaktadırlar.
Okunduğu zaman görülecektir ki, bu kitapta yer alan savunmalar çok mühimdir Devrin zalimlerine, onların Türkçülük düşmanlarına verilen cevaplar dün olduğu gibi bugün de geçerlidir.
Gerçi bir numaralı sıkıyönetim mahkemesinin kin yüklü, zulüm yüklü, vehim yüklü kararlarını, askeri temyiz mahkemesi derhal bozmuş; cezaevlerine sokulan Türkçüler tahliye edilmişlerdi. Ama o dava yüzünden Türk vatanseverlerine uygulanan işkenceler hiç unutulmadı, hiç unutulmayacak!
Yeniden sözlerimin başına dönüyorum: ‘1944 yılında tevkif edilen ve tabutluklarda, içinden lağım suları geçen kanallarda zulüm gören vatansever kimseler suç işledikleri, suçlu oldukları için değil, Türk oldukları, Türkçü oldukları için bir Moskof öfkesiyle muhakeme edildiler.
Türkiye’de zaman zaman gizli ve açık alarak Türklüğe ve İslam’a karşı düşmanlıklar ortaya çıkıyor.
Etrafımızdaki devletlerin hiçbiriyle samimiyete dayanan bir dostluğumuz yok. Bu, etrafımızdaki yakın ülkelerin kendi devlet siyasetlerinden kaynaklanıyor Acaba yakın komşularımızın bize bakışları nasıl?
Doğumuzda küçücük bir Ermenistan var. Ermenistan bütün dünya milletlerinin Önünde, en köşeli cümlelerle diyorki: “Doğu ve Güneydoğu Anadolu işgal edilmiş Ermeni toprağıdır.” Ermenistan başta Diyarbakır olmak üzere 19 civarındaki Doğu ve Güneydoğu şehirlerimizi elimizden almak
istiyor.
Rusya’nın Deli Petro’dan beri, hem Doğu Anadolu’muz hem de Boğazlarımız üzerinde emelleri var Rusya, Birinci Dünya Harbi’ne girmeden önce Boğazların kendisine verilmesi için İngiltere ve Fransa ile anlaşmıştı.
Suriye, Hatay’dan Hakkâri’ye kadar uzayan şehirlerimizi kırmızı bir şeritle ayırıp kendi sınırları içerisinde gösteriyor.
Güneyimizdeki İsrail’in millî siyaseti de çok önemli. İsrail, devlet siyâsetini “arz-ı mevut” kelimeleriyle ilan ediyor. Arz-ı mev’ut, vaat edilen topraklar demektir.
İsrail, devlet siyasetini kendi bayrağına bile işlemiş durumda. Beyaz zeminli İsrail bayrağının üst ve alt taraflarında, iki mavi şerit var. Bu iki mavi şerit arasında da, iç içe geçmiş iki üçgen bulunuyor. Üstteki mavi şerit Fırat Nehri’ni, alttaki mavi şerit ise Nil Nehri’ni temsil ediyor. İç içe geçmiş iki üçgen de Hz. Süleyman’ın mührüdür. Yani İsrail, devlet bayrağıyla demek istiyor ki: “Tanrı, Tevrat’ta, Fırat’la Nil arasındaki toprakları bize vaat etmiştir. Biz de gelecekte, büyük İsrail Devleti’ni bu iki nehir arasında kuracağız ve Hz. Süleyman’ın mührünü Fırat’la Nil arasındaki topraklara vuracağız!”
ABD’nin BOP yani Büyük Orta Doğu Projesi’nde de bizim Güneydoğumuzda bir Kürdistan yoktur. Ermenistan’da yoktur. Boydan boya İsrail vardır.
Batımızdaki Yunanistan’ın Megalo İdea’sı yani “büyük ideali” bütün Anadolu topraklarını içine alıyor. Yunanistan, İstanbul’u fethederek Konstantinopolis yapmak, Ayasofya’yı yeniden kilise hâline getirmek, Anadolu’yu baştan başa Anatolia ismiyle Yunan bayrakları altına almak düşüncesinde. Etrafı çepeçevre düşman kuvvetleriyle çevrili Türkiye’de, o devletlerin gayretleriyle “Türk’ü, Türklüğü yok etme gayretleri olmaz!” diyen kimselere söylenecek sözümüz artık olamaz. Çünkü anlayamazlar!
Türk Düşmanlığı başka nasıl olabilir?
Türkiye’de birtakım kimseler, Türk kelimesinden rahatsızlık duyuyorlar. Bu bakımdan kim nerede Türk’ten, Türklükleri, Türk milletinin üstünlüklerinden bahsederse o kişiyi ya Türk olmamakla veya ırkçılık yapmakla veya faşizmle suçluyorlar.
Elbette hiç kimse milliyetini tespit etme imkânına sahip değil- Bizi, birbirimizi tanıyıp sevmemiz için ayrı ayrı ırklardan yaratan Allah’tır Ve sevgili Peygamberimizin ifadesiyle: “Kişi, kendi ırkını sevmekle suçlanamaz”
Bir insanın kendi ırkını sevmesi başka, ırkçılık yapması daha başkadır. Başka bir ırktan olan kimselerin veya Türklerin, Türk ırkını sevmeleri, Türk ırkını yüceltmeleri ırkçılık değildir. İşte birkaç örnek:
İsveç Kralı Demirbaş Şarj diyor ki:
“Türklerin Esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapmadığını, onlar yaptılar; beni esir etliler. Ayağımda zincir yok, zindanda değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum; lakin gene esirim. Şefkatin, büyüklüğün, asaletin, nezaketin esiriyim.”
isveç kralı, bu cümleleriyle Türk ırkçılığı mı yapıyordu?
İngiliz Lord Byron’un söylediklerine bakınız:
“Türkler ne ikiyüzlüdür ne de yalancı. Gerçi birçok milletin hürriyetlerini yıktılar ve onları alçaltmış oldular. Lâkın kendileri hiçbir zaman alçalmadılar. Harp ederken öldürmeyi bildiler. Savaş hâricinde asla katil almadılar.”
Bizimkiler, Lord Byron’u bile ırkçılıkla suçlayabilirler!
Şu cümle de Arap Câhiz’e ait:
“Türkler, pek namuslu insanlardır. Ne harpte ne sıılhte hile yaparlar. Fırsattan istifadeye tenezzül etmezler. Özleri ve sözleri doğrudur.”
Fransız Lamartine, bizim Türk düşmanlarını çıldırtacak ölçüde bir iddiayla konuşmuştu:
“Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.”
Meşhur tarihçilerden Avusturyalı Hammer, Arapçayı, Farsçayı ve Türkçeyi çok iyi öğrendikten ve otuz yıl Türk tarihi üzerinde çalıştıktan sonra kanaatini şöyle açıkladı: “Tarih, Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki, bunlar medeniyetin birer ziynetidirler!”
Doğu ve Batı dünyasına mensup çeşitli fikir, sanat, siyaset ve devlet adamlarının Türk ırkını yücelten öyle tespitleri var ki, arka arkaya yazılmaları bile bir kitap hacminde olabilir.
Son örneği bizden alıyorum:
Türkiye gazetesi yazarlarından Necati Özfatura, 23 Ağustos 1995 tarihli Ortadoğu gazetesine bir açıklamada bulundu. Veliler zincirimizin altın halkalarından biri olan ve Necip Fazıl Kısakürek’i milletimize kazandıran Abdülhâkim Arvasî Hazretleri bir sohbette demiş ki:
“Ben bir seyyidim. Yani bu demektir ki, Tiırk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinsede üç Türk kalsa. biri ben olanım. İki Türk kalsa gene biri ben olurum. Son Türk kalsa da gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa, bugünkü manada islâmiyet de olmazdı. ”
Türk düşmanlarının beyinleri o kadar keçeleşmiştir ki. bunlar, bir cümle, bir mısra içimle Türk kelimesinin geçmesine bile tahammül edememektedirler
Mesela bütün ömrü İslam’ı sevdirmek ve yüceltmek için geçen, islam fikriyatına gönül verdiği için cezaevlerine düşen, defalarca hırsızlarla, katillerle, esrarkeşlerle… aynı hapishanelerde çile dolduran ve bir İslam ilmihali yazacak kadar dinî konularda bilgi sahibi olan Necip Kızıl Kısakürek, şiirlerinde Türk kelimesini mı kullanıyor? Bizim Türk düşmanlarımız o kelimeyi derhal çıkarıp alıver: (şiirin veznini de bozmak pahasına) yerine İslam kelimesini koyuyorlar. Mesela,
Onun, “Sakarya Türküsü”şiirinde şöyle bir beyit var: “Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur Sırtına Sakarya’nın Türk tarihi vurulur.”
Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Kaba softa, ham yobaz” kişiler, bu beyti değiştirerek şöyle okuyorlar:
Üstad, bir sohbetinde Ahmet Kabaklı’ya ve Ayhan Songar’a demişti ki:Necip Fazıl gibi mükemmel bir İslam mütefekkirinin kullandığı Türk kelimesine tahammül edemeyen Türk düşmanları, başka kimselerin Türklükle ilgili açıkla malarına kayıtsız kalabilirler mi? Lütfen dikkat buyurun: Türkiye’de kim Türkülüğüyle övünmüşse, kim Türk milletinin büyüklüğünü, asaletini, merhametini, şefkatini .. ortaya koymaya çalışmışsa
daima bu Türk düşmanlarının hücumuna uğramışlardır. İşte
birkaç örnek daha:
Atatürk, bizim son asır siyası tarihimizin en önemli şahsiyetlerinden biridir Türklük üzerine söyledikleri daima çok coşkun duyguların ifadesidir. Diyebilirim ki bütün Türk tarihi içinde Türk’ü, Türklüğü, Türk milletini, onun kadar yücelten, bazen yere göğe sığmaz bir yürekle konuşan, yazan ikinci bir devlet adamımız yoktur. Şu vecizeler onu ait:
* Benim hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.
* Bir Türk dünyaya bedeldir. *Türk, ögün, çalış, güven!
*Bu memleket tarihte Türk’tü; hâlde Türk’tür, ebediyyen Türk olarak yaşayacaktır!
*Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!
* Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok: Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız!
Atatürk, milletimizin ismiyle yeni bir Cumhuriyet kurdu: Türkiye Cumhuriyeti Bu bakımdan bazı kimseler, Ata…..
“1944- 1945 Irkçılık- Turancılık Davasında Sorgular Savunmalar” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma-İnceleme Siyasal Hayat Türkiye
- Kitap Adı1944- 1945 Irkçılık- Turancılık Davasında Sorgular Savunmalar
- Sayfa Sayısı592
- YazarYavuz Bülent Bakiler
- ISBN9756186534
- Boyutlar, Kapak13,5x21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTürk Edebiyat Vakfı / 2010
“Eğer Şu Zamanın Bozukluğundan İğrenip Ecdadın Şerefli Tarihini Özlemek Gericilikse, Her Namuslu Türk Vatandaşı Gericidir…”
(Cemil Meriç)
Aslımı, neslimi tanıyorum ben, Karışık değilim, özümden ürkem. Sen kimsen, sen neysen, özün bilersen, Men ilk kaynağımdan Türk oğlu Türk’em! Bahtiyar VAHAPZADE
Türkiye hem Türk dünyasının, hem de islâm aleminin ümit ışığıdır. Bu ışığın sönmesi hem İslâm Âleminin, hem de Türk dünyasının karanlığa gömülmesi demektir.” Cahar Dudayev
‘Biz ki, Müluk-i Turan,Emir-i Türkistanız,Biz ki Türkoğlu Türküz”
(Emir Timur Han)
Yavuz Bülent Bakiler’i şu üstte bahsi geçen güzide şahsiyetlerle desteklemek istedim