Şaşırtıcı bir kurgu, tankların parçaladığı aileler, yaşama tutunma çabaları, mafyanın hesaplaşması ve sıra dışı bir aşk.
**
“Çınar beni tanıdın mı? Çınar, suratına bakıp karanlıkta kim olduğunu çıkarmaya çalışırken yanındaki devam etti. “Ben Hüseyin, Ticaret Bakanlığı’ndan Hüseyin, iş yeri temsilcisi…” Çınar tanımıştı Hüseyin’i. Tam ağzını açacakken, “Seni ben ihbar ettim,” sözü ile konuşmasını bitirdi Hüseyin.
***
Chicago kentinin, State Caddesindeki Macy’s mağazasının parfümeri bölümündeki tezgâhtar kadına, “Bir erkek kokusu alacaktım,” diyerek almak istediği ürünü söyleyen Eylül, anlamlı bakarak gülen tezgâhtar kadının niyetini anlayınca konuşmasına devam etti.
“Babam için alacaktım.”
***
“Aşk bu mudur, aşkın yapılmadık tanımı var mıdır bilmiyorum. Aşk süreli bir şey olsa gerek bu öyle değil daha farklı bir şey. Nasıl anlatsam bilemiyorum ki. Ait olma gibi bir şey. Aidiyet. Evet, evet aidiyet… Aidiyete diyelim. Her hal ve koşulda dilli dilsiz, kollu kolsuz, gözlü gözsüz, ayaklı ayaksız birlikte olmak… Ait olmak. Birlikte yaşamak, bir arada olmak… Soluğunu duymak, aşk değil bu, olmamalı farklı bir şey bu.
***
Koço’nun suratı değişti. Hemen çevreyi kontrol etti. Üç cenazenin ve cami cemaatinin kalabalığı içinde kalmışlardı. Etrafı tekrar kolaçan eden Koço:
“Çabuk arabalara gidelim, pusu kokusu aldım.
—————
Bir adım geri çekildi.
Sol eliyle tuttuğu çeneyi bir sağa bir sola çevirerek, bir resim galerisinde sevdiği bir ressamın tablosunu görmüş gibi hayranlıkla baktı yaptığı dişlere.
“Nasıl şimdi rahat mı?” diye sordu, büyükçe bir el aynasını hastasına verirken.
Çınar aynayı eline alıp, alt ve üst çenesini birleştirip dişlerine baktı. Kafasını bir sağa bir sola çevirip tekrar baktı. Dişlerini sıktı, diliyle dişlerin uzunluğunu ölçtü.
“Ellerine sağlık Erhan, çok rahat ve güzel olmuş. Haydi, yapıştır da bitsin bu iş artık. On beş gündür sıkıldım bu kaplama dişlerden. Her yemek yediğimde veya gülüşümde yerinden çıkacakmış hissini verirdi. Protezleri yapıştır da bu akşam rahat bir yemek yiyeyim.”
Bunları söylerken uzun zamandır doğru dürüst gülemediğini anımsadı. Ülkede gülünecek bir durum yoktu. Erhan, Çınar’ın elinden aynayı alıp yerine koyarken:
“Yarın yapıştıracağım. Temizleyip hazırlamam gerekiyor. Rahat sökebilmem için biraz zayıf yapıştıracağım şimdi. Mümkün olduğu kadar yan dişlerini kullan yarına kadar. Bir akşam daha sabret.”
“Peki, yarın kaçta geleyim?”
“Öğleden sonra istediğin zaman gel. Zaten on dakikalık işimiz var.”
“Mesai çıkışı gelirim artık. On dakika için izin almayayım.”
****
1981 aralık ayının sekizi, soğuk bir kış günüydü. çınar, doktor erhan’ın muayenehanesinden çıkarken kabanının önünü ilikleyip, yakalarını kaldırarak turan güneş caddesine çıktı. muayenehanenin üç bina yukarısında eşinin eczanesi vardı. eczaneye ulaşıncaya kadar üşümek üzere olduğunu hissetti. hava çok soğuktu.
****
Eczane gecekondudan bozma, tek katlı, yağmur yağınca damlayan yerlere kova konulan, ısınmak için soba yakılan arka tarafında da küçük bir odası bulunan ama cadde üstü, otobüs durağı önü bir konumdaydı. Aralarda birkaç bina olmasına rağmen Yıldız’da imar olmadığı için semt bir gecekondu görünümündeydi. Cumhurbaşkanlığına da mesafesi beş yüz, altı yüz metre ya vardı ya yoktu. Seslensen Kenan Evren duyardı.
Aslı, ilaçları sarıp müşterisine verirken “Geçmiş olsun” deyip Çınar’a döndü.
“Ağzını aç dişlerini göreyim.”
“Takmadı yarın takacakmış.”
Aslı yeni müşterilerini karşıladı, ilaçlarını verip gerekli açıklamaları yaptıktan sonra:
“Burada mı kalacaksın, eve mi gideceksin?” diye sordu.
“Heval’i anneannesinden alıp eve giderim. Kızımla oynarız sen gelinceye kadar.”
“Heval anneannesinde kalacak bu gece. Dedesi ve anneannesi çok özlemişler, öyle konuşmuştuk.”
“Tamam, ben o zaman direkt eve giderim. Burada kalıp size ayak bağı olmayayım. Akşama yemeğimiz var mı?”
“Buzlukta biraz et var. Onları çıkar, ben gelince bir şeyler yaparım.”
“Ben çıkıyorum, haydi hoşça kal.”
“Güle güle.”
Eczanede çırak olarak çalışan Hayrettin, on iki yaşında, hafif şaşı gözlü, gözünün biri devamlı kan çanağı kırmızı, güler yüzlü, saçları dik dik oldukça zeki bir köy çocuğu idi. Çınar’ın gideceğini görünce, koşarak kapıyı açtı.
“Teşekkürler Hayrettin, hoşça kal.”
“Güle güle Çınar Ağabey.”
Kottan olduğu için, daire zemin girişli fakat içeriye girince üçüncü kat gibiydi. İki oda ve bir L salondan oluşuyordu. Birde öteberiyi içine alan küçük bir sandık odası vardı. Soyundu, ev elbiselerini giydi. ‘İyi ev sıcakmış’ diye düşündü. Buzluktaki eti çıkardıktan sonra, salona geçip, televizyonu açtı. Tek kanallı siyah-beyaz TRT’de ne gösteriliyorsa bakar kör olarak onu izledi bir süre. Sonra Kenan Evren çıktı ekrana. Her zamanki konuşmalarından birini yapıyordu gene. Göz göze geldiler. Kenan Evren’in ne dediğini anlamıyordu Çınar. Sadece gözlerini kırpmadan bakışıyorlardı.
Kenan Evren, Çınar’ın gözlerine bakarken önce bir ayağını sonra diğerini televizyondan çıkarıp salona indi. Yemek masasına doğru yürüdü. Oturdu. Sol eli ile masanın kenarını tutup sağ elinin dirseğini masanın üstüne koyarak, başparmağını diğer parmaklarından ayırıp bilek güreşi konumuna geçti. Çınar’ı bilek güreşine davet ediyordu.
“Aslı birazdan gelir,” diye düşündü. Oturduğu koltuktan kalkıp, Kenen Evren’in yanından geçerek mutfağa gitti Çınar. Evdeki malzemeler ile yaptığı salata bitmek üzere iken kapı çaldı. Gelen Aslı’ydı.
“Hoş geldin.”
“Hoş buldum. Çok soğuktu taksi ile geldim.”
“İyi etmişsin, et hazır, salatayı da yaptım.”
Ellerini yıkayıp, üstünü değişti Aslı.
“Sen mutfaktan çık gerisini ben yaparım.”
Çalışırken Çınar’ı mutfakta istemezdi. Çınar salatayı, dilimlediği ekmeği, su ve bardakları masaya taşıdı. Kenan Evren’e baktı yoktu. Televizyona baktı. Orada da yoktu, gitmişti. Aslı etleri ve patatesleri kızartıp salona geldi. Karşılıklı oturup yemeğe başladılar.
“Günün nasıl geçti? Değişik bir şey var mıydı eczanede?”
“Her zamanki gibi. Havalar soğuyunca hastalıklar artıyor. Erhan’ın eşi geldi, haftaya yemeğe çağırıyorlar bizi.”
“Olur gideriz. Heval’le Tuğçe de iyi anlaşıp birlikte güzel oynuyorlar. Hani insana kendi çocuğundan güzeli olmaz ama Tuğçe çok güzel bir kız değil mi?”
“Evet, çok güzel bir kız. Mecliste bir şey var mıydı?”
“Yok, değişen bir şey yok. Şamil Paşa bugün esti biraz sadece. Personel bıyıklarının düzenli olmasını istiyormuş. Personel ya bıyık kesti ya da bıyık düzeltti.”
“Eee? Senin bıyıklar.”
“Ben kararlıyım emirle bıyık kesmem. Bugün aniden bizim ofise girdi Şamil Paşa. Şaşırdık. Darbeden bu yana ilk defa geliyordu bizim ofise. Dört beş kişi vardık içeride. Odayı şöyle bir inceledikten sonra, gelip önümde durdu. ‘Tamam’ dedim, ‘bugün o gün işte, galiba ipler kopacak.’ Bana, ‘Bu ne bıyık böyle ya kes ya düzelt’ gibi şeyler söyleyecek sandım.”
“Eee?”
“Kısa bir süre bakıştık sonra, ‘Bıyıkların da güzelmiş’ dedi ve arkasını dönüp gitti. Ya kararlığımı hissetti, ya da aklınca beni uyardı.”
“Başımıza iş açacaksın bir bıyık için. Zaten herkesi topladılar. Hukuku rafa kaldırdıkları için her şey iki dudaklarının arasında. On beş aydır topluyorlar insanları ve kitapları, daha bitiremediler. Ne çok solcu, sosyalist varmış.”
Çatalı ağzına götürürken elini indirdi ve daha kısık bir sesle:
“İşine son verirlerse ne yaparız? Biliyorsun eczanenin de daha borçları bitmedi.”
Şamil Paşa, 12 Eylül dikta yönetiminin Meclisi idari olarak yöneten paşasıydı. Son bütçe görüşmelerinde ‘üstün başarılarından’ dolayı Çınar ve arkadaşlarına bir teşekkür mektubu da yazmıştı. Konsey üyeleri, bütçeyi Çınar’ında içinde bulunduğu teknik kadro ile birlikte bağlamışlardı.
Yemekleri bitti. Eğlence programını izlemek için demlenmiş çaylarını alarak televizyonunun karşısına geçtiler. Program bitmeden:
“Ben yorgunum, yatağa gidiyorum, dedi Aslı.
“Tamam, bende birazdan gelirim.”
Aslı uyumak için yatak odasına doğru giderken, Çınar:
“Yarın balık alayım mı? Heval’i de alıştıralım balığa.”
“Bu evde balık yenmez, ev kokuyor”, dedi Aslı sertçe. Çınar ağzını açacak gibi oldu, sonra vazgeçti. Başını iki yana sallayarak sehpanın üzerindeki sigara paketine uzandı.
Saat yirmi dörde ya biraz vardı ya da biraz geçiyordu. İkinci sigarasını söndürmüş, kül tablasını mutfağa götürmek için ayağa kalkmıştı ki, kapının zili çaldı.
‘Bu saatte kim olabilir ki? Heval’e bir şey mi oldu acaba?’ Sonra vaz geçti bu düşüncesinden. ‘Bir şey olsa telefon açarlardı,’ diye aklından geçirdi. Bunları düşünürken kapıya gelmişti. Kapıyı açmadan sordu:
“Kim o?”
“Polis…”
“Lal” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıLal
- Sayfa Sayısı441
- YazarVeysel Avşar
- ISBN6056199929
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİsim Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Âşıklara Yer Yok ~ Tarık Tufan
Âşıklara Yer Yok
Tarık Tufan
“Kim bilir, belki de cehennem insanın kendini bağışlayamamasıdır.” Aşk sandığımız bağlılıklar, gerçekte bizi kendine tutsak eden bağımlılıklarımız mıdır? Tarık Tufan, insanın içindeki bu büyük...
- Sabahı Aramak ~ Ayşenur Yıldız
Sabahı Aramak
Ayşenur Yıldız
Ayda, hayatının en mutlu döneminde, mezuniyetine az bir zaman kala önemli bir hastalığa yakalandığını öğrenir. Bu hastalık onu, tüm planlarını değiştirerek ailesinin yanına dönmeye mecbur eder. Daha arkasında bıraktıklarının acısıyla başa çıkamamış olan Ayda, ailesinin yıllarca sakladığı sırları ve hayatının yalanlar üzerine kurulu olduğunu öğrenince uzun ve sancılı bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır.
- Emanet ~ Bige Güven Kızılay
Emanet
Bige Güven Kızılay
“Hani bir kadim atasözü vardır, ‘Her yaşlı adam öldüğünde, bir kütüphane toprağa gömülür’. Sana bırakmaktan en onur duyduğum şey kütüphanemdir. Ama ya hayat hikâyemizi...
kazandiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiimm :DDD
Okuduğunuza pişman olmayacağınız harika bir roman.Anlaşılı bir dil,,akıcı bir anlatım.Sürükleyici bir roman.İlk sayfalardan itibaren sizi saracak,elinzden bırakamayacaksınız.