Hayatınızı başka bir insanın bedeninde yaşasaydınız…
Artık beyninin içine yerleştirilen küçük elektrotların kontrolündeydi…
Artık zihninin sessiz bölgeleri uyanıktı ve kendi sesinde ona ait olmayan bir çığlık işitiyordu; yüzyıl öncesinden gelen… kurnaz, duygusal ve cani ruhlu birinin zihninde ve bedeninde yankılanıyordu bu ses.
Epilepsi tedavisi gören Elizabeth Austin’in beynine minyatür elektrotlar yerleştirilmiştir. Elizabeth elektrotları kendisine verilen ufak bir cihazla aktif tutarak krizlerini kontrol edebilmektedir. Ve artık bırakmak zorunda kaldığı, özlediği hayata dönerek evliliğindeki sorunları çözmeye ve tekrar işine başlamaya hazır olduğunu hisseder. Buna karşın, ameliyatın bir parçası olarak son derece riskli olduğu halde fazladan elektrot yerleştirilmesine razı olur. Bu elektrotlardan biri uyarıldığında kendisine ait olmayan bir hayatı yaşamaya başladığını, başka bir bedende vücut bulduğunu fark eder. Doktorundan bu gelişmeleri saklayan Elizabeth, şimdiki ve önceki hayatı arasındaki geçişlerde bocalarken, keşfettiği yeni hayatın onu daha mutlu ettiğini hisseder. Ama bu hayatın hazırladığı korkunç oyunun içine çekildiğinden habersizdir.
Oda soğuktu, özenle elde edilmiş sterilliğin özel keskinliğinde neredeyse buz gibi donmuştu. Işıklar devasa ve ışıl ışıldı, ama ışınları sıcaklık veya rahatlıktan yoksundu. Yansımaları, ruhsuz metal kütleleriyle odaya hakim olan cihazların pürüzsüz krom yüzeylerine vuruyordu.
Genç kadının alnında, gerginlikten kaynaklanan, buz dünyasının ormanındaki ufak kristal mantarlara benzeyen parlak ter damlacıkları belirmişti. Damlacıklar çıkar çıkmaz kadının solunda duran adam onları sildi Adamın sadece gözleri ve kemikli elleri görünüyordu; geri kolanı beyaza bürünmüş ve maskelenmişti.
Kadın gözlerini kapayıp hızlanan nefesini kontrol altında tutmaya çalıştı. Az sonra olacaklar değiştirilemezdi, durdurulamazdı. Uyku yoklu, zihnini ele geçiren keskin korku dinmeyecekti, ta ki en kötüsü olup hafızasına kazınana dek. Tabii eğer geriye aklından ya da haftasından bir iz kalırsa
Boğazı kuruluktan tıkanmıştı ama susuzluğunun farkında değildi. Masa omuriliğine baskı yaptığı için rahatsızlık veriyordu ve boynundaki kaslara kaskatı hareketsiz durmaktan şimdiden kramp girmeye başlamıştı.
Sağ tarafından bir sürtünme ve hışırdama sesi gelince dönüp bakmak için otomatikman hamle yaptı. Bunun üstüne, kafasını yerinde tutan ve biraz da acı veren metal çubukların teninde oluşturduğu dört küçük oyuk biraz daha derinleşti.
Duyduğu hışırtı sesi arttı ve tam arkasına geldi Bir cam kafesin içindeki öfkeli ve kör bir yengecin tırmalamalarım andıran bir sesti bu.
Diğerleri de içeri giriyordu. Lastik ayakkabılar parkelerde tebeşir gibi tiz bir ses çıkardı ve büyüyen gözlerinden sert, beyaz kumaşlar geçti. Eliot’un bir dizesi sapıkça aklına geliverdi:
Acele edin lütfen, vakit geldi. Acele edin lütfen, vakit geldi.
Maskesiz gözler artık dört bir yanındaydı ve aynı, uzun parmaklı el alnını bir kez daha silmek İçin yüzünün önünde belirince kadın gözlerini kırpıştırdı. Kafa derisi çekildi ve birdenbire sessizliğin ve mırıltıların yerini elmacık kemiklerinde ve dişlerinde çınlayan acı bir feryat aldı.
Onu göremiyordu ama matkabın çıplak, kazınmış kafa derisine değdiğini biliyordu.
Başlamışlardı.
Genç kızın eteği, tüm okul arkadaşlarının etek hizasının diz üstüne doğru skandal bir tırmanışa geçtiği 1963 sonbaharında, olması gerekenden biraz daha uzundu. Eteğinin boyu sık ağaçların olduğu yamacı tırmanırken onu biraz engelliyor olabilirdi ama kıyafeti ve yol ona eşit derecede tanıdıktı.
Ailesinin, engebeli ormanın aşağısındaki gölün kenarında bir kulübesi vardı ve son dokuz yıldır her yaz buraya geliyorlardı. Annesiyle ikisi mevsim boyunca orada kalırken, babası yüz kilometre uzaklıkta bulunan Richmond’dakİ hukuk firmasından kaçabildiğinde yanlarına geliyordu.
Bu yaz artık geride kalmıştı ve bahardan önce gölde geçirecekleri son haftasonlarıydı. Dökülen yapraklar ayaklarının altında çıtır çıtır ezilirken, Elizabeth yeni Virginia sonbaharının mükemmelliğini deneyimli gözleriyle inceledi. Eskiz defterlerinde ve sulu boya koleksiyonunda geçen dört hasat mevsiminin canlılığını taşıyordu ve her yıl yeteneklerindeki gelişim görülebiliyordu. Çocukluk hobisinin daha fazlasına dönüştüğüne dair açık sinyaller vardı.
Şimdi, en sevdiği çizim noktasına yaklaşırken dik tepeyi tırmanmaktan soluğu kesilen Elizabeth sıcak bir beklentinin telaşını hissedebiliyordu. İlgi alanları ve işi son birkaç hartada son derece değişmişti. Son çizimleri oyuk bir meşenin İçine özenle saklanmıştı.
Ağacın yanında diz çöküp bileğini çürümüş gövdesinin içine sokarken, yanakları parlak bir kırmızıya büründü. Rulo yaptığı kağıtları dar boşluktan dikkatlice çıkardı, ”çalışma masası” yakınlardaydı; birinin baltasına kurban gitmiş bir başka ağacın düzleşmiş kütüğüydü bu. Çizimlerini titizlikle yüzeye serdi.
Yapım aşamasında olan şaheseri kütüğün üstüne yayılmış, ona hatırladığından iki kat fazla bir yoğunlukla bakıyordu. Elizabeth bir an gözlerini yumdu, serin ekim havasını içine çekti. Ancak ondan sonra, biraz isteksizce, yarısı tamamlanmış eserine bakabildi.
Resimdeki adam siyah saçlıydı ve üstünde uğraşılmış bir düzensizliği vardı. Düz beyaz gömleği göğsüne kadar açıktı ve ağır, süslü kemer tokası portrenin bitmesi planlanan yerde duruyordu. Adamın yüzü belli belirsiz çizilmişti, ama gömleği, saçları, kemer tokası ve gözleri kesin ve aşk dolu bir netlikle yorumlanmıştı.
Adam belli biri değildi, film yıldızı veya bir aile dostu değildi, ama Elizabeth için onun gerçekliği hayal gücünün veya varoluşun bütün sorularına üstün geliyordu. Başkalarının anonim olarak algılayabileceği bu şey onun için adamın varoluşunun özüydü: erkeklik, güç ve dürtülerin vücut bulmuş hali.
Resmi çizmeye altı hafta önce başlamıştı. İlk önce gözler gelmişti, ancak resmedilmesi gereken bir konunun mantıklı fikrinden değil, bu yıl ona yeni gelen ve neredeyse karşı koyamadığı hisleri görsel olarak tanımlama arzusundan doğmuştu. Elizabeth hâlâ bu mutlu ancak huzursuz edici ürpertilerin konumunu adlandırmak için kendine izin veremiyordu.
Elinde kalemiyle yavaş ve keyifli görevine koyuldu: Portreyi tamamlamak. Eteği yavaş yavaş yukarı sıyrıldı, ta ki fark etmeden belinde toplanana dek…
“Kayboluş” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKayboluş
- Sayfa Sayısı333
- YazarKen Grimwood
- ÇevirmenElif Özkaya
- ISBN6054188611
- Boyutlar, Kapak13,5x21 , Karton Kapak
- YayıneviKoridor Yayıncılık / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kız Kardeşler Arasında ~ Kristin Hannah
Kız Kardeşler Arasında
Kristin Hannah
Sevgi adına yapılan hatalar… Yeni bir başlangıç yapabilme umudu… Ve sadece iki kız kardeşin arasında kalacak anılar… Meghann Dontess yıllar önce kimsenin cesaret edemeyeceği...
- Nazlı Kar ~ Juniçiro Tanizaki
Nazlı Kar
Juniçiro Tanizaki
Japon şiirinde kiraz çiçeklerine dair yüzlerce, binlerce şiir söylenmişti… Eskiler çiçeklerin açmasını sabırsızlıkla bekler… dalından düşüp giden çiçeklere hüzünlenirdi… defalarca, tekrar tekrar aynı şeyleri...
- Şimdi ve Daima ~ Ray Bradbury
Şimdi ve Daima
Ray Bradbury
“…Zamana dair bildiğimiz her şeyi, hatta zamanın kendisini ardımızda bıraktık.” Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri....
Nasıl yorum almaz bu kitap? Ken Grimwood kitapları muhteşem her biri birbirinden ayrı güzellikte… Akıcı, sürükleyici… Daha ne desem bilemiyorum :)
Az önce bitirdim kitabı. Fikir, gidişat, anlatım… harikaydı ama sinir bozucu bir son olmuş. Yazar, sil baştan’da da aynı şekilde ne olduğu konusunda kafayı yiyeceğiniz bir son hazırlamış. Harbi sinir bozucu bir son!!!